Ana Sayfa Dosya TANRILARIN KOYNUNDA BÜYÜYEN ŞAİR: FRIEDRICH HOLDERLIN 250 YAŞINDA

TANRILARIN KOYNUNDA BÜYÜYEN ŞAİR: FRIEDRICH HOLDERLIN 250 YAŞINDA

TANRILARIN KOYNUNDA BÜYÜYEN ŞAİR:  FRIEDRICH HOLDERLIN 250 YAŞINDA

“Gerçek bir şiiri okuduğumuzda ya da dinlediğimizde, sanki doğadaki aklın hareketini hissederiz ve doğadaki göksel cisimler gibi, aynı anda onun hem içinde hem de üzerinde süzülürüz. Aynı dili konuşan doğabilimciler ve şairler her zaman tek bir topluluk gibidir. Doğabilimcilerin her yerden toplayarak büyük ve düzenli yığınlar halinde dizdikleri şeyleri, şairler insan yüreğinin günlük besinine ve temel ihtiyaçlarına dönüştürür. Şairler tek, devasa ve ölçüsü sınırsız doğayı, çeşitli küçük ve zarif doğalara bölmüşlerdir. Şairler kaygısızca akıcı ve uçucu doğanın peşinden giderken, doğabilimciler doğayı kesip biçerek onun iç yapısını ve organları arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Doğabilimcilerin elinde dost canlısı doğa ölmüş, geriye yalnızca ölü ve ara sıra seğiren parçaları kalmıştır. Buna karşılık şairler, keskin bir şarap gibi, doğayı canlandırır, doğanın en tanrısal ve en şen şakrak fikirlerini dinler, onu gündelik yaşamın üzerine, göklere çıkarırlar (…) O halde doğanın gerçek ruhunu tanımak isteyen, doğanın şairle arkadaşlığında aramalıdır onu.”1

***

Novalis’in Sais Çırakları adlı eserinde dile gelen bu anlayışın en önemli temsilcilerinden biri olan Johann Christian Friedrich Hölderlin’in 250. doğum yıldönümü 2020 ile beraber geldi… Aslına bakılırsa, bu 250. yıldönüm vesilesiyle Hölderlin yeniden tanınmakta, tartışılıp yeniden yorumlanmakta. Zira yirminci yüzyılın ilk yarısında bilhassa Martin Heidegger’in ilgisiyle2 Alman edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak selamlanmaya başlasa da, yaşadığı dönemde –1790’lardaki pırıltılı birkaç yılı hariç– pek de önemsenen biri değildi. Alman İdealizmine yönelik ilginin yirminci yüzyılın son çeyreğinde Dieter Henrich,3 Manfred Frank4 ve Rüdiger Safranski5 gibi düşünürlerin çalışmalarıyla yeniden canlanması ve son otuz yılda Kant’ın eleştirilerini yayınladığı dönemden Hegel’in olgunluk çağına dek uzanan felsefi tartışmalar dönemine atılan her yeni bakış, bir süredir Hölderlin’e de bir filozof gözüyle bakılmasına yol açmış durumda. Bu yeniden yorumlama gayretleri dolayısıyla bir zamanların “trajik” sureti Hölderlin’i de, tıpkı Friedrich Schlegel ve Novalis gibi, büyük bir “şair-filozof” olarak anılmakta…

20 Mart 1770’de Swabia’da doğan Hölderlin’in hayatı ilahiyat eğitimi ve manastır yaşamının ardından, Tübingen Üniversitesi’nde Hegel ve Schelling ile birlikte kaleme aldıkları “Alman İdealizminin En Eski Sistem Programı” adlı metinle belgelendiği üzere, felsefi ve şiirsel bir arayış dönemiyle devam etti. Hölderlin 1794’te iki yakın dostundan ayrılarak Schiller, Fichte ve Novalis’le uzun sohbetler edip bolca mektuplaşacağı Jena şehrine taşındı. Kısa süre sonra da, 1797-98 kışında yayınlanan Hyperion adlı eserine ilham kaynağı olan –ama aynı zamanda yaşadıkları yasak aşk dolayısıyla duygusal çöküşüne de sebep olan6– aristokrat Susette Gontard’ın çocuklarına bir süre özel öğretmenlik yaptı. 1800’de geçirdiği majör depresyonun ve özel öğretmenlik için gittiği İsviçre’deki bir yıllık tedavinin ardından Hölderlin felsefeye ilgisini tümüyle yitirdi ve hakikate daha üstün bir erişim biçimi olarak gördüğü şiire odaklandı. İki yıl sonra (1802) Susette’nin ölüm haberinin gelmesiyle beraber, Hölderlin akıl sağlığını tamamen yitireceği yola girdi ve 1807’de, henüz 37 yaşındayken yitirdiği sağlığını, 1843’teki ölümüne dek bir daha asla geri kazanamadı. Bir marangozun evine alıp otuz beş yıl boyunca baktığı Hölderlin, birçok defa aklından geçirmekle beraber, intihar edemedi; ne var ki, bu fikri ardından gelenlere belalı bir miras olarak bıraktı. Albert Camus’nün Sisifos Söyleni’nin açılış cümlesi olarak “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar”7 deyişinin çıkış noktası Hölderlin’in intihar eden Empedokles’ini okumasıdır.

***

Felsefe denince Kant’ı okumaktan başka bir şey anlamadığını ifade etse de, Hölderlin’in felsefesi Fichte’nin ilk ilkesini reddeden bir anti-foundationalism ile özdeşleşmiştir.8 Ana fikir, Hölderlin’in Mutlak Varlık olarak adlandırdığı ve ilksel bir birlik olarak kabul ettiği özne-nesne ilişkisinin benimsenmesinde neyin temel alınacağı hakkında hiçbir şey söylenemeyeceğidir –bu asli fikir, Schelling’in düşüncesinin gelişimi için de çok önemli olmuştur.

Hölderlin 1790’lı yıllarda kaleme aldığı metinlerde, insanın arzularla dolu, tehlikelere meraklı, zaptedilemez oluşuyla özgürlüğe (Alm. Freiheit) ve duyumsayabileceği “en güzel hâl” olan birliğe (vahdete, Alm. Einheit) eşzamanlı olarak yöneldiğini söyler. Tabiri caizse biri Dionysos’a, biri İsa’ya çıkan hayat yolunu insan bu bi-polar zihin durumu içinde “eklektik bir patika”da yürür. Hem benliğinin içine hem benliğinin dışına bakar ve özgürlüğün, birliğin ayrım noktasını arar. Ancak ‘Ben’in insanın anlağının, yargı gücünün nesnesi olarak tanımlanamadığı sürece felsefenin ilk ilkesi olamayacağını söyler. Öz-farkındalıkla beraber öz-varlığa yönelir ve bu da onu “Mutlak Varlık”la karşılaşmaya taşır. Onda, bizim “özne” ve “nesne” dediklerimiz mutlak bir birlik halindedir.9

Zamanların ahengidir yaratan hayatı

Doğa ve Yüce bir Ruhtur besleyen anlamı

Yetkinlik denen, bir bütündür ruhta

Pek çok şey kendini bulur yönelerek doğaya”10

dediği şiir, bütün yoğunluğuyla Mutlak Varlığa yürünen yolda insanın kendisiyle karşılaşmasını ifade etmektedir.

Bununla beraber, Hölderlin’in varlığı kavrayışında iki kendini-bilme hâli vardır: Kendi üzerine düşündüğünde ‘Ben’ diyebilmek ve düşünüm-öncesi bir birliğe mensup olduğunu hatırlayıp bütünün parçası olarak ‘Ben’ diyebilmek. İlki özgürlük hissini telkin ederken, ikincisi insana Varlığa-bağlı oluşu duyumsatır. Varlığın büyük zinciri içinde olduğu bilincindeki insan, özgürlük hissini onunla (kendinden büyük olan ve kendisinin dışında kalan bütün Varlıkla) bütünleştirmenin imkânını arayarak hayat yolunda –o eklektik patikada– ilerler.11

Türkçeye Melâhat Togar tarafından çevrilen rüya-romanı Hyperion,12 Hölderlin’in bu düşüncelerinin bir nevi ifade sahnesidir. Maceralarıyla, bilgeliğiyle, yaşama coşkusuyla, aşkı ve doğayı ele alışıyla büyülü bir atmosferde geçen eserin zamanlar-üstü Yunan kahramanı Hyperion, Alman arkadaşı Bellarmin, aşkın sembolü Diotima ve dostluğun timsali olan Adamas aslında bu gerilimi okura göstermektedir. Daha genişçe bir çerçeve içine alarak söylemek gerekirse, Hyperion, ‘Ben’in içindeki iki kurucu yönelimin ve bunlarla birlikte ‘Ben’in ‘Ben-dışı Varlık’la bütünleşmesinin yaşam için bir hedef olarak nasıl belirlendiğini göstermektedir. Hölderlin bir yerde kahramanına şöyle dedirtir: “İçimde öyle bir hayatın varlığını duyuyorum ki, onu ne bir Tanrı yaratmıştır, ne de bir ölümlü yüzünden o olmuştur. Ben, bizi biz yapanın kendimiz olduğuna ve ancak kendi özgür isteğimizin bizi evrenle bu denli içten bağladığına inanıyorum.”13

***

Fakat Hölderlin’i asıl ilginç kılan, onun şiirlerindeki derinlik hissidir. Turan Oflazoğlu tarafından çevrilen Seçme Şiirler’de de,14 Ahmet Cemal tarafından çevrilen Deliliğin Arifesinde’de de15 Türkçeye taşınan genel hava, kendini okura kolay açmayan, ancak dikkatle okunduğunda anlamını sır perdesinin arkasından sunan olağanüstü bir zenginliğe sahiptir. Her iki eserde de güçlü bir Weltschmerz (Dünya-acısı) şairin duygu durumunu belli eder. Buna rağmen, şairin doğayı tasvir ettiği ve Yüce kavramını işlediği tüm şiirlerine hem varlık zincirinin bir parçası olmanın onuru hem de “şiir yazmak; bütün uğraşların en masumu” deyişi sinmiş gibidir.

Kısa yazılarının ve notlarının toplandığı Şiir ve Tragedya Kuramı’nda16 naif, kahramanca ve ideal olmak üzere üç şiir tonundan bahseden Hölderlin için, eserin çevirmeni Barış Albayrak, “[h]em engin bir felsefi bilgi ve sezgi içeren hem de sanatsal yaratıcılığın sınırlarında dolaşan bu metinlerin, insanı bazen gerçekten çaresizce karanlıkta bırakan örtüsü biraz olsun kaldırıldığında, gösterilen çabayı karşılıksız bırakmayacağını” belirtir ve “Hannah Arendt’in Walter Benjamin’e atfettiği ‘inci avcısı’ metaforunu bütün okurlardan talep eden ve aynı zamanda onlara vaat eden metinlerle karşı karşıya olduğumuzu” söyler.17

Hölderlin’in mistik yönü kuvvetli şiirinde ve şiirsel fragmanlarında Pietizmin (zühdçülük, zâhidlik) din ve dünya anlayışı önemli yer tutar. Hıristiyanca inançlarını, eserlerinin başlıca kaynağı olan Yunan mitolojisiyle çatışma değil uyum içinde dile getirir Hölderlin. Ona göre, şiir, insanı dünyaya dair mevcut bilgilerinden sıyırıp onun Tanrı’ya dönük duygularını incelttiği için en özel sanattır. “Bu açıdan, bütün dinler özü açısından şiirseldir” der.18

Stefan Zweig’ın farklı bir bağlamda tespit ettiği üzere, Hölderlin’in şiir anlayışındaki güçlü mistik öğeler onu İngiliz çağdaşı William Blake ile –ve bir ölçüde, Emile’in yazarı Rousseau’yla da– akraba kılmaktadır.19 Masumiyet Şarkıları’nın şairiyle aynı tonlamayla şöyle der Hölderlin:

Evet, çocuk tanrısal bir varlıktır: İnsanların bukalemun renklerine bulanmadan önce…

O ne ise hep odur ve onun için bu denli güzeldir.

Yasanın ve alınyazısının boyunduruğu ona ilişmez; özgürlük ancak ondadır.

Çocuk barış durumundadır; kendi karşısına, kendi düşmanı olarak çıkmamıştır daha. Onda hazineler gizlidir; kendi kalbini, yaşamın zavallılığını tanımaz. Ölümsüzdür, çünkü ölümü bilmez.”20

Deliliğin Arifesinde’de yer alan “Bir Çocuğun Ölümü Üzerine” ve “Bir Çocuğun Doğumu Üzerine” adlı şiirlerindeyse şöyle der:

Çocuklara özgüdür güzellik,

Tanrının yansımasıdır belki de,

Çocuklarındır, melekleri bile

Övülesi kılan huzur ve sessizlik.”21

Nasıl da sevinçle bakacaktır Tanrı
Büyüyen çocuğu gördüğünde,

Dolaşırken çiçekli çayırlarda,

Öteki sevdikleriyle birlikte.”22

Çocukların toplumun kurallarıyla henüz bozulmamış oluşu, barışçıl masumiyeti, sınırsız sorgulama özgürlüğü ve çağıldayan dehâsı, her iki şairin de ortak hayranlık noktasıdır. Çocukların hayalgücü, yetişkinlerin esaret altına alınan düşünce dünyalarından çok daha zengin ve yaratıcıdır; ve Hölderlin’in de dediği gibi, insanın olduğu yerden öteye geçebilmesi ancak düşleyebilme becerisiyle mümkündür. Bu yüzden Hölderlin, Hyperion’un bir yerinde, “İnsan düş kurabildiğince Tanrı, düşünebildiğince dilencidir” der,23 bir başka yerdeyse ruhunun yükselişini “İçimde bir Tanrı yaşıyor olmalı” diyerek ifade eder.24 Bir bakıma Yahya Kemal’in “İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar” sözüyle biten “Deniz Türküsü” şiirindeki “Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu / Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu” dizeleri adeta Hölderlin’in sesinin bir yankısı gibidir.25

Hölderlin’in Almanların bir mitolojiye sahip olmamasının yol açtığı eksikliği gidermek için, düşlemenin, ölüleri dirilerle buluşturacak ve insanlara zaman-ötesi bir düşünsel zemin oluşturacak şeyin şiir olduğunu söylemesi de Romantik şiiri anlamak adına ilgi çekicidir. “İnsan ruhunun öyle sapa yolları, öyle sarp dorukları, öyle karanlık vadileri vardır ki, oralarda sürekli ve sağlıklı bağlantıyı ancak mitos aracılığıyla kurabiliriz” der.26 Kendisine şizofreni teşhisi konulduğu sırada, o da bölünmüş benliklerin çokluğu dolayısıyla yaşadığı çağı “şizofren” olarak niteler.

Toplumsal çalkantılarla dolu çağının çizdiği çerçevenin dışına çıkmayı arzulayan şair, insanı tanrısallaştıran şeyin peşindedir. Tıpkı onun gibi, on dokuzuncu yüzyılın dünyası karşısında akıl sağlığını yitirecek olan Nietzsche’yi önceleyen (ve ona pek çok bakımdan ilham veren) Hölderlin’e göre, “insan ancak yaratıcı davranarak tanrısal boyutlar edinebilir, yaşamını sanat yapıtına dönüştürebildiği ölçüde üst durumlara yükselir. Tanrılar insanın dışında yer alan, bağımsız varlıklar değildir, insan özleminin billurlaştırdığı varoluş örnekleridir onlar; bu örnekleri kendi göğüne yerleştiren insan, onlara yaklaşmaya çalışırken kendini aşar.”27

***

Goethe ve Schiller gibi çağının büyük şairlerinin aksine, Hölderlin sanki yaşama yeryüzünden değil de gökyüzünden bakarak, yerçekimsiz bir dille, göklerin ve tanrıların sesiyle şiirini yazmıştır. Kozmik bir gezgin gibi uzaktan baktığında dünyayı “göklerin çiçeklerinden biri”, göğü de “yaşamın sonsuz bahçesi”28 diye adlandıracak kadar zihinsel bir duruluğa ulaşmıştır. Bazen de tanrıları yeryüzüne indirerek, onları çaresizliğinden bir an olsun kaçmak için aile ve arkadaş kılmıştır kendine. Böyle hissederek kaleme aldığı eserlerinde, Dünya-acısı yerini uçucu bir coşkuya bıraksa dahi, Dünyaya-yabancılık hissi yazdıklarına daima hâkimdir.

İnsanların sözlerini anlamadım hiç.

Tanrıların kollarında büyüdüm ben.”

İyi bir şeydir insanın uzaktan bakabilmesi hayata,

Ve anlayabilmesi hayatın kendini nasıl algıladığını.

Ayakta kalabilen, atıldıktan sonra tehlikenin kollarına,

Fırtınalarda ve rüzgârlarda yolunu bulabilmiş biridir.”29

Hölderlin felsefe ve estetik tarihi bakımından “modern zamanların Antik Yunanı” diyebileceğimiz Almanya coğrafyasında antikçağı yeniden var eden devrimcilerden biriydi. Şiirden romana, tragedyadan destana; aradığı şey hep Olympos’un tepelerindeydi. Hiç şüphesiz, bu Dionysosçu ruhun Hz. İsa’nınki gibi bir bedene sahip olması büyük bir talihsizlikti. Yunan tanrılarını Protestan mistisizmiyle mezcetmeye ve yeryüzündekileri gökyüzündekilere dair bilgilendirmeye çalışırken peygamberler gibi acı çekti Hölderlin… Muhtemelen Heidegger’in Hölderlin’de gördüğü bu peygamberâne tavır, Varlığın unutulmuşluğuna karşı yaptığı şiirsel başkaldırıyla alâkalıydı. Rilke “görkemli sihirbaz” ve “kâhin” diye nitelediği Hölderlin’in anlatım gücünü “Sen dile getirdiğinde bir kader gibi kapanırdı dize” diyerek selamlarken,30 Zweig’ın Hölderlin’e atfettiği değer “Hiçbir Alman şair Hölderlin kadar şiire ve onun ilâhi kaynağına inanmış değildir” cümlesinde ifadesini bulmuştur.31

Walter Benjamin’in “sonsuz bir bağlam içinde” ve “düşünseme sırasında sonsuzca çok yönlü” oluşu nedeniyle Hölderlin’in şiirini Alman Romantizminin tini olarak nitelemesi de buraya temas eder.32 Adorno’nun, her şeye olduğu gibi, Hölderlin’e de uzaktan durup bakarak öne çıkardığı anahtar kavram parataxis’ken,33 Dieter Henrich ise daha ziyade onun büyük birlik (vahdet) anlayışından etkilenmiş gibidir. Sebebi her ne olursa olsun, 250. doğum yıldönümü idrak edilen Hölderlin’in romantik duyuşun en özgün seslerinden biri olduğu muhakkaktır.

1 Novalis, Sais Çırakları, çev. Mehmet Barış Albayrak, İstanbul: Notos Kitap, 2. baskı, 2017, s. 33-35.

2 1927 tarihli Varlık ve Zaman’da Heidegger adeta Hölderlin’le uzaktan uzağa bir selamlaşıyor gibidir. Bkz. Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, çev. Kaan Ökten, İstanbul: Alfa Yayınları, 3. baskı, 2019. Nitekim sonraki yıllarda Hölderlin’in şiiri üzerine ders verip felsefenin şiirle açtığı yeni kapıları takip edecektir. Örneğin; Martin Heidegger, “Hölderlin ve Şiirin Özü, Beş Klavuz Söz”, içinde: Hölderlin, Seçme Şiirler, çev. Turan Oflazoğlu, İstanbul: İz Yayıncılık, 4.baskı, 2019, s. 29-42.

3 Dieter Henrich’in Hölderlin’le ilgili önemli çalışmaları bulunmaktadır. Bkz. The Course of Remembrance and Other Essays on Hölderlin, Stanford: Stanford University Press, 1997; Between Kant and Hegel: Lectures on German Idealism, Cambridge: Harvard University Press, 2008; Sein oder Nichts: Erkundungen um Samuel Beckett und Hölderlin, Münih: Beck C. H. Verlag, 2016; ve “Hegel und Hölderlin”, Hegel im Kontext (içinde), Frankfurt: Suhrkamp, 1971, s. 9-40 [Bu son kaynağı Tom Rockmore, Hegel’den Önce, Hegel’den Sonra: Hegel’in Düşüncesine Tarihsel Bir Giriş, çev. Kağan Kahveci, İstanbul: Say Yayınları, 2019, s. 65’teki nota borçluyum].

4 Manfred Frank’ın Hölderlin’e temas eden çalışmalarından bazıları için bkz. Philosophical Foundations of Early German Romanticism, çev. Elizabeth Millan-Zaibert, New York: SUNY Press, 2008; Auswege aus dem deutschen Idealismus, Berlin: Suhrkamp, 2007; Eine Einführung in Schellings Philosophie, Berlin: Suhrkamp, 1985; Einführung in die frühromantische Ästhetik: Vorlesungen, Berlin: Suhrkamp, 1985.

5 Rüdiger Safranski, Hölderlin: Komm! ins Offene, Freund! Biographie, Münih: Carl Hanser Verlag, 2019; ve Romantik, Bir Alman Sorunsalı, çev. Ali Nalbant, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2013.

6 David Farrell Krell, “General Introduction”, Friedrich Hölderlin, The Death of Empedocles, A Mourning-Play, çev. David Farrell Krell, New York: SUNY Press, 2008, s. 2-4.

7 Albert Camus, Sisifos Söyleni, çev. Tahsin Yücel, İstanbul: Can Yayınları, 43. baskı, 2019, s. 15.

8 Hölderlin, Schiller ve Niethammer’e yazdığı mektuplarda felsefenin bir tiran olduğunu ve onunla ilgilenmek istediği ölçüden başka ölçüler koymaları yüzünden filozoflardan usandığını söyler. Ayrıca Kant ve Kant-karşıtlarından hareketle kaleme aldığı kısa bir metinde bu mutsuzluğu görmek mümkündür. Bkz. Friedrich Hölderlin, “Über Urtheil und Seyn (On Judgment and Being)”, içinde: H. S. Harris, Hegel’s Development: Toward the Sunlight 1770-1801, Oxford: Clarendon Press, 1972. “Yargı ve Varlık” adıyla Türkçesi için, 16 nolu dipnot, s. 28 vd.

9 James H. Donelan, “Hölderlin’s Poetic Self-Consciousness”, Philosophy and Literature, Vol. 26, No. 1, 2002, s. 125-142. Ayrıca Manfred Frank, Philosophical Foundations of Early German Romanticism’in içindeki 5. ve 6. dersler: “On Hölderlin’s Disagreement with Schelling’s Ich-Schrift”, s. 97-112 ve “On Hölderlin’s Critique of Fichte”, s. 113-126.

10 Friedrich Hölderlin, “İlkbahar”, Deliliğin Arifesinde, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: YKY, 1996, s. 51.

11 Benzerine çokça rastladığımız sözlerinden birinde, Hölderlin, Hyperion aracılığıyla kendini şöyle ifade eder: “İnsan elinden çıkma yapıtın kat kat yücesindeyim ben; içimde doğanın her düşünceye üstün yaşamını duymuşum. Tut ki bir bitkiyim? Bundan ne çıkar? Yine olacağım ya! İçinde herkesi ve her şeyi aynı ölümsüz sevgiyle birbirine bağlı tutan canlılar ülkesinden yok olmam düşünülebilir mi? Tüm varlıkları birbirine bağlayan o birlikten nasıl koparım? Bu bağ, zamanımızın şöylesine tutturulmuş bağları gibi çabucak çözülmez. O, halkın toplaştığı, söyleşip dağılıştığı bir panayır günü değildir. Hayır! Bizi bağlı tutan, herkese ve hepimize ait olan Tanrı ruhunun adına yemin ederim, hayır! Hayır! Doğa birliğinde bağlılık bir imge olamaz. Biz ancak daha tanrısal bir dinginlik içinde bir olmak için ölüyoruz. Biz yaşamak için ölüyoruz.” Hölderlin, Hyperion ya da Yunanistan’da Bir Yalnız, çev. Melâhat Togar, İstanbul: Adam Yayınları, 2. baskı, 1987, s. 199.

12 Hölderlin, Hyperion ya da Yunanistan’da Bir Yalnız, çev. Melâhat Togar, İstanbul: Adam Yayınları, 2. baskı, 1987. Kitap ilk olarak 1943 ve 1965’te Maarif Vekâleti/Milli Eğitim Bakanlığı tarafından iki cilt halinde yayınlanmıştır.

13 Hölderlin, Hyperion, s. 190.

14 Hölderlin, Seçme Şiirler, çev. Turan Oflazoğlu, İstanbul: İz Yayıncılık, 4. baskı, 2019.

15 Friedrich Hölderlin, Deliliğin Arifesinde, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: YKY, 1996.

16 Friedrich Hölderlin, Şiir ve Tragedya Kuramı, çev. Mehmet Barış Albayrak, İstanbul: Notos Kitap, 2. baskı, 2018.

17 Mehmet Barış Albayrak, “Çevirenin Önsözü”, Hölderlin, Şiir ve Tragedya Kuramı, s. 10-11.

18 Hölderlin, Şiir ve Tragedya Kuramı, s. 40.

19 Stefan Zweig, Huzursuz Ruhlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche, çev. Selçuk Ünlü, Konya: Palet Yayınları, 2018, s. 91.

20 Hölderlin, Hyperion, s. 19.

21 Friedrich Hölderlin, “Bir Çocuğun Ölümü Üzerine”, Deliliğin Arifesinde, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: YKY, 1996, s. 21.

22 Friedrich Hölderlin, “Bir Çocuğun Doğumu Üzerine”, Deliliğin Arifesinde, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: YKY, 1996, s. 23.

23 Hölderlin, Hyperion, s. 18.

24 Hölderlin, Hyperion, s. 142.

25 Yahya Kemal Beyatlı, “Deniz Türküsü”, https://www.siir.gen.tr/siir/y/yahya_kemal_beyatli/deniz_turkusu.htm (çevrimiçi), 5 Ocak 2020.

26 Aktaran: Turan Oflazoğlu, “Hölderlin Üzerine”, Hölderlin, Seçme Şiirler, s. 19. Bu konuda ayrıca bkz. Zweig’ın “Şairin Misyonu” ve “Şiirin Mitosu” alt-başlıklı değerlendirmeleri, Zweig, “Hölderlin”, Huzursuz Ruhlar, s. 21-33.

27 Oflazoğlu, “Hölderlin Üzerine”, s. 26-27.

28 Hölderlin, Hyperion, s. 76.

29 Friedrich Hölderlin, “Ruh Huzuru”, Deliliğin Arifesinde, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: YKY, 1996, s. 35. Ayrıca bu dizelerden hareketle Yücel Kayıran’ın şu kısa yazısı da okunabilir: “İnsanların Sözlerini Anlamadım Hiç”, Radikal Kitap Eki, 12 Aralık 2012.

30 Rainer Maria Rilke, “Hölderlin İçin”, içinde: Friedrich Hölderlin, Deliliğin Arifesinde, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: YKY, 1996, s. 14.

31 Stefan Zweig, “Hölderlin”, s. 27.

32 Walter Benjamin, Sanatta ve Edebiyatta Eleştiri: Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı, çev. Elçin Gen, Mustafa Tüzel, İstanbul: İletişim Yayınları, 2. baskı, 2012, s. 80, 161-162.

33 Theodor W. Adorno, “Parataxis: Zur philosophischen Interpretation der späten Lyrik Hölderlins” (Parataxis: Hölderlin’in Geç Dönem Şiirinin Felsefi Açıdan Yorumlanması Üzerine) Berlin’de, 1963’te, Hölderlin Cemiyetinde yaptığı konuşmada, kısacık cümlelerle ve sözel tasarrufuyla kendi mitolojisini yaratmış olmasına dikkat çekmiştir. Stefan Zweig’ın aynı konudaki yorumu ilginçtir: “Hölderlin’in kelime haznesi muhakkak ki zengin değil, çünkü dolu bir nehirden su almayı reddeder: Sadece saf, berrak kaynaklardan, tasarruflu ve gerçekçi olarak seçilmiş sözleri alır.” Zweig, “Hölderlin”, s.77.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl