Sanatta Bireyin Doğuşu”, Tzvetan Todorov (1939), Bernard Foccroulle (1953) ve Robert Legros’un (1945), bireyin sanat tarihindeki estetik keşfinin izini sürdüğü bir araştırmanın ürünü.

Kitap, 2002’de Collége de Philosophie’nin, bireyin sanattaki dönüşümü üzerine düzenlenen bir oturumun devamında ortaya çıkmış görünüyor. Pierre-Henri Tavoillot’nun (1965) önsözde belirtmiş olduğu gibi bu kitap, modern birey figürünün, estetik yaratımda ve gösterimde ortaya çıkışını izleyerek, ‘bireysel paradigma’ uygulamasında böyle bir boşluğun doldurulmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor. Tzvetan Todorov ve Bernard Focroulle öncelikle bireyin resimde ve müzikte ortaya çıkışının başlıca aşamalarını çiziyor; Robert Legros ise söz konusu dönüşümünün felsefi nedenlerinin anımsatarak, bu çifte okumayı antropoloji bağlamına yerleştiriyor. Bu yazıda, Todorov’un sunduğu ve kitabın ilk bölümünü oluşturan “Resimde Bireyin Gösterimi” üzerine odaklanılmıştır.

Bir insanı diğerinden ayıran ne?

Bireyin gösterimi (représentation) onu tüm ötekiler arasından tanımayı da bir değer olarak belirlemeyi de olanaklı kılar. Resimde gösterimde ise, biricik bir beden, bir yüz, bir bakış konarak sağlanır bu. Peki, Avrupa geleneğinde bireyin bir değer olarak kazanımı nasıl gelişmiştir? Nasıl gösterilmiştir bize? Gösteriş biçimleri, çağdaş, felsefi ve tanrıbilimsel söylemlerle nasıl bir ilişki içerisindedir? Todorov, bu bölümde bu soruları ele alıyor.

Birinci bölümde Todorov, bireyin gösterimi için öncelikle ressamın o özel varlığı diğerlerinden ayıran benzersiz çizgileri olduğu gibi vermesini gerektirdiğinden bahsediyor. İnsanların genel çizgilere indirgendiği ve betimlemekten çok belirtildikleri gösterim biçiminin en eski tarihsel toplumlarda; ilk olarak Mısır’da ve Girit’te var olduğunu belirtiyor. Sonrasında Antik Yunan, Roma ve bunların dışında olanlar olarak kategorize ediyor.

Mısır Gömütleri (M.Ö. 16.-11.yy.)

MÖ 16. ve 11. yy Yeni İmparatorluk dönemindeki Mısır Gömütlerine baktığımızda, örneğin; şişman bir kadın, şeytansı dansçı, zencilere özgü yüz hatlarıyla bir köle görebiliriz. Ne var ki bu resimler yaşayan diğer insanlar için yapılmamışlardır, öteki dünyaya yolculuklarında ölüye eşlik etmektedirler.

İlk Örnekler: Giza kenti, Sakkara kazı alanında Antik Mısır’ın 5. hanedan dönemine (MÖ 2494-2345) ait bir mezar. Antik Mısırlıların büyük saraylarından biri olan Kraliyet Sarayı’nın Rahibi ve Sorumlusu olan Vah-Ti adlı kişiye ait olduğu söyleniyor.
Nil Nehri’nin batı yakasında 4 bin yıllık firavun mezarı.Thaw Rakht If’e ait. Tanrı Amon’un eşi Mut’un tapınağında mumyalama işleminden sorumlu din adamı.

Firavunların gömütlerindeki portreler

Firavunların gömütlerindeki portrelere baktığımızda ise özel adlarının olduğunu ancak bireysel özellikleri bulunmadığını gözlemliyoruz. İnsanlardan çok tanrılar için yapılmış, gerçek bir birey gösterimi değil bunlar. MS 1. ve 3. yy Fayyum Portrelerine baktığımızdaysa bu kez modellerin bireysel niteliklerinin çok daha ileri götürülmüş olduğunu ve günümüz portrelerinden geri kalır yanı olmadığını görüyoruz ancak yine yaşayan insanlara yönelik değillerdir; resmedilmiş yüzlerin hepsi mumyaları saran kefenlere dikilmiştir.

