Ana Sayfa Litera ‘Sırça Köşk’te Sabahattin Ali Öykücülüğü

‘Sırça Köşk’te Sabahattin Ali Öykücülüğü

‘Sırça Köşk’te Sabahattin Ali Öykücülüğü

‘Sırça Köşk’ (1947), Sabahattin Ali’nin (1907-1948) 5. ve son öykü kitabı. Kitabın son bölümünde masallara da yer verilmiş. Üçüncü tekilden anlatılan ‘Portakal’ (1944) adlı öykü, bir denizcilik öyküsü. Bu izleği, Sabahattin Ali’nin ilk öykü kitabı olan ‘Değirmen’deki ‘Bir Gemici Hikayesi’nde de görüyoruz. Portakal sandıklarını gemiye yüklemek isteyenler, kaptanı ve diğerlerini ikna etmekte zorlanır. Gemi tıka basa doludur. Sonunda ikna olurlar; sandıklar gemiye yüklenir. Bu maldan sigortayı da kandırarak büyük kârlar elde edeceklerdir.

Üçüncü tekilden anlatılan ‘Beyaz Bir Gemi’ (1945) adlı öyküde, başkişi, daha otuzuna basmamış ressam Tevfik Aravurgun. Ressam, 8 yıl taşrada öğretmenlik yapmış, 6 ay da Fransa’da bulunmuştur. İstanbul’da beyaz bir geminin resmini yapar; sonra da resmi satmak üzere gemiye çıkar. Onun bu yolla para kazanması, başkalarını da harekete geçirecek; niceleri beyaz bir gemi bekleyecektir. Eğlenceli bir öykü…

‘Katil Osman’ (1945) adlı öykü, bir hapishane öyküsü… 25 yaşındaki ‘Katil Osman’ bir berberi bıçaklar. Öykü, Osman’ın yaşam öyküsünü sunuyor. Bitiriş cümlesi etkileyici olan bir öykü:
“Bu dünya böyledir işte, kimi adam öldürdüğü için katil diye anılır, kimi adı katile çıktı diye adam öldürür.” (Ali, 2002, s.223)

Böbrek

‘Böbrek’ (1945) adlı öyküde, Niğde nüfus müdürü Avni Akbulut, böbrek sorunu nedeniyle İstanbul’a gelir, Sirkeci’de bir otelde kalır, doktora gider. Böylece doktorlu hastaneli günleri başlar.

‘Cıgara’ (1945) adlı öykü, Beyoğlu’nda geçiyor. Birinci tekilden anlatılan öyküde, başkişi, çocukların kavgasına tanık oluyor ve müdahale ediyor. Kavganın ‘kız davası’ndan çıktığı anlaşılıyor.

‘Millet Yutmuyor’ (1945) adlı öykü, panayırdaki bir sirkte geçiyor (öyküde ‘tiyatro’ deniyor ama aslında sirk tanımına daha uygun). Çoğunlukla betimlemelerden oluşan, “ortasında bitmiş” izlenimi veren kısa bir öykü… Bu öykü, kitapta yer almasa bir kayıp olmazdı.

Bahtiyar Köpek

‘Bahtiyar Köpek’ (1946) adlı öykünün girişi, Sabahattin Ali’nin toplumsal gerçekçiliğiyle ilgili bir veri olarak kayda değer:
“Niçin hep acı şeyler yazayım? Dostlar, yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar. -Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin?
– diyorlar. -Hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir karış toprak, bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden; cezaevlerinde ruhları kemirile kemirile eriyip gidenlerden; doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu? Hiç olmaz olur mu? Arayıp, bulup görmek lazım. Bunun için de kenarı köşeyi araştırmak istemez. Her şey apaçık ortada, göz önünde. Sade güler yüzlü, bahtiyar insanlar değil, bahtiyar köpekler bile var. Ben de karar verdim, bu sefer açlıktan, ızdıraptan, nefretten değil… rahattan, tokluktan, sevgiden bahsedeceğim.” (Ali, 2002, s.259)

Ali, ‘Bahtiyar Köpek’te bir köşkün her isteği yerine getirilen köpeğini konu alır ve öyküyü, düşünsel olarak girişe bağlayarak bitirir:
“Ah, ben hayvanları çok severim. Bütün canlı mahlukları, hayatı, güzelliği, saadeti severim. Bahtiyar bir köpek bile benim içimi sevinçle dolduruyor. Ben karanlık şeylerden bahsetmek için dünyaya gelmemişim. İçim tatlı, sıcak, neşeli şeyler anlatmak isteğiyle yanıyor.
Hele cümle alem bu köpeğin onda biri kadar rahata kavuşsun, bakın ben bir daha acı şeylerden söz açar mıyım!” (Ali, 2002, s.264-265)

Çilli

Birinci tekilden anlatılan ‘Çilli’ (1947) adlı öykü, İzmir, Kordon’daki bir birahanede geçiyor. Oradaki kızlardan biri, Ali’nin Aydın Ortaokulu’ndan eski bir öğrencisi çıkar. Bir derdi vardır, anlatır ve böylece buralara nasıl düştüğünü de öğrenmiş oluruz. Bir özgüvenli kadın portresi… Başkişi ve anlatılanlar, Ali’nin yaşamına çok yakın oluğundan, bu öykünün bir anıya dayanması yüksek olasılık.

‘Dekolman’ (1947) adlı öykü, hastanede geçiyor; Ali’ye fazlasıyla benzeyen başkişi, doktorlar için çevirmenlik yapıyor. Türk doktorların risk almaktan çekindikleri bir ameliyatı Alman Yahudisi bir doktora yaptıracaklardır. Öykü, sonuyla güldürür.

‘Hakkımızı Yedirmeyiz!’ (1947) adlı öykü, bir tekli konuşmadan (monolog) oluşuyor. Üsküdar, Toptaşı’ndaki hastaneye ambar memuru olarak girmiş olan başkişi, müdürle birlikte zimmetine para geçirme, rüşvet ve yolsuzluk gibi işlere bulaşır ama kimseye belli etmez, idare ederler. Bu öykü de, “ortasında bitmiş” havası veriyor.

Cankurtaran

‘Cankurtaran’ (1947) adlı öyküde, köydeki zorlu bir doğum konu ediliyor. Bir doktor tanıtılıyor. Bu doktor, ‘Yeni Dünya’ kitabındaki ‘Sulfata’ öyküsündekilerden tümüyle farklı. Oradaki doktorlar umursamazdı; köylüye yardımcı olmuyorlardı. ‘Cankurtaran’daki doktor ise, yardımsever, iyilik timsali bir kişilik. Fakat bu nedenle, hakkında hepsi yalan olan dedikodular yayılıyor. Küçük yerde iyi olmak da suç… Kendi kazancına engel olduğu için, bakanlık kanalıyla bu iyi doktoru kadın doğumdan men ettiren kadın doğumcu, böyle kutsal olan doğum gibi bir olayda bile kötülükte sınır tanımayacaktır. Kimsenin mutlu olamayacağı bir son, onları bekleyecektir.

Çirkince (Şirince)

Birinci tekil kişiden anlatılan ‘Çirkince’ (1947) adlı öykü, Selçuk’ta, Efes harabelerinde geçiyor. Ali’ye çok benzeyen başkişi, vakit geçirmek için ‘Çirkince’ köyüne (bugünkü Şirince) gider. Küçükken buraya gelmiştir; o zamanlar, kasaba olan Çirkince’nin en iyi zamanlarıdır. Sakinlerinin neredeyse tümü Rum’dur. Bu arada, ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya kitabının başkişisi de Şirinceli bir Rum’dur (ki kitap, gerçek bir yaşam öyküsüne dayanır). Sabahattin Ali’yle o kitabın başkişisinin yolları ilginç bir biçimde kesişmiş oluyor. Ali, Şirince’ye gittiğinde, bir harabeyle karşılaşır: 800 haneli kasaba gitmiş, yerine 50 aileyi geçmeyen bir yıkıntı kalmıştır. Evler ‘namussuz gavurlar’ın sakladıkları düşünülen paracıkları bulmak için didik didik deşilmiştir. 50 yıldır orada yaşayan Giritli kahveci, Ali’yi anımsayacak; Ali’nin yaptığının tersine, Şirince’nin yıkımının sınıfsal bir çözümlemesini sunacaktır.

‘Kurtla Kuzu’ adlı öyküde, işkenceden yeni çıkmış olan Rifat’la tanışıyoruz. Rifat, bir bakar ki, işkenceye dayanamayıp aleyhinde ifade veren tanımadığı genç kız (Sevim) da aynı sıralarda serbest kalmıştır. Sohbet eder, evlerine birlikte giderler. İşkenceyi konu alan ve işkencecileri çözümleyen cesur bir öykü. Bugün de güncelliğini koruyor.

Masallar

‘Bir Aşk Masalı’ (1946) adlı masalda, bir ülkeyi bir kadın yönetmektedir. Melike, halkı dertli gördükçe dertlenirmiş. Bu nedenle, her derdi olanın yardımına koşarmış. Birgün hüzünlü görüntülü bir derviş çıkagelir. Olaylar gelişir. Bu masal, erkeklerin yönettiği bir ülkede de geçebilirdi. Belki de, Ali, kadınların toplumsal yaşama katılımını desteklemek amacıyla, böyle bir masal yazmıştı ya da masalı böyle yazmıştı.

‘Devlerin Ölümü’ adlı masaldaki devler dinozorlardır. Ali, ‘Devlerin Ölümü’nde doğa tarihinin bir bölümünü masallaştırıyor ve anlaşılır bir anlatıya dönüştürüyor.

‘Koyun Masalı’ (1946) adlı masal, simgesel bir uyarlık (itaat) ve uymazlık (itaatsizlik) anlatısı. Koyunlar, sonunda, başlarında çoban olmadan da köpek olmadan da yaşamayı öğreneceklerdir. Bu, pahalıya mal olsa da durum bu olacaktır. Usta işi bir masal. Önerilir.

‘Sırça Köşk’ (1945) adlı masal, simgesel bir sömürü ve başkaldırı anlatısı. Sarayları kandırılmış halk yapar. Sarayın harcamaları sürekli artarak halk üzerinde bir sömürü ve baskı simgesine dönüşür. Halk, gerekirse sarayı yıkabilecek güce de sahiptir. Ancak gücünün farkında değildir. Er geç gücünün farkına varacak, saraylar tuz buz olacaktır. Aynı biçimde, usta işi bir masal. Önerilir.

Sonuç

‘Sırça Köşk’, Sabahattin Ali öykücülüğü açısından beklenmedik birtakım özelliklerle dolu. Bir kere, hapislik ve köylülük, Ali’nin öykücülüğünün temel esin kaynaklarından ikisi olmaktan çıkıyor. Bu kitapta, yalnızca tek bir öykü (‘Katil Osman’) hapislikten esinleniyor. Aynı biçimde, köy ve köylülük (Şirince’yle ilgili öyküyü saymazsak) yalnızca tek bir öykünün (‘Cankurtaran’) esin kaynağı oluyor. Ali, bu kitapta, daha çok kendi yaşantısına ve anılarına dayanarak birinci tekil anlatımı yeğliyor (örneğin, ‘Cıgara’, ‘Millet Yutmuyor’, ‘Bahtiyar Köpek’, ‘Çilli’, ‘Dekolman’ ve ‘Çirkince’. Ayrıca, ‘Kurtla Kuzu’nun kendi yaşantısından hareket etmiş olması da yüksek olasılık). Bu, belki, yaşının ilerlemesinden ve böylece yıllar içinde öykülendirmeye değecek anılar biriktirmesinden kaynaklanıyor olabilir…

Bunların dışında, kitapta yer alan masallar, Sabahattin Ali anlatıcılığı için önemli bir sıçrama noktası. Özellikle simgesel masallarda (‘Koyun Masalı’ ve ‘Sırça Köşk’) ustalığını konuşturuyor. Daha uzun yaşamasına izin verilseydi, herhalde daha çok masal yazacaktı. Bunun dışında, ‘Beyaz Bir Gemi’ keyifle okunan bir öykü… Ustanın bu son öykü kitabında, ileride ne tür bir yazım biçemine yöneleceğini az çok seziyoruz… Fakat ne yazık ki daha fazla yazması mümkün olamadı…

 

Kaynakça

Sabahattin Ali (2002). Bütün Öyküleri 2: Yeni Dünya, Sırça Köşk, Esirler (Oyun). İstanbul: YKY.

ulasbasar@gmail.com

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl