Ana Sayfa Litera Tenin ilmihali: Sylvia Kristel

Tenin ilmihali: Sylvia Kristel

Tenin ilmihali: Sylvia Kristel

Kristel, Emmanuelle’de göründüğünde henüz 21’indeydi. Film Fransa’da çekilmişti. Yönetmeni Just Jaeckin’di. İlginçtir, filme kaynaklık eden romanın yazarının adı da Emmanulle’di, Emmanuel Arsan. Başlarda soft-sex olarak tanımlanan film, sınır tanımaksızın ülkeden ülkeye sıçradı.

Karadeniz’de hoş bir belde: Turhal. Yeşilırmak’ın hemen kenarı… Etrafını ağaçların çevirdiği bir çay bahçesi… Bitişiğinde yazlık bir sinema… Akşamüzeri olmalı. Sabahın köründe inşaattan çiviler çalmış, hurdacıya satmışız. Üç arkadaş, harçlıklarımızı birleştirip tutmuşuz sinemanın yolunu. Altımızda kiralık bir bisiklet… Henüz 12 Eylül zuhur etmemiş; lakin yağ kuyruğu baki… Önlerden yer kapıyoruz koşar adım. Tahta iskemleler… Tümü telle birbirlerine bağlı. Kimisi kırık, kimisi ziftli, yağlı, boyalı… Kasketli biri, ekmek arası yumurta satıyor, yeşil soğanlı. Nerede Alaska’lar? Ay çekirdeği var ötede; külah yapılmış gazete kâğıtlarıyla… Kurutulmuş kozalak hediyeli.

Derken beyaz badanalı duvarda belli belirsiz bir görüntü: Emmanuelle. Ortada fol yok, yumurta yok. Kasketli arkadaş çoktan çıkmış vaziyette sinemadan. Gel gör ki, ağzımız köpük içinde. Cemal Süreya’nın gözleri göz değil gözistan’ını anımsatan bir hatun: Göğüsleri göğüs değil…

Sanki okul gezisindeyiz. Sağımızda solumuzda yaşıtlarımız… Tek tük yetişkin… Ve erkek egemen bir kitle… Düzeltiyorum: Dişi sinek bile yok sinemada. Ama fazlasıyla inilti ve şapırtı var. Kitlesel trans yaşanıyor adeta.

Malum ilahe Sylvia Kristel’le ilk münasebet bu şekilde gerçekleşmişti vaktiyle. Sonra gazetelerle, dergilerle sürdü gitti… şimdi DVD’lerde sıra.

Bir tür Fahriye Abla’mızdı o. Şirin sayılmazdı; lakin gözleri, dişleri ve ak pak gerdanıyla
pekâlâ güzel kadındı Sylvia Kristel. Güzel ve hüzünlü… Bu Hollandalı dilber bir Erzincanlı’ya varmasa da, bizden biriydi sanki. Anne babamızın meçhul ülke cinselliği öğretmek üzere tuttuğu bir mürebbiye… E, Hollandaca dışında Fransızca, İtalyanca ve İngilizce bilen ismiyle müsemma çıplak bombaya (
The Nude Bomb) mürebbiyelik de pek yakışırdı doğrusu (Dikkat buyurunuz: Ailesi kendisine kalvinist, başka bir deyişle insanların cennete yahut cehenneme gideceğinin doğduğunda bilindiğini iddia eden reformcu Hıristiyan terbiyeyle yetiştirmiştir).

Soft Sex Boutique Porno’ye Karşı

Kristel, Emmanuelle’de göründüğünde henüz 21’indeydi. Film Fransa’da çekilmişti. Yönetmeni Just Jaeckin’di. İlginçtir, filme kaynaklık eden romanın yazarının adı da Emmanulle’di, Emmanuel Arsan. Başlarda soft-sex olarak tanımlanan film, sınır tanımaksızın ülkeden ülkeye sıçradı. Yığınlarla buluştu. Gişe açısından büyük ikramiyeyi kazanmış gibiydi, ne ki eleştiri açısından pek talihli sayılmazdı. Kimileri boutique-porno olarak okudu filmi, kimileri de çok az klişe içeren özgür kadın portresi… Filmde kadınlar, olmakta olan erkekler (werdende maenner) üzerinde tasarruf hakkına sahiptiler güya; ‘eylem’ içindeydiler, ve de özgür… Uzakdoğu sosu sebepsiz değildir yani. Kadın seyretmez, itaat etmez; bizzat katılır, hatta yönetir. Pseudo, yani uydurma, yalancı felsefeye layık tümcelere sığınılması bundan mıdır acaba: aşk dediğin bedensel hazzı aramaktan başka nedir?

Malum; Hıristiyanlık sanatta fiziki aşkı şu ya da bu şekilde yasaklamıştır. Yumuşatalım: Ruhsal yücelmeyi tensel tatminin yerine koymuştur. Bu düşüncenin merkezinde Âdem ile Havva, yani ilk günah yatmaktadır. Zamanla bu anlayış değişimlere uğramış, çıplak kadın vücudu bir nesne olmaktan çıkmıştır. Üstelik bu özgürlük için artık mitolojik bir örtünün, bir gerekçenin de ardına saklanmasına gerek kalmamıştır. Lakin genetik yapısı pek çözülememiş bir tohumun sulak ve verimli bir arazide yetiştirilmesi gibidir kadın bedeni: Nasıl, hangi yöne, ne sıklıkla filiz vereceği nadiren kestirilebilir.

Dilin Erotizmi – Bedenin Şiiri

Octavia Paz’a göre “cinsellik, erotizm ve aşk, aynı olgunun farklı yüzleridir, hayat dediğimiz şeyin görünümleri. Üçünden en eskisi, en anlaşılabilir, en temel olanı cinselliktir. Cinsellik, asal kaynaktır. Erotizm ile aşk, cinsel içgüdüden türeyen kalıplardır: Cinselliği sık sık bilinemez bir şeye dönüştüren billurlaşmalar, yüceltmeler, saptırmalar ve yoğunlaşmalar; tek merkezli dairelerde gördüğümüz gibi cinsellik, bir tutku geometrisinin merkezi ve eksenidir.” Ve ekler: “Erotizm, her şeyden önce insana özgüdür. İnsanoğullarının imgelemi ve istemi sonucu toplumsallaştırılmış, değişime uğramış cinselliktir. Erotizmi cinsellikten ayıran en önemli şey, kendini açığa vurduğu kalıpların sonsuz çeşitliliğidir.”

Lakin söz şurada düğümlenir: Dilin erotizmi ve bedenin şiiri. Paz’a göre şiir, dilin erotizmini yansıtmaktadır; erotizmden de bedenin şiirini anlamak gerekir…

Sylvia Kristel, bir erotik ilahe olarak billurlaşmadan evvel fotomodel olmak için çırpınan kenar mahalle dilberidir aslında. Küçük işlerle ekmek parası çıkarmaktadır. Ta ki Fons Rademakers’in C.A.T.S.’inde oynayana kadar. The Assault ile En İyi Yabancı Film Oscar’ını kazanan Rademakers’in bu filmi tecavüz odaklı bir dramadır. Ve Rademakers, Vittorio de Sica, Jean Renoir, Ingmar Bergman gibi dahilere asistanlık yapmış, 87 yaşında hayata tahammül etme yükünden kurtulmuş, edebiyat uyarlamalarıyla namlı ‘sahici’ bir yönetmendir.

Komik de Olurum, Erotik de

Kristel, C.A.T.S.’e paralel bir süreçte Willeke van Ammelrooy’la Frank und Eva’da oynar. Buradaki Julia karakteriyle küçük çapta ün sahibi olur. Julia’yı oynadığında henüz 15 yaşındadır. Türkiye’de Hisli Duygular olarak gösterime giren 1974 yapımı Emmanuelle – Şehvet Okulu ona şöhretin yolunu açar. Bu filmi bir yıl sonra Emmanuelle – Aşk Bahçesi takip eder. Bu kez hikâye Hong Kong’a taşınmıştır. 1976’da Emmanulle 77 gösterime girer. Ve onu Goodbye Emmanuelle takip eder. Kısa sürede Kristel 3 milyon Fransız Frankı kazanmıştır.

Arzu etmesi durumunda nokta koyabilecekken ve de bu fırsatlar varken durmaz. 1976’da bildiğim kadarıyla Türkiye’de gösterime girmeyen bir filmde, Die wilden Mahlzeiten (Vahşi Öğün) adlı bir komedide Gérard Depardieu ve Michel Piccoli’yle başrol paylaşmıştır. Ve Claude Chabrol hangi dürtüyle bilinmez Alice adlı psikodramada kendisine rol vermiştir. 1978’de Pastorale ‘43’te (fena sayılmayacak bir savaş filmidir) oynar mesela. Rutger Hauer’e eşlik eder Mysteries’te. Alain Delon’la Airport ‘80’de (bir felaket filmidir; kimi kaynaklarda Airport ’79 diye geçer), Beau Bridges’le Ken Annakins’in bir macera filminde, Tony Curtis ile de bir melodramda boy gösterir.

Sanılır ki Emmanuelle Kristel’in kariyerindeki en başarılı filmdir. Halbuki Private Lessons, yani ülkemizde gösterime girdiği adıyla Özel Dersler 50 milyon dolar hasılat yapmıştır.

Yıllar sonra, kendisine şöhretin kapılarını açan Just Jaeckin’le çalışma fırsatı bulur: Lady Chatterly’nin Âşığı (1980). Sonuç hüsran olur. Sıkı bir edebiyat metnine dayanan bu erotik film beklentileri karşılamaz. Aynı yıl Clive Donner’ın komedisi Çıplak Bomba’da endam eder. Arada ıvır zıvır bir şeyler daha çekip soluğu Curtis Harrington’ın Mata Hari’sinde alır. Bunlar da umulan kadar gişe yapmaz. Yılmaz lakin Kristel; Richard Chamberlain ile Faye Duneway’in rol arkadaşı olduğu Casanova’yla çıkar bu kez izleyici karşısına. Sonuç değişmez.

Emmanuelle Seyahatte: Tibet-Afrika…

1990’da Hubb Stapel’le bir Fransız polisiye çevirir: Sandburg’un Gölgesinde. Sıkıntı devam eder.

Ve nihayetinde Emmanuelle dizisine geri döner: Emmanuelle Afrika’da (1992) ile Emmanulle’in Sihri’nde (1992) oynar. 1993’te Digital Love’da… Derken Emmanulle’in Arkadaşı, Emmanuelle Tibet’te… Uzun süre ses seda çıkmaz Kristel’den. Küsmüştür sanki. Ama küslükte ısrarcı olmaz; 1997’de misafir oyuncu olarak çıkar seyirci karşısına: Sexfalle (Michael Keusch). 2000’de bir ‘action’da rol keser: Die Unbesiegbaren (Yenilmezler, Jakob Schaeuffelen). Araya tali bir karakteri canlandırdığı Amsterdam Gölü’nde girer (1988). Ve tekrar ilk göz ağrılarından Willeke van Ammelrooy’la buluşur: Lijmen/Het been. Bu çember, Sinan Çetin’in teklifiyle iyice renklenir. Ve itiraf eder: Bir gün bir Türk filminde oynayacağımı hiç düşünmemiştim. Bunun meali şu mudur acaba: Zirveden buraya kadar düşeceğimi hiç düşünmemiştim.

Sinema kariyeri, kendi ve Emmanuelleciler açısından parlak geçen, lakin oyunculuk söz konusu olduğunda pek de ciddi bir söz söylenemeyen Sylvia Kristel, dalgalı bir hayatın uzun koşucusudur: 12 yaşından bu yana günde 1,5 paket sigara içer. Doktorlar son durağa yaklaştığını imleyince de boynunu büker: Bu melun hastalığı yeneceğime inanıyorum. Rivayet olunur: Fransız Cumhurbaşkanı Valery Giscard D’estaing’e gönül düşürmüştür. Lakin bunu hiçbir zaman kabul etmez.

Sharon Stone kadar olmasa da zekâ açısından IQ verilerine göre ‘normal’in üstündeki Kristel, başka bir deyişle alkolik bir anne ve ilgisiz bir babanın üç çocuğundan büyüğü, küçükken dolunay gecelerinde evin çatısında dans eden ve annesinin teşvikiyle katıldığı bir yarışmada Avrupa Televizyon Güzeli seçilen hayalperest çocuk, bilmektedir ki erkekler onun hep bedenini sevmekte ve yüreklerini asla göstermemektedirler. Bundandır ki müthiş bir hüzün eşliğinde yaşar. Setlerde şampanyalar içer. Evde kokain…

Hiç kuşkusuz erkek koleksiyoneri değildir. Ancak iştahsız da sayılmaz: Yatağı her daim dağınıktır. Ünlü ünsüz pek çok kişi geçer o ipek çarşafların üzerinden. Birkaç kez evlenir… Belçikalı yazar Hugo Claus’tan Arthur adında bir oğlu olur.

Zengin ayrıldığı Paris’ten Hollanda’ya beş parasız döner. Hollywood kendisine şer şerbeti ikram etmiştir. Bıçağın kemiği oymaya başladığı bir süreçte Amsterdam’a döner. İki odalı, kiralık bir çatı katında yalnız yaşar.

Alkolü ve kokaini bırakır. Burada başrol kısa süre evli kaldığı şair Freddy de Vree’nindir. Nasıldır bilinmez, kokainden erimiş burun kıkırdağının yok olmasını önlemiştir de Vree…

Birkaç yıl arayla iki kanser atlatır. Los Angeles’te başladığı resmi Amsterdam’da ilerletir. Lakin yalnızdır. Parasızdır hâlâ… Geçkin yaşına rağmen davetler alır; erkeklerin iştahını bastırma üzere show-girl’lük yapar; böylelikle altı aylık kirasını çıkarır, fevkalade mutlu olur.

Artık bildiği bir tek şey vardır: Bedeninin dilini çözmüştür; çözdüğü dili kullanmasına ise fırsat yoktur.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl