Ana Sayfa Kritik SANATIN TABUTUNA BİR ÇİVİ

SANATIN TABUTUNA BİR ÇİVİ

SANATIN TABUTUNA BİR ÇİVİ

Sanatsal üretimin ve üretim sürecinin, biçimlerinin yaşadığımız dünyanın egemen kodlarına karşı oynadığı rol hususunda şekillenen kadim tartışmalar, ‘sanat’ın kavram olarak zikredildiği zamanlardan günümüze halen aynı hararetle sürmekte. Büyük ’S’ ile yazılan sanatın misyonu, değiştirme gücü, var olan gerçekliğe müdahale etme olasılıkları çeşitli bakış açılarından defalarca gündemleştirildi, ve bu bakış açılarının çokluğu oranında sanatın eylemi, farklı pratiklerin, anlayışların uygulama sahası işlevi kazandı. Yaşanmışlığın belirsiz olduğu bir tarihsel toplumun bağrında, sanatın yaygın görünürlük biçimlerini aşmaya çalışan bir olumsuzlama hareketi olarak, değişimin olanakları öncelikle güncel sanatın temel meselesi olarak kabul gördü. Hedeflerin büyüdüğü ölçüde katıksız değişimin imkânlarının zayıfladığı güncel sanat alanındaki muhalif arayışlar, kendine has kanalları ve deneyimlerinin çokluğuyla döngüsel dinamizmlerini halen korumaya çalışıyorlar.

Aslında modern sanatın sonunu belirleyen, bir nevi tabutu mezarlıktaki ‘saygın’ çukuruna gömen akımlar Dadaizm ve Sürrealizmdi. Her iki akımın da aktif oldukları dönemde, sanatsal hareketliliğin toplumsal alanda bir alt üst oluş seferberliğiyle koşut olarak geliştiği, hatta bu alt üst oluşa kaynaklık ettiği unutulmamalı. Birbirlerine hem bağlı hem de karşıt olan bu iki akım; politik, estetik, gündelik hayata dair her şeyin sorgulandığı toplumsal hareketlerin ışığında kendi varlıklarına anlam kazandırabilmişlerdi. Nitekim, tek yanlılıkları ve yetersizlikleri de kendi çağlarının kitlesel dinamiklerinin eksiklikleriyle paralel zaaflardan ibaretti. Dadaizmin, sanatı gerçekleştirmeden ortadan kaldırma hususundaki radikalliği; Sürrealizm’de sanatı ortadan kaldırmadan gerçekleştirme çabası olarak tecelli etmişti. Her iki akımın yarattığı birikimin mirasçısı olarak 60’lı yıllarda filizlenen Sitüasyonizm ise, bu karışıklığı hayatla sanatı örtüştürme veya sanatı hayatın gücüyle aşma çabasıyla çözüme kavuşturdu. Sitüasyonist pratiğin ardından gelişen her alternatif güncel sanat pratiği de bu yetkin katkının izlerini içinde barındırmak için çabaladı durdu.

Sanatın olağanüstü yeteneklere sahip bireylerin toplumsal gelişme ve sıçramalardan bağımsız pratiğine denk düştüğü yanılsaması üzerinden kurulan paradigmaya yönelik ezilenlerin/dışlananların alternatifleri, sanata ve sanat yapıtına yüklenen anlamların yapısökümü üzerinden ete kemiğe bürünebilir ancak. Dolayısıyla, sanatın temel kodlarının yapısal bağlamda sorgulanması, radikal bir eleştirel analize tabi tutulması zorunlu. Lakin bu zorunluluğu bilince çıkaran öznelerin bu uğurda hangi rotayı takip edecekleri, enerjilerinin onları ne kadar ileriye taşıyabileceği hususları da ziyadesiyle önem taşıyor.

Avangard imgenin donuk fragmanlarının gölgesinde kaybolmaya gönülden rıza gösteren o kadar çok “radikal” sanatçı var ki! Büyük Gösteri’ye bir ucundan eklemlenmek için kendilerine eleştirel teorinin silahlarını kuşanmış süsü veren sahtekârlarla dolu ‘sanat’ âlemi. Avangardın yıkıcı etkisinin esamesinin bile okunmadığı günümüzde, kitle kültürüne dahil olabilmek için kolektif hafızadaki isyankâr imgeleri talan eden asalaklar yeryüzünün dört bir köşesine yayılmış durumda. Hepsi de taklitçilik ve uzlaşma şiarlarında ortaklaşıyor!

Oysa, ortada Dada’ya ve Sitüasyonizme dair bir miras varsa eğer, onların her daim tazeliğini koruyan yıkıcılığını sahiplenmekse esas mesele, ilk olarak sanat piyasasının steril arka bahçelerinde göstermelik yadsıma oyunlarına katılmayı reddetmekle işe başlanmalı. Çünkü, kendi varlığını bir bütün olarak yadsımanın tezahürü haline getirenler, mevcut kokuşmuşluğun panzehirini aramaya yeltenebilir ancak.

Var olan her şeyin yıkılmayı hak ettiği”ni motto olarak benimseme cüretine sahip olanlar kişisel uzamlarında kalmalılar. Kişisel iktidarı, biricikliği herhangi bir dışsal etkiyle zayıflatmamak için, varoluşsal dinamizmin çürümesine izin vermemek için göğüs göğüse çarpışmalardan kaçınmamalı. Bilgilenme ve eğitim üzerinden bahşedilen temsiliyetlerin canı cehenneme! Katılmamaktan yana tavır alarak hâkim değer yargılarının surlarında gedikler açılabilir. Bütün iletişim kanallarını sabote ederek, iletişim kurmamayı seçerek mücadelenin paradigması yeni baştan şekillendirilebilir. Bu, düzenli ordular arasında ritüelleri saptanmış bir muharebe değildir; “yaralanacağı yerden vurma” iradesiyle donanmış başıbozuklar ittifakıdır bahse konu olan. 

Bu nedenle, zorunluluklarla rastlantılar arasında yaşanan kaotik çelişkilerin birer nesnesini yakayabilmek şart. Yasa olarak kutsanacak yegâne şey ise, araçsal akıl başta olmak üzere, aklın her biçimine şüpheyle yaklaşma kararlılığı. Yıkıcı tutkunun parlak alevleri sembolik kültürün bütün bileşenlerini sarmalı. Nihilizmin coşku dolu yadsıma eylemleriyle ya günlük hayat sanata dönüşecek ya da sanat denen elitist sahne bütün figüranlarıyla birlikte kimsesizler mezarlığındaki yerini alacak! Her iki olasılıkta da yakılan şenlik ateşlerinin etrafında kendi icat ettikleri makamlarda şarkılarını söyleyenler neşeli vandallar olacak.

Lettristlerin zamanında isabetle vurguladıkları gibi: “İçimizden birileri her şeyi riske atmaya hazırsa, bu bizim riske atılacak ve kaybedilecek hiçbir şey olmadığını artık biliyor olmamızdandır.”

(2011)

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl