Ana Sayfa Art-izan Şehzadebaşı Sinemaları hakkında az bilinenlerden: Emperyal ve Donanma

Şehzadebaşı Sinemaları hakkında az bilinenlerden: Emperyal ve Donanma

Şehzadebaşı Sinemaları hakkında az bilinenlerden: Emperyal ve Donanma

EMPERYAL SİNEMASI, 1914 (Milli 1914, Güneş 1919, Felek 1924, Türk, 1930)

1896-1922 yılları arası, İstanbul’da sinemanın birinci dönemi olarak geçer. Bu dönem, seyyar sinemacıların ve yeniliğe açık tiyatro işletmecilerinin, içinde bulundukları tüm olumsuz koşullara (elektrik şebekesinin yokluğu, sansür vs.) rağmen, sinemanın tanınması ve sevilmesine önayak oldukları dönemlerdir. Aslına bakarsanız İstanbul, henüz 1896 kışı başlarken (Paris’te Lumiére Kardeşler’in ilk sinema gösteriminin üzerinden henüz bir yıl bile geçmemişken) sinema ile tanışmış, ilk film gösterimleri Pera’da gerçekleştirilmişti. Fakat bunlar sinemanın teknik olanaklarına sahip, gerçek anlamda sinema salonları değil, genellikle tiyatro salonları idi.1 Metin And, 12 Aralık 1896 tarihli The Levant Herald Gazetesi’nde yayınlanan bir haberde; Edison’un buluşu “Le Cinématographe” adıyla, gösterinin ilk kez basına duyurulduğunu belirtmiştir (And, 1974: 106). İstanbul’da yerleşik sinema tarihine bakıldığında ise birçok ufak temsil ve gösteri yapılmış olmakla birlikte, ilk sinema salonunun 1908 yılında Tepebaşı’nda Pathé Sineması adı ile açıldığını görüyoruz. Kaynaklar, aynı yıllarda Pathé Film Şirketi’nin İstanbul temsilcisi Sigmund Weinberg’ün, Pera başta olmak üzere, şehrin çeşitli yerlerinde gerçek anlamıyla film gösterileri yapmakta olduğunu belirtiyor (Gökmen, 1991:11) 1914’e dek aynı bölgede (Beyoğlu/Pera) yoğunlaşmış olan sinema gösterimlerine karşılık, şehrin diğer bölgelerindeki gösterimler azınlıktadır. Örneğin; 1908 yılı Ramazanı için Rum azınlıklardan Psihuli Kardeşler, Vezneciler’de yer alan İstanbul Tiyatrosu’nu kiralamış ve 1910 yılında Sigmund Weinberg, Şehzadebaşı’nda gösteriler düzenlemişlerdir (Scognamillo, 2003: 19). Ne var ki bu gösterimler de bir tiyatro salonunda yapılmışlardır.

Ressam Salih’in fırçasından İstanbul’da ilk sinema gösterisi

Burçak Evren, o döneme ait şu bilgileri verir: “Şehzadebaşı, İstanbul’un Beyoğlu’na göre karşı yakasıdır. Karşı yaka demek, daha geleneksel, daha tutucu ve daha alaturka demektir. Karşı yakada Kel Hasan’ın tuluatı izlenirken, biraz ötesindeki Beyoğlu’nda revüler, operetler, Fransız ve İngiliz tiyatroları seyirci bulmaktadır. Aslında bu iki yakayı Haliç ya da köprüler değil, bir yaşam biçimi, geleneklerine bağlılıkla, yeniliklere açık olan tarzlar ayırmaktadır. Tepebaşı ise bu iki yaka arasındaki bir uç noktada geçiş görevinin görür. Alaturkalıkla alafrangalık burada dönemin gereksinimlerine yanıt verecek şekilde mutlu bir karışım içindedir. Örneğin; Şehzadebaşı’ndaki bir kumarhanede kahvenin yanı sıra nargile içilip kağıt oynanmasına karşın, burada bir duble içkiyle yüzyılın başında oldukça yeni bir oyun sayılan bilardo ya da ona benzer oyunlar oynanmaktadır. Bu da belirli bir değişim ve dönüşümün habercisidir (Evren, 1998: 158)” Görülen o ki, Beyoğlu ile Şehzadebaşı arasında, Peyami Safa’nın “Fatih-Harbiye” adlı eserinde olduğu gibi bir doğu/batı karşıtlığı söz konusu. Dinler arası bir karşıtlıktan ziyade kültürlerarası bir çatışma: Doğu kültürüne karşı Batı kültürü…

İstanbul tarafı olarak da adlandırılan Şehzadebaşı semtinde ilk sinema salonu, sanat ve eğlencenin iç içe yaşandığı tarihi semt olan Direklerarası’nda, Şehzadebaşı Caddesi, 87 numarada, eskiden Fevziye Kıraathanesi olan yerde, 19 Mart (kimi kaynaklara göre 16 Mart) 1914 tarihinde Emperyal adı ile açılmıştır. Adının Beyoğlu sinemalarından ilham alınarak koyulduğu tahmin ediliyor. Kısa bir süre sonra Milli Sinema adını alan mekânın işletmecileri Murat ve Cevat Boyer olarak geçer (Gökmen, 1991: 11-68). Burası aynı zamanda Türkler tarafından işletilen ilk sürekli sinema salonudur. Ardından Güneş, Felek ve son olarak 1930’da Türk Sineması adını alacaktır. Aynı yıl kapanan Türk Sineması’nın sahibinin Fatma Muazzez Hanım olduğu görülüyor (Gökmen, 1991: 39). 30’lu yılların sonuna doğru yıkılarak boş arsa haline getirilmiştir (Evren, 2015: 36) Arsası 1958’de istimlak edilmiş, halen yol olarak kullanılmaktadır (Gökmen, 1991: 22).

Turan, Felek ve Milli Sinemaları, Jak Pervitic, Vezneciler, 1935.

Şehzadebaşı’nda açılan ilk sinema olan Emperyal’in tarihine baktığımızda, daha önceki adıyla Fevziye Kıraathanesi’nde düzenlenen sinema gösterilerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Söz konusu kıraathaneye dair Burçak Evren’in yazdığı bir makale, mekân hakkında bize geniş bilgiler vermekte:

Damat İbrahim Paşa Sebili’nin karşısında, Meczup Osman Baba Türbesi’nin arkasında, Şehzadebaşı Caddesi ile Fevziye Caddesinin bitiştiği köşede yer alan Fevziye Kıraathanesi; döneminin bir çeşit kültür-sanat merkezi işlevini üstlenen, edebi metinlerde adından söz ettiren ve tüm saygın sanatçılarını ağırlayan popüler bir mekân olma özelliğini taşıyordu. 1880’lerde faaliyete geçen, en parlak devrini 1855 ile 1900 yılları arasında yaşayan kıraathane, 1930’lara kadar varlığını sürdürmüş, sonrasında yıkılarak bir arsaya dönüştürülmüştür (Evren, 2005: 36).

Burada Evren, 1930’lara kadar varlığını sürdürmüştür derken, binanın fiziki yapısından bahsediyor. Zira kahvehane olan bina 1914’te sinemaya dönüştürülüyor, adı öncelikle Emperyal, sonrasında Milli, Güneş, Felek ve son olarak Türk olarak değişiyor.

Kıraathanenin Türk sineması açısından önemini ise şöyle açıklıyor Evren:

Fevziye Kıraathanesi’nin müzik, edebiyat dallarında olduğu kadar Türk sinema tarihi açısından önemli bir yeri vardır. Bu önemi, canlı görüntüler olarak tanımlanan sinematograf’ın ilk gösterildiği mekânlardan biri olmasından gelir. Bilindiği gibi Türkiye’de halka açık ilk sinema gösterisi, Pera’nın (Beyoğlu) Cadde-i Kebir’de, (günümüz İstiklal Caddesi) Galatasaray dönemecinde Avrupa Pasajı’nın tam karşısındaki Sponek Birahanesi’nde oldu. Bu ilk gösteri birkaç hafta sonra Concordia Tiyatrosunda (günümüz Saint Antuan Kilisesi’nin bulunduğu yer) yinelendi. Andan sonra da, Ramazan ayında İstanbul’un karşı yakası olarak tanımlanan muhafazakâr kesimin yoğun olarak yaşadığı Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesi’nde yapıldı.

Yeni icat sinemanın Şehzadebaşı’nda Fevziye Kıraathanesi’nde yer bulması birçok açıdan önem taşır. Şehzadebaşı, ya da daha geniş bir tanımlamasıyla İstanbul’un Müslüman kesiminin yoğun olduğu karşı yakada, ilk dönemlerde, kimilerinin “günah” ve de “ayıp” olarak karşı çıktığı canlı görüntülerin, özellikle geleneksel Osmanlı dramatik sanatlarının (ortaoyunu, karagöz, tuluat vs.) icra edildiği bir ortamda gösterilmesi ve ilgi görmesi oldukça önemlidir. Özellikle bu gösterinin Ramazan ayında olup, geleneksel Ramazan eğlencelerinin içinde yer bulması, sanıldığı gibi her yeni icada karşı olma yanılgısını geçersiz kılıp, kimi ön yargıları kırması açısından da düşündürücüdür.

Ünlü İtalyan ozan-yazar Edmondo De Amicis, Pera ile bir köprünün ayırdığı İstanbul’un karşı yakasıdan söz ederken “Her iki sahil de Avrupa’dadır, fakat köprünün Avrupa’yı Asya’ya bağladığı söylenebilir, zira İstanbul’da Avrupalı olan sadece topraktır. Etrafını çeviren küçük Hristiyan mahallerinde bile Asyalı hali ve karakteri vardır. Bir nehre benzeyen Altınboynuz (Haliç) iki dünyayı, okyanus gibi birbirinden ayırır” der ve iki yaka arasındaki yaşam biçimi ve kültürel farklılığın altını çizmek için de “bu kısacık köprü, aslında birbirinden asırlar kadar uzak olan iki toplumu birbirine bağlar” der (Evren, 2005: 34).

Evren, burada yapılan ilk gösterilere dair ise şu bilgileri veriyor:

Sinema ya da dönemindeki adıyla canlı görüntüler, 28 Aralık 1895 yılında Paris’te Grand Cafe’deki ilk gösterisinden kısa bir süre sonra Türkiye’de de tanınmaya başlandı ve halka açık ilk gösteri 12 Aralık 1896’da Pera’nın Cadde-i Kebir’inin orta yeri olan Galatasaray dönemecindeki Sponek Birahanesi’nde D. Henri tarafından gerçekleştirildi. Bu gösteri daha sonra İstanbul’un çeşitli yerlerinde yinelenerek devam etti.

Canlı görüntülerin, yabancıların, levantenlerin ve de azınlıkların başını çektiği gayrımüslim ağırlıklı Pera’dan karşı yakaya, yani Türk ve Müslüman kesimin yoğun olduğu İstanbul’un diğer yakasına geçmesi, 9 Şubat 1897’de Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesi’nde yapılan gösteriyle oldu. Bu gösteri sinema alanındaki çalışmaları hakkında pek yeterli bir bilgiye sahip olmadığımız D. Henri tarafından gerçekleştirildi. Tüm sinema tarihleriyle akademik çalışmalarda bu gösterilerin Sigmund Weinberg tarafından yapıldığı iddia edilirse de bu doğru değildir. Bu gösterilerle ilgili haber ve ilanlarda Weinberg’in adına rastlanmamaktadır. .

D. Henri’nin sinema gösterilerini Pera’dan karşı yakaya, Şehzadebaşı’na kaydırmasının nedeni, sinemayı İstanbul’un her bir tarafına yayma isteğinden daha çok, Ramazan ayındaki Şehzadebaşı’nın kendine özgü konumudan ötürü olur. Pera’daki alafranga eğlence-kültür- sanat etkinliklerine karşın, içine kapanık geleneksel yaşam biçimi ile alaturka eğlence etkinliklerin bir gelenek halinde sürdüren Şehzadebaşı; özellikle Ramazan aylarının kendine özgü özel gösterileriyle (yalnızca Ramazan aylarında programlı çalışan semavi kahvehaneleri, tuluat kumpanyaları, meddah, ortaoyunu, karagöz gibi geleneksel sanatların icrası ile musiki ağırlıklı programlarıyla) büyük kitlelerin buraya gelmesiyle hareketli bir eğlence-kültür potansiyeline sahiptir. D:Henri, hem tecimsel olarak bu potansiyelden yararlanma, hem de bir iş edindiği yeni icat sinemayı tanıtma isteği ile bu bölgeyi (Şehzadebaşı), mekânı (Fevziye Kıraathanesi) ve zamanı (Ramazan ayını) doğru seçmiştir.

Çalışma yöntemleriyle başarılı bir iş adamı kimliğini ortaya koyan D. Henri, Sponek ve Concordia salonlarında yaptığı canlı görüntülerin ilanlarını, kitlesi gayrımüslimler olan The Levant Herald and Eastern Express’e vermesine karşın, Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesi’ndeki gösteriyi bu kez Müslüman Türk kesimin okuduğu Sabah gazetesine (28 Kanunusani 1312) vererek duyurmuştur.

CANLI FOTOĞRAF

Salon Fotoğrafı

Şehzadebaşı’nda Fevziye Kıraathanesi’nde

Vâki Mahal-i Mahsusada Kâin

Sinevitograf Yahud Canlı Fotoğraf”

D. Henri, Sabah gazetesine verdiği ilanda ayrıca bu gösteriye Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesi’ne taşıma nedenini de açıklama gereği duyarak şöyle özetlemiştir:  

Şimdiye kadar Beyoğlu’nda İsponek [Sponeck] salonunda mevki-i teşhire vaz etmiş olduğumuz (canlı fotoğrafı), ahali-i kiramdan gördüğümüz rağbet fevkaladeye müsteniden ramazan-ı şerife mahsus olmak üzere Şehzadebaşı’nda kâin Fevziye Kıraathanesi bahçesindeki mahal-i mahsusa nakletmeye karar verdik. Binaen aleyh şehr-i mübarek mezkûrdaki ahali-i kiramın canlı fotoğrafımızı temaşa ile memnun kalacaklarını ve iş bu harikayı Avrupa ve Amerika’da görmüş olan zevatın Mösyö Lumiyer [Lumière] fotoğrafından daha mükemmel bulacaklarını memul ederiz.”

D.Henri, Ramazan-ı şerif kış ortasına geldiği halde söz konusu sinematograf gösterisini kıraathanenin içinde değil de bahçesinde yapacağını duyurmuştur. Çünkü Fevziye Kıraathanesi, oldukça nezih ve saygın olan müdavimleri için Ramazan aylarında, diğer günler ve aylardan farklı olarak değişik bir program uygulamasıyla tanınıyor ve büyük bir ilgi görüyordu. Henri’nin kıraathanenin içini değil de, kış aylarına rastlamasına rağmen bahçesini kullanması bir tercih değil, bir zorunluluk sonucu olmuştur. Ama iyi bir organizatör olan Henri, seyircilerin üşümemesi için her türlü önlemi almış, ilanlarında “Ahali-i kiramın teveccühat-ı âlilerine karşı celbi memnuniyetlerine ve soğuktan muhafazalarına sarf-ı mesaiden geri durulmayacaktır” uyarısında da bulunmuştur.

Fevziye Kıraathanesi’ndeki sinematograf gösterileri Ramazan ayından sonra Odeon Tiyatrosu’nda (eski Verdi tiyatrosu, sonrasında 1914’de Ekler, 1933’de Şark ve daha sonra Lüks sineması olan yer) devam etti. Ardından Beyazıt, Sultanahmet, Bakırköy ve Kadıköy gibi İstanbul’un diğer semtlerine yayılmaya başladı. Ne var ki bu semtlerindeki sinema gösterilerinin ilk kez, hangi tarihte gösterildiğine ilişkin kesin bilgilere sahip değiliz (Evren, 2005: 34-35).

Türker İnanoğlu Vakfı (Türvak) Sinema Tiyatro Müzesi ve Sanat Kitaplığı, CineBelge Dergisi, Bahar Dönemi, ilk sayı, kapak sayfası.

Son olarak kıraathanenin kısa tarihine ilişkin olarak ise şu bilgileri veriyor:

100-150 kişiyi alabilecek büyüklükte olan kıraathanenin girişi, Direklerarası da denilen Şehzadebaşı Caddesine açılmaktaydı. Ayrıca Fevziye Caddesi üzerinde oldukça büyük bir bahçeye sahipti. Bahçesinin yanı başında ise yüksek riyaziye (matematik) hocası olan Vidinli Tevfik Paşa’nın konağı yer alırdı.

Kıraathanede, özellikle Ramazan ayında, Kadir Gecesi dışında her gece İstanbul’un en seçkin sazende ve hanedanlarının katıldığı musiki ziyafeti verilirdi. Fasılı ya Kemençeci Vasilaki, ya da Kemanı Memduh Efendi yönetirdi. Bu kıraathanede çalan ve söyleyenler arasında Kanuni Selanikli Berber Kemal, Üdi Astikzade, Kirkor, Lavtacı Övrik Efendiler, hanedanlardan ise, Ahmed Bey, Ortaköylü Musevi Karakaş Efendi, Kara Bogos Ağa gibi döneminin popüler isimleri yar alırdı.

Kıraathanenin sazende ve hanendeleri kadar onları dinleyenler de musikiye aşina olan dönemin üstatları idi. Tanburi Cemil Bey, Ali Rıfat Bey, Rauf Yekta Bey, Şekerci Cemil Bey, Lem’i Bey başta olmak üzere birçok önemli kişi bu kıraathanenin müdavimleri arasında yer alırlardı. Fevziye Kıraathanesi ayrıca, Tatyos Efendi ile Şekerci Udi Cemil Efendi tarafından kurulan Türkiye’nin ilk konservatuvarı olma özelliğine de sahip bir mekândı. Kıraathanedeki musiki ziyafeti yalnızca iki makam üzerine olur ve dört saat sürerdi. İçki içmek yasaktı. Müşterilere ancak çay, kahve şurup sunulurdu.

Fevziye Kıraathanesinin müdavimlerinden biri de Ahmet Rasim olmuştur. Ünlü yazar kimi eserlerinde bu kıraathaneden büyük bir özlemle söz eder:

Sonraları üstün bir şöhret kazanmış olan Fevziye Kıraathanesi bir zaman İstanbul’un Darülelhanı olmuştu. Kâzım Efendi adında sarışın, nâzik, halûk bir zâtın kiracısı bulunduğu zamanlarda devam etmeye başlamıştım Burada Kemençeci Vasil’in düğün savanlarından Yahudi Kemalin, kemani usta Mikenin saz heyeti de çaldılarsa da en ziyade en sürekli olanı Tatyos’un takımı idi. Tatyos musikimize pek çok hizmet etmiş, o zamanlar makbûl olan Peşrev, Semaî, Aranağmeleri, seçkin şarkılar vücuda getirmiş bir üstad idi. Takımında meşhur ustalardan Hanende Boğos Efendinin babası meşhur bestekârlardan Asdik ile Kanunî Şemsi, Tanburi Yuvakim, sonraları Karakaş, hacı Karabet, Kuzguncuklu Artin, Seatik… bulunurdu. Fevziye kıraathanesi git gide bir konser yeri önemini taşır bâzan Zekâî Dede, hünkâr imamı Medeni Aziz efendi, Hacı Arif bey, Hacı Faik bey, Başmüezzin Rıfat bey, Behlül, Kirami efendiler gibi üstadlar ile Kel Ali, Nedim, Kör Hüsamettin beyler zamanın diğer bestekârları, meşhur sâzende ve hanendeleri gelirler, bilhassa Ramazan gecelerinde her taraftan yüzlerce meraklı toplanırlar oturulacak yer sandalye bulunmadığı pek çok defa olurdu.

İstanbul’un Pera’ya göre karşı yakası sayılan ve Müslüman kesimin yoğun olduğu bölgede yer alan Fevziye Kıraathanesi, yalnızca fasıllarıyla değil, bilim adamlarıyla üst düzey yetkililerin katıldığı bilimsel konferanslar ve sanat sohbetleri gibi etkinlikleriyle de döneminin İstanbul yakasında yer alan en önemli bir sanat-kültür kurumu işlevini üstlenen yeri olmuştur. Ahmet Midhat Efendi de Fevziye Kıraathanesinde konferans veren ünlü isimler arasında yer almıştır. Midhat Efendi, 1905 ihtilalinden sonra oluşturulan Rusyalı İslam Talebesi Cemiyeti’nin Ocak 1909’da bu mekânda düzenlediği konferansta Türklüğe ilişkin düşüncelerini seçkin bir topluğa aktarmıştır.

Fevziye Kıraathanesinin müdavimleri arasında, dönemin ünlü edebiyatçılarından Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Mehmet Celal, Sermet Muhtar Alus, Ahmet İhsan Tokgöz vs olmuş, ayrıca sözü edilen yazarların tümü eserlerinde bu kıraathaneden söz etmişlerdir (Evren, 2005: 35-36).

Burçak Evren’in dışında, Fevziye Kıraathanesi olarak bilinen ve devamında bir sinema salonuna dönüştürülen mekâna dair, Burhan Arpad’ın da bir yazısı bulunuyor. Arpad, “Eski İstanbul Sinemaları: I” asını verdiği gazete köşe yazısında, İstanbul semtinin ünlü Direklerarası’nda sinema oynanan 4-5 salonun varlığından bahseder ve ekler: “Eski Fevziye Kıraathanesi biraz onarılarak meydana getirilmiş tek katlı bir salondu ve tahta perdeyle bölünmüştü. Bir yanda hanımlar, öte yanda beyler otururdu. Salonun sağında locamsı bir yerde keman ve piyanodan oluşan bir müzik topluluğu, perdede koşuşan siyah beyaz görüntülere uygun ezgiler çalardı. Sanırım Eddie Polo adlı bir Amerikan dedektifinin oynadığı ‘X Işını’ adlı bir filmi ve bizim ‘Ateşten Gömlek’ filmini o salonda seyrettim. On yıl kadar ayakta kalmış olan o salon birçok ad değiştirdi. Emperyal Sineması, Güneş Sineması, Felek Sineması adlarını aldı. ‘Türk’ salonu adıyla dans salonu oldu. Sahir Opereti ve Raşit Rıza toplulukları birer Ramazan orada oynadı. Sonra yıktırıldı. Daha büyük bir sinema yaptırılmak için. Fakat izin çıkmadı. Uzun süre arsa olarak kaldı. Günün birinde belediyece kamulaştırıldı. O salonun az ötesinde Şark Tiyatrosu vardı, 1925’lerde Hilal Sineması oldu. Daha ötede Milli Sinema vardı. Eski bir iş hanından dönüştürülerek öncelikle önce Ertuğrul Sineması yapıldıydı. Sonra Kadri Cemali, Milli Sinemayı o salonda açtı. Milli Sinema, o günlerin İstanbul’unda seçkin kişilerin ve aydın çevrenin gittiği bir salondu. Alman ve Fransız filmlerinin en güzelleri gösterilirdi. Gündüzleri piyano, geceleri piyano, keman ve viyolonselden oluşan bir ‘üçlü’ çalardı”(Arpad, 1984).

Anlaşılan o ki, Milli Sinema adıyla bilinen bir de Ertuğrul Sineması buluyor. Bu sinemaya ait bilgiler ise kısaca şöyle:

ERTUĞRUL SİNEMASI, 1914 (Milli 1914, Yeni Milli 1921)

İstanbul’un Direklerarası denilen kısmında, Şehzadebaşı’ndaki Sahne-i Heves Tiyatrosu’nda bir sinema salonu açılır. Fakat başarılı olamaz. Salon, Musevi işletmeci tarafından aynı yerde tiyatro yapan Muhsin Ertuğrul’a devredilir. Muhsin Ertuğrul da birkaç aylık denemeden sonra salonu civardaki bir kırtasiyeciye bırakarak Paris’e gider (1913). Kırtasiyeci, geleceğin büyük sinemacılarından bir olacak Kadri (Cemali) beydir. Sinemayı hangi tarihte açtığını bilmiyoruz ancak devir işinin 1913’ün son aylarında yapıldığı, açılışın ise 1914’ün ilk aylarında gerçekleştiğini tahmin ediyoruz (Gökmen, 1991: 11). Şehzadebaşı Caddesi 21-25 numaralarda eski Sahne-i Heves Tiyatrosu, sonra Milli Sinema (1914) olan yerin işletmecileri öncelikle Muhsin Ertuğrul, daha sonra Kadri Cemali’dir. 1958’de belediye tarafından istimlak edilir. Halen yol olarak kullanılmaktadır (Gökmen, 1991: 22-24).

Sinemanın Türkiye’ye girişi tamamen özel girişimciler sayesindedir. Türkiye’yi sinema ile ilk tanıştıran Sigmund Weinberg’dir. İlk açılan sinema salonları ve yurtdışından ilk getirilen filmler yine özel girişimcilerin ürünleridir. İlk yerli yapımlarsa ordu tarafından gerçekleştirilmiştir ve Kemal Film’in kuruluşuna değin (1922) resmi veya yarı resmi kurumlar tarafından yürütülmüştür.

Bunlardan biri de Donanma Sineması’dır:

DONANMA, 1914 (Malul Gaziler 1921, Millet 1924, Turan)

Donanma adı altında 1914 yılında kurulmuş ve Şehzadebaşı Cad. No:26-28’de bulunan salonun adı daha sonra Müdafaa-i Milliye olarak değiştirilmiş, ardından Malul Gaziler olmuş, son olarak Millet (1924) ve Turan adını almıştır. İlk sahibi Eczacı Kemal Bey olarak geçiyor ve ilk işletmecisi: Donanma Cemiyeti. 1991 tarihli kaynağa göre şu anda İşhanı olduğu belirtiliyor (Gökmen, 1991: 23) Aynı kaynakta başka bir sayfada ise sahibi önce Eczacı Kazım Bey, sonra Rasim Day (1932) deniyor. İşletmecileri ise Lokantacı Ali Efendi, Hacı Osman Efendi, Kemal Seden ve Şakir Seden olarak verilmiş (Gökmen, 1991: 34). Görüldüğü üzere, Gökmen’in araştırmasında kendi içinde çelişen ve aydınlatılması gereken birçok eksik bilgi bulunuyor. Yapılan araştırmada, Emperyal ya da Milli, Donanma ya da Malul Gaziler sinemalarına dair o dönemde herhangi bir kayıt tutulmadığından elimizdeki bilgilerin son derece kısıtlı olduğu saptanmıştır.

Şehzadebaşı Millet Sineması’nın ilanı, Sinema Yıldızı, 1924, sayı 4.

Fuat Uzkınay’ın ordunun desteği ve isteği ile çektiği söylenilen ünlü ilk çalışması Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı’nın ardından Enver Paşa da sinemaya ilgi göstermiş ve Almanya’da gördüğü Ordu Sinema Kolu’ndan esinlenerek 1915’te Merkez Ordu Sinema Dairesi’ni kurdurtmuştu. Dairenin yöneticisi Sigmund Weinberg, yardımcısı Fuat Uzkınay, görevlilerse Mazhar Talay ve Cemil Filmer idi. Merkez Ordu Sinema Dairesi’nin tecimsel sinema yapma hevesi uzun sürmez. Devreye 1913’te kurulan ve Balkan Savaşı sırasında kara ordusuna yardımcı olmak, orduyla halk arasındaki ilişkileri düzenlemek görevlerini üstlenen Müdafaa-i Milliye Cemiyeti girer.

(…) Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin ilk belgesel filmlerini Kenan Erginsoy, konulu filmleri ise Sedat Simavi çekmiştir. Fakat cemiyetin sinemacılık serüveni kısa ömürlü olacaktır. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla (30 Ekim 1918) birlikte gerek Merkez Ordu Sinema Dairesi’nin gerekse Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin araç gereçleri düşmana devretmesi gibi bir zorunluluk doğduğundan, 1919 yılının Kasım ayında Takvim-i Vekayi Gazetesi’nin 3709 sayılı nüshasında yayımlanan bir kararnameyle, Birinci Dünya Savaşı’nda yaralananlara yardım etmek için kurulan Malulin-i Guzat’ı Askeriye Muavenet Heyeti’ne ve Malul Gaziler Cemiyeti’ne devredilir. Aslında devir önceden yapılmış, aygıtlar kullanılmaya başlanılmıştır bile, kararname devir işlemini yasallaştıran bir çözümdür yalnızca (Scognamillo, 2003: 71-73).

Merkez Ordu Sinema Dairesi çalışanları. Önde solda Fuat Özkınay, yanında Cemil Filmer.

Kemal ve Şakir Seden kardeşler 1914’te Ali Efendi Sineması’nı açmış, 1919’dan itibaren yabancı film ithal etmeye başlamışlardır. Nijat Özön, “Tombul Aşığın Dört Sevgilisi” adlı filmi de Malul Gaziler Cemiyeti/Donanma Cemiyeti ile ortak çevirdiklerini belirtmektedir (Özön, 1958). Malul Gaziler Cemiyeti’nde film çekme işi bir ek gelir kaynağı olarak görülmektedir ve ek faaliyet bir noktadan sonra duraklayınca eldeki aygıtlar bu kez Donanma Cemiyeti’ne geçecektir. İsmet Fahri Gülünç’ün “Tombul’un Dört Maşukası Yahut Kahveci Kızlar-Tombul Aşığın Dört Sevgilisi” filmi bu aygıtlarla çekilir. Fakat iki cemiyet arasındaki anlaşmazlık yüzünden aygıtlar (sayıları ya da dökümleri bilinmemektedir) Donanma Cemiyeti’nden Malul Gaziler Cemiyeti’ne geri verilir. Malul Gaziler Cemiyeti 1921’de Bican Efendi dizisiyle tekrar film çalışmalarına başlar, ancak cemiyetin başkanı değişir ve yeni başkan Talip Bey yapımcılık faaliyetini gereksiz ve zararlı bulmaktadır. Böylece aygıtlar bu kez Türk sinemasının ilk özel yapımevi olan Kemal Film’e geçer, daha doğrusu bir anlaşma ile kiralanır (Scognamillo, 2003: 73).

*İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Sinema Televizyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Akbulut tarafından yürütülen “Yazılı Belgelerde Sinema Salonları/Şehzadebaşı Sinemaları” araştırma projesi dâhilinde yapmış olduğum yazılı belge/arşiv çalışmasından alıntıdır.

KAYNAKÇA

http://images.ykykultur.com.tr/upload/document/paristen_peraya_25_Mart_Taraf-82.pdf Erişim tarihi: 21.01.2020.

And, Metin (1974) “Türkiye’deki Sponeck birahanesindeki ilk sinema gösterisinin öncesi ve sonrası”. Milliyet Sanat, Sayı 106: İstanbul. Aktaran: http://www.tsa.org.tr/tr/yazi/yazidetay/247/turkiye%E2%80%99de-sponek-birahanesindeki-ilk-sinema-gosterisinin-oncesi-ve-sonrasi Erişim tarihi: 21.01.2020.

Arpad, Burhan (1984) Hesaplaşma köşe yazıları, Eski İstanbul Sinemaları: 1 adlı gazete kupürü. Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği, Taha Toros Arşivi. Barkod no: 001581059010. Aktarılan kaynak: https://core.ac.uk/download/pdf/38311727.pdf Erişim tarihi: 20.01.2020.

Evren, Burçak (2005) “Fevziye Kıraathanesi”. Cine Belge Dergisi, 1.sayı. Türvak Sanat Kitaplığı: İstanbul. (32-26) Aktaran: http://www.turvak.com/deppo/dosya/10314293174.pdf Erişim tarihi: 21.01.2020.

Evren, Burçak (1998) Eski İstanbul Sinemaları: Düş Şatoları. Boyut Matbaacılık: İstanbul.

Gökmen, Mustafa (1991) Başlangıçtan 1950’ye Kadar Türk Sinema Tarihi ve Eski İstanbul Sinemaları. İstanbul Kitaplığı Yayınları: İstanbul.

Özön, Nijat (1958) Ansiklopedik Sinema Sözlüğü. Arkın Kitabevi: İstanbul.

Scognamillo, Giovanni (2003) Türk Sinema Tarihi. 2. Baskı, Kabalcı Yayınevi: İstanbul.

1 Aktarılan kaynak: http://images.ykykultur.com.tr/upload/document/paristen_peraya_25_Mart_Taraf-82.pdf

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl