Ana Sayfa Litera Sahibinin Sesi: Sanatın Sağaltır

Sahibinin Sesi: Sanatın Sağaltır

Sahibinin Sesi: Sanatın Sağaltır

1 Mart 2019 Cuma akşamı saat 7’yi 5 geçeye kadar, aklım hafta içi gittiğim doktora derslerinde ne kadar sıkılmış olmamla o kadar meşguldu ki, akşam saat 8’deki oyuna biletim olduğunu unutmuşum. Beyin nasıl bir organsa, oyuna 55 dakika kala, içerden bir zile bastı ve ben elimde telefon “instagramda takılırken” birden hazırlanıp çıksam, oyuna yetişebilirim, dedim.

Hafta içi, doktora derslerinden çok sıkılmıştım. Dersler sosyal ve tarihsel içeriklere sahip olmasına rağmen, 8 kişilik sınıftan kimse “hocaya” aykırı düşmemek veya sivrilmemek veya hocanın söylediğinden daha iyi bir fikri olmadığı için ağzını açmamak gibi güdülerden olsa gerek, konuşmuyor. Fizik veya matematik gibi kesin ve tartışmaya neredeyse kapalı disiplinlerden birinde doktora yapıyor olsak hadi neyse… Sosyal bilimler alanında bir doktora programında bu kadar sessiz geçen derslerin olması canımı sıkıyor ve sınıfın gönüllü bedava kahramanı olmak istemediğim için kendime, otosansür uyguluyorum. Ancak oyuna gitmeden önce sıkılmamın nedeninin, sınıftakilerin onaylamacı ve kabullenici tavrı ya da hocaların otoritelerinin balını kaymağını yeme yaklaşımları olduğuna neredeyse emindim. Peki 2 saatlik bir oyunda ne değişti?

Yürüyerek bir Devlet Tiyatrosu sahnesine ulaşabilme şansına sahip olduğum için gecikmedim, hatta oyundan önce oyun broşürünü inceleyecek kadar vaktim bile oldu. Sevim Burak, diye bir yazar olduğunu biliyorum. Ama kim olduğunu ve neler yazdığını bilmiyordum. Hatta Sahibinin Sesi’ne bilet alırken bile, “Bu ad bana bir yerlerden tanıdık geliyor” hissi oluşmuştu. Sevim Burak Alman Lisesinden mezun olduktan sonra Kız Enstitülerinde terzilik eğitimi almış. 4 kere yurt dışına görev icabı gitmiş. Bu kısa bilgiler olmasa, oyunu zihnimde nereye koyacağımı tam olarak bilemeyebilirdim. Bir kere oyun, iplik, pamuk, iğneli sözleri olan bir şarkı ile başlıyor. Bir yazar kahramanını çok çeşitli biçimlerde öldürebilir, ama kaç tanesi ayağına batan yorgan iğnesinin kalbine saplanması sonucu kahramanın ölmesini sağlayabilir?

Oyun, Bilal ve Zembul’un çalkantılı ilişkileri çerçevesinde, Bilal’in kimlik saplantılarını işliyor. Bilal olmuş olduğu kişiden o kadar kaçıyor ki, babası ölür ölmez, adını “Muzaffer Seza” olarak değiştiriyor. Üstelik, babasının kendisine “Muzaffer Seza” ismiyle seslenilmesini vasiyet ettiği, söylüyor. Yani babası hayattayken olmaktan kaçındığı kimliğinden vazgeçmiyor, ama babası öldükten sonra adını değiştiriyor. Bilal, askerlikten kaçmak için nüfus memurluğundan bir ölünün hüvviyetini alıyor. Ancak aldığı hüvviyet, yanarak ölen bir savaş pilotuna ait ve bu şehit askerin ruhu Bilal’i rahat bırakmıyor. Yağmurdan kaçarken doluya tutuluyor Bilal. Tam anlamıyla kaçtığı şeyin kendisi oluyor. Ne kadar Oidipus vari, değil mi?

Bilal’in kendi olmak için kendinden kaçma çabalarını izlerken içten içe beynimde bazı kapılar açıldı belki. Ben neden derslerden sıkılıyordum, doktora öğrencisiyken neden ilk okul öğrencisi gibi “okula gitmek istemiyorum” diyordum? Esas öfkem, kendimi ortaya koyamamaktan kaynaklanıyordu. Belki, içinde bulunduğumuz ve bizi öfkelendiren durumları değiştiremiyoruz, ama bu onları anlamaktan kaçınmamızı da gerektirmiyor. Anlayamadığımız her şey öfkelenmemize neden oluyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl