Ana Sayfa Kritik Sol Gösterip Sağ Vuran Babil!

Sol Gösterip Sağ Vuran Babil!

Sol Gösterip Sağ Vuran Babil!

Bir internet platformunda yayınlanması beklenirken özel bir televizyon kanalıyla anlaşan Babil dizisi geçtiğimiz cuma akşamı ilk bölümüyle ekranlara geldi. Halit Ergenç, Ozan Güven, Aslı Enver, Nur Fettahoğlu gibi geniş bir oyuncu kadrosuna sahip dizinin sosyal medya kullanımı da hayli etkiliydi. Öyle ki dizi yayınlandığı ilk akşam twitterda dünya gündemine girdi. Öyküsünün ilgi çekici olduğu vurgusu ise pazarlama stratejisinin en önemli ayağı gibi gözüküyor. Kadroyu ilk gördüğümde bu kadar ünlü isim üzerine yükselen bir dizinin başarı sağlamayacağını düşünmüştüm. Televizyonun elbette kendine göre bir matematiği var. Bir diziyi ünlü oyuncuya boğmak seyirci için yeterli olmuyor. Dengeyi sağlamak gerekiyor. Cam ekran yeni yüzler arıyor her defasında. Yıldız sisteminin ana unsurlarından birisi de yüzler üzerinden yürütülen pazarlık… Bazı yüzler eskiyecek, bazı yüzler parlayacak. Dolayısıyla yeni oyuncu barındırmayan dizilerin risk aldığını söyleyebiliriz. Babil de bana kalırsa bu açıdan risk almış. Tanınmamış oyuncu yok, başka bir deyişle yeni yüzlerin parlamasına değil de mevcut yüzlerin hatırlanmasına hizmet ediyor. Diziyi sürükleyecek yeni bir nefes yoksa öykünün tüm ilgi yükü sırtlaması makul bir seçenek olarak öne çıkıyor. Bu noktada da öykü ya güçlü olacak, dinamizmiyle merak öğesini diri tutacak ya da özgünlüğüyle dikkat çekecek. Babil’in konusu özgün değil, internet dizilerindeki gibi seyirciyi kışkırtarak kendine bağlayacak çatışmalardan da yoksun görünüyor fakat dizi dönemin ruhuna uyuyor. Dönemin ruhuna uygunluk Babil’in en büyük kozu...

Dönemin ruhuna uygunluk, Yeşilçam geleneğine bağlılık

Genel bir görüş dizilerimizin 60’lar Yeşilçam’ı mantığına dayandığı yönünde paylaşılır. Olayların gelişimi, karakterlerin örgüye katkıları, sınırlar vs. hep benzer duygular üretmek, düşünceleri kısır döngülere hapsetmek maksadıyla çizilir. Belli zıtlıklar ve kalıplar bulunmaktadır, hepimizin malumu… Zengin-fakir çift, imkansız aşk, işlenen günahların bedeli, yükseliş-düşüş… Açıkçası Babil dizisi de 60’lar Yeşilçamından esintiler taşıyor. Yeşilçam klişesi denir genellikle, örnek verilir: körün kaza sonucu gözlerinin açılması, sevgililerin finalde kardeş çıkmaları fakat son anda üvey kardeş olduklarının anlaşılması… Burun kıvrılır ya bunlar aslında kaidenin kendisi. Üstelik kıyas götürmez ama Antik Yunan tragedyalarından beri duygular ve olaylar aşağı yukarı böyle ifade ediliyor… Klişeyi bir sistemin kusuru saymak ne ölçüde doğru? Sistemin kendisi bu! Kusurlar üzerine kurulu, yabancılaştıran, yalanlarla sarıp sarmalayan bir sistemle karşı karşıyayız. Gerçek hayattan koparılmak için, gönüllü bir tutsaklık için izliyoruz dizileri. Öte yandan 60’larda da bunun için izlenmedi mi filmler? “Büyüye kapılmak” için izlenmedi mi? Anaakımın alamet-i farikası da seyirciyi müşteri olarak dizayn etmek değil midir?

Babil’de de klişelerden geçilmiyor. Konuyu kısaca aktaralım. Kocaeli’nde bir üniversitede öğretim üyesi olan İrfan Saygun ardı ardına talihsizlikler yaşar. Önce haksızlığa uğrayarak işinden kovulur. Sonra oğlunun kanser olduğunu öğrenir. Beyninde tümör görüntülenen çocuğun acilen ameliyat edilmesi gerekmektedir. Paraya ihtiyaç duyulur. Tüm dostları yüzüne kapıyı kapatınca İrfan da çocukluk arkadaşı Egemen’den yardım ister. (Aslında İrfan değil karısı ister yardımı) Egemen, idealist İrfan’ın aksine dolandırıcıdır, açıkgözdür, kanunları ve ahlaki normları tanımamaktadır. Bu birliktelikten Egemen’in ayartmasıyla tefeciyi dolandırma fikri çıkar. Böylece İrfan oğlunu Amerika’da ameliyat ettirecek, Egemen de borçlarını kapatacaktır. Bu kararın arifesinde İrfan’ın tefeci Süleyman’dan borç aldığını fakat paranın Amerika ameliyatına yetmediğini de not edelim.

Öyküde Yeşilçam çağrışımlarını şöyle toparlayabiliriz. İrfan’ın karısı Eda eskiden Egemen’in sevgilisidir hatta hasta çocuk Egemen’dendir, İrfan’ın eski sevgilisi İlay ise Süleyman’ın metresidir. İlki tamam da gerçek hayatta ikincisine rastlamak pek mümkün değil. Ne de olsa dizidir deyip geçiyoruz! 60’lar Yeşilçam’ında canımı en çok sıkan mevzuların başında kanser yahut verem olan kişinin tedavi masrafları gelir. Vatandaşların tedavi olma hakkı yoktur âdeta. Kabul, sosyal hakları sağlayan, vatandaşını kollayan bir devlette ve adil koşullarda yaşamıyoruz. Bu işsizlik geleceksizlik sarmalında birçoğumuz sağlık güvencesinden yoksun sürdürüyor yaşamını fakat dizi için konuşursak İrfan Saygun’ın sigortası yatıyordur muhtemelen. Sigorta neden masrafları karşılamıyor? Neden devlet hastanesine gidilmiyor? İrfan’ın işinden kovulması mı mani oluyor buna? Eğer öyleyse bu durumun altı neden çizilmiyor? Yasaya göre işini kaybedenlerin bir süre daha sağlık hizmeti alabileceği biliniyor. Meseleye ayrıntılarıyla değinilmediğinde akıllara doğrudan 60’lar Yeşilçamı geliyor ve o dönemin “her hasta ölümcül, her şifa ameliyat parasının bulunmasına bağlı” formülü çiğ duruyor şüphesiz. 60’lar Yeşilçamının bu basit formülü daha sonra da varlığını sürdürdü. 80’lerde özellikle arabesk filmlerde gördük, yine günümüz dizilerinde görüyoruz. Ancak bu formüle bir nokta konduğunu gönül rahatlığıyla söyleyelim. Ertem Eğilmez’in Canım Kardeşim filmi (1973) ölümcül hastalık meselesine bir nokta koymuştu. Canım Kardeşim’de formül aynen uygulanmakla beraber formülün içine doğduğu toplumsal yaşam nispeten gerçekçi çizilmişti. Filmde Küçük Kahraman’a baktığımızda abartısız yoksulluğu ve bu yoksulluğun açmazlarını kavrayabiliyorduk. Babil’deyse günümüz gerçekliğiyle bağ kurmak adına sosyal medyadan bağış toplama fikri işleniyor. İrfan bağış toplanan bir hastayı ziyarete gidiyor ve cenazesiyle karşılaşıyor. Doğrusu bu türden bir sahne Babil’in de kör göze parmak ilerleyeceğini düşündürüyor. Kör göze parmaklar ile klişeleri de ayırmak yerinde olacaktır. Kör göze parmağı anlatının sorunu biçiminde niteleyebiliriz, klişe kullanımı ise tercihtir. Klişeler seyirciyi olumlu etkileyebilir zira seyircinin beğenisi ve deneyimi doğrultusunda bir birikimi ortaya koymaktadır. Kör göze parmak sahneler ise anlatıyı sakatlar, seyir zevkini bozar ve enikonu yorar seyirciyi. Bu faktörleri hesaba kattığımızda Babil’in anlatısı bağlamında standart bir yerli diziden pek ayrılmadığını saptayabiliyoruz. O halde ilginin kaynağına, öykünün güncelle ilişkisine yönelelim. 

Joker’den Parazit’e, Breaking Bad’den Babil’e: Kötü günler, belirsiz gün ve haftalar, patlamalar, uyanışlar

Dönemin ruhunu yakalamak dedik. Babil tam da dönemin ruhunu yansıtıyor. Sinemada “gözü dönmüş yoksulun yeni hikayesi”ni aktaran Joker ve Parazit gibi filmler ilgi topluyor. Joker dünya genelinde ciddi bir gişe yaparken Güney Kore yapımı Parazit Amerika’da da izlenebiliyor. Bu durum yoksulun dönüşümüne ve tasvirine dair evrensel bir rağbete işaret ediyor. Yanı sıra suçu merkezine alan çerezlik yapımlarda belli sınırları çiğnemeyen, çizmeyi aşmayan bir düzen eleştirisi göze çarpıyor. İllegal yollardan yürüyerek zenginden hak alma yahut büyük zenginlikten nasiplenme teması çıkıyor karşımıza. La Casa De Papel ile Joker filmi için ruh ikizi diyebiliriz. Bunu demek hayli güç oysa. Joker’in bir geçmişi var, üstelik bir temel anlatının yan öyküsü… Fakat görüyoruz ki DC’ye Joker’in filmini çektiren, tutacağını öngören bakışla La Casa De Papel’i yaratan bakış aynı kökenden besleniyor: Dünya bir paylaşım krizinde ve kaos bir semt adı değil! Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya dünyanın hemen her yerinde halkların sokağa dökülüp yoksulluğu ve yolsuzluğu protesto etmesi uyanışın habercisi. Uzun yıllardır biriken enerjiyi eş zamanlı ve coğrafya aşırı olmak üzere sokaklarda görüyoruz. Bu öfkeyi olgunlaştıran atmosfer sinemayı ve dizileri de yönlendiriyor. Gösteri dünyası da kendine yeni kaideler ve alternatifler belirliyor. Bir uyanış esnasında toplumları Beyaz Telefon filmleriyle idare etmek güçleştiğinden isyanın simülasyonu ile muhatap oluyoruz. Ehlileştirilen bir isyan ile… Bu ehlileştirmenin en karakteristik özelliği gerçek yaşama ait yöntemleri yadsıması. Bu film ve dizilerde silah kullanır, şiddet kullanılır, soygun düzenlenir, eylem gerçekleşir hatta tüm bunların toplumsal çıkışsızlıkla bir bağ kurduğu iddia edilir, yer yer topluma seslenilir, göz kırpılır, kısacası “anlatılan senin hikayendir” mesajı verilir. Fakat gerçek hayatta bu yolların çiğnenmesi olanaksız ve faydasızdır. Hak aramak fantezi düzeyine indirgenir bu anlatılarda.

Babil‘e dönersek dizi gerçek yaşamın mücadelesini yadsımakla kalmıyor, meseleyi de çarpıtıyor. Henüz ilk sahnesinde baş karakterin kameraya bakarak “para her şeydir”i sloganlaştırması Babil’in sınıf çatışmasını es geçip güç savaşını bireysel bazda kurgulayacağının göstergesi. Sol gösterip sağ vuruyor Babil! “Güçlüysen ayakta kalırsın, zenginsen yaşarsın” ve “Nasreddin Hoca ne demiş: ye kürküm ye” benzeri söylemler vasıtasıyla cambaza baktırıyor. Dizinin ilham aldığı bir diğer söylem ise “gücün karanlık tarafına geçme” söylemi. İdealist güç yenilgiye uğruyor, devletine ve milletine borçlu olduğunu düşündüğünden özel sektörde çalışmayı reddedip (her ne hikmetse!) özel sektöre askerler yetiştiren bir akademisyen aksi istikamete, dolandırıcılığa kırıyor direksiyonu. Devletin malı deniz’e dek geliyor iş. Tabi hemen oraya gelmiyor. İrfan Egemen’e “zenginlerden almalıyım payımı” diyor, uyanıyor ama zenginlerin devleti tepeden tırnağa yönettiği, yine devletin yargısından yasamasına, yürütmesine zenginlere hizmet ettiği bir düzlemde her soygunun halkın cebinden yapılacağı gerçeğini de ıskalamayalım. “Bir ben mi enayiyim” isyanının doyurucu örneğini Breaking Bad’de izlemiştik. Kendi halinde bir kimya öğretmeni kanser olduğunu öğrenince suça bulaşmış, zamanla bambaşka bir adama dönüşmüştü. Bambaşka fakat kapitalizmin karşı çıkmadığı, çatışmaya girmediği bir adama… Hırslı, ayakta kalmak için kuralları hiçe sayan, kabuğunu kıran bir adam… Kapitalizm böyle bir adama neden karşı çıksın? Babil’in İrfan’ına da karşı çıkmaz kapitalizm, onu kontrol etmeye çalışır. Sistem, kontrol altında tutulan İrfan’lara borçludur varlığını. Kendi kendine uyananlara, birlikte uyanmayı yersiz ve zamansız bulanlara borçludur! Walter White İrfan’a kıyasla büyük resme bakmayı yeğliyordu, saf gücün peşindeydi, “tehlikede olan ben değilim, tehlike benim” demenin peşindeydi. İrfan gücün sırrını, iktisat hocası olmasından hareketle parada buluyor. Walter kimya becerisini kullanıyordu, İrfan da ilerleyen bölümlerde muhtemelen dolandırıcılık becerisini kullanacak. Charles Ponzi referansı hayra alamet değil!

Günümüzde sosyal adaletsizliği organize suç anlatılarına gerekçe göstermek popülist bir eğilim. Şafak Sezer bile La Casa De Papel’e öykünen Yalan Dolan (2019) filminde boy gösterdi. Uzun lafın kısası Babil dönemin eğilimlerine göre yazılmış ve oynanıyor. Ondan muhalif bir çıkış beklemek işin doğasına aykırı. Hoş! Sosyal medya egemenliğinde rezilden vezir yaratmak çocuk oyuncağı! Babil’i de allayıp pullayacaklar. Şimdiden diziye yönelik asılsız soruşturma haberleriyle ilgi çekmeye, ardından yalanlamaya başladılar bile!

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl