Ana Sayfa Kritik Torbadaki Netflix

Torbadaki Netflix

Torbadaki Netflix

Yerli internet platformlarında birkaç dizi izlesem de Netflix ile yakın geçmişe değin haşır neşir olmamıştım. Nedir ki birkaç ay önce bu illete ben de tutuldum. Şimdiden beş altı diziyi bütün sezonlarıyla beraber izledim. Sanırım bilanço giderek ağırlaşacak. Evvela lafımı esirgemeyip illet dedim çünkü Netflix illetin tam karşılığını veriyor. İnsan yakalandıysa sağalmayı dilediği, uzak durmaya çalıştığı şeye illet muamelesi yapar ya işte Netflix’i de insanın sakınması gereken bir illet olarak tanımlamak istiyorum. Flix sözcüğünün yaygın bilinen “filmler” anlamı dışında “dizanteri”, “kanlı ishal”* gibi anlamlar taşıması garip bir tesadüf sayılabilir! Bir çeşit cilve belki!

Bu illete nasıl yakalandım? Yahut yakalanmamak mümkün mü? Kafamızı nereye çevirsek bir Netflix reklamı görüyor, kulağımızı nereye dönsek bir spoiler duyuyoruz! Dizileri, filmleriyle televizyona ve sinema salonlarına alternatif yaratma iddiasının altını dolduran bir süper güçle karşı karşıyayız. Sinema 125, televizyon 80-90 senedir eğlence hayatımızda. Netflix ve benzeri platformlar bu yerleşik düzene kafa tutuyor, açıkçası başarıyı da büyük ölçüde yakalıyor. İnternet kullanımının dünya çapında yaygınlaşması (ve artık belli bir doyuma yaklaşması) kuşkusuz her mecranın ağırlığını tehdit etmeye başladı. Yazılı basın, televizyon bu yeni medyaya direnemedi, uyum sağlandı. İnternet, geniş anlamıyla varlığını, kendisinde/kendisinden olmayan her şeyin tam karşısına konumlandırdı, savaş açtı ve bugüne dek girdiği savaşlardan daima galip ayrılan taraf oldu. Netflix de internetin, gösterim aygıtlarını dönüştürme gücünden faydalanıp DVD kiralama ağı olarak çıktığı ticari yolda (2007’de internet yayını başlıyor) online dataya evrilen bir şirket. Bu datanın gücü, yaşamını kişisel ekranlardan sürdüren insanlığa önemli bir kısmı orijinal yapım olmak kaydıyla devasa bir ürün yelpazesi sunmasından geliyor. Kişisel ekranlara teslimiyet, her cebe girdikçe insanı esarete sürükleyen internet başlı başına yakıcı sorunlar ve bu sorunların yazımızda etraflıca ele alınması pek kolay değil. Onun yerine konuyu daraltıp Netflix’e odaklanmam, küçük resme bakmam isabet olacaktır.

Dizi eleştirilerinin yükselişi ya da tüketici hakkının kullanımı

Yazının hikâyesinden başlayacağım. Netflix yazısı yazmaya ne zaman karar verdim? Bahsettiğim üzere bir süredir bu platformda birçok içerik tükettim ve üzerine yazacak, genelleme yapabilecek kadar deneyim kazandığımı sanıyorum. Buna karşın yazı fikri gökten zembille inmedi. Daha doğrusu yeryüzü kaynaklarından esinlendim! Bu kaynaklara internet aracılığıyla ulaşmam ise ayrıca ironik!

Lafı uzatmayayım, yaklaşık yirmi gün önce Kaya Özkaracalar’ın SıfırBir: Herkes Sussa Biz Susmak filmi hakkındaki yazısını okudum.** Özkaracalar yazıda SıfırBir*** dizisinin çevresinde hiç konuşulmadığını oysa son dönemde diziler hakkında yazılmaya başlandığını belirtiyor. Dizi eleştirisi yazımına yönelik vurgu dikkatimi çekti. Dizilerin ve ucuz yaftası yiyip bir kenara itilen filmlerin, bilcümle popüler olanın incelenmesi taraftarıyım, fakat dizi eleştirilerinin yükselişini güncel gelişmelerden ve arka planından bağımsız ele alamayız. Bugün diziler hakkında eleştiriler, tanıtım yazıları yazılıyor çünkü platform dizilerine ilginin bir biçimde sıcak kalması gerekiyor. Yine ilginçtir, bazı sitelerde “bilmem ne dizisinin bilmem kaçıncı sezon incelemesi, bilmem kaçıncı bölüm değerlendirmesi” başlığıyla yayınlanan yazılara rastlıyoruz. Bu yazılarda dizinin mevcut bölümleri inceleniyor, kahramanların ve olayların seyrine dair tahminler paylaşılıyor. Yani bir bakıma dizileri yalnızca senaristler kaleme almıyor! Diziyi takip edenler de beklentilerini aktarıyorlar. Tüketici haklarını gözeten karşılıklı bir manipülasyon bu! Hayli demokratik değil mi? 

Özkaracalar’ın yazısını henüz okumuştum ki bir twit gördüm, Başar Başaran şöyle yazmıştı: “Netflix dizilerinin çoğunda amaç hikâye anlatmaktansa seyirciyi dizide tutmak üzerine. Bilgisayar oyunu gibi ilerliyor merakla level geçiyoruz. Dramatik duygunun yerini tempo atmosfer gizem alıyor. Hissederek derinleşleme yerine deneyimleyip tüketmek zamanın ruhu. What is next flix?

Başaran’ın tarifini kişisel deneyimimle örtüştürdüm ve hak verdim kendisine. Netflix’in merak öğesini kışkırtarak seyirciyi nasıl kendine bağladığını yorumluyor Başaran. İnternet platformlarının tüketici kültürü üzerinde yarattığı dönüşümü iki temelden açıklıyor bu değiniler. Öncelikle ürün, bütün bir sezonun aynı anda yayınlanması gibi (Hani başlığı Toptancımız Netflix şeklinde de atabilirdik!) bazı teknik hilelerle müşterisini bağımlı kılıyor. “Sonraki bölüme geçiniz” bağımlılığı… Siz geçmeseniz bile site otomatik geçiyor. Diğer taraftan ürünler değerlendirme yazılarına konu oluyor, gündeme giriyor, gündemde kalıyor; entelektüel bir çabaya zemin hazırlıyor. Peki hikâyenin ölümü nasıl gerçekleşiyor? 

The Twilight Zone’dan Stranger Things’e hikâyenin ölümü

Dizileri kuşkusuz internet platformları icat etmedi. Televizyonun yayın hayatına başlayıp anlatıyı kamusal mekânlardan evimize taşıması tüketimde sürekliliği sağlayacak koşulları olgunlaştırdı ve diziler dönemin toplumsal-siyasal düzlemi doğrultusunda şekillendi. Bu anlamda bir ortaklıktan, “nabza göre şerbet” ortaklığından bahsedilebilir. İnternet etki alanını, nabız ölçüm hassasiyetini ve şerbet miktarını artırdı diyebiliriz. Öte yandan televizyon ve online platform dizilerini her boyutuyla kıyaslama olanağımız olmadığı için popüler iki diziye değineceğim.

60’lar Amerikası’nda The Twilight Zone (CBS, 1959-1964) gibi fantastik diziler belli bir seyirci kitlesine ulaşmayı başarmıştı. Korku ve gizemle örülen bu anlatıların soğuk savaştan ilham aldığını öne sürmek güç değil. Dahası devletlerin ve elbette sermaye sınıfının vatandaşı baskılamak, yönetmek adına televizyon kanallarını bir propaganda aracı olarak kullandığını dolayısıyla dizilerin de politik mesajlar taşıdığını, toplumda yaşatılması, yükseltilmesi arzu edilen duygulara oynadığını söyleyebiliriz. Büyük düşmanın, “görünmeyen düşman” biçiminde izahı dönemin Amerikan dizilerine uygun düşüyor. Televizyon dizileri yerelle evrensel arasında bir iletişim sağlıyor. The Twilight Zone özelinde söylersek tehlikenin sınırları aileden kasabaya, oradan ülkeye kadar genişliyor. Tehdit uzaylılar kisvesinde bütün bir dünyaya yöneldiğinde bile hedefe olağan ötekiler, düşman siyasal blok konuyor, böylece bir yurt savunması, yurttaşlık vazifesi yaratılıyor. Günümüzde bir diğer fantastik dizi olan Stranger Things‘e baktığımızdaysa hâlâ soğuk savaş izlerine tanık oluyoruz. 80’lerde geçen dizi tehlikeyi Sovyetlere bağlamayı başarıyor!

Peki bu iki diziyi anlatısı bağlamında nasıl kıyaslayabiliriz? The Twilight Zone bağımsız hikâyelerden oluşan bölümleriyle yayınlanıp, ekrana her hafta farklı bir hikâye, farklı bir tehlike ile geliyorken Stranger Things belli bir olay örgüsüne yaslanıyor. Kahramanlar ortak ve her sezon başı tehlike hortluyor. The Twilight Zone aktüel bir dizi fakat bu durum onu dramatik yönden zayıflatmıyor aksine her bölüm yeni bir hikâye kurguladıklarından titizlikle hareket ediyorlar. Buna rağmen Stranger Things‘de hikâyenin bayatladığını, vara vara soğuk savaş propagandasına vardığını görüyoruz. Mesele “özgün hikâye” meselesi de sayılmaz, hikâyeye artık ihtiyaç duyulmuyor. Sanal bir varoluş cehennemine benzetebileceğimiz “yeni dünya” yalnızlaştırdığı bireylere suni alanlar açarken hikâyeyi öldürdü; anlatıyı, iletişimi öldürdü. Hikâye, dinleyelim yahut anlatalım, insana dairdir. Neye hizmet ettiğinden bağımsız insana dokunur, bir alışverişi esas alır. Bu alışverişi devreden çıkaran internet platformlarındaysa sonrasını merak ettiren, örneğimiz için konuşursak refleksleri neticesinde bir düşman bildiren fakat özünde hiçbir şey söylemeyen yapımlarla muhatap olmaktayız. Uyuşturucu kullanımıyla benzerlik de illüzyona dayalı bu bağımlılık üzerinden kurulabilir. Platform ürünleri “merak ettir, elindekinin tamamını izlet” mantığıyla işliyor. Seyirci olmayan hikâyenin peşinden sürükleniyor âdeta.

Dizi Matematiği ve fabrikasyon üretim

Başaran, dramatik duygudan ve tempo-atmosfer-gizem hattından bahsederken anlatının niteliğini yorumluyor. “Dizi matematiği” adlı bir canavardan tam bu noktada söz açabiliriz. İçerik belli bir matematik uyarınca diziliyor. Nerede yükselecek, nerede alçalacak? Kim kime aşık olmalı? Hangi karakter ölmeli, hangisi yaşamalı? Hangi çifte odaklanmalı? Yanıtlar aranıyor, ince hesaplar yapılıyor. Yanısıra dizilerin üretildiği ve seslendiği kültüre göre değişkenlik arz ediyor bu canavar. Yayın sürelerini baz alırsak uzun bakışmalı çekimlerin rağbet gördüğü ülkemizde iki saat aşılabiliyor ancak Batı yapımlarında 60, 45 ve 25 dakika gibi standart süreler belirlenmiş. Bu standardın tayininde dizinin türü de önem kazanıyor. Söz gelimi komedi dizileri, gerilim ve polisiyelere oranla daha kısa… Bu matematik ister istemez öykünün evrenini daraltıyor, senaristleri fabrikasyon bir üretime zorluyor. Hikâyenin ölümünde daha belirgin rol oynayan öğe ise sanatsal kompozisyonun işlevini/gerekliliğini yitirmesi… Bugün nasıl çağdaş sanatta “eser” tabiri yerine “iş”, “proje” gibi tabirler kullanılıyorsa bu platformlar vasıtasıyla sinema ve dizi-film tabirleri de yerini “ürün” ve “içerik” tabirlerine bıraktı/bırakıyor. Adlandırmadaki dönüşüm kolay ulaşılabilirliği ve yüzeyselliği, kabaca tüketim olanaklarını çağrıştırıyor. Birey tüketerek, izleyerek kimliğini inşa ediyor fakat tüketilen ürün, izleğinden soyutlanarak, günübirlik beğeninin zapturaptına girerek silikleşiyor. Dizilerin sanat eseri olma iddiası olmayabilir ama bu silikleşme hali sinema için ciddi bir tehlike doğurmakta. Üstelik Netflix’in sinemaya vereceği zararı peşinen kestirmek zor. Hatırlanacağı üzere geçen sene Yılmaz Erdoğan Organize İşler 2: Sazan Sarmalı filmini iki hafta vizyon macerasının ardından ansızın Netflix’e satmış, bu karar epey gürültü koparmıştı. İşi sadece ticari boyutuyla ele alamayız. Seyirciye ulaşılan mecra ve seyircinin pozisyonu filmin dilini doğrudan etkileyecektir. Battaniye altında izlenecek film ile sinema salonunda izlenecek film aynı kaygılarla çekilmez. Uzağa gitmemize de lüzum yok, ülke sinemamız bu konuda iyi bir örnek sunuyor. 80’lerde film sektöründeki kriz derinleşince salonlar kapanmış, video kaset piyasası hareketlenmişti. Böylece yeni bir teknoloji olan video filmlerin arzında patlama yaşanmıştı. Yabancı filmler video kaset piyasasını domine ederken yüksek bir ihtimal sinema salonlarında uzun yıllar sürecek Hollywood hâkimiyetini de pekiştirmişti. O dönem seyirciye sunulan, çoğu arabesk temalı yerli filmlerin istismar çizgisiyse gelecekte sinemanın evrensel ölçekte alacağı hasara dair ipucu veriyor. Yeni teknoloji çekim şartlarını ekonomik açıdan iyileştirirken seslenilen kitleyi de kısıtlıyor, başka bir deyişle müşteriyi seçiyor. Belli kesimlere belli filmler üretiliyor.

Netflix derin sularda yüzdüğünün bilinciyle bilhassa sinemada akıllı hamleler yapıyor. Çerezlik yapımlarla yetinmeyip prestijli yönetmenlere “hayal ettikleri filmi” çekme imkânı sağlıyor. Okja (Bong Joon-ho, 2017) ve Roma (Alfonso Cuaron, 2018) platformun elini güçlendirirken geleneksel sinemanın yarını tartışmaya açılmıştı. Devamında Hollywood ile özdeşleşmiş yönetmen Martin Scorsese’nin The Irishman‘i (2019) geldi. Böylece sinemada taşların yerinden oynadığı mesajı verildi. Marriage Story (Noah Baumbach, 2019) ve The Two Popes (Fernando Meirelles, 2019) gibi filmlerle çıtayı yüksek tutma gayreti sergileyen Netflix’in film sektöründe uzmanlaştığını söyleyebiliriz. Zaten platform DVD kiralama tecrübesinden faydalanarak müşteri eğilimlerini ölçüyor, pazara sunacağı ürünü değerlendiriyor. En basitinden Dark dizisi başarı yakalayınca “döngüsel zaman”ın ekmeğini yemek için Atiye dizisini çekiyor ve Doğu pazarında, temanın felsefi açıdan yeşerdiği bir coğrafyada seyirciye ulaştırıyor. Bu örnek vesilesiyle bir kez daha fabrikasyon üretim sorununa uzanıyoruz.

Onaylanma azabı ve bitmeyen hikâyeler mezarlığı  

Günümüzde BBC, NBC, FOX vb. birçok büyük televizyon kanalında olduğu gibi Netflix sisteminde de iç yapımların geleceği izlenme oranlarına bağlı. Bir dizinin ilk sezonu yayınlanıyor, ilgi görürse ikinci sezonu onaylanıyor ve çekim takvimi belirleniyor. Bu sağlıksız bir sistem… Geleneksel televizyon anlayışıyla bölüm bölüm yayınlanan diziler sözleri tükendiği takdirde ite kaka olsa dahi final yaparken Netflix dizileri bitemiyor(!) Onay alınır umuduyla bağlanmamış veya yarım yamalak bağlanmış bir yığın hikâye ile karşılaşıyor, “mini dizi” diye belirtilmemişse bir-iki sezonluk dizilerin nihayete ermediğine şahit oluyoruz. Kısacası finaller yerini beklenmedik vedalara bırakıyor.. Hiç bitmeyen bir hikâye düşünün yahut ilk sezonunu son sezonuymuş gibi yaşayan, topun ağzında bir dizi hikâyesi! Böyle bir dizide dramatik duyarlılık aramak samanlıkta iğne aramaya benzer! Sistemin salladığı “onay” sopası, dizi matematiği denen canavarı korurken dramatik duyguyu zedeliyor. Haliyle senaristlere tek çıkar yol kalıyor: Tutarlılığı, dramatik kaygıları unutup kervanı yolda dizmek ve anlatıyı mümkün mertebe bir bilgisayar oyununa çevirmek.

Battaniye altıplatformların ortak çağrısı

“Toplumsal uyuşturucu” biçiminde anabileceğimiz, seyircisini gündelik dertlerinden arındırıp, gerçek yaşamdan uzaklaştıran anlatılar online platformlarla birlikte çağ atladı. Netflix ve benzeri platformlar da yayın stratejisi bakımından televizyonun izini sürüyor. Daha öyküsüz, daha hırçın, daha kurnaz olmaları aynı amaca hizmet ettikleri gerçeğini değiştirmiyor. Günümüz maruziyetini artıran unsur ise teknolojik gelişmelerin aleyhimize çalışması… Eğlence anlayışının kısırlaştığı, iletişimin dışlanıp görsel ve işitsel uyarılara indirgendiği çağımızda sermaye sahte bir ilerlemenin, teknolojik yanılgının desteğini alıyor. Sistemin saldırısına yalnızca evlerin salonlarında uğramıyoruz artık. Bu saldırı cebimize dek girerek tüm sınırları ihlal etti. İşsizi-çalışanı, genci-yaşlısı kişisel ekrana sahip herkes hedef tahtasında ve battaniye altı platformlar tüm bir insanlığı çağırıyor: “Gelin, uyuşun!”

* https://tureng.com/tr/turkce-ingilizce/flix

** https://ilerihaber.org/yazar/sifir-bir-varos-gencliginin-bir-kesiminin-herkes-sussa-biz-susmayacagiz-diyen-kahramanlar-olarak-sunumu-108407.html

*** SıfırBir dizisi yayın hayatına Youtube’da başlayıp ilgi görünce Blu Tv tarafından satın alınan bir yapım ve bu yönüyle internetin dizi yapımları üzerindeki etkisine iyi bir malzeme sunuyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl