Ana Sayfa Kritik ‘şiirimiz erkek emzirir abiler’

‘şiirimiz erkek emzirir abiler’

‘şiirimiz erkek emzirir abiler’

Ece Ayhan’ın ‘Mor Külhani’ şiiri Türkiye’nin sosyal gerçekliğini en iyi anlatan şiirlerimizin başında gelir. Bu yalnız sosyal alan eleştirisiyle sınırlı değildir aynı zamanda kültür ve erkek egemen edebiyat eleştirisini de içerir. Ece Ayhan’la aynı kaygı dostlarıyız, şiirimiz sanki erkeklerin, erkekler için icat ettiği şiirdir.

Kadın şairlerimize yeterince değer verildiğini düşünmüyorum.

Nasıl verilebilir ki, bunca cinsiyetçiliğin boca edildiği bir ülkede. Seçilmişlerin her dönem kullandığı nobran dil hangi kadına şiir yazmak için cesaret verebilir. Toplumun her alanında, töresel tüm ritüellerde erkek cinsiyeti ya önde tutuldu ya da kutsandı.

Böyle bir toplumda şiir kadın üzerinden değil erkek üzerinden gelişir.

Şiir yazan erkeklere bile bu toplumda halen önyargılarla yaklaşıldığı düşünülürse bir elinin sayısını geçmeyen kadın şairlerimizden yalnız övünmekle yetinilmemeli laik oldukları tahta oturtmak da gerekir. Böyle bir ortamda kendini bulmuş, kendi dilini yaratmış kendi şiirini topluma kabul ettirmiş kaç kadın şairimiz var.

Bir elin sayısını geçmez.

Oysa şiir geleneğimizin her köşesi bir erkek şair tarafından tutulmuştur.  

Bu bir gerçek.

Bu gerçek yalnız devlet-toplum ilişkisine yüklenerek tespit edilecek bir konu değil. Erkeklerin bütün olarak kendilerini sorumlu tutmaları gereken bir konudur.

Garip Akımına’ bakın, ‘Toplumcu Gerçekçi’ şairlerimize veya ‘1940 Kuşağı’ şemsiyesinin altında toplanıp uzun yıllar etkisini sürdürecek olan şairlere bakın, ‘İkinci Yeni’ şairlerine ve son olarak da ‘80 kuşağı’ şairlerine bakıldığında erkek şairlerin kendilerini, kendilerinin inşa ettikleri habituslara ‘tutsak’ ettikleri görülür. Genel olarak Türk şiiri erkek şiiri olarak değerlendirilebilir.

Bu durum şairlerin çoğunluğunun erkek olmasıyla da açıklanamaz.

Erkek şairlerin kadına bakış açılarında da göze çarpan bir sakatlık, arıza söz konusudur. Şiirlerde kadın bireysel veya toplumsal mücadelenin, varoluş estetiğin parçası, tamamlayıcı unsuru olması gerekirken çoğunlukla erkeğin aşırı ‘kutsadığı’, erkeğin varoluşunu besleyen bir ‘nesne’ olarak görülmüş, dile getirilmiştir. Şiirlerde kadın toplumsal, bireysel konumundan ziyade cinsel kimliği öne çıkarılmıştır. Bu da bir tür cinsiyetçi bakışı içerir. Kadın hep sevilecek, âşık olunacak, erkeğin yalnızlaştığı, çaresiz kaldığı zamanlarda aranacak, beslenecek bir cinsel kimlik. Erkeğin dünyasında kadın ya anne, ya aşk objesi, ya ahlak nesnesi ya ulaşılması olanaksız bir sembol ya da modern zamanların mitti olarak görülmüştür.

Oysa modern hayat cinsiyet kimlikler üzerinden değil birey/özne kimliğinin üzerinde kurulur. Ayrıca kadınlar erkekler gibi dünyayı kurgulayabilir, yorumlayabilir ve değiştirebilir, ama bu özellikler erkek egemen Türk şiirinde görmezden gelindi.

Türk şiirine kronolojik temelde bakılsa da yakın dönemde kadın şairlerimiz çok azdır. Yazının giriş bölümünde bu azlığın genel nedenlerine kısa da olsa değinmiştik. Cumhuriyetin ilk dönemi ve Cumhuriyet öncesi bilinen kadın şairlerimiz; Zeynep Hatun, Mihri Hatun, Leylâ Saz, Şair Nigar Hanım, Tûti, Sıtkî, Âni, Feride, Adile, Fıtnat, Makbule Leman, İhsan Raif, Yaşar Nezihe, Şükufe Nihal Başar, Nigâr Binti Osman, Makbule Lema, ,Halide Nusret Zorlutuna, Necibe Kızıl Ay, Neriman Hikmet Öztekin, İffet Halim Oruz kendi dönemlerinde şiir dünyamızda görülmüş ama erkek şairlerimiz kadar etkin olamamışlardır.

Kadın şairlerimizin bu kadar az oluşu kadınların toplumsal alandan yeterince temsil edilmemelerinden ve şiirle kurdukları ilişkide erkek egemen anlayışın varlığında aranmamalıdır. Kadın şairlerimizin azlığı aynı zamanda erkek şairlerin bir sorunudur.

Modern Türk şirinde kanonlar şiirin içsel sorunlarının içinden olduğu kadar erkek şairlerin üzerinden yaratılmıştır. Cumhuriyet öncesi ve sonrası hatta günümüz şiirine yayılan şiir yelpazesine şöyle bir göz atsak kadın şairlerimiz az olmalarına karşı çoğu erkek şairlerden daha iyi şiir yazdıklarına tanık oluruz. Eleştiri dünyasında da bu bariz farklılık vardır. Kadın şiir dünyasında varlığını nasıl hissettiremiyorsa eleştiri dünyasında da etkin olamıyor. Toplumsal hiyerarşi edebiyat dünyasını da belirliyor.

Pozitif ayrımcılık’ yalnız toplumsal/sosyolojik ve siyasi bir eşitsizliği dile getirmez aynı zaman da kültürel/sanatsal eşitsizliği de dile getirir. Eşitsizliğin giderilmesi için de ‘pozitif ayrımcılık’ önemli bakış zenginliğini içerdiği bilinmelidir.

Kadın şairlerin önü kesilmemeli hatta desteklenmelidir.

Lale Müldür bir röportajında eleştirmenlerin yoğun bir ‘mahalle baskısı’ hissettirdikleri dolaysıyla da şiirinde zorunlu olarak değişiklikler yaptığını itiraf etmişti. Eleştirmenler erkekti ve şiir anlayışlarını dayatmaktaydılar. Oysa Lale Müldür’ün desteklenmesi ve daha özgür bir ortamda şiir üretmesi teşvik edilmeliydi. Lale Müldür modern Türk şiirinde bir kadın şair olarak kanon’dur, ve bunun hakkı er geç teslim edilmelidir. Erkek eleştirmenler kadın şairleri tam anlamıyla anlayabilmeleri zordur hatta olanaksızdır. ‘Kadın duyarlılığı’ sanatsal duyarlılıktan, estetik anlayışlardan farklıdır.

Sanat ve estetik binlerce yıl erkeğin hâkimiyetinde gelişmiştir.

Kadının sanat alanına estetik temelde katkısı modernleşmeyle başlamıştır dolaysıyla erkeklerin bunu anlaması güç. Kavramsallaştırma yalnız teori ile olmuyor ‘zaman’ mefhumu da önemlidir. Kadının toplumsal kazanımı teorilerle değil yaşanmış deneyler üzerinden gerçekleşiyor. Teori sonradan kuruluyor. Oysa pek çok konuda bu tam tersi olmuştur. Kadının toplumsal temsiliyeti sanat ve şiirde de önemlidir. Erkekler bu temsiliyetten sorumludur, sorumlu hissetmelidirler. Kadının kazandığı her temsiliyet geleceğin kurulmasında tahayyül edilmesi zengin bir perspektif sunacaktır.

Şiirin olmazsa olmazı olarak iddia ettiğim ‘duygu, duygusallık/duyarlılık’ veya ‘duygudaşlık/empati’ kadın şairlerimiz açısından avantajı olmuştur. Erkek şairlerimiz de bu eksik kalmıştır. Eksiklik; imge, pırıltılı sözcükler, zekiliği tartışılmaz sentaks, kurgu ve metafor güzellemeleriyle kapatılmaya çalışılmıştır. Oysa erkeklerin bu kadar artistik meziyetli şiirler yazmalarına karşın şiirlerinde ‘duygunun’, ‘empatinin’ eksik bırakıldığı kaygısı artmakta. Eşcinsel şairlerimiz de dâhil bu eksikliği ne yazık ki hissetmekte olduğumuz söylenebilir.

Özellikle şiirlerde kullanılan dile bakıldığında bu eksikliğin ne kadar kulağı ve yüreği tırmaladığı görülür. Pek çok şiir kurduğu dille, dili  ‘şiddet’ in boyunduruğu altına sokar. İster toplumsal eşitsizliği ister ayrımcılığı işlesin, ister aşkı ister sevgiyi ister hüznü veya ayrılık gibi ortak konuları işlesin, bu şiir dili hoyratça ‘şiddet’ e meze olur. Bu nedenle erkek şairlerin şiirleri gün geçtikçe bir birine daha çok benzediğine tanık oluruz. Örnek vermeye gerek yok, çünkü dolaşımda olan şiirlerin ezici çoğunluğu böyle.

Kadın şairlerimizde ‘şiddet’ ya önemsenmeyecek kadar azdır ya da hiç yoktur. Kadın şiirlerinin mısralarına bakın çoğunun ucu açıktır. Dizeler de açık hatta şiirleri sanki bitmeyen bir çığlık gibidir. Oysa erkek şairlerin dizelerine bakın ya bir yargı ya bir ‘şiddet’ vurgusu ya da bir ‘tehdit’ ile son bulur.

Sırf bu nedenle kadın şairlerimiz hep benim ilgimi çekmiştir.

Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki kadın şairlerimiz şiiri erkek şairlerden öğrenmişlerdir. Ancak bu durum 80 sonrası süreçte değişime uğramıştır. İyi bir şair olmak için sanırım erkek şairler kadar kadın şairlerimize bakma zamanı geldi de geçiyor. Şiiri kadın şairlerden de öğrenebiliriz. Umarım bütün erkek şairleri bu gerçeği görür ve daha yüksek sesle dile getirirler. Umarım kadın şairlerimizin şiirimizdeki yerleri, tahtları yeniden belirlenir. Erkek şair arkadaşlarımın bana itiraz ettiklerini duyar gibiyim, ama benim onlara önerim kadın şairlerimizi yeniden okumalarını önermek olacaktır.

Çünkü ben gerçekten de şiiri kadın şairlerden öğrendim. Şiir de duygu yoksa aklın ve zekanın hiç ama hiç önemi yoktur. Ece Ayhan’ın şiiri de bu nedenle dişil’dir.

şiirimiz erkek emzirir abiler’

 

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl