Ufuk S. Yüksel’in gerçek zamanlı olarak ilerleyen, 33 saatlik bir periyodu anlattığı yeni romanı “Stalker” tüm kitapçılarda… 60’ların Fransız Yeni Dalga Sinema’sını anımsatan bir teknikle kurgulanan roman 160 sayfa uzunluğunda ve neredeyse hiçbir sahnenin atlanmadığı “tek cut” formunda yazıldı. Kitabın arka planında Mandela Etkisi, kuantum mekaniği, paralel evrenler gibi birçok tartışma yer alıyor. Öykü ilerledikçe gri şehrin karanlık sokaklarında gizem gitgide daha da çözülmez bir hal alırken, karakterlerin kendi gerçekliklerinden ve içinde bulundukları zamandan bile şüpheye düşecekleri bir kovalamaca başlayacaktır.

Kitapta Pink Floyd’dan The Beatles’a, Nietzsche’den Heidegger’e çok fazla noktaya referans var. Hayatının bir dönemlerinde Ankara’nın sokaklarında Arayış’la yüzleşmiş; savaşmış, aşık olmuş ya da vazgeçmiş insanlara tanıdık gelecek birçok metafor var kitapta.

Birbirinin aynısı sokaklarda, hiçbiri denize açılmayan sokaklarda; müzikle, alkolle, fantastik idealleriyle hayatta kalmaya çabalayan karakterler, 2010 Ankara’sında geçen bu distopik romanda defalarca korkularıyla ve insan algısının sınırlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklardır. Bu paradoks üzerinden Hawking, Heidegger ve Nietzsche’nin zaman teorilerini içinde eriten bir öykü çıkmaktadır karşımıza. Bu yönüyle “Stalker” kesinlikle derine inildikçe felsefenin ve kuramsal fiziğin önemli tartışmalarına dokunan bir metin. Bu tartışmaları daha anlaşılır kılmak için ise Mandela Etkisi gibi spekülatif teoriler üzerinden getirilen örnekler romanın anımsanan noktaları arasında…

Kitabın öne çıkan bir diğer yönü ise Ankara Ünv., Hacettepe Ünv., ODTÜ gibi üniversiteler merkezinde 2010 Ankara’sının çok az ele alınmış kendine özgü karakterini sorgulamaktır. Bu açıdan Stalker 2010’ların başında Türkiye’deki büyük bunalımın başlangıcını da ele alıyor. Öyle ki karakterler hayatta kalmanın yolunu birbirlerine tutunmakta ve müzikte buluyorlar. Sartre’ın Bulantı, Camus’nün yabancılaşma olarak ele aldığı aşkınlık “Stalker”da Arayış olarak karşımıza çıkıyor. “Arayış” Heidegger ve Nietzsche’nin felsefelerinin bir sentezi olarak karşımıza çıkıyor.

Romana adının veren “Stalker” ise, Türkiye’de internet çılgınlığının hızla arttığı bir dönemde, internet üzerinden kurulan kimlikleri, yaratılan karakterleri ve siber boyuttaki karmaşayı sorgulamamıza yardımcı oluyor. Bu yönüyle Stalker Türkiye’de internet tarihinin ilginç bir okuması olarak da değerlendirilebilir. Karakterlerin internet üzerinden birbirini tanımaya çalışması, tutkunun siber boyuttaki hali üzerine bize yeni olanaklar sunuyor.

Kısacası Stalker; biraz The Wall, biraz The Beatles, paralel evren kuramları, Arayış ve pek tabii ki Ankara’nın sokakları üzerine yazılmış, teknik olarak çok yeni bir roman.