Hayal gücünün sınır tanımaz doğası ve sanatının köklü geçmişine rağmen Saeki fazlasıyla gölgede kaldı. Fakat bu durum artık değişmek zorunda.

Son bir kaç yıl içinde, Japonya dışında, Toshio Saeki’nin eserlerine eşi benzeri görülmemiş bir ilgi artışı oldu. San Francisco, Toronto, New York başta olmak üzere Londra ve Tel Aviv’de büyük kişisel sergiler düzenledi; 2010 senesinde şimdiye kadar görülmemiş baskı resimlerinden oluşan Onikage: The Art of Toshio Saeki (Last Gasp) ve 2015 yılında Fransa’daki eserlerinden meydana gelen beş ciltlik koleksiyonun ilki olan Rêve écarlate (Éditions Cornélius) yayınlandı. 70’lerden bu yana yaptığı çizimlerinin çoğu sergilerin dışındaki amaçlar için yapılmıştı (Çalışmaları 1972’de John Lennon ve Yoko Ono’nun Sometime in New York City kapağında kullanıldı; Ono ve oğlu Sean Lennon da onun hayranlarıydılar, 2013 yılında sanatçı ile röportaj bile yapmışlardı.) Saeki, sanat dünyasının sınırlarının ötesinde genişleyen bir kültü takip ediyor, farklı yaratıcı ortamların diasporasında gizleniyordu. Gerçek bir yeraltı efsanesi olan Saeki, sanatını sunulduğu ortamlarla tanımlamıyor; fakat bu durum hayranlarının onun bu kış galeride sergilenecek yeni eserleri ile hayal kırıklığına uğrayacakları anlamına da gelmiyor ve hiç şüphesiz ki tabiatında var olan radikalizmin galerilere sızmayı başardığını da görecekler.

Saeki’nin galerilerle tanışması, inatçı bir iş kadınının Japonyanın uzak bir dağ kasabasındaki evini ziyaretiyle birlikte başlar. İletişim çağının her türlü olanaklarından uzakta yaşamını sürdüren Saeki için bu durum, sıradışı ve gizemli atmosferiyle ilgisini çeker ve çalışmalarına ivme kazandırır. Ama hikaye belki de sadece bu kadının ikna edici enerjisinde değildir, bu aynı zamanda dış dünyaya kapalı olduğunu sandığımız sanatçının da kararıdır: “Son beş yılda batılı seyircilerden gelen tepkiler beklentimin çok daha ötesinde ve şaşırtıcıydı, ve öyle görünüyor ki bu durum gün geçtikçe daha da şekillenecek.” 

Saeki’nin yeraltı sahnesindeki etkisine rağmen çalışmaları Japonya ve yurtdışındaki sanat dünyasında pek de ciddiye alınmamıştı. Bu durum, büyük olasılıkla Saeki’nin işlerinin kendine özgü tuhaf içeriğinden kaynaklanıyordu. Bilinçaltının karanlıklarına iniyor, büyüleyici Freudyen kabuslar eşliğinde otantik senaryolar yaratıyordu.

Çocukken, resimli hikayelerimi arkadaşlarıma gösterir ve onlara sesli okurdum, buna bayılırlardı. Sanırım şu an için de bundan pek farklı bir şey yapmıyorum.”

Saeki’nin çalışmaları on yıl boyunca olumsuz eleştirilere maruz kaldı. Karşılaştığım ilginç bir durum da 2013 yılında Londra sergisinde Saeki’nin işlerine küratörlük yaparken, serginin birinci kattaki alana taşınması gerektiğinde işleri ziyaretçilerin meraklı gözlerinden uzak tutmaya çalışmamdı. Eserler, 70’lerden kalma Akai Hako serisinin bir parçasıydı; bazıları nispeten daha az ekstrem işlerdi. Saeki, toplum içerisinde güvenle görülebilecek birçok işe imza attı, ancak ahlaki sorunlar sanat kariyerini her defasında eleştiri hedefi haline getirdi. Belki de bu daha çok toplumumuzun bireyin içsel karmaşasına olan tepkisinin -hatta bu karmaşa bireyin kendisine acı verici bir durumda olsa bile- sanatın kendisinden daha yoğun olduğu anlamına gelmektedir.

Ama Saeki için asıl önemli adım on yıl önce Tokyo’daki ajanslarla çalışmaya başladığında atılıyor, cesaretli bir kaç sanat adamı onun sınır tanımaz çalışmalarını gün yüzüne çıkardılