Ana Sayfa Art-izan Sokak Sanatçıları Billboardları İşgal mi Etti?

Sokak Sanatçıları Billboardları İşgal mi Etti?

Sokak Sanatçıları Billboardları İşgal mi Etti?

Çağdaş Sanat Açıkhavada” ve “Tutkulu Eller Açıkhavada” Başlıklı Projeler Üzerine

İlk Karşılaşma

Ankara’da, şehrin sakinliğinde seyreden, sıradan bir gün. Şehir hatları otobüsüyle Söğütözü tarafından Kızılay’a doğru gidiyorum. Kafamda gündelik telaşelere dair türlü düşünce… Bakışlarım otobüsün camından dışarıya yönelmiş durumda, ancak dışarıya dikkatlice bakmıyorum, ki zaten, baktığım yerde görüp görebileceğim, her gün rastladığım, gri devlet dairesi binaları, alışveriş merkezleri veyahut da açık hava reklamlarından öte bir şey olmayacak. Yolculuk boyunca sokaklara düşüncelerimin arkasından isteksizce bakarken, açık hava reklamlarının sunulduğu billboard’ lardan birinde gördüğüm bir grafik tasarım beni bir anda tüm düşüncelerimden uyandırdı. Tasarımın yukarı kısmında “Muhafaza Eder” diye bir slogan ve aşağı kısmında ise, bir çifti ifade eden bir çizim vardı. ‘Bu çalışmada aile kurumuna dair bir eleştiri var’ diye düşündüm. Öte yandan, yalnızca evlilik ve bebek endüstrilerinin ne denli geniş ve kapsamlı olduğunu düşünmek dahi, aile kurumunun ticari bakımdan çoğu şirket için merkezi konumunu ve dolayısı ile herhangi bir şirketin ‘kutsal aile’yi bir açık hava reklamında eleştirmeyeceğini düşünmeye yeterdi. Kafamdaki düşüncelerden bir anda silkindim ve şunu düşünerek heyecanlandım: ‘Acaba sokak sanatçıları billboard’ ları işgal mi etmişti?’

2006 – 2008 yılları arasında, sonrasında “İstanbul Baskısı” adlı kişisel fotoğraf sergim altında topladığım, İstanbul’daki ‘stencil graffiti’ kültürüne dair bir dizi belgesel fotoğraf çekmiştim. İstanbul’u semt semt gezip, bu çalışmaların peşine düşmüştüm. İşte otobüste giderken gördüğüm, billboard’ daki eleştirel çalışma da bende benzer bir merak uyandırdı. Takip eden günlerde yaptığım otobüs yolculuklarında, evvelden ‘ruh bulandırıcı’ bulduğum için yüz vermediğim reklam panolarına artık pür dikkat bakar olmuştum. İlk karşılaştığım tasarıma benzer çalışmalar Ankara sokaklarının muhtelif yerlerindeki billboard’ larda reklamların arasından ‘Ben bir reklam değil, başka bir dert anlatıyorum!’ diyerek el sallıyordu.

Tanışma

Sonradan öğrendim ki, bu çalışmalar sokak sanatçılarının işleri değil, online çağdaş sanat platformu Artnivo.com’un “Çağdaş Sanat Açıkhavada” adlı projesinin devamı niteliğindeki, “Tutkulu Eller Açıkhavada” projesinden çalışmalarmış. Ne yalan söyleyeyim, bu çalışmaların sokak sanatçılarının işleri olmadığını öğrendiğimde, ilk baştaki heyecanım söndü, ancak sonrasında, zihnimde beliren sorularla yeniden heyecanlandım. ‘Şimdi acaba ‘canım çağdaş sanat’ pek bir bunalmış ve açık havaya ondan mı çıkarılmıştı?’, ‘Peki, ancak tüketim kültürünün insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini eleştirmesi beklenebilecek sanat yapıtlarının, insanları tüketime sevk eden reklamların arasında işi neydi?’, ‘Sanatın sunumu için neden billboard’ lar seçilmişti?’.

Bu sorularıma yanıt bulmak için Artnivo.com’da direktör olarak görev alan Özge İnal, “Çağdaş Sanat Açıkhavada” projesinin ilk sergisinden sanatçı Çağrı Saray, projenin ikinci sergisi, “İnsan Eli Değmiş Gibi”den, sanatçılar Sibel Diker ve Özlem Demirel, hem bu ikinci sergi hem de projenin ikinci ayağı olan ve Türk afiş ve grafik sanatının öncülerinden İhap Hulusi Görey’in 119. doğum yılı anısına düzenlenen ve onun eserlerinin çağdaş sanatçılarca yeniden yorumlanması ile şekillenen “Tutkulu Eller Açıkhavada” başlıklı sergide yer alan sanatçı Basako, yine projenin bu ikinci ayağında çalışmaları sergilenen sanatçılar Didem Dayı ve Sinem Karaduman ve ‘‘Tutkulu Eller Açıkhavada’’ sergisinin fikir sahibi, gazeteci, reklamcı ve yayıncı Ender Merter ile görüştük.

Ender Merter

Çağdaş sanat galeri ve online platformlarda çok mu bunalmıştı ve çağdaş sanatı açık havaya çıkarma projesi nasıl doğdu?

Özge İnal: Biz ‘Artnivo.com’ adı altında online bir platform olarak başladık yolculuğumuza. Yalnızca dört duvar arasında kalmayıp online’da var olmak bizi dinamik kılıyor. Billboard projesi doğduğunda da yine aynı şeyi hissettik. Galeri ortamında belli bir kesimle iletişime geçebiliyorken, sokaktayken sanatı herkesin ulaşabileceği bir noktaya taşımış oluyoruz ve bu, bizim için daha tatmin edici oluyor. Bir sene önce “Çağdaş Sanat Açıkhavada” projesi hayata geçti. Bilboardlar’ da bir sergi yapmak istemiştik, Stroer’ e ulaştık. Onlar da benzer biçimde billboard’ larda bir sanat projesi yapmak istiyordu ve isteklerimiz kesişti diyebilirim. Böylece Artnivo sanatçılarıyla sergiler düzenlemeye başladık. “Açıkhavada Çağdaş Sanat” dahilinde iki sergi gerçekleştirdik. Bu iki sergiyi gerçekleştirdikten sonra, Ender Merter ve Ayhan Tezcan ile görüşmelerimiz sürecinde “Tutkulu Eller Açıkhavada” projesi gündeme geldi. Ender ve Ayhan Bey İhap Hulusi’nin eserleri üzerinden bir proje yapmayı önerdi. Biliyorsun Ender Merter İhap Hulusi’nin tüm tasarımlarının koleksiyonuna sahip ve bütün bu eserleri de Cumhuriyet Müzesi’nde sergiliyor. Müzenin bir bölümünde tüm çalışmalar bir arada görülebiliyor ve bu hepimiz için İhap Hulusi’yi anlamak adına çok değerli.

Sergilenen eserlerin üzerinde yahut çevrelerinde, çalışmaların sanat eseri olduğunu ifade eden bilgiler verme noktasında yoğun tartışmalar olmuş. Bu konunun her iki proje için önemi neydi?

Özge İnal: Bu fikir üzerinde çok düşündük; çünkü ismin olması ya da olmaması projenin yolunu da değiştiren bir durumdu. İsim olmamasının avantajı şu olabilirdi; bir sanatçıyı yahut bir galeriyi bilme ve takip etme gereği duymadan, üzerinde herhangi bir baskı olmadan yalnızca o eserle karşılaşabiliyor izleyiciler ve böylece eserler yoruma daha açık oluyor. ‘Bu bir sanat eseri mi?’, ‘Reklam serisinin teaser’ı mı?’, ‘İllegal bir yerleştirme mi?’ benzeri sorular ve heyecanlar yaratan tarafı var aslında hiçbir bilgi koymamanın. Sanatçılarımız ve kimi sanatseverlerle görüştük ve en iyi yolun isim koymak olduğuna karar verdik. İzleyiciyi haritasız bırakmak istemedik.

Özge İnal

Galeri yahut online ortamlara alternatif olarak bir kamusal alan olarak açık hava mecrasında çağdaş sanat eserlerinin sergilenmesi sizler için ne ifade ediyor?

Özge İnal: Kamusal alanda olmak, billboard’ larda olmak, herkese ulaşabiliyor olmak aslında temel nokta (projenin her iki ayağına işaret ederek).

Didem Dayı: Öncelikle izleyici kitlesine doğrudan ulaşmak anlamına geliyor ki bence oldukça değerli. Umulmadık bir karşılaşma ve büyük bir görünürlük şansı diyebilirim.

Sibel Diker: İşlerimin genelinde şehrin dokusu ve şehir kavramı baskın olduğu için, çalışmalarımın galeri dışında, yani kamusal alanda yer almasının -ve tabii projemi ona göre tasarlamamla birlikte- çalışmalarıma, okunurluk açısından, farklı bir boyut kazandırabileceğini düşünüyorum. Şehrin billboard’ larında görmeye alıştığımız iddialı rezidans ve konut reklamlarına karşıt olarak, beyaz bir fonda yer alan ve yalnızca doğa ve özellikle de bitki görselleri kullanmayı seçtim. Teknik açıdan bakıldığında ise, galeriler ve çeşitli kamusal alanların sunabileceği olanak veya kısıtlamalar birbirinden çok farklı. Mekânsal bu olgunun, sergiyi, sergileme biçimini ve dolayısıyla çalışmaların kendisini oldukça etkileyebileceğini düşünüyorum. Daha alışılagelmiş sergi alanlarında (müze, galeri, sanat merkezi vb.) kendi iradenizle bir sergiyi gezme ve dolayısıyla buna zaman ayırmış olmayla, sokakta bir yerden bir yere giderken tesadüfen rastladığınız bir sanat eserini görme arasındaki ayrım en başta gelen farktır bana kalırsa.

Basako: Kamusal alanda işlerimin sergilenmesini çok değerli buluyorum. Bu şekilde işler birçok insanla buluşuyor. Her mecranın kendi dinamiği olduğuna inanıyorum. Galeriye gelen izleyicinin emeği ayrı, online’ın rahat ulaşılabilirliği ve hızı ayrı. Kamusal alan ise, belki kendini sanata mesafeli hisseden birçok insanın sanata biraz daha yaklaşmasını sağladığı için özel ve daha yoğun kullanılması gereken bir mecra.

Basako

Çağrı Saray: Kamusallık ve kamusal alan Türkiye’de oldukça tartışmalı konular; özellikle Gezi’den sonra kamusallık üzerine farklı bir tartışma alanı da açılmış oldu. Bu meseleye odaklanan iki önceki İstanbul Bienali’nin sürecini de hep birlikte gördük. Kamusal alan pratikleri ve kamusal sanat elbette çok değerli ve güçlü mecralar; öte yandan, 2000’lerde bu alanda gerçekleştirilmiş sergiler-pratikler olsa da, Türkiye için halen oldukça yeni. Diğer yandan da, Türkiye’deki sansür mekanizmasından dolayı kamusal alandaki sanat uygulamaları oldukça riskli. Ben kamusal alanda üretim yaparken iki temel sorunsal üzerine yoğunlaşmaya çalıştım; ilki, sergilenen işin mekana özgü olması -yani işin özel olarak bir billboard veya yine özel olarak bir meydan için üretilmiş olmasını kastediyorum- ya da diğer bir yöntemle, farklı bir mecrada sergilenmesi düşünülerek kurgulanmış bir işin kamusal sanat işi haline nasıl dönüştürüldüğüne dair sorunsal. İkincisi ise, işin kolektif bir hafızayla nasıl ilişki kurduğuna ilişkin. Her mekânın, sokağın, meydanın bir belleği var ve kamusal sanat bir galeri mekânının kamusallığından bambaşka bir şey. Artnivo için kurguladığım çalışmalarımda işte bu hususlara dikkat etmeye çalıştım. Online ortamlarda gerçekleştirilen üretimlere ya da online sergilere de bakışım aynı düzlemde. Bir beyaz küpte sergilenebilecek işlerin neden online olarak gösterildiğine çok anlam veremiyorum; bu, galeri ve kurumların mekan sorununa ilişkin bir çözüm olarak düşünülmemeli. Medium’u ve mecrası sanal ortam olan bir işin online gösterimi ise elbette mümkün ve tutarlı.

Özlem Demirel: Kamusal alanda bir mekânda çalışmalarımı sergilemek benim için büyük önem taşıyor; çünkü çalışmalarım bu mecra sayesinde çok sayıda insana ulaşıyor. Yaşamın koşturmacasına kendini kaptıran, galeriye gitmek isteyip de vakit bulamayan veya galeriye gitme imkânı olmayan insanlara “Çağdaş Sanat Açıkhavada” projesi vasıtasıyla erişebilmek benim için mutluluk verici.

Sinem Karaduman: İşleri galeri, müze vb. mekânlardan çıkarıp sokakla buluşturma fikri benim için projenin en keyifli tarafıydı. İnsanların gündelik koşuşturmaları arasında, reklam afişleri görmeye alışkın olduğu yüzeylerde sanat eserleriyle karşılaşabilmelerini çok önemli buluyorum. Bizim toplumumuzda bugün halen devam eden sanata karşı mesafeli duruşu kırmak için çok etkili bir girişim olduğunu düşünüyorum.

Sanatçılar halen, sanatın halkla buluşmasının belli bir toplumsal dönüşüme hizmet edeceğine dair umuda ve safi duygulara sahip mi, yoksa sanat sektörleşti ve sanatçılar daha çok ticari kaygı ile mi üretim vermeye başladı?

Didem Dayı: Sanatın sektörleştiği ve artık bir piyasa olduğu bir gerçek, ama düşündüğümüzde tarihte de böyle olduğu dönemler var ve buna rağmen sanatın dönüştürücü gücünün yadsınamayacağı görüşündeyim. Yaratıcılığını, yeteneklerini, bilgisini toplumsal fayda uğruna kullanan birçok sanatçı ve tasarımcı var.

Sibel Diker

Sibel Diker: Açıkçası sanatı halkla buluşturma projelerinin geneli, çoğu zaman, bir nevi ütopik gelmiştir bana. Şöyle ki, kamusal alanlarda sanat projeleri dünyada ve Türkiye’de yeni değil ve bu çabanın çoğu zaman gölgede kalmış veya gelişmekte olan semtlerde yer alması bir süredir var olan ve oturmuş sosyal, ekonomik veya siyasi tutukluklar olduğuna işarettir. Sanatı bir süreliğine galerilerden ‘taşımak’ ve ancak belli bir süreliğine görünür kılmak bu sorunları hafifletmez elbette. Sanat piyasası açısından bakıldığında ise, galeri sergilerine nazaran bu tür sergilerin genelde statüsü belirsiz veya zayıftır. Ancak bana göre, bu tür eylemlerin var olması kesinlikle gerekli. Şahsen sanatın hayatla yakın bir bağı olduğunu düşünüyorum ve gerçek şu ki her alanda geçerli olduğu gibi ekonomiye de bağlıdır. Çalışmaları sokaklara taşıyarak sosyal, sosyolojik ve siyasi anlamda sanatı çok katmanlı bir hale gelebilmesinin yanı sıra, bu bağların görünür olması için bazen en uygun yol kamusal alana taşımak olabiliyor.

Özlem Demirel: Sanatın halkla buluşmasının belli bir toplumsal dönüşüme hizmet edeceğine kesinlikle inanıyorum. Zaten sanat son otuz, kırk yıldır daha önce hiç olmadığı kadar kent ve kamusal mekân algısı ve izleyicinin katılımıyla ilgilenmekte. Yurtdışında son yıllarda yapılan enstalasyonlarda da bunun örneklerini görüyoruz. Buna örnek olarak ünlü sanatçı Ai Weiwei’nin mülteci sorununa dikkat çekmek amacıyla 14.000 adet can yeleği kullanarak ürettiği enstalasyon çalışmasını gösterebiliriz. Sanatının Midilli Adası’ndan topladığı can yeleklerini Berlin’deki Konzerthaus’un girişinde bulunan sütunlara bağlayarak “Cinema for Peace” etkinliğinin gala gecesinde gerçekleştirdiği bu enstalasyon, Ege Denizi’ni aşmaya çalışan mültecilerin dramına dikkat çekmişti. Yine bir başka örnek olarak, küresel ısınmaya dikkat çekmek amacıyla Olafur Eliasson’un İzlanda’nın en büyük buzulu Vatnajökull‘den kopmuş buz parçalarını MoMA’da sergilemesini gösterebiliriz. Son yıllarda yapılan bu enstalasyonlarda ve sanatın gittikçe dış mekâna açılması düşüncesinin kaynağında bir toplumsal hareketlilik hali var. Tüm sanatçılar bir toplumsal amaca hizmet ediyor diye bir iddiada bulunamam, elbette ticari amaç kaygısı ile çalışan sanatçılar da var. Benim önceliğim, yaptığım işlerin ve kamusal alanlarda sergilediğim çalışmaların sadece hoş ve estetik bir sürpriz olmanın ötesinde, insanlarışündürmeleri ve onların her gün gördüklerine farklı şekilde bakabilmelerini sağlaması.

Sinem Karaduman: Bireysel olarak sanatın toplumsal bir dönüşüme hizmet etmesi gerektiğini düşünmüyorum. Sektörleşme ve ticari kaygılarla eser üretimi elbette bir sorun olarak görülebilir fakat genel anlamda bu durumun sanatın niteliğini değiştireceğine ya da toplumla olan bağını etkileyeceğine inanmıyorum.

Basako: Tüm sanatçılar adına konuşmam doğru olmaz ama ben bu safi duyguları hala taşıyorum. İnsanların ilgisini çektiğini, yakınlaşmak ve anlamak istediklerini görüyorum. Tabii biliyoruz ki ilgi ile yaklaşanlar olduğu kadar, korkanlar, direnç gösterenler ve hatta tahrip edenler de oluyor. Tarih boyunca farklı sanatçılar farklı motivasyonlarla üretim yapmışlardır; kimi meselesini, kimi egosunu, kimi duygularını ortaya koymuştur, kimi de siparişle iş yapmıştır. Ama tüm nedenlerin ötesinde tek olan, ortaya çıkan eserdir.

Çağrı Saray

Çağrı Saray: Kişisel olarak sanatın halkla buluşmasının belli bir toplumsal dönüşüme hizmet edeceğine dair umut taşıyorum elbette. Çünkü tüm sergi mekanları da belli ölçüde kamusallık taşır, bu dönüşüme dair umut yoksa zaten sanata neden ihtiyaç olsun?. Fakat bunun için doğru koşullar gerekli. Siyasi iklimin her daim bu denli yakıcı olduğu bir ortamda toplumun hak ve özgürlüklerine dair temel gereksinimlerinin yanında sanat işiyle kurdukları ilişki başlı başına bir sorunsal. Toplumdaki bir birey her gün bombaların patladığı bir yerde bir anıt heykelle ya da billboard’ daki bir görselle ne ölçüde ilgilenir? Kamusal alanda üretim yapabilmek için bu konuların gözden geçirilmesi kaçınılmaz. Fakat evet, umudum var.

Diğer sorunun cevabı ise; elbette sanatçıların birçoğu ticari kaygı taşıyor, bu doğal bir süreç; sektör büyüdükçe ve bu alanda dolaşıma geçen para büyüdükçe sanatçıların birçoğu da buna kayıtsız kalamıyor ve bu da üretimlerini ve duruşlarını doğrudan etkiliyor. Geri dönüp baktığımızda koca bir sanat tarihi var, süreç bugün de farklı gelişmiyor ve en azından görünen bu. Sonuçta, herkes kendisinden mesul.

Ender Merter: Ne yazık ki katılıyorum size. Bugün bir öğrencimin doktora tezinde benzer bir paragraf vardı. Günümüzün ekonomik koşulları, teknolojik gelişmeler özgünlük ve özgürlük kapsamında işi ticarileştiriyor. Çünkü siyasi anlayışımız ve politikalarımızda çağdaş sanata bakış kısıtlı. Bu durumda da, günün sonunda evine ekmek götürecek sanatçı, piyasa koşullarına uyum sağlamak zorunda kalıyor. Hiç yoktan iyi, bunları da aramayalım da (gülerek).

Reklam faaliyetleri için kullanılan ‘billboard’ larda sanat eserlerinin sergilenmesi, size göre, sanatın temel misyonu bakımından bir çelişki yaratıyor mu?

Özge İnal: Billboard panoları, baskı alıp üzerine yerleştirebileceğiniz bir alan. Bu panoların şehrin her yerinde var olmaları da bütün şehre yayılabilmemizi sağlıyor. Temelde, bu sebeplerden ötürü reklam panolarını kullandık. Kamusal alanda otobüslere ya da vapurlara da yerleştirme yapabilirsiniz ama düz bir zemin olması bizim için tercih sebebiydi. Açıkçası, reklam panolarında sanat göstermenin çok zor bir durum olabileceğini biliyorduk. Marka ve ürünlerin tanıtımı için ayrılmış billboard’ lar ile yan yana durmak, reklam görmeye alışmış gözlere sanatçılarımızın çalışmalarını göstermek cesaret gerektirdi. Sanatçılarımız üretimlerinde sokağa da işler yapıyorlar, ancak bu proje aracılığıyla legal olarak billboard’ larda çalışmalarını gösterebildiler. Bununla birlikte, sokağa iş yaptığınızda, o iş ertesi gün silinebilir ve o işi kendi adınızla uzun bir süre sergileyemezsiniz. Bilboard’ larda ise, çalışmalar, sanatçıların kendi isimleriyle uzun süre kalabiliyor. Bu, sanatçılar için çok daha rahat bir yol oldu diyebilirim. Sanatçılarımızla projenin başında konuşurken, reklamın olduğu mecrada, reklamı eleştirmeyi istediklerini söylediler. Evet, çok riskli bir alan reklam alanında başka bir şey göstermek ama, diğer yandan da, serginin niteliğini sanatçıların çalışmaları belirliyor.

Didem Dayı

Ender Merter: 80 kuşağı olarak, idealist ve muhalif olmayı severiz biz zaten. Tarihsel süreçte mağara duvarlarında başlayan açık hava iletişimi; sandviç man, fıstıkçılar ve günümüz billboard’ ları… Bununla birlikte, kültür-sanat da bir reklam mecrası. Günümüzde bu duruma çelişki gibi değil, bir sinerji olarak bakmak lazım.

Didem Dayı: İhap Hulusi’nin üretimleri aslında zaten kamusal alana ait. İlaveten, reklam ve tanıtım faaliyetleri için ürettiği görüntüleri tekrar kullanmak aslında bir tür hafıza yenileme de sayılabilir. Modern sanat tarihinde reklam mecralarının kullanıldığı örneklerle karşılaşıyoruz. Bunu çelişkili bir durum olarak görmüyorum ve hatta bu durum, bazı işler için avantajlı bile sayılabilir. Özellikle belli bir toplumsal dönüşüme hizmet edeceğine inandığınız sanat yapıtının bu şekilde kamusal alanda görünür olması kuşkusuz onu daha güçlü kılıyor. Bir tür karşı işgal de diyebiliriz bu duruma ve ayrıca tasarımcı olarak geçmiş reklamcılık deneyimimle de birleştirdiğimde kendi adıma oldukça avantajlı bir pozisyonda üretim yaptığımı söyleyebilirim.

Sibel Diker: Bana ayrılan alanı her zamanki kullanımının dışına nasıl taşırım diye düşünmeme sebep oldu. Ve bir sanatçı için bu, gerçek bir fırsata dönüşebilirdi. İster istemez muhalif bir duruş taşıyor ancak çalışmalarımın düz ve basit bir anlayışla aykırılık yaratmamasını tercih ettim. Öncelikle, çalışmalarımla nasıl bir bağlantı kurabileceğimi gözlemlemem gerekti. Yukarıda sözünü ettiğim gibi, işlerimin geneli, şehrin yapısı ve bununla ilişkili olarak şehrin dokusu üzerine kuruludur. Daha öncesinde gerçekleştirdiğim bir yerleştirmenin bir nevi devamı olan ve üç fotoğraftan oluşan bir seri düşündüm. Bilboard alanını, buruşturulmuş kağıt üzerinde, gerçek dışı olmayan ve iddiasız bitki detayları olan görseller kullanarak değerlendirmeyi seçtim.

Basako: Temelinde sanatçılar için zaten sanat üretimini, sanat piyasası ve kapitalden ayırmak çok güç ve sıkıntılı. Birçok zaman ruhunuzu kattığınız işlerin bir ‘meta’ya dönüşmesine tanık oluyorsunuz. Bunların denklemlerini çözmeye çalışmak yıpratıcı ve içinden çıkılmaz bir probleme dönüşebiliyor. Hatta üretime bile küstürebiliyor. Bahsettiğiniz çelişkiyi çok iyi anlıyorum ve tabii ki bende bunun farkındayım. Ama bir yandan da vakti zamanında reklam ajanslarında çalışmış bir grafik tasarımcı olarak, o mecraların pahalı mecralar olduklarını ve markaların buralarda boy göstermek için ilgili kurumlara büyük paralar yatırdıklarını da biliyorum. Bir sanatçı olarak, sözümü böyle kamuya açık mecralarda söyleyebilmek bana kendimi iyi hissettiriyor. Bu mecraların bu projelere açılmış olmasının nedeni ne olursa olsun, burası insanlarla buluşmak için bence doğru bir nokta. Onun için sağında solunda hangi reklam olduğun gerçeğini bir kenara koyup, sözümü söyleyeceğim kendi alanımı en iyi şekilde değerlendirmeye bakıyorum açıkçası.

Çağrı Saray: Bu tabii ki önemli bir konu. Arkasında özel sermayenin olduğu her projede bunu tekrar gözden geçiriyorum. Fakat şöyle düşünelim; örneğin billboard’ ları kullanmak istiyorsunuz, bunun için ya belediyelerden billboard’ ların kullanımına dair izin alırsınız, ki bu devlet desteğidir ya da özel sektör desteği alırsınız, ki bu da bir tür sponsorluktur. Birini ‘temiz’ diğerini ise ‘kirli’ bir yöntem olarak tanımlamak doğru olmaz. İlişkiye geçtiğiniz her iki mecranın da üretiminizi kısıtlayan tarafları vardır. Eğer illegal olarak ya da gerilla yöntemiyle bu alanları kullanmayı düşünmüyorsanız, bu iki yöntemden birini tercih etmek durumundasınız ya da billboard kullanımını tamamen unutun. Diğer yandan reklam, iletişimin bir parçası. Evet, çelişkili gibi görünüyor, fakat mesele bu çelişkiyi nasıl dönüştürdüğünüz ve bu ilişki biçimini nasıl kurguladığınızdır.

Özlem Demirel: Kamuyla sanatı buluşturmanın muhalif bir duruş taşıdığını düşünmüyorum. Kamusal alandaki sanatın sosyo-kültürel paylaşım sorunlarının çözümü için bir araç olduğunu düşünüyorum. Reklam faaliyetleri icin kullanılan billboard’ larda çalışmalarımı sergilemek bana bir mekana bağlı kalmaksızın, şehrin değişik yerlerinde halkla çalışmalarımı buluşturabilme imkanı sağladı.

Sinem Karaduman: Sanat üretimi başlı başına muhalif bir tavır taşıyor içinde zaten. Fakat bu projeyle sanata ayrılan steril alanların dışına çıkabilmenin de ayrıca dikkat çekici bir tarafı olduğuna katılıyorum. “Çağdaş Sanat Açıkhavada” projesi de zaten tam olarak bu çelişkiden besleniyor ve o nedenle bu kadar etkileyici bence.

Sanatı steril ortamlardan çıkarıp açık hava alanında kamuyla buluşturmak, özde muhalif bir duruş bana kalırsa. Sanatın böyle bir duruşu varken, sanat ve sponsorluk ilişkisi de, projenin reklam panolarında sergilenmesine benzer başka bir çelişki gibi geliyor bana. Bu ilişkiye dair ne düşünüyorsunuz?

Özge İnal: Bakıldığında bütün sanat festivalleri ve bienallerin sponsoru var, çünkü başka türlü ilerlenemiyor. Sanatın ve sanatçıların varlığını devam ettirmesi için birilerinin destek olması gerekiyor. Bizim çalıştığımız sanatçılar bizi tercih ediyorlar, çünkü burada da sponsorluk ilişkisine benzer bir ilişki var. Bu projede Şişli Belediyesi ve Stroer bize billboard’ larını veriyor. Fonlarla da yürüyebilirdi belki, ancak onun dışında sanatçıların kendi imkânlarıyla billboard’ lara işlerini yerleştirmeleri maddi açıdan çok da mümkün gözükmüyor. Bir fon almadıkları için belki bu şekilde ilerlemek onlar için de avantajlı.

Çağrı Saray: Eğer bir markanın sponsorluğu söz konusu ise, bu sponsorun arkasında nasıl bir sermayenin olduğunu göz önünde bulundurursunuz ve bu sponsorluğun sergilenen işlerin ve projenin önüne geçip geçmediğini değerlendirirsiniz. Sizin için uygunsa bunu kabul edersiniz ya da etmezsiniz.

Çağdaş Sanat Açıkhavada” projesinin sergi konuları nasıl seçildi?

Hazırlık sürecinde sanatçılarımıza billboard’ larda ne yapmak istediklerini sorduk; onları kısıtlamadan ve herhangi bir tema altında birleşmeye zorlamadan. Bunun üzerine onlar da billboard’ lara özgü yeni işler ürettiler.

Çağdaş Sanat Açıkhavada” projesinin ilk sergisinde, içinde yaşanılan doğayı, kenti ve insanını anlamlandırma, kopyalama, başka bir mecraya aktarma ve müdahale ederek anlamını değiştirme arayışına dair bir vurgu var. Tüm bunlar neden önemli?

Özge İnal: Çağdaş Sanat Açıkhavada projesinin ilk sergisinde Ali Şentürk, Alper Aydın, Can Akgümüş, Çağrı Saray, Öykü Ersoy ve Türkay Çotuk yer aldı. Bu sergideki sanatçılar kentte, doğaya ve insana dair izlenimlerini ve müdahalelerini üretimlerinde kullandılar. Örneğin Alper Aydın arazi sanatı üzerine çalışmalarını yapan bir sanatçı ve bu projede sergilediği işler Ordu’da bir arazi üzerine insan yapımı halı ve branda ile müdahale ederek gerçekleşti. Fotoğraflarda gördüğümüz arazi çalışmasının foto-dokümantasyonu.

Çağrı Saray: Sanat zaten toplumsal olana ‘müdahale’ eder demeyelim, ancak toplumsal olanla ilişki kurar. Daha evvel de belirttiğim gibi, sanat mekânlarının hatta galerilerin de kamusal mekanlar olduğunu unutmayalım. Sanatın kenti ya da dünyayı şekillendirmeye dair ütopyası bir yana, kente dair olan, ortak yaşam alanlarımızla sanat işi arasındaki ilişkisellik bugünün sanatını tarif eden unsurlardan biridir. Öte yandan bir sanat nesnesini kentin organik bir parçası olarak düşünebileceğimiz öneriler veya bizzat kent üzerine ya da kentin dönüştürülmesine dair öneriler geliştirmek mümkündür. Bu pratiklere ilişkin yurtdışında çok sayıda örnek var.

Çağdaş Sanat Açıkhavada” projesinin ikinci sergisi, “İnsan Eli Değmiş Gibi” nin teması bana şu soruları sorduruyor: ‘İnsanların artık doğaya olduğu haliyle değil yeni bir estetik algı ile baktığına dair sanat yoluyla bir tartışma açmak / düşündürmek bugün neden önemli?’ ve ayrıca, ‘Estetik algının değişmesi toplumsal yaşamda neyi nasıl dönüştürüyor?

Özge İnal: “İnsan Eli Değmiş Gibi” başlıklı sergide, Sibel Diker, Özlem Demirel ve Basako yer aldılar. İnsana özgü mükemmelleştirilmiş geometrik formlar üzerinden yola çıkan ve yine doğa-insan ilişkisine bakan sanatçıların çalışmaları bir araya geldi. Bu iki sergide de şehirde yaşayan sanatçıların, şehirden bağımsız işler düşünmeleri çok mümkün olmadı. Son dönemde hepimiz doğadan çok kopuk yaşadığımızın bilincindeyiz ve sanatçılar da bunu sorgulamaya başladılar. Şehirde ve billboard’ larda sergileme fikri ortaya çıkınca da dolayısıyla hep şehir ve doğa üzerine işler ortaya çıktı.

Sibel Diker: Aslında insan ile doğa arasındaki bu konu, özellikle de sanat tarihine bakıldığında, yeni değil. Bu soru aklıma Fransız bahçelerindeki karakteristik düzeni ve özellikle köşeli budanmış ağaç ve bitkileri getiriyor ve bununla beraber “insan eli değmiş” hissiyatını ve hatta belki de insanoğlunun kontrolü eline alma isteğini. Yeni bir estetik arayışından çok, sürekli değişmekte olan bir dünyada doğayı işleme şekli ve doğanın yerini sorgulama arayışı olduğunu düşünüyorum.

Özlem Demirel

Özlem Demirel: Cezanne: “Gördüğümüz, algıladığımız her şey dağınıktır, akıp geçicidir. Doğa hep aynıdır. Ama onun görünen görünüşü daima değişir. Bizim sanatımız, bu değişen görünüşlere bir süreklilik, yücelik vermektir. Sanat onlara tasavvurumuzda bir ölümsüzlük vermelidir” görüşünü savunur. Bu proje dâhilinde sergilediğim çalışmalarda geometrik formlar içinde sınırlandırılmış doğa fotoğraflarını bir araya getirmiştim. Hiçbir şeyin sonsuza kadar kalıcı olmayacağı fikrinden yola çıkarak, insanın doğa ile ilişkisi üzerine bir düşünce sürecinin yansıması olarak ortaya çıkmıştı bu fotoğraflarım. Cezanne’in dediği gibi, aynı gibi gözüken, fakat sürekli değişim içinde olan doğanın ve biz insanların doğa ile olan ilişkilerini sanat yoluyla düşündürmenin bu açıdan önemli olduğunu düşünüyorum. Estetik algının değişmesi, toplumda insanların yaşadıkları yere olan bağlılığını ve aitlik duygusunu geliştirebilir, bir eseri inceleyen kişi, izleyici olmaktan çıkıp esere dâhil olarak, bambaşka deneyimler yaşayabilir. Sanat bu yolla modern kentlerin sorunlarının çözümünde etkili olabilir ve kamusal alanı geliştirebilir diye düsüyorum.

Tutkulu Eller Açıkhavada” Sergisinde İhap Hulusi’nin eserleri Artnivo sanatçıları tarafından yeniden yorumlandı. Bu fikir nasıl doğdu?

Ender Merter: Sanat ve açık hava projesini iki yıldır takip ediyorum. Çok hoş bir konu, hem de alanında bir ilk. Konuyla ilgili hemen dostum Arvak başkanı Ayhan Tezcan’ı aradım, öncelikle tebrik ettim. Dolayısıyla, Artnivo ile olan iş birliklerinden bahsetti. Benim de iletişim, pazarlama ve human interest konularıyla ilgili BloombergHT’de yayınlanan, 6 yılı ve 320 canlı yayını geride bıraktığım “Ender Merter ile Reklamarkası” isimli bir programım var. Hemen kendisini davet ettim. İhap Hulusi Görey benim deyişimle “Cumhuriyeti Afişleyen Adam.” Cumhuriyet’in öncesi ve sonrasını, batılı eğitimi almış çağdaş bir sanatçı olarak özgürce yorumlamış ancak takdir edilmemiş. Çeyrek asırdır onu bu ülkeye yeniden bir marka konseptiyle 7’den 70’e tanıttım. Çünkü buna değerdi. 2010 yılında İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti olduğunda eserlerini Marmara Üniversitesi Sultanahmet Rektörlüğü bünyesinde açılan “Cumhuriyet Müzesi” ne bağışladım. “Müsellesten Üçgene” ismini verdiğim projeyle, iç galeride işlerini de görmek mümkün. Bu sene doğumunun 119. Yılında, artnivo’nun geçen yıl yaptığı “Çağdaş Sanat Açıkhavada” isimli konsepte, bu yıl ustanın anısına “Tutkulu Eller Açıkhavada” ismini koydum ve birlikte seçtiğimiz işlerini de sanatçılarımız günümüze uyarladılar. Emeği geçen herkesi kutluyorum, harikulade oldu. Başta artnivo, İlancılık Reklam Ajansı, Arvak, Şişli Belediyesi bize destek oldular. Fakat işe noktayı Alkan Eraltan koydu. Harika bir defter yaptı. İçinde sanatçıların işleri ve aklınıza gelen tüm yaratıcı fikirleri yazmanıza yarayacak ve İhap Hulusi’yi yattığı yerde keyiflendirecek bir proje oldu.

Özge İnal: Sanatçıların hepsi kendi yorumlarını kattılar ve her biri farklı bir yönden ilerlediler. Örneğin Basako İhap Hulusi afişlerindeki Cumhuriyet kadınlarını ele alırken, Didem Dayı İhap Hulusi’nin Cumhuriyet dönemi afişlerindeki ideal toplum tasarısının şu an neresinde olduğumuzu sorguladı. Bu sene Ender Merter ile görüşmelerimiz dolayısıyla bu fikir ortaya çıkmış oldu. Sergilenme tarihlerini de özellikle İhap Hulusi’nin doğum gününe denk getirerek, 119. yılını kutlamış olduk.

İhap Hulusi’nin eserlerinin yeniden yorumlanması üzerinden, bir sanatçının eserlerinin yeniden yorumlamasına dair sizlerin genel görüşlerini (etik, katkı vb. yönlerden) alabilir miyim?

Ender Merter: Dün ilginç bir oturumdaydım. Johann Sebastian Bach’ın eserlerini yeni bir form ile ‘Yeni Nesil Bach’ olarak sunuyorlar ve ilgili oturumda bu yeni nesil eserler için telif hakkı konusunda nasıl ilerleneceği tartışıldı. Elli yıllık filmlerini alıp Zeki Müren’in, reklamlarda kullanıyorlar. Eskiyi verdiğimiz zaman anlaşılmıyor ve eski olan hak ettiği ilgiyi görmüyor. Biz aslında eski olanı biraz cilaladık. İletişim sektörü zaten dönüşümün içinde ve biz de bu projeyle değişime örnek olduk. Yüz yıldır İhap Hulusi ilham kaynağı oluyor, biz de bu proje ile iletişim alanındaki değişime ilham kaynağı olmak istedik.

Özge İnal: Sanatçının eserlerini yeniden yorumlamak, bizim için o sanatçıya olan saygımızı gösterme yoluydu. Bu sergideki sanatçıları gururlandıran da böyle bir şeydi. Ona yaptığı işler için teşekkür etmek ve bir ustayı bu yolla anmak istedik.

Basako: Ben Grafik eğitimi gördüm, bu nedenle benim için İhap Hulusi zaten iyi bildiğim ve takdir ettiğim biri. Aslında işler hoşuna gider miydi sorusundan çok, hayatta olmayan bir sanatçının hakkıyla tekrar görünür olması, hatırlanması ve takdir görmesi temel aldığım düşünce. Ama kendi adıma projenin İhap Hulusi’ye uygun olmadığını düşünseydim bir parçası olmayı seçmezdim. Sanat eserlerinin yeniden yorumlanmasına gelince, sanırım sanatçılar zaten bunu hep yapıyor. Hepimizin kafamıza takılan ve hesaplaştığımız sanatçılar ve hatta belli eserler vardır. Ben yine, çıkan işin duygusunun ve etkisinin önemine döneceğim. Kötü ise zaten silinir gider, ancak, iyi ve şanslı ise değerini bulur.

Didem Dayı: Görsel formların yeni bir yapıta ve üretime kaynaklık etmesi sadece 20. yüzyıl ile ilintili değildir. Sanat tarihi boyunca daha önceden üretilmiş bir eserin bütünü veya bir bölümü ardılları tarafından yeniden üretim konusu olmuş, sanatçının üretiminin tamamında veya bir bölümünde atıfla kullanılmıştır. Sanatçı yapıta yaklaşımı dahilinde aynen aktarmak, kendi sanatının bir bölümü olarak kullanmak, dönüştürmek, yeniden üretmek veya müdahalede bulunmak yöntemlerinden birisini benimseyebilir. Kopyalama, alıntılama ve yeniden üretimi en temel şekilde resmin tarihi ile ilişkilendirmek mümkündür. Formların, görüntülerin, görsel tarzların ve daha önceki sanat yapıtının alıntılanması 20. yy sanatında özellikle postmodernizm ile sık sık karşımıza çıkan bir üretim biçimi. Bu tarz bir alıntılama tarihselin anlamsızlaştırılması veya onu dekoratif bir forma indirmek biçiminde değil de, eskinin yeniye katılarak, yeni bir anlam oluşturulması çizgisinde güçlü bir öneri taşımaktadır. Bu projedeki alıntılama veya yeniden yorumlama kuşkusuz izleyicinin bilgisini gerektiren bir arka plana ihtiyaç duyuyor. Sanırım bunun için de en uygun işler yine İhap Hulusi Görey’in işleri, çünkü zaten bir şekilde kültürel belleğimizde bir karşılığı var. İzleyici tarihsel olarak o bilginin farkında olmasa bile görsel olarak sezebildiği tanıdık bir dünya var. Ve aslında tüm bu işler İhap Hulusi Görey’in üretiminin anlamını merkeze alan yeni yapıtlar.

Sinem Karaduman:

İhap Hulusi ülke tarihinde bir dönemin görsel ve kültürel kaydını tutan oldukça önemli bir sanatçı. Onu anmak, onun işlerinden ve sözlerinden yola çıkarak insanlara yeni bir şeyler söyleyebilmek çok keyifli bir deneyimdi. Yaşasaydı, böyle bir saygı duruşunun onu mutlu edeceğini düşünüyorum, zira, tüm eserler onun zamanın içinden seçip kurtardığı, imza haline gelmiş imgelerden yola çıkarak üretildi, ve bu, başlı başına onun ne kadar güçlü bir sanatçı olduğunun işaretidir bence.

Yazarın notu: Bu yazı, başka bir yazımın giriş niteliğinde olup, konuyu, yaptığım görüşmeler etrafında ilgili yazıda daha detaylı biçimde tartışacağım.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl