Belki çoklarınızın haberi vardır. Sait Faik’in entelektüel yaşam öyküsünü konu edinen bir belgesel film çekildi. Adı: Benden Hikayesi. Nisan başından beri de sinemalarda vizyona girmiş durumda. Geçen hafta içinde belgeseli çeken ekiple birlikte filmi izledik. Belgesel, izleyicileri ülkemizin önemli bir edebiyat değerine taşımakla birlikte yaklaşık yüz yıllık bir geçmişe de temas etme işlevi taşıyor. Bu metinde belgeselin görselliğine, içeriğine ve anlamına ilişkin bazı saptama, değerlendirme ve analizlerde bulunmak istiyorum.

Yönetmenliğini Onur Barış’ın yaptığı belgeselde, Sait Faik’i ise Mert Er canlandırmış. Senaryo danışmanlığını Levent Kaçar’ın yaptığı eseri Özgür Özdural seslendiriyor. Yönetmen yardımcılığını Merve Barış, müziği ise Ali Çınar yapmış. İbrahim Can da sanat yönetmeni olarak görülüyor. Yalın bir üslupla çekildiği fark edilen film, bütünsel bir Sait Faik yerine öykücü, entelektüel bir Sait Faik portresini ekrana taşıyor. Yazarın entelektüel yönünü besleyen pek çok detay da verildiği için yazarın, sosyal yönleri yanında ruhsal derinliği de bir ölçüde belgeselde yansıtılmış. Yaşadığı zaman dilimi, mekanlar, eğitimini etkileyen ortamlar, okullar, anne-babasıyla olan ilişkileri açısından bir bütünlük kaygısı güdülmüş denilebilir.

Sait Faik’in Edebiyat Mirası

Belgeseller, genellikle aksiyon içermedikleri için statik –durağan- bir yapıdadır, bu durağanlığın da izleyiciyi sıkma olasılığı vardır. Benden Hikayesi, bir bakıma bu kaygıyı da dikkate alarak esere bir de oyuncu katma gereği duymuş ki, isabetli bir buluştur. Pek çok bakımdan da fiziksel ve hatta ruhsal açıdan Sait Faik’i andırıyor Mert Er. Belgeselde bu türden birçok buluş olduğu ileri sürülebilir. Mesela Sait Faik’in, fötr şapkayla çekilmiş ünlü bir fotoğrafı vardır. O ünlü kare ile birlikte fotoğrafı çeken Ara Güler’in filme dahil edilmesi de bunlardan birisidir. Ara Güler’e sorulan sorular üzerine, onun Sait Faik’e ilişkin söyledikleri ve kameranın onu yansıtış biçimi sanırım izleyicilerin de ilgisini çekmiştir.

Sait Faik, klasik öykücülerden farklı bir yol izledi. Modernist diyebileceğimiz bir anlayış çerçevesinde yazdı. Çehov’un öykücülük anlayışı onda da vardır. Sıradan olana, yalına yönelmekle beraber; olaylar yerine duruma ilişkin öyküler kurguladı. Kendi de buna uygun bir psikoloji içindeydi. Benden Hikayesi, bu psikolojiyi verebilmiş midir? Modernist yazının arkasındaki ruhsallığı yansıtmak kolay mıdır? Sait Faik’in yalnızlığı, belgesele nasıl yansımalıdır? Onun siyasal görüşleri nedir? Düzenle çatışmaya girmiş midir? Avrupa yaşamının, edebiyatına etkisi nasıl olmuştur? Bazı öyküleri neden sansüre uğramıştır? Edebiyatının niteliğine dair neler söylenebilir? Bize nasıl bir öykü mirası bırakmıştır? Belgesel her ne kadar bu türden sorulara yanıt arasa da, yaklaşık bir saat süren bir eserde bunlara doyurucu yanıt vermenin mümkün olmadığı da başka bir realitedir.

Kamerayı; İstanbul, Bursa, Adapazarı ve Burgazada’ya çevirmek
Benden Hikayesi, öne çıkardığımız soruları yanıtlamak üzere kamerayı, İstanbul’un bir çok mekanına çevirirken, Bursa, Adapazarı ve bilhassa da Burgazada’ya zumlamış durumdadır. Zumlamaların yapıldığı noktalar, Sait Faik’in yaşamının bizatihi geçtiği mekanlardır. Yönetmen, uzak mekanları ise anlatıcının ağzından vermeyi tercih etmişe benziyor. Daha mikro alanlara da objektifin tutulduğu görülüyor. Parklar, bahçeler, deniz kıyıları, mezralar, örneğin Vefa’nın arka sokakları… Kayıklar, balık detayları, dalgalar, illa da denizler. Nihayetinde Sait Saik, Marmara denizinin bir ürünüydü. Bu çerçevede kurulan nice öyküsü vardır. İnsana denizin gözüyle bakan birisiydi şüphesiz. Bu yüzden de belgeselin, Sait Faik’i deniz ile birlikte belgelemesi manidardır. İzleyici de sıklıkla Mert Er’i, Marmara’yı seyrederken görüyor.

Bakkal Orhan buluşu da ilginç olmalı. Burgazada’da, 1950’li yıllarda bakkal işleten birisi Bakkal Orhan. Dönemden, ada’dan ve Sait Faik’ten izler taşıyor. Anılan yıllarda kendisi yirmili, yazar ise kırklı yaşların üzerindedir. Belgeselin sunumuna bakılırsa yazar ile Okur Orhan’ın yolu Ada’daki bakkalda kesişir. Sait Faik’in kitabı yeni yayınlanmıştır, Orhan Bakkal, kitaptan bir tane alır ve parasını Sait Faik’e verir. Sait Faik için bu tecrübe yenidir, hayretini de Orhan Bakkal’a söylemeden edemez: İlk defa kitabım satılıyor ve ilk defa bir bakkal parayla kitap –satın- alıyor, der.

Bu örneğe bakılırsa yazarın, hem çağındaki hem de sonraki ününe rağmen kitaplarından hayatını kazanamadığını, yeterli gelir elde edemediğini anlıyoruz. Keza belgeselin aynı bağlamda, yazarın ticarete girmesini resmetmesi de anlamlı görünüyor. Doğaldır ki, kendisini sanatın, edebiyatın ve öykünün en derin sularına bırakmış birisinin, piyasaya uygun hareket etmesi, kapitalizmin yabancılaştırdığı, biçimlendirdiği esnaf tipine dönüşmesi kolay değildir. İşini ve babasının, küçük de olsa birikimini bu işlerde kaybettiği ortaya çıkmaktadır.

Benden Hikayesi’nin Çağrıştırdıkları

Benden Hikayesi, çağrışımları olan bir belgesel özelliği de taşıyor. Yerinde duramayan, düzen tutmayan, üretime katılmayan, mala mülke yanaşmayan, evlenme ve yurt yuva kurmaya uzak bir tip dolaşıyor ortada: Sait Faik. Yine belgeselin yansıttığına bakılırsa bir dönemler, toplumdan daha da uzaklaşarak içkiye/alkole sığındığı anlaşılıyor ki, genç denilebilecek bir yaşta sirozdan öldüğünü öğreniyoruz. Sait Faik Abasıyanık’ın, 1906’da doğup 1954’te öldüğünü hatırlatmak isterim. Sabahattin Ali’yi çağrıştırdığı, aynı yaş kuşağı olmasından dolayı anımsanmalıdır. Daha da önemlisi, belgeseli izlerken, aynı zaman dilimine, Türkiye öykücülüğünün niteliğine, içeriğine ve biçimine dair düşüncelere dalmak da mümkün oluyor. Belgesel birçok kişiye Sabahattin Ali’yi çağrıştırmış olmalıdır. Çünkü birisi öyküyü bireysel insan sorunları üzerinden kurmaya çalışırken, öykücülüğün ikinci ekolü de toplumcu gerçekçi ekolü temsil eden S. Ali üzerinden inşa edilmiştir.

Belgesel bir başka çağrışım daha yapmaktadır. Mert Er’in dolaşma biçimine bakılırsa, sere serpe bir yaşamı var Sait Faik’in. Hesapsız kitapsız bir yaşam da denilebilir buna. Oğuz Atay’ın tiplerinde olduğu gibi belki de “tutunamayan” birisi. Biraz anarşist, biraz romantik denilebilir. Hayatı ve sosyal sorunları çözmek üzere derin ve büyük cesaret örneği gösteren birisi değil, tersine sade, sığ ve sıradan olana yöneliyor Sait Faik. Onun öykülerini okuyanlar, bilhassa “Lüzumsuz Adam”, “Birtakım İnsanlar” gibi öykülerindeki genel anlayışı, onun estetiği, mantığı ve felsefesi konusunda bize ipucu vermektedir. Benden Hikayesi’ni dikkatli izleyenler, yazarın öykülerindeki yaklaşımı ve kurgunun belgesel ile örtüştüğünü sanırım göreceklerdir. Yani yazarın yaşamı, nasıl ki öyküleriyle örtüşen bir karakter taşıyorsa, belgesel de bu örtüşmeye eşlik ediyor diyebiliriz.

Yakın tarihimizi, yazdıkları şiir ve öykülerle renklendirmiş Sait Faik için kullanılacak ifadelerden birisi de ‘Garip ve İkinci Yeni’nin öykümüzdeki karşılığıdır’ ifadesi olacaktır. Basit denilecek konuların, durumların, olayların kişilerin, şiir ve öykü formunda perdeye aksettirilmesi. Garip’te “nasır”ın şiire girmesi gibi Sait Faik’in öykülerinde de birçok balık türü gibi “torik” balığı da öyküde yerini alır. Belgesel’de detay verilmese de sanatçının bu yönünün öne çıkartılması için de ayrıca bir rol yazıldığını görüyoruz. Bu rol yazımları da esere tiplerin, karakterlerin yer almasını sağladığı için eser dinamik bir özellik kazanmış oluyor.

Sait Faik: Yazmadan Yaşayamam

Yönetmenin birçok kez objektifi gökyüzüne, yeşilliklere, sahil kenarlarına, hatta sessiz sedasız mekanlara çevirdiğini de ilgiyle izliyoruz. Hakeza Sait Faik’i siyah, sakin köpeğiyle de karşımızda buluyoruz. Anlaşılan o ki, yazar insan sevgisini hayvan dünyasına ve hatta doğaya kadar genişletmiş birisi. Onu erken çevrecilerden birisi olarak betimlemek yanlış olmaz. Kamera tüm bu anlatılanların üzerinden kayıp giderken, seslendirme de buna eşlik ediyor ve adeta bir bütünde birleşiyor eser. Gökyüzü-yer ilişkisi, ada-deniz diyalektiği, Doğu-Batı dünyası yazarın ruhsal derinliklerinden bize haber taşıyor gibidir. Sait Faik, masada otururken de kalem-çakı, kağıt-kurgu bütünselliği içinde görülüyor. Her sanatçı ve yazardan duyulacak bir ses daha kulağa çarpar: Yazmadan yaşayamam. Söz ve ses, Sait Faik’indir.

Sait Faik, yaşamak için yazsa da asıl olarak yazmak için yaşadı. Belgeselin, bu özelliği öne çıkardığını görmek zor olmuyor. Onu tanıyan, entelektüel olsun olmasın, hemen herkes, Sait Faik’i yazan birisi olarak tanıyor ve tanımlıyor. Üzerinde pardösüsü, elleri cebinde ve sırtı dönük yürüyüşler ne anlama gelir? Senaryonun sahnelediği o görüntüler yalnızca yürüyüş değildir, zira her yürüyüş bir öykünün üretimi anlamına gelirken, her öykü de bir yürüyüş anlamına gelir. Her öykü ve yürüyüş aynı zaman da Sait Faik’i, -ne yazık ki- ölüme taşıyan da bir fenomen olmuştur. Onun yaşamı, dünya görüşü büyük oranda öykülerindeki gerçeklik, içtenlik ve inandırıcılık gibidir. Bu içtenlik ve inandırıcılık, kitleleri onun öyküsüne çekmiştir. Benzeterek söylersek, Benden Hikayesi’nin de Sait Faik’i bize sevdirdiğini ileri sürebiliriz.

Benden Hikayesi’nde Dinamizm ve Merak Duygusu

Benden Hikayesi’nde hatırlatılması gereken buluşlardan birisi de, filmde Sait Faik’in öykülerini analiz eden bir karakterin de yer almasıdır. Bu da belgeselde pedagojik bir kaygı da güdüldüğünün göstergesi oluyor. Ayrıca eserin bitimine dek, hareketlere, durumlara ve seslendirmeye eşlik eden müziğin katkısını da unutamayız. Eserin ilk yarısında bir de ozan, sazı ve sözüyle eşlik ediyor ki, esere katkısının olduğu tartışma götürür. Bağlama eşliğinde detone bir sesle türkü söylüyor; belki de izleyiciyi yüzyıl önceye götürmek içindir. Senaryoda yer verilmiş tüm bu sahneler, esere belgeseli aşan özellikler kazandırmış denilebilir.

Kültür Bakanlığı’nın desteğini de alan projeden söz ediyoruz. Bu destekte Sait Faik isminin de etkili olduğunu not etmek gerekir. Kısaca söylemek gerekirse Benden Hikayesi’nde dinamizm dikkat çekici bir unsur. Ele alınan materyaller, mekanlar, kişiler de bu perspektif içinde değerlendirilmiş. Eser, birçok noktada belgeselin sınırlarını aşan bir özellik kazanmış. Sonlarına doğru “merak” duygusu ön plana çıkartılmış ki, eser de bu temanın söz konusu edilmesiyle sonlandırılıyor. Belgesel, eserdeki tiplere, “Sait Faik şimdi karşınıza gelseydi, ona ne söylerdiniz, onunla ne konuşurdunuz” biçimindeki bir soruyla bitiriliyor.