Ana Sayfa Dosya TERK EDİLMİŞ BİR MESİH: ADAM MICKIEWICZ ve LEH MİLLİ ROMANTİZMİ

TERK EDİLMİŞ BİR MESİH: ADAM MICKIEWICZ ve LEH MİLLİ ROMANTİZMİ

TERK EDİLMİŞ BİR MESİH: ADAM MICKIEWICZ ve LEH MİLLİ ROMANTİZMİ

Bir şair çevresinde bir millet yaratır, ona görülecek bir dünya verir ve o milletin ruhunu bu dünyaya taşımak üzere elinde tutar.”

Johann Gotfried Herder

1798-1799 yılları Romantizmin tarihine kattıkları nedeniyle müstesna ve hayli bereketli bir dönemdir. Örneğin William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge, İngiliz Romantizminin en önemli eserlerinden biri olan Lyrical Ballads’ı 1798’de yayınlarken, Schlegel Kardeşler Alman Romantizminin ilk okulu kabul edilen Athenaeum dergisini bu dönemde çıkarır. Romantizmin öncü şairlerinden Friedrich Hölderlin Hyperion’un ikinci cildini bitirirken, Goethe, Schiller’in Wallenstein adlı piyesinin yönetmenliğini bu dönemde üstlenir. İskoçya’da Romantizmin en önemli temsilcisine dönüşmekte olan genç Walter Scott, Goethe’nin Goetz von Berlichingen’ini İngilizceye çevirmektedir. Bu kısa aralıkta sadece önemli Romantik eserler değil, önemli Romantik figürler de dünyaya gelmektedir. Örneğin, sadece Fransız resminin değil, resimde Romantizmin en önemli temsilcilerinden biri olan Eugéne Delacroix 1798’de dünyaya gelir. Tıpkı Delacroix’nın “Halka Yol Gösteren Özgürlük” adlı tablosu gibi, Fransız Devrimini kalemiyle resmeden ve tarih-yazımında Romantizmi başlatan tarihçi Jules Michelet de yine bu yıl doğmuştur. Yunan milli marşının şairi olan ve ülkesinin milli Romantizminin başlıca temsilcisi kabul edilen Dionysios Solomos ile Polonya’nın milli şairi ve Leh Romantizminin kurucusu olan Adam Mickiewicz de 1798’de doğmuştur. 1799’da ise Rus Romantizminin ve milli edebiyatının abidevi şahsiyeti Aleksandr Puşkin, Çek Romantizminin kurucularından Frantisek Celakovski, İtalyan romantik şiirinin büyük yeteneği Giacomo Leopoldi ve elbette Fransız edebiyatının büyük yazarı Honore de Balzac gibi isimler dünyaya gelmiştir.

Bu bereketli dönemin hem dünya edebiyatına, hem sanatsal ve toplumsal olaylar tarihine kalıcı izler bıraktığını, ilerleyen dönemdeki Napoléon Savaşları, 1830 ve 1848 Devrimleri ve Sanayi Devriminin kültürel dünyaya yansımalarına baktığımızda görmek pek de güç değildir. Romantiklerin mücadele edeceği düşman, çok büyük ölçüde, 1815 ve sonrasındaki Habsburg Avusturya’sı ve Çarlık Rusya’sı gibi baskıcı saray rejimleridir. İngiliz tarihçi Eric Hobsbawm’ın ustalıkla “Devrim Çağı” diye niteleyip anlattığı 1789-1848 arası dönem, burada zikrettiklerimizle beraber zikretmediğimiz onlarca dehâyı ortaya çıkaran zengin iklimiyle sadece politik değil, sanatsal ve kültürel de bir devrim çağıdır.1

***

Adam Mickiewicz’in doğduğu Novogrodek kasabası, bugün Belarus sınırları içinde kalan, ancak o dönemde Litvanya Grandüklüğünün toprağı kabul edilen ve Prusya, Avusturya ve Rusya tarafından bölüşülerek yeryüzünden silinen Polonya’nın tarihsel-kültürel bir parçasıydı. Mickiewicz’in ailesinin Leh (Polonez) ve Litvan olmanın yanı sıra Rus, Küçük Rus (Ukraynalı), Yahudi ve Tatar kökenli olup olmadığı uzun zaman tartışılmışsa da, bugün bunun önemi pek de kalmamıştır. Zira hem Litvanya’da hem de Polonya’da büyük bir şair olarak selamlanan Mickiewicz, etnik Litvan kökenine atıf yaparken, doğumundan birkaç yıl önce, 1795’te üç ülke tarafından paylaşılarak yok edilen Polonya’nın yeniden bağımsızlığına kavuşması için ömrünü vakfetmiş ve Lehçeyi en güzel kullanan kişi olarak tarihe mâl olmuştur.2

Dominiken Okulunun ardından Vilnius Üniversitesi’nde okuyan ve mezuniyetinin ardından bir süre öğretmenlik yapan Adam Mickiewicz, ilk şiirini 1818’de yayınlamıştır. 1823’te yayınlanan “Romantyczność” [Romantizm] adlı şiiriyle başlayan antolojisi Polonya Romantizminin miladı sayılmıştır.3 Üniversitede bağımsız Polonya ülküsünü savunan bir gizli cemiyete üye olmak suçuyla Rus otoritelerince tutuklanıp Orta Rusya’ya sürülen Mickiewicz, daha sonra St. Petersburg ve Moskova’da beş yıl geçirmiş, Rus edebiyatının modernleştiricisi, ünlü şair Aleksandr Puşkin’le (ve devrimci Dekabrist hareketin liderleriyle) tanışıp dost olmuştur.4 Odessa ve Kırım’ı bu dönem gören genç şair, bir süre sonra Rusya dışına çıkmaya karar vermiş ve edindiği sahte pasaportla önce Goethe’yle tanışacağı Weimar’a, sonra Hegel’in öğrencisi olacağı Berlin’e, ardından Prag’a, Milano’ya ve Roma’ya gitmiştir. Roma’da geçen bir buçuk yılda 1830 Devrim sürecini takip etmeye çalışmış ve 1831’de Paris’e geçerek İtalyan Carbonari ve Rus Dekabrist Cemiyetlerine benzer bir Genç Polonyalılar Cemiyeti kurmaya çabalamıştır. Bu arada, çağdaşı olan birçok romantik devrimci gibi, o da Fransız yeraltı örgütleriyle temas kurup Habsburg-karşıtı faaliyetlere destek olmuştur. Başarısızlığının ardından yeniden Alman devletçiklerinde dolanıp kendisine daimi bir yurt arayan, ancak hiçbir yerde tutunamayan Mickiewicz 1832 Yazında Paris’e dönmüş ve orada muhalif bir gazetede köşe yazarlığı, edebi çevirmenlik gibi işler yapmaya başlamıştır.5 Bu kararın ardından Mickiewicz asla anavatanı Polonya’yı –yani onun kültürel coğrafyasını– görme şansına erişemeyecektir.

MP 309; WaÄkowicz, Walenty (1799-1842) (malarz); Portret Adama Mickiewicza na Judahu skale; 1828; olej; p¸—tno; 148 x 125

Bu fırtınalı dönemi yazınsal anlamda çok verimli geçiren genç şair, en değerli eserlerini 1820’li ve 30’lu yıllarda vermiştir. Ustalığını ispatladığı ve ileriki bölümlerde değineceğimiz Pielgrzym Polski (Polonyalıların Hac Yolculuğu, 1832), Pan Tadeusz (Tadeuş Bey, 1834) gibi eserleri hep bu dönemin ürünüdür.

***

Mickiewicz, ruhsal sorunlar yaşayan eşinin onda yol açtığı ağır depresyonla, kırk yaşının eşiğinde (1838’de) intihar teşebbüsünde bulunur. Maddi zorluklar yaşamaktadır ve çok mutsuzdur. Ne olduysa, önce Lozan Akademisi tarafından kendisine Latin ve Slav Dilleri profesörlüğü sunulur, sonra da 1840’ta College de France’a Slav Dilleri ve Edebiyatı bölüm başkanlığına davet edilir. Üç yıl ders vereceği College de France günleri, onun Paris’teki tanınırlığını artırır. Zaman içinde Rossini, Heine, Liszt, Prenses Belgiojoso, Kont Cavour, Marx, Gogol, Herzen, Bakunin, Wagner ve Mustafa Reşid Paşa gibi insanlarla dostluklar kuran Mickiewicz zamanla Paris’teki sürgün muhaliflerin en bilindiklerinden birine dönüşür.6

Şairin bu dönemdeki ruhani aydınlanma arayışı, kimi teologlarla girdiği diyalog neticesinde, bir süreliğine Katolik Kilisesine savaş açmasına, bu savaş ise onun Fransız hükümetinin sansür makamlarının ağına takılmasına neden olmuştur. Mesihçi öğeler barındıran eserleri Leh dilini bilenler arasında büyük bir vech hali yaratırken, Mickiewicz artık yüzünü şairlikten politik aktivizme çevirmiştir. Nihayet, 1848 Devrimleri patlak verir ve Mickiewicz bir kez daha hüsrana uğrayacağı yeraltı maceralarından geçer. Bu yüzden Kafavis’in “Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam/ kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün” dizeleri sanki Polonyalı şairin ruh halini yansıtıyor gibidir.

1848, Polonya’nın kültürel açıdan milli kimliğini üzerine inşa ettiği iki kişinin buluşmasının da yılıdır. Daha önce Mickiewicz’in bazı şiirlerini Lehçe besteleyen kompozitör Fryderyk Chopin, ömrünün son demlerinde, hayranı olduğu şairle Paris’te bir araya gelir; ikilinin samimi dostluğu, Mickiewicz’in Polonya’nın bağımsızlığını kazanmasına ilişkin imanını tazeleyecektir.

Paris’teki son beş yılı içinde Mickiewicz, Leh bir milyoner mültecinin desteğiyle Fransızca bir gazete çıkarır; III. Napoéon’un İmparatorluğa geçişine şahitlik eder; kütüphanecilik yaparak geçimini sağlar… 1853’e gelindiğinde, Kırım nedeniyle başlayan Osmanlı-Rus gerilimi büyük bir savaşa dönüşürken, Mickiewicz, yıllardır uğruna şiirler, destanlar yazıp mücadele ettiği vatanına kavuşmak ümidiyle bir kez daha siyasi mücadeleye aktif olarak katılma kararı alır ve muhtemelen Fransız istihbaratının da desteğiyle İstanbul’a gider.

Kaderin bir cilvesi; yıllar önce, Lord Byron’ın Türklere karşı bağımsızlık mücadelesi veren Yunanları desteklemek üzere kaleme aldığı “Gâvur” şiirini, Polonyalılara bağımsızlık yolunda güç versin diye Lehçeye çeviren Mickiewicz,7 şimdi kendi şiirini söylemek ve ülkesini yeniden var edecek bir mücadeleyi yönetmek azmiyle, tıpkı Byron gibi, İstanbul’da, bambaşka bir dünyanın eşiğindedir. 22 Eylül 1855’te ayak bastığı şehrin, “Tanzimat ruhu” denen şeyi ilk defa gerçekten yaşadığı Kırım Savaşı dönemine denk gelen bu zaruri ziyaret, şairi, 1848 Devrimlerinden sonra Osmanlı’ya iltica eden ve Sadık Paşa ismiyle askeri bürokrasiye katılmış olan Michal Czajkowski’nin mesai arkadaşı yapar. Beyoğlu’nda, Tarlabaşı’nın alt tarafındaki Dolapdere’de yaşamaya başlayan Mickiewicz (bugün müze evi olarak kullanılmakta) bir Leh lejyonunu organize etme işini üstlenir. Ne var ki, şehre pek de adapte olamaz8 ve Mickiewicz talimhanede koleraya yakalanıp 26 Kasım 1855 günü vefat eder.

Yıllarca ülkesine kavuşmak isteyen şairin naaşı da bir sürgünden bir diğer sürgüne; Paris’e gidecektir…

***

Bu dramatik dozu hayli yüksek yaşam öyküsünden geriye kalan nedir? Henüz Türkçeye çevrilmemiş birkaç başyapıtın yanı sıra Poznan’da bir Adam Mickiewicz Üniversitesi, dünya başkentlerinde adına dikilen anıtlar, yaşadığı müze evler, yapılan parklar ve elbette kütüphanelerle birlikte gelenekselleşen anma törenleri, konferanslar… Bütün bunlara rağmen, Mickiewicz’in eserlerinin –en azından benim gibi İngilizceden okuyanlar için- anlaşılabilir olduğunu söylemek çok kolay değildir.

Mickiewicz’in Türkçeye çevrilen şiirlerine ve ona dair yazılan metinlere bakacak olursak, Behçet Kemal Çağlar’ın “Adam Mickiewicz’in Portresi Üzerine” başlıklı şiirinden bu yana geçen on yıllar içinde pek bir hareketlilik olmadığını; güncel yayınların Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi bünyesindeki Leh Dili ve Edebiyatı kadrolarının faaliyetleriyle sınırlı kaldığını görürüz. Şairin eserlerinden bazılarına atılan bir bakış bile yoğun bir Katolik mistisizmiyle büyük bir yaşam enerjisinin, isyanla melankolinin iç içe geçtiğini görmeye yeter. Örneğin Dziady [Atalar] tam da böyle bir eserdir.9 “Atalar”ı, uzak geçmişin insanlarını yaşayanlarla görüştürüp konuşturan bu eser, Polonya Romantizminin temel öğeleri olan vatansever hissiyatçılığı, mistik vizyonları, politik sloganları, masalları, folklorik motifleri, hürriyet aşkını ve ortaçağ fantezisini ustaca birleştirmektedir. Tasvir ettiği hırpani köylüler, acımasız toprak lordu, sefil haldeki çocuklar ve mutsuz âşıklarla, Dziady, insana yer yer Goethe’nin Genç Werther’ini hatırlatan, tam bir Weltschmerz (dünyada-olma acısı) edebiyatı örneğidir.

1825-1826’da kaleme aldığı Kırım Soneleri, şairin, Müslümanlarla ilk karşılaşma şaşkınlıklarından bir kesit gibidir. Lord Byron’dan Gerard de Nerval’e birçok Romantikte görmeye alışılageldiğimiz Oryantalist temalar etrafında dolanan metin, Türk, Arap, Acem kültürüne meraklı bir dış gözün egzotik, mistik, yaban(cı), hayranlık verici ama aynı zamanda ürkütücü unsurlarla yüz yüze geldiği bir “yanlış yalnızlık” hikâyesidir. Sabire Arık’ın çevirdiği ve içinde peş peşe “kaftan”, “namaz”, “halife”, “tespih”, “yakut” geçen şu dizeler,10 Soneler’in genel atmosferine dair bir fikir verecektir:

Dağ artık o sisi kaftanını göğsünden silkiyor,

Sabah namazı çağlıyor başaklarda altından,

Selam veriyor orman, mayıs saçlarından,

Sanki Halifelerin tespihinden yakut nar tanelerini döküyor.

Mickiewicz’in Töton Şövalyelerinin ortaçağ yiğitlikleriyle dolu şiirleri arasında, Leh halkını ayağa kalkmaya davet eden Konrad Wallenrod adlı eseri, Lehlerin 1830 İsyanının retoriğinde önemli bir yer tutmuştur.11 Puşkin’le dostluğunun ve Rusya’daki Dekabrist Ayaklanmasının (1825) etkisi altında, Byronvâri bir kahraman (Byronic hero) yaratarak şiirini onun üzerine inşa ettiği bu eser, okurlarına, insanın aydınlık ve karanlık, salih ve sapkın, iyi ve kötü yüzleri arasında bir medcezir sunmaktadır. Konrad, Mickiewicz’in diğer ana metinlerinde de hissedilebileceği üzere, Hıristiyan Tanrısına hep aynı soruyu –çarmıhtaki İsa’nın sorusunu– sorar: “Neden beni terk ettin?” Konrad, tüm kasvetine rağmen, 15. yüzyılın dünyasından 19. yüzyıla (okurlara) seslenerek yeniden diriliş umudunu yeşertmek ister. Bireysel her hikâye, bireysel her acı sanki Polonya’nın makûs kaderinin bir yansımasıdır ve bir yerde kahraman şöyle der:

Şimdi ülkem ve ben Biriz,

Onun ruhunu gövdemle mezcettim

Benim ismim Milyon artık: çektiği acıları

Milyonların hem sevip hem hissettiğim için.12

Oda do Młodości [Gençliğe Kaside] bağımsızlığına düşkün, “ezelden beri hür yaşadım, hür yaşarım” diyen cesur, umutlu, fedakâr –hatta fedai– bir gençliğin özlemini ifade etmektedir.13 Şiirin en hamasi dizelerinden bir parça gençlere şöyle seslenir:

Cesur gençler, gözünüzün ötesine uzanın,

İnsan aklının zarar veremediği şeyleri ezin!

Bir kartal gibi sizin kanatlarınız, yükseklerde uçuyor

Çakacak şimşeklerin gücü kollarınızın içindedir.14

Polonyalıların Hac Yolculuğu kitabındaysa, Mickiewicz’i Polonya’nın ruhunu en iyi ifade eden kişi olarak tanımamıza vesile olan şey gerçekleşmektedir: “Polonya, ulusların çarmıha gerilen İsa’sıdır!”15 Polonya, Avrupa’nın günahlarının kefaretini ödemek üzere çarmıha gerilmiştir ve bir gün mutlaka yeniden dirilecektir. Yaşayan ve ölü, üçe bölünmüş eski Polonya topraklarının içinde ya da dışında olsun, fark etmeksizin, kendini Polonyalı hisseden herkes yeryüzünde sürgündür.16

Bir sonraki eseri olan Pan Tadeusz (Tadeuş Bey) Mickiewicz’in ve Leh edebiyatının gerçek başyapıtı kabul edilir17 ve Alman edebiyatında Goethe’nin Faust’unun, Rus edebiyatında Puşkin’in Yevgeni Onegin’inin sahip olduğu müstesna konuma yerleştirilir. Bu epik metin, Napoléon’un 1812’deki Rusya seferi sırasında Litvanya Grandükünün dünyasını bize destansı bir anlatımla resmetmektedir. Şiir formunda roman olarak da görülen eser,

Ah Litva! Vatanım benim! Sen

sağlık gibisin; bilmezdim

senin kıymetini; ta ki seni kaybedene kadar,

Şimdi görüp yazıyorum bütün güzelliğini ve seni özlemekteyim”18

kıtasıyla başlamakta ve aynı duygusal yoğunlukla süregitmektedir. On iki epizottan oluşan eserin cazibesi, diğer milliyetçi metinlerde sıkça gördüğümüz kendi milletini yüceltme gayretinden çok başka bir insan manzarası sunmasından geliyor gibidir. Zira bu destanda erdemsiz bir Leh, dürüst bir Rus askeri, zeki bir Yahudi iç içedir ve Polonya bunların hepsine yurt olabilecek büyüklükte, cömertlikte bir yerdir. Savaş, romans, drama; intihar, düello, keşiş, hepsi bir arada bulunan eserde Walter Scott’un şövalye romanlarını hatırlatan puslu atmosferin yanı sıra, arka planda yer tutan pastoral motifler Mickiewicz’in çocukluk hatıralarından kalan bir kasaba sahnesi sunar.19 Pan Tadeusz hâlâ pek çok edebiyat tarihçisine göre, Avrupa’nın yazılan son destan örneği sayılmakta,20 Polonya’daki milli eğitim sisteminde ilkokul öğrencilerince kısmen ezberlenmektedir.

***

Sadece Polonya ya da Litvanya’dan değil, Slav dilleri bünyesinde yazan şairler arasından çıkan en büyük edebiyatçılardan biri olan Mickiewicz’in yeteneği, diğer “Prometheusçu” şairlerle, özellikle de Lord Byron ve Puşkin’le kıyaslanmıştır. “Milli şair” olarak Mickiewicz “kült”ü, bizdeki Nâmık Kemal kültünden de güçlü bir biçimde Polonya’nın kültürel yaşamında etkisini sürdürmektedir. Mickiewicz Batı Avrupa Romantizminin temsilcilerinin aksine bireysel maceralarını şiirlerine konu edecek toplumsal koşullardan yoksun kalmış, bütün sanatını milli romantizasyona adamıştır. Bu özelliğine atıfla Mickiewicz’i selamlayan ilk Türk şairlerinden biri olan Mehmet Emin (Yurdakul), 1914’te bir şiirinde “Polonya’nın zincirini bir küçük/ Miçkeviç’in zayıf eli çatlattı” derken gerçekten haklıdır.21

Mickiewicz, Polonya aşkıyla yaşayıp öldü ve onun doğumunun hemen öncesinde bağımsızlığını yitirip parçalanan ülkesi, ölümünün çok sonrasında, 1918’de kendi kaderini tayin edebilir hale geldi. Fakat yirmi yıl sonra, hem Nazizmin hem komünizmin gadrine uğradığı İkinci Dünya Savaşı ve hemen ardından yaşanan Soğuk Savaş nedeniyle Polonya, ona görülecek bir dünya veren Mickiewicz’in arzuladığı özgürlük havasından on yıllarca uzak kaldı.

Edebiyat tarihçisi Czeslaw Milosz’un zekice tespit ettiği üzere, Mickiewicz, artık var olmayan bir ülke için aslında ona ait olmayan bir kültürel birikim üzerinden bağımsızlık ateşi yakmaya çalışmış; ömrü boyunca Varşova’yı ya da Krakov’u hiç görmemiş ve sıradan insanların yerel deyişlerini hiç duymamış biri olarak tarihsel Polonya’nın milli şairi olmuştu.22 Mickiewicz, bir paradoks olarak Polonya’nın vücut bulmuş haliydi. Bu yüzden, Polonya’yı anlamak için Mickiewicz’e, Mickiewicz’i anlamak için de galiba Polonya’ya bakmak gerekiyor. Goethe’nin de dediği gibi;

Wer den Dichter will verstehen,

Muss in Dichters Lande gehen.

Şairi anlamak isteyen mi var?

Şairin ülkesine gitmeli.

1 Eric Hobsbawm, Devrim Çağı, 1789-1848; çev. Bahadır Sina Şener, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 5.baskı, 2008; ve bu çağın merkezindeki Romantizmi “Batının bilincindeki en büyük değişim” olarak gören Isaiah Berlin, Romantikliğin Kökenleri, çev. Mete Tunçay, İstanbul: YKY, 2.baskı, 2009.

2 Mickiewicz’e dair yazılmış en geniş kapsamlı biyografi Koropeckyj’in çalışmasıdır: Roman Robert Koropeckyj, Adam Mickiewicz: The Life of a Romantic, Ithaca, Londra: Cornell University Press, 2008.

3 “Romanticism”, çev. Michael J. Mikoś. Polish Romantic Literature: An Anthology. der. Michael J. Mikoś. Columbus, Ohio & Bloomington, Indiana: Slavica Publishers. 2002, s. 20-21.

4 Robert Looby, “Adam Mickiewicz, Poland’s National Poet”, Studies, An Irish Quarterly Review, Vol. 87, No: 346, Yaz 1998, s.135-136. Czeslaw Milosz, The History of Polish Literature, University of California Press, 1983.

5 Mickiewicz’in çalkantılı yirmi yıllık Paris sürgününün öncesi ve esnasına dair zengin detayları şuradan özetliyorum: Koropeckyj, a.g.e. V. ve VI. Bölümler, s.119-181, 182-224.

6 Koropeckyj, a.g.e. s.185.

7 Teresa Nowacka’dan aktaran Seda Köycü Arslantekin, “Adam Mickiewicz ve İstanbul”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt: 45, Sayı: 2, 2005, s. 19.

8 Mickiewicz’in İstanbul’a dair izlenimlerini paylaştığı bir mektupta şöyle dediğini görüyoruz: “İtiraf etmeliyim ki, kendin, doğduğum küçük kasabaya benzettiğim bazı semtlerinde, pek de memnun olmayarak kaldım. Düşünün bir kere; gübre yığını ve kuş tüyü ile kaplı, tavukların, hindilerin rahatça dolaştığı bir Pazar yeri. Bu Pazar yerinden bizim eve ulaşmak için, bana çok ilkel ve çok şairane gelen küçük caddelerden geçmek gerekiyor.” Aktaran Köycü Arslantekin, a.g.m. s.20.

9 Adam Mickiewicz, “Forefathers’ Eve”, çev. Dorothea Prall Radin, George Rapall Noyes, The Slavonic Review, Vol. 3, No. 9 (Mart 1925), s. 499-523.

10 Sabire Arık, “Polonyalı Şair Adam Mickiewicz ve Kırım Soneleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt: 45, Sayı: 1, 2005, s. 68.

11 Milosz, The History of Polish Literature, s.221.

12 Şiirin İngilizce çevirisinden kendi çevirim.

13 “Ode to Youth”, çev. Jarosław Zawadzki. Selected Masterpieces of Polish Poetry, der. ve çev. Jarosław Zawadzki, Shenzhen, 2007, s. 48-53. Bu tespite katkı sunan yorumları için bkz. Helen N. Fagin, “Adam Mickiewicz: Poland’s National Romantic Poet”, South Atlantic Bulletin, Vol. 42, No. 4, Kasım 1977, s. 104-105.

14 Şiirin İngilizce çevirisinden kendi çevirim.

15 Milosz, a.g.e. s. 226-227.

16 Robert Looby, “Adam Mickiewicz, Poland’s National Poet”, Studies, An Irish Quarterly Review, Vol. 87, No: 346, Yaz 1998, s. 137.

17 Neşe Taluy Yüce, Polonya Edebiyatında Aydınlanma-Romantizm-Realizm, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002, s.129-130.

18 Eserin İngilizce çevirisinden kendi çevirim.

19 Looby, a.g.m. s. 137; Fagin, a.g.m. s. 111-112. Ayrıca bu konuda yazılmış Türkçe yazılmış bir yüksek lisans tezi bulunmakta: Seyyal Körpe, Leh Edebiyatında Romantizmden Realizme Geçiş: Adam Mickiewicz’in ‘Pan Tadeusz’ Adlı Yapıtı, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Leh Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, 2005.

20 Eserin İngilizce çevirisinin tamamına şu kaynaktan ulaşmak mümkün. Adam Mickiewicz, Pan Tadeusz, çev. Leonard Kress, Indiana: Harrow Gate Press, 2006. https://leonardkress.com/Pan%20Tadeusz.pdf

21 Mehmet Emin Yurdakul, “Ey Türk Uyan”, Fethi Tevetoğlu, Mehmet Emin Yurdakul, Hayatı ve Eserleri (içinde), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1988, s. 174.

22 Czeslaw Milosz, “Adam Mickiewicz”, Russian Review, Vol. 14, No. 4, Ekim 1955, s. 323.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl