Robert Wyatt art-rock dünyasında çok özel bir yer edinmiş bir müzisyen. Müziğe Canterbury topluluğu Wildflowers ile başlayan Wyatt, Soft Machine ile kariyerinde hayli başarılı bir dönem yaşamıştı. Ancak bu dönemi onu tekerlikli sandalyede yaşamak zorunda bırakan trajik kaza, hastanede geçen uzun aylar, kimi kez karamsarlığa sürükleyen günler izledi. 70’lerin ortalarında müziğe başarılı bir solo albümle döndü. Rock Bottom’da o kazayı izleyen ruh halini, kazanın sonuçlarını kabullenişi yansıtan şarkılar yer alıyordu. Bunu daha farklı bir albüm, Ruth is Stranger Than Richard izledi. Bu yazıda kavramsal bir çalışma olduğunu düşündüğüm Ruth is Stranger Than Richard (Ruth Richard’dan Daha Tuhaf) ile 2000’li yıllarda yaptığı Cuckooland albümünde yer alan “ Lullaby For Hamza” (Hamza İçin Ninni ) başlıklı parçasını ele alacağım. Amacım söz konusu albüm ve şarkıdan yola koyularak Wyatt’ın müziğindeki tematik sürekliliğe dikkat çekmek. Aynı zamanda onun her daim müziğinde ötekilerin derisi altına girdiğini, müziğine onların duydukları acıları kattığını hatırlatmak.

Robert Wyatt geçirdiği trajik kazanın ardından ilk solo albümünü 1974 yılında yayınlamıştı. Rock Bottom başlıklı bu albümdeki parçaların bir kısmı kazadan önce, henüz davul çalabildiği dönemde yazmıştı. Diğerleri, özellikle albüme adını veren şarkı ise kazadan sonraki ruh halini, hastanedeki günlerini, bundan böyle tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda kalacağı yeni ve zor hayatı kabullenme sürecini yansıtıyordu.

Bir yıl sonra kavramsal bir çalışma olan ve Robert Wyatt’ın müzik kariyerinde çok önemli bir evreyi temsil eden Ruth is Stranger Than Richard geldi. Albüm o yıllarda alternatif müziğe, deneysel çalışmalara açık bir şirket olan Virgin firması tarafından yayınlandı. Kayıtlar Virgin Records’ın sahibi Richard Branson’a ait olan Manor adlı stüdyoda yapılmıştı. Manor dönemin en iyi teknolojisini sunuyordu. Fakat stüdyonun kira bedeli çok yüksekti. Kiralar yayınlanan albümün satış gelirinden kesiliyor, bazen bu da yetmiyor, satıştan elde edilen gelirin tamamı dahi stüdyo masraflarını karşılamaya yetmiyor, stüdyoyu kiralamış olan müzisyenler Richard Branson’a borçlu kalıyorlardı. İlerideki yıllarda Thatcher’ın koşulsuz bir destekçisi olacak Branson’ın stüdyo kirasını çok yüksek tutması nedeniyle Ruth is Stranger Than Richard’ın kayıtları da oldukça aceleye gelmiş, çok hızlı gerçekleştirilmişti.

Genelde albümde yer alan bir parça albüme de adını verir. Wyatt’ın ikinci solo albümünde öyle değildi. Daha açık bir ifadeyle albümde” Ruth is Stranger Than Richard” başlıklı bir parça yer almıyordu. Buna rağmen albümün her parçasında yurdunu uzaklarda bırakmış bir yabancı olarak Ruth’un ruhunu duymak mümkündü. Ruth albümdeki her şarkıda ardında izler bırakarak geziniyordu.

Wyatt her zaman dili iyi kullanan, yazdığı şarkılarda sözcükleri birden fazla anlamla zenginleştiren, yeni sözcükler bulan bir müzisyen olarak bilinir. Yazdığı bazı şarkılar bu yüzden Lewis Caroll’un şiirlerini çağrıştırır. Bu tutumunu söz konusu solo albümünde de sürdürüyordu.

Stranger sözcüğü hem daha tuhaf, hem de yabancı anlamına geliyor. Esasen yabancı ve tuhaf olmak birbirini tamamlıyor. Aralarında sebep-sonuç ilişkisinin bulunduğunu söylemek bile mümkün. Yabancı evi olmayan, terk ettiği evine dönemeyen, gittiği yerde tam anlamıyla yerleşemeyen, aidiyet duygusu edinemeyen. Dışarıdan gelen yabancıyı tanıdık olmadığı için yadırgarız..Bizlerden farklı olduğu için onu tuhaf bulur, tuhaf olarak damgaladığımız. Ruth da bu damgayı taşıyor elbette. O tuhaf ve yabancı.

Ruth Eski Ahit’de yurdundan kopmuş, uzak mesafeler katederek yeni bir yere gelen yabancı. Ölü Deniz’in doğusundaki Moab Krallığı’na ait topraklarda doğmuştur. Kocası genç yaşta ölünce Ruth da kocasının annesi Naomi ile birlikte Bethlehem şehrine gitmeye, orada yaşamaya karar verirler. Ülkelerini, kültürlerini bırakarak yeni bir topluluğa, cemaate katılmak üzere bir yolculuğa çıkarlar. Uzun, zahmetli ve tehlikeli bir yolculuktur bu, çünkü yolculuk ettikleri coğrafyada, ayak bastıkları topraklarda onların canını güvenceye alacak hiçbir kanun yürürlükte değildir. Her türlü yasal korunmanın dışındadırlar. Agambenci anlamda birer “ çıplak hayat “ olarak yürümekte, yol almaktadırlar.

Julia Kristeva, Strangers to Ourselves (Kendimize Yabancı) kitabında yabancının gerçekte kim olduğu, Batı kültüründe neden yabancıya gerek duyulduğu sorusunu ortaya atar. Yabancı ile ulusal birlik arasındaki ilişkiyi, yabancının toplumsal ve bireysel hayatımızdaki rolünü ele alır. Bunu yaparken Antik Yunan’a değin uzanır, Eski Ahit’i, erken dönem Hıristiyanlık ve Rönesans metinlerini inceler.

Kristeva Freud’un tekinsiz (uncanny) kavramını politik alana taşıyor, politik alanda değerlendiriyor. Buna göre yabancı tanıdık olmadığı için tedirginlik yaratan, kuşkuyla ve kimi kez de ürküntüyle karşılanan, tehdit olarak algılanandır. Kuşkusuz yabancı dıştadır, ama yarattığı ve yoğunlaşarak korkuya, giderek düşmanlığa (xenophobia) varan tedirginlik ben’i tahrip edecek denli içseldir. Yabancıyla karşılaşmak dışarısı ve içerisi arasında bir eşik deneyimidir.

Kristeva yabancının sıradan bir öteki olmadığını vurguluyor. O bir göçmendir, sürgündür. Kendini ait hissetmediği bir ülkede, bir şehirde, bir kültürde bulunmaktadır. Dışarıdan gelmiş, ama kabul görmemiştir. Yabancı şehrin düzeninde istikrarsızlık yaratır. Kral Davud’un Ruth olmasa kurduğu düzenin daha istikrarlı ve güvenceli olacağını söylemesi bu yüzdendir.

Ruth’un Kitabı’nda doğduğu topraklardan kopan bir kadının yeni bir yer edinme çabası anlatılır. Ama gittiği her yerde dışarıdan gelen olarak hoşgörüsüzlükle karşılanır. Yabancı ve yadırgatıcı olmaktan kurtulamaz. Ruth günümüzün kaçak olarak sınırdan içeri sızan, ikamet belgeleri olmayan, kayıtlarda görünmeyen göçmenleri çağrıştırıyor.

Ruth sınırları aşan ve ihlal eden, değiştirici, dönüştürücü kozmopolit bir karakter. Onun yurtsuzluğu bugünün göç sorunları karşısında güncellik kazanmış bulunuyor. Sınırdan gizlice giren, ikamet belgeleri olmadan gizlice barınan göçmenlerin öykülerini de anlatıyor bize. Peki, Robert Wyatt’ın albümünde yol alan, dolaşan , her şarkıda iz bırakan Ruth kim?

Güney Afrikalı trompetçi Mongezi Feza 1960’larda, beyaz ve siyah müzisyenlerden oluşan Blue Notes topluluğunda çalıyordu. Güney Afrika’da apartheid rejiminin yürürlükte olduğu o dönemde ırkçı yasalar siyah müzisyenlerin ancak belirli yerlerde çalmalarına izin veriyordu. Bu yasaları protesto eden topluluk ülkeden ayrıldı. Avrupa’da konserler verdiler.Gittikleri hiç bir ülke onlara kucak açmadı. Göç ettikleri ülkeler onları kabullenmiyor, yabancı ve dolayısıyla tuhaf sayıyordu. Dönebilecekleri bir yer de yoktu.Eşikte yaşıyorlardı. Mongezi Feza İngiltere’de kalmak istedi. Ancak, Güney Afrika’daki kadar olmasa da burada da ırkçılıktan kurtulamadı.

Çok iyi bir trompetçiydi. Pek çok bakımdan Don Cherry ile kıyaslanıyordu. Fazlalığı Güney Afrika şehirlerindeki yoksul siyahların yaşadığı kesimlere özgü township müziği geleneğinden gelmesi, Bantu halkının bu geleneksel müziğini iyi biliyor olmasıydı.

Mongezi Feza, Wyatt’ın ilk solo albümü Rock Bottom’da çalmıştı. Daha önce de farklı değişik projelerde bir araya gelmişlerdi Wyatt bir müzisyen olarak onunla çalışmaktan büyük bir keyif alıyor , bunun da ötesinde onu bir dost olarak çok seviyordu.

Kristeva yabancının sıradan bir öteki olmadığını vurguluyor. O bir göçmendir, sürgündür. Kendini ait hissetmediği bir ülkede, bir şehirde, bir kültürde bulunmaktadır. Dışarıdan gelmiş, ama kabul görmemiştir.

Ruth is Stranger Than Richard’ın yayınlanmasından bir süre sorma Mongezi’ye zatürree teşhisi konularak hastaneye yatırıldı. Henüz otuz yaşındaydı. Hastalığı erken teşhis edildiği için şifa bulması, sağlığına kavuşması mümkündü. Ancak hastanede ihtimam gösterilmedi, ırkçılıkla bir kez daha karşılaşmıştı. Yıllarca ırkçılığa maruz kalan, bütün çocukluk ve gençlik yıllarını gerginlik içinde yaşayan Mongezi Feza şimdi bir kez daha, hem de ciddi sağlık sorunlarıyla uğraştığı hayatının bu oldukça kritik döneminde ırkçılığın çirkin yüzünü bir kez daha görüyordu. Uğradığı bu durum karşısında iyice kırılganlaştı, ruhsal sorunları baş gösterdi. Psikiyatri tedavisi de görmeye başladı. Ama onunla ilgilenmiyorlardı, sadece kuvvetli yan etkileri olan Largactil adlı ilacı veriyorlardı. İlaç ısıya ve ışığa karşı aşırı hassasiyet yaratıyordu. Hasta bakıcılardan ışıkları söndürmelerini rica ediyor, fakat ricası dikkate alınmıyordu. Ruth is Stranger Than Richard’ın yayınlanmasından altı ay sonra hastanede çok kötü koşullar altında hayata veda etti. Hasta bakıcılar cansız bedenini yatağından düşmüş halde yerde buldular. Mongezi Feza’nın ölümü Robert Wyatt’ı derinden etkiledi, ona derisinin renginden dolayı gereken ihtimamın gösterilmediğini her fırsatta dile getirdi.

Genel olarak her albümde albüme adını veren bir şarkı bulunur. Ama Robert Wyatt’ın ikinci albümünde böyle bir şarkı yok. Ancak albümün bir yüzü Ruth, diğer yüzü de Richard olarak adlandırılmış. Ruth’un varlığı sadece bir yüzle sınırlı değil. Daha doğrusu Ruth (Mongezi Feza) albümdeki bütün parçalarda varlığını hissettiriyor. Albüm boyunca yol katediyor. Albümü dinlerken onun bütün parçalarda bir yabancı olarak gezindiğini, bir yurt aradığını, tuhaf ve yadırgatıcı bulunduğu için dışlandığını duyuyoruz. Ayrıca onun ölümünün Robert Wyatt üzerinde ne denli derin ve yoğun bir etki bıraktığını hatırladığımızda albüm daha zengin anlamlar kazanıyor.

Albümde şarkıların yanısıra caz etkili enstrümantal bölümler de vardı. Bu bölümlerde Mongezi Feza’nın trompeti öne çıkıyordu. Onun katkıda bulunduğu parçalarda Güney Afrika’nın yoksul kesimlerine özgü tınılar, township müziğinden esinler duyuluyordu. Albümün Ruth yüzünde yer alan “Sonia” başlıklı parçada ise trompet solosuyla olağanüstü bir atmosfer yaratıyordu. İlerideki yıllarda “ dünya müziği” olarak anılacak Batı dışı kültürlerden alınmış sesler Brian Eno’nun kattığı avangart öğelerle kaynaşıyordu. Robert Wyatt, Charlie Haden’ın “Song for Che” başlıklı protest kompozisyonunu da yorumlayarak politik tavrına bir kez daha açıkça ortaya koymuştu.

Rock Bottom’dan neredeyse otuz yıl sonra yayınlanan Cuckooland’deki şarkıların bir kısmı Bush-Blair ittifakının 11 Eylül saldırılarını bahane ederek önleyici savaş adı altında Ortadoğu’da katliamcı yeni emperyalist politikaları yürürlüğe koydukları dönemde yazılmıştı. Bunlardan biri “ Lullaby for Hamza” (Hamza için Ninni)’dır .Ninniyi 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı başladığında Bağdat’a atılan bombalar altında doğan ilk çocuk Hamza için Robert Wyatt’ın karısı Alfreda Benge yazmıştı.

Bağdat’daki elektrik santralleri, su şebekeleri vurulan ilk hedefler arasındaydı. Dahası hastaneler de hedefler arasındaydı. Annesi Hamza’yı Bağdat bombalanırken pencere camları kırılmış, elektriği kesilmiş, ısıtılamayan bir hastane koğuşunda dünyaya getirmiş. Doktorlar, hemşireler Hamza’yı annesinin kucağına verdikten hemen sonra bebeğin göbek kordonunu bile kesmeden yeraltındaki sığınağa inmişler. Hamza bebek annesinin kollarında ve bombaların altında yalnız kalmış. Gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren üç gün boyunca devamlı ağlamış. Annesi onu ancak üçüncü günün sonunda sığınağa indirebilmiş. Hayatının ilk kırk gününü karanlık ve rutubetli sığınakta geçirmiş.

Hamza al-Ghanem bugün yirmi yedi yaşında genç bir insan. Doğduğu günden beri pek çok bombardıman yaşamış. Pek çok ölümlere tanıklık etmiş, yakın çevresinde kıyımlar vuku bulmuş. Hamza bir kuşağın temsilcisi aslında. Bu kuşak Ortadoğu’nun, özelde Irak’ın Batı emperyalizminin katliamlarını, kanlı saldırı ve müdahalelerini doğrudan yaşamış bir kuşak.

O kuşaktan ve izleyen kuşaklardan pek çok çocuk Hamza kadar bile şanslı olamadılar. Hatırlanacaktır, Birinci Körfez Savaşı’nın ardından Irak’a on üç yıl süren ambargo uygulanmış, en acil hastalılar için gerekli ilaçlar da dâhil birçok şeyin ülkeye girişi yasaklanmıştı. Ambargoyla cezalandırılan Irak halkı, özellikle de çocuklar oldu. FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) 1995 yılında yayımladığı raporda yarım milyon Iraklı çocuğun ambargo nedeniyle açlıktan, kötü yaşam koşullarından öldüğünü bildiriyordu.

Bir gazeteci dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile yaptığı bir söyleşide yarım milyon çocuğun ölümünü gündeme getirerek “ ambargo bu kadar çok çocuğun ölümüne değer miydi? sorusunu ortaya attığında Albright “ bu bedele değdiğini düşünüyoruz “ cevabını vermişti. Böylelikle Hamza’nın onbinlerce kardeşinin yaşamlarının kendileri açısından hiçbir anlamı ve değeri olmadığını büyük bir pervasızlıkla itiraf etmişti.

Kuşkusuz o tarihten sonra da Ortadoğu’da çocuk katli sürdü. Suriye’de yıllardır süren iç savaşta, binlerce çocuk öldü, binlercesi sakat kaldı, yurtlarını terk etmek zorunda kalanlar mülteci kamplarında çok kötü koşular altında yaşıyorlar. Sadece Beşşar Esed rejiminin ablukasın altındaki Doğu Guta’da kara ve hava saldırılarında ölen çocukların sayısı bile dehşet veriyor. İnsanı hem ürkütmeye, hem de öfkelendirmeye yetiyor. Abluka altındaki şehre gıda, ilaç, tıbbi malzeme girişine sınırlı sayıda izin verildiği için pek çok yaralı ve hasta çocuk da tedavi edilemedikleri için öldüler. Esed rejimi aç bırakmayı da bir silah olarak kullanıyor, açlıktan ölen çocuklarında sayısı da yabana atılacak gibi değil.

Ortadoğu koskoca bir çocuk mezarlığına dönüştü. Robert Wyatt’ın şarkısı sadece bir ninni değil, aynı zamanda Ortadoğu’nun bütün ölü çocukları için bir eleji.