Mısır Kraliçesi Nefertiti (MÖ. 1379- 1362). Firavun Akhenaton’un eşidir. Mısır Müzesi, Berlin.
Firavun IV. Amenhotep ya da kendi deyimiyle Aton’a (Güneş’e) tapan, Firavun Akhenaton. MÖ. 1379 ve 1362 yılları arasında, 17 yıl süreyle Mısır’ı yönetmiştir.
Mısır Firavunu Tutankhamun, İ.Ö. 1361-1352 arasında hüküm sürdü.  Fotoğrafta kralın 1922’de bulunan mezarından görüntüler yer alıyor.
Firavunun bilgisayarda son dönemlerde yapılandırılan resmi.

Fayyum Portreleri (M.S. 1. ve 3. yy.)

Bu kez modelin bireysel nitelikleri çok daha ileri götürülmüştür ve günümüz portrelerinden geri kalır yanı yoktur. Yine yaşayan insanlara yönelik değillerdir; resmedilmiş yüzlerin hepsi mumyaları saran kefenlere dikilmiştir.

Solda, Kahire’deki Mısır Müzesi’nde sergilenen bir Fayyum portresi, genç ve varlıklı bir kadın resmedilmiş. Sağda, Moskova Puşkin Devlet Güzel Sanatlar Müzesi’nde sergilenmekte olan genç bir erkek portresi.

Berlin’de, Fayyum portrelerine bir örnek.

Firavunlarla ailelerinin saray duvarlarına ya da kamusal alanlara yapılmış resimleri

Zaman zaman anıtsal boyutlar alan bu heykelleri herkes bilir fakat günümüze ulaşanı yoktur. Tam olarak insani nitelik taşımazlar, daha çok Tanrı ile insan arasında bir yerdedirler.

Firavun Tutankhamun’un 1922 yılındaki kazı fotoğraflarından… 2015 yılında New York’ta düzenlenen «Tutankhamun’un Keşfi» adlı sergi için dynamichrome aracılığıyla renklendirilmiştir.

Antik Yunan

Antik Yunan Dönemini, anma işlevi görenler, yüceltici işlevi olanlar ve bu iki kategorinin dışında olanlar şeklinde üç kısımda inceler Todorov. Anma işlevi olan eserlerde kişi öldükten sonra resmedilmiştir ancak öteki dünyanın tanrıları için değil, geride kalanlar için. Modeller yine yaşamış oldukları dünyadan kopuktur ve bir anlamda bireyselliklerinden sıyrılmışlardır. Yüceltici işlevi olan gösterimlerde ise yalnızca devlet büyükleri değil (kaldı ki onların da doğaüstü bir yanı yok), her alanda öne çıkmış kişiler, şairler, düşünürler, siyaset adamı, savaşçılar yer alır. Yine de hedeflenen birey değil, kusursuzluğu ile benzersiz bir varlıktan çok soyut bir niteliğin betimini verirler. Bu iki kategorinin dışında olanlarsa: Örneğin, bir sanatçının Epikuros’un bir kadın dostunu, bir başkasının Aristotales’in annesini, bir üçüncüsünün kendi dostlarını ya da onların aile üyelerini betimlediği resimler. Bunları sadece o döneme ait yazılardan öğreniriz, günümüze ulaşanı olmamıştır.

Homeros’un (MÖ. 800 civarı) Helenistik dönem boyunca idealize edilmiş bir betimlemesi. (British Museum)

Todorov’un belirttiği gibi: Birey gösterimine birebir denk düşen gösterim lere bir tek Roma sanatında rastlıyoruz. Bu resimlerin bugüne dek korunmalarını da MS. 79 yılında Vezüv Yanardağının patlamasına borçluyuz. Fırıncılık yapan Pompei’de villa sahibi Terentius Neo diye bir adamı ve karısını gösteren bir fresko örneğin, yaşadıkları odalardan birinin duvarında asılıdır; dolayısıyla kendileri ve yakınları için üretilmiştir. Bu insanlar ne kraldır ne de tanrı; bir ressama hizmetinin karşılığını verecek kadar paraları vardır, hepsi bu. Ellerinde o sıralarda çok kullanılan eşyalar vardır: Hala bu dünyada yaşamaktadırlar. Günümüze kadar ulaşan bu modellerin kişisel nitelikleri oldukça belirgindir. Bu freskolar, MS 1. yy’dan; bireyin gelişimine açıkça elverişli bir dönemden kalmadır.

Terentius Neo ve eşinin portresi, Vezüv’ün M.S. 79 yılında patlamasından sonra Pompei’nin kalıntıları arasında bulundu.
Efsanevi avcı Narcissus’un freski. C. Parco Archeologico di Pompei.

İkinci bölümde Todorov, İsa’dan sonra bireyin resimde gösterimi üzerine bilgiler veriyor. Todorov’a göre; İsa’dan sonra bireyin resimde gösterimi çelişkili yönelimler alacaktır. Hıristiyanlık bireyi değerli kılar çünkü her insan doğrudan Tanrı’nın mesajını almaktadır. Ama bu bireyselleştirme tam olarak Tanrı’yla bağlantı üzerinden işler. Sonradan olacağı gibi Hıristiyanlık insanların toplumsal davranışlarına ilişmez. 4.yy’da Hıristiyanlık resmi devlet dini olduğunda öğretinin resimde gösterime etkisi belirginlik kazanacaktır. Kilisenin merkezi bir kurum oluşu ve papaların dünyevi erkin çok yakınına yerleşmesiyle birlikte Tanrı’yla bireyin doğrudan ilişkisine gölge düşer. İmparator Konstantinus’tan sonra manevi alanla dünyevi alan kimi zaman birbirine karışacak ölçüde yakınlaşır; doğrudan Tanrı’ya seslenmek yerine birey bundan böyle Kiliseyi aracı olarak kullanır. Bu ilk dönüşüme bir ikincisi eşlik eder: Bedeni ruha, bu dünyaya ait olan her şeyi de göklerin ve Tanrı’nın düzenine bağlı kılmaya dayanır. Ten şeytandır, Efendimizin bir tezahürü, diyecektir Aziz Pavlus. Birkaç yüzyıl sonra Bernard de Clairwaux, tensel hazzın insanın kendisini yalnızca Tanrı’ya adadığı gerçek Hıristiyan yaşamına uygun düşmediğini söyleyecektir. Bu koşullarda görünen dünyaya yönelik ilgi kuşkuyu beraberinde getirecek, resim sanatı da eski değerine kavuşamayacaktır.

İsa Mesih, Aziz Pavlus, Meryem ve çocuk İsa

Bu dönemde görsel gösterim yok olmayacak ama dönüşüme uğrayacaktır. Örneğin, Papa Büyük Gregorius 600 yılında şöyle söyler: Resimler, harfleri bilmeyenlerin kitabıdır. İkonoklazma ya da tanrısal resme kökten karşı çıkma, sonunda dinsel sapkınlık olarak yargılanacaktır. Resimlerle öğretinin bağı birkaç yüzyıl egemenliğini korur. Bireyler yine betimlenir ancak başta sayıları azdır:

Görevleriyle ayrıcalık kazanmış kişiler, papalar, imparatorlar, önemli insanlar. Dahası bu gösterim benzersiz olanı değil, genel nitelikleri yakalamaya çalışır. Resim kendisini şemaya dönüştürür.

Ockham’lı William (1300-1349)

Öğretideki anlamlı değişimler uzun süredir hazırlanmış olmakla birlikte 14. yy’dan itibaren ortaya çıkar. Tanrı’nın özgürlüğünün sınırsız olduğunu kanıtlamayı arzulayan Ockham’lı William, dünya düzeninin Tanrı’nın istencine boyun eğmediği ilkesini getirir. Ve papayla çatışmasında imparatorun yanında yer alır.

Devetio Moderno (Modern İnanç)

14. yy.’da, Avrupa’nın kuzeyine devetio moderna (modern inanç) adı altında dinsel bir hareket gelişir. Bu akımın derslerini bir araya getiren kitap bir yüzyıl sonra, 1441’de çıkacaktır:

Dünyada en çok okunan Hıristiyan kitaplarından biri olan Thomas a Kempis’in ‘Imitatio Christi’ adlı çalışması. Bu düşünce ilkel Hıristiyanlığın izleklerinden birini yeniden ele alır: Her bir insanla Tanrı’nın doğrudan bağlantısı. “Ne kadar alçak ve ne kadar bayağı olursa olsun, Tanrı’nın iyiliğinden bir yansıma taşımayan yaratık yoktur.”

Thomas a Kempis, Imitatio Christi kitabından..
Johannes (Jean) Garson (1363-1429).

15. yy başlarında Paris Ünv. Şansölyesi, aynı zamanda Bruges piskoposluk kurulu üyesi olan Jean Gerson bu akımın fikirlerini alıp daha ileri götürecektir. Tanrı’nın insanlara duyduğu sevgiyi, bir kocanın karısına duyduğu aşk kadar iyi yansıtan bir şey yoktur. Gerson özellikle herkesin sıkıntılarına yakın insani bir aziz olan Yusuf kültünün de başlangıcında olacaktır.

Üçüncü Bölüm’de Todorov, resmetme biçiminde bireyi resme dâhil etmeye olanak tanıyan dönemin, öncelikle kitap bezeme işinde gerçekleştiğini açıklıyor. Müşterinin özel kullanımına yönelik bir sanat türü… Saray ya da kent ressamları, evvela 14. yy sonu ve 15. yy başlarında yaşamış ve Fransa sarayıyla akraba Berry Dükü Jean ve yeğeni Burganya Dükü Philippe için birkaç elyazması resimlerler.

Berry Dükü Jean (1340-1416)

Kitap Bezemecileri

İlk büyük değişim, resmin önceden belirlenmiş ve aktarılması gereken bir anlama bağlı olmaktan çıkarak görüşe hizmet etmeye başlamasıyla gerçekleşir: Resim görüleni, olanı gösterir. O dönemin kitap bezemecileri zamanın izlerini keşfeder. Yıllık çevrim, günlük çevrim hatta günün saatlerine göre değişen resimler ilk kez bu dönemde betimlenir. Avrupa resim sanatında ilk kar resmi (yıllık çevrim) ya da eşyalarla kişilerin gölgesi (günlük çevrim) gösterilir. Bunlara bir de yaşamın çevrimi eklenir: Çizgiler, kırışıklıklar.

Bir takvim;‘Les trés riches beures du Duc de Berry’(1413-16).

‘Les trés riches heures’ün takvimi, Şubat ayında ateşin önünde ısınan köylülerin ya da karın belli bir tanrısal anlamı olması değil, o ülkede, yılın o döneminde olayların bu şekilde gelişiyor olmasıdır. Resim olanı göstermektedir.

İsa-Meryem gibi Hıristiyan imgeleminin anahtar isimleri de 14. yy kitap bezemeciliğinde özel bireyler olarak betimlenir. Edebiyette taht kumuş bir İsa yerine onun varoluşunun en insansı anlarına odaklanacaktır: Doğuşu ve ilk çocukluğu gibi.

Robert Campin, Nativitiy/ Doğuş
İsa’nın Doğuşu (1425-30).

Özel ayrıntılara özen uç noktadadır, mesela küçük köpeği en ufak tüyüne kadar, bir meyveyi üzerindeki en ufak yansımaya kadar betimler. Betimlenmesi meşru nesnelere dönüşen bireylerin yanında artık bir birey-özne olarak ressamın kendisi de yükselir. Ressamın kendi yansıması, aynadan görülebiliyor örneğin.

Arnolfini’nin Evlenmesi, Jan Van Eyck, 1434.

Jan Van Eyck, Adam and Eve (1432). Bu resimde Jan Van Eyck, kendisini, karısını, birkaç soyluyu ve bir tüccarı resmeder. Adem ve Havva’yı bizlere yakın, sıradan insanlar gibi betimlemiştir.

4. Bölümde Todorov, resimde gösterimi düşünce tarihi çerçevesine yerleştirildiğinde, büyük kopuşun yani bireyin keşfinin, 15. yy’ın birinci yarısında, Avrupa’nın kuzeyinde, Flandra, Burgonya ve Fransa’da gerçekleştiğini belirtir. Bu noktadan sonra, tarih çizgisel ve bağdaşık bir biçimde ilerlemeyecek olsa da, bireyin yükselişi önlenemez artık. Tanrısal olanın gitgide yükselişine tanıklık ederiz. 17. yy’dan itibaren bunu insanın belli bir biçimde tanrılaştırılması izleyecektir.

Albrecht Dürer, Otoportre, 1500.

İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Sayın hocam Prof. Dr. Ahmet Kamil Gören’e çok özel teşekkürlerimle…