Ana Sayfa Kritik Şahsiyet aslında kimdi?

Şahsiyet aslında kimdi?

Şahsiyet aslında kimdi?

Türkiye’nin modernleşme sürecinde, ne Hristiyan Batı ile din/inanç uyuşmazlığı, ne de yaşantı farklılığıdır ayağımıza değen ilk taş. Açmazın temelinde, kadın meselesi olduğunu düşünürüm. Modernleşme, yontusuz tarifiyle tebayı birey kılmaktır. Birey olma hadisesi, yalnız erkek için değildir öte yandan; kadın da payını alır bu yeni dünya ganimetinden. Hal böyle olunca, erkeğin kadın üzerindeki mülkiyet hakkı da son bulur. Kadın ferttir artık. Diğer bir deyişle şahsiyet! Tüm bunları bana düşündürten, kısa bir süre önce internet üzerinden yayınlanan “Şahsiyet” dizisi. Senarist Hakan Günday, hikayenin sosyolojisini tamı tamına bu çizgilerle mi belirlemiştir bilemem; ne var ki benim diziden yaptığım çıkarım, az sonra okuyacaklarınız olacak…

Peyami Safa’nın 1931 yılında yayımlanan Fatih/Harbiye romanında, hikayenin merkezine oturur Neriman karakteri. Harbiye’ye, Beyoğlu’na, oradaki yaşantıya öykünmektedir Neriman. Fatih’in kasvetli havasından, tramvay yordamıyla kurtulup, kendini Beyoğlu’nun ışıkları arasına atmaktadır. Camekanların alacasına yansıyan yüzü, masumanedir. Doğu’da masumiyet, bekarete denk düşer. Genç bir kızın, el değmemişliğine…
Neriman’ın babası ile sözlüsü Şinasi, bizleri simgeler romanda. Erkek egemen toplumun, egemenlerini… Daima kuruntu içinde, endişeli. Çoğu zaman hüsnü niyetlidir bu vehim. Modern dünyanın türlü kepazelikleri vardır keza. Bir yandan da, Neriman’ın ayartılacağından duyulan korku yatar endişemizin altında. Masum olan edilgendir; ayartılabilir. Kendi istekleri/arzuları söz konusu dahi olamaz. Çünkü bambaşka anlamlar karşılar tercümesini. Beyoğlu, bu başka anlamlara yol veren kapıdır; Alice’ın kaçtığı harikalar diyarına. Farklı bir tarifle, yozluğa, düşkünlüğe…

Dizinin ana karakteri Agah Beyoğlu, Cumhuriyet sonrası ilk nesilden. Neriman’ın bir sonraki kuşağı… Kravatsız, şapkasız çıkılmayan Beyoğlu’na şahit olmuş. Beyoğlu’nun arka sokaklarında, eşi Mebrure Hanım’dan kalan apartmanın, dokuz numaralı dairesinde yaşamakta Agah Bey. Evi, antika eşyalarla döşeli. Kilim, mermer sehpa, gramofon ve yalnızlığını bölüştüğü kedisi Münir Bey. Münir Bey önemli. Hikayenin kırılacağı yer olacaktır zira ölümü. Evden çıkmayı pek sevmez Agah Bey. “Yeni Beyoğlu”na alışamamıştır. Alışamamak demek doğru olmaz aslında, bile isteye alışmamıştır.
Birgün kendisini zorla Çiçek Pasajına sürükleyen arkadaşına kızar. Mızmızlanır, huzursuzlanır. Huysuzdur Agah Beyoğlu. Eski günlerin pembe hülyaları içinde. Kalabalığın arasında hayıflanan Agah’a arkadaşı, “çek git buralardan o zaman,” der; “zaten ilerde gitmek zorunda kalacaksın, burası tamamen onların olacak. “ “Gitmeyeceğim,” diye yanıtlar Beyoğlu. “Benim soyadım Beyoğlu, onlar gitsinler!” Ülkenin genel gidişatından bîmemnun ve kendini Atatürkçü olarak tanımlayan, ancak başka ülkelerde yaşama iştiyakıyla yanan kitlelere atıf vardır bu diyalogda. Agah Beyoğlu, Cumhuriyetin, Mustafa Kemal’in ruhunu temsil eder. Savaş alanının içinde kalıp, teslim olmamakla ve gitmeyeceğim tavrını inatla korumakla yapar bunu. Paris’e giden Jön Türkler gibi değil; Anadolu’ya giden Gazi gibi hareket eder.

Bir başka benzerlik daha vardır Agah Bey ile Cumhuriyet ruhu arasında. Eşi Mebrure Hanım’dan, Mebrure Apartmanının iki dairesi kalmıştır Agah Bey’e. Mebrure kelime kökeni itibariyle, makbul olan anlamına gelir, beğenilmiş. Agah Bey’in kızı, -Cumhuriyet sonrası kuşakları simgeler bu da- babasını suçlamaktadır. Onu kendisine uzak, mesafeli olmakla, annesinden kalan apartmanda iki daire haricinde, tüm daireleri satmakla suçlamaktadır. Mebrure Hanım, Osmanlı’dır. Zengin, ihtişamlı Osmanlı’dan, topu topu iki daire bırakmıştır Agah Bey/Cumhuriyet. Kızı hatalı bulmaktadır onu. Oysa hikayenin sonunda, Agah Bey’in daireleri, kızının sorunları için sattığı ve kızını yatıla okula gönderip, kendi yaşadığı yerden uzaklaştırmasında, Kambura’daki “çetenin” etkisi olduğu ortaya çıkacaktır. Mebrure Hanım, Osmanlı’dır ve Agah Bey alzheimer hastalığına yakalanmıştır yani unutma hastalığına. Eşini ne kadar sevse de, unutmaya mecburdur. Tıpkı Cumhuriyet’in, Osmanlı’yı unutmaya mecbur oluşu gibi…

Agah Bey, kızını Kambura’daki çeteden uzaklaştırır ancak çetenin başındaki Cemil, gelip onu yine bulur. Cumhuriyet, emperyalizmi ve gericiliği bu topraklardan uzaklaştırmıştır ancak emperyalizm ve onun emrindeki gerici cemaatler yine tüm kurumları, daha doğru deyişle tüm yurdu işgal etmiştir. Kambura, kambur kelimesinden türetilen hayali bir coğrafyadır. Ne var ki bu hayali mahal, gözle görülen tüm gerçekliklerden daha kesif, daha ezicidir.
Agah Beyoğlu, Kambura’da adli memur iken, şahit olduğu ancak susmak zorunda kaldığı bir olay üzerine kurmuştur tüm intikam planını. Adli memur, adaletin tecelli etmeyeceğini bilmektedir çünkü. Dizinin son bölümündeki adalet ve hukuk ikilemi bunu vurgular. Eğer bir yerde hukuk yoksa, adaleti şahısların kendisi arayacaktır.

Kambura’da yaşanan vaka, iki küçük kıza tüm “Kambura Çetesi”nin tecavüz etmesi üzerine gelişir. “Yeni Türkiye” de artış gösteren ve neredeyse hayatın doğal seyri içinde kabul edilen çocuk istismarı kadın cinayetleri ve tecavüzleridir irdelenen. Kambura, “Yeni Türkiye”nin karanlık yüzüdür zira, gitgide muhafazakarlaşan, bir o kadar da mafyalaşan, riyaya bulaşan yüzü. Tecavüze uğrayan küçük kız intihar eder. Kasabaya, ailesiyle birlikte sonradan yerleşen bir çingene, içkinin de etkisiyle kabartır isyanını. Meyhanede içmektedir. Arka masasında, Kambura çetesinin üyeleri oturmaktadır. Bağıra çığıra dışarı çıkar çingene, mahvettiniz kızı der. Masadaki diyalog, dizinin en dikkat çekici sahnelerinden biridir. “Yok mu şu çingeneyi susturacak bir yiğit” diye sorar çetenin iki numaralı adamı Vural. Tetikçidir Vural. Vurup, almak adının içindeki gizli niyet. Grubun en safı, en zayıfı, en ezik olanı gönüllü olur. Bir kişi, ne kadar birey olamamışsa, o kadar biat eder çünkü; o kadar ispata yeltenir karakterini ve o kadar hamasidir. Tutar yakar evi, grubun deliliğe meyyal üyesi. Sonradan delirecektir zaten veya deli yaftası vurulacak, rapor alınacak ve suçun onun üzerine atılması sağlanacaktır. Ceza ehliyeti yoktur nasılsa! Evi yakar meczup… Çocuklar ve tüm aile diri diri yanar. Taraf olmayan çingene, bertaraf olur.

Agah Bey’in Kambura’ya adli memur olarak geliş tarihi, 1993’tür. Sivas Katliamı’nın yapıldığı yıl. Kambura’daki evin yanışı, Sivas Katliamı’nı simgeler. İşte Agah Beyoğlu’nun, bu olaya karışan herkesi tek tek öldürmesi, Cumhuriyetin/Mustafa Kemal’in ruhunun, gericilikten aldığı intikamdır. Bu, ilk öldürülenlerin profiline bakıldığında, “eski Beyoğlu”nun intikamı olarak da yorumlanabilir. Agah Bey’in öldürdükleri arasında, sakallı, parlak elbiseli pavyon şarkıcısı, travesti gibi tipolojiler bulunmaktadır. Tüm bu göstergeler, göç sonrası Beyoğlu’nun yarattığı karakterlere işaret etmektedir. Ne var ki intikamın merkezinde, -yazının başında izah etmeye çalıştığım gibi- kadın şiddeti vardır. Agah Bey, kadınların intikamını almaktadır. Cumhuriyet sayesinde, oy hakkı kazanan, kimlik kazanan dolayısıyla şahsiyet olan kadınların. Bundan dolayı, her cinayette Nevra’ya notlar yazar Agah. Notlarla, ona mesaj yollar. Esasında o mesaj, Cumhuriyetin tüm kadınlarına yollanır.
Dizinin bir sahnesi, fevkalade ironiktir. Nevra’nın annesi rolündeki Müjde Ar, 1982 yapımı İffet filminde, kafası arabanın camına sıkıştırılarak tecavüze uğrar. Şahsiyet’te bu sahnenin benzeri olacaktır. Ancak bu defa, Müjde Ar, Vural rolündeki çete üyesinin kafasını sıkıştırır. Bu da, kadının intikamına bir göndermedir.

İffet, 1982, Yönetmen: Kartal Tibet

Sekizinci bölüm Agah’ın, nam-ı diğer köpek öldürenin, hayranı olan gençlere gelen iletilerle açılır. Köpek öldüren iyidir ve tüm kötüleri öldürmektedir. Üç mafyatik tipi öldürür bir keresinde. Kambura’dan bağımsızdır bu cinayet, şahsidir. Adamlar, Kurtlar Vadisi tiplerini andırmaktadır. “Kime özeniyorsunuz böyle der” Agah. Cumhuriyetin ilerici tipinin, arabesk/lümpen kültürün yarattığı mafyöz tipten aldığı rövanştır bu da. Gelen iletilerin arasında, annesinin ölümünü isteyen birini okur gençler. Rumuzu, kindar nesildir. Ona, varlığını armağan edenin ölümünü talep etmektedir. Mustafa Kemal’e hınç duyan nesle göndermedir bu sahne.
Dizi, daha birçok göndermeyle doludur. Polis teşkilatının nasıl kuşatıldığı, basının içler acısı hali vb. Bunların içinde öne çıkan karakter ise, gazeteci Ateş Arbay’dır. Öğrencilik yıllarında idealist bir genç olan Arbay, sistemin çürümüşlüğünün tezahürüdür. Yalnızca magazin haberi yapan, kokuşmuş ilişkiler içinde, uyuşturucuya batmış bir adam. Polis Nevra’ya duyduğu aşk, onu yeniden eski ideallerine kavuşturur. İdealler için aşka ihtiyaç vardır, tutkuya. Platon’un “Mağara Metaforu”nda, tutsağı mağaradan çıkaran, tutkusudur. Karanlık mağarasından çıkar Arbay. Evinin duvarında, Uğur Mumcu, Çetin Emeç gibi idealleri uğrunda öldürülen gazetecilerin fotoğrafları asılıdır. Onların yolundan gider. Aynı yolu yürümekle kalmayıp, aynı kaderi de paylaşacaktır. Arabasına yerleştirilen bombayla ölür Ateş Arbay.
Hasılı, ezilen, öldürülen, hakkı çiğnenen kurucu kuşağın, Robin Hood benzeri bir etkiyle; adaleti sağlama eylemini anlatır Şahsiyet. Dizide geçen replikle anlatmak gerekirse, “yaşlılar da, gençleri takip etmektedir.”

Saygıdeğer okur, birebir benzerlik taşımasa da, Jack London’un “Cinayet Şirketi” kitabı; yazı boyunca tartıştığım konuya daha teorik ve kapsamlı bir bakış açısıyla yaklaşmayı sağlayacaktır. Tavsiye oluna!

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl