Bizim kızgınlığımız hataya değil riyayadır.

Ülkeye bakıyorum da birçok değerli yazarı ya hapislerde ya sürgünlerde ya da işkencehanelerde çürütmüşüz. Birçoğunun hikâyesini bizzat kendilerinden dinlediğinizde önce yayıncıların, burnu büyük editörlerin onları değersizleştirdiğini, toplumun kavrayışının çok üstünde yazdığı için yazdıkları satmayacak diye kitaplarını yayınlatmadıklarını duyarsınız. Gerçi bu yayıncıların büyük çoğunluğu oldukça akıllıdırlar. İyi insanı ve nitelikli edebiyatı iyi bilirler. İçten içe şöyle derler: Bu yazar fazla iyi, bunu bizim millet anlamaz; ayrıca kendini pazarlamayı beceremez bu. İnsanımızın düşük olanı sevdiğini, hırsızları baş tacı ettiklerini, kendini iyi pazarlayanı yücelttiklerini bilirler. Solcu gençler yıllardır bu ülke için işkencelerden geçmiştir, hayatlarını kaybetmiştir; ama o gençlerin kurduğu partiler yüzde bir bile oy alamaz. Öte taraftan dolandırıcılığı belgelenmiş Cem Uzan ‘Genç Parti’yi kurar ve partisi sadece üç ay içinde yüzde sekize yakın oy alır.

Gelelim meslektaşım Emrah Serbes’e, elleri kelepçeli kameraların önünde ‘delikanlı’ bir ses tonuyla özür dilerken soyadının sonunda T olmadığını da ekleme ihtiyacı duyuyor. Bize ne senin soyadının sonundan? Bize ne? Bir aile neredeyse yok olmuş. Sen hala soyadının üzerinden ruhundaki narsizmi besliyorsun.

Basından öğrendiğim bilgilerde ve savcılık raporunda, hastanedeyken arkadaşıyla birlikte tedaviyi kabul etmedikleri ortaya çıkıyor. Twitter’da binlerce beğeni alan mektubunda da yalan açıklama yaptığı ortaya çıkıyor. 112’yi bile aramamış. Oysa kendi paçamı nasıl kurtarırım derdine düşmek yerine 112’yi arasa belki de baba ve kızı ölmeyecekti. Kendini jiletlemeyi marifet gibi gösterip twitter’da onu bunu hırpalamakla tehdit eden bir adam bugüne dek prim yaptı. Bu ülkede ünlü mü olmak istiyorsun; saçmala, abuk subuk davran. Mesela, Elif Şafak gibi çiğ etlerle donatılmış bir masanın başına geç, eline al bir kuzu beyni ve yap tanıtımını. Bir de bakmışsın kitap satışların fırlamış. Öte tarafta hiç böyle saçmalıklara bulaşmamış nitelikli yazarları ise kimse okumaz. Mesela Leyla Erbil gibi bir yazarın en değerli kitapları çok az baskı yapmıştır; ama o öldükten sonra yayınlanan Ahmet Arif’in ona duyduğu aşkı mektuplar yoluyla anlatan Leylim Leylim  oldukça yüksek bir baskı adedine ulaşmıştır. Leyla Erbil’in editörü benim de editörüm olduğu için bizzat kendisine, “Ahmet Arif’in ailesi izin vermesine rağmen Leyla Hocam neden hastalığı döneminde kitabın yayınlanmasına izin vermedi,” diye sormuştum. O da bana, yaşarken bu şekilde gündeme gelmek istemediğini, söyledi. İşte biz böylesine zarif insanları okumayız. Biz, toplum olarak genellikle aşağı olanın peşinden gitme eğilimindeyiz. Şimdi birileri toplumu küçümseyerek elitist bir tavır takındığımı söyleyebilir. Oysa benim bu yazıyı yazmamın tek sebebi acı gerçeğe karşı üzüntümdür. Yaşanılabilir dünyayı ancak acı çekerek mücadele ederek kazanabileceğimizin de farkındayım. Ama, üzgünüm işte. Üzgünüm.

Yasa yoluyla kitapların ve sanat eserlerinin büyük bütçeli tanıtımlarının yasaklanması gerektiğini düşünüyorum. Yasakları hiç sevmem ama bu yasak aslında parayla, tanıtımla, şovla ünlü olmayı yasakladığı için aslında yasak değil. Daha terminolojik bir dille söylemem gerekirse olumsuzun olumsuzlanması. Tek bir kitabın tanıtım bütçesi binlerce kitabın tanıtım bütçesinin kat be kat üzerindeyken edebiyatta güzel olan nasıl ortaya çıkacak? İnsanımız nitelikli edebiyat ile beslenmezse ruhu nasıl güzelleşecek?  

Son olarak şunu söylemeliyim. O kazanın tek sorumlusu Emrah Serbes değildir. O kazanın asıl sorumlusu bizleriz. Niteliksiz insanın paralar kazanmasını sağlayıp onu şımartarak onu ahlaksız yapıyoruz. O da son model arabasına binip yolların da kralı zannediyor kendini ve arsız maço kafasını kazadan sonra sinsice kullanıyor. Öldürdüklerini bile gözü görmeyecek kadar vicdansızlaşıyor. Kurduğu hikâyenin tutmadığını görünce de vicdanlı adam rolü oynuyor.

Yazıklar olsun seni şımartan bizlere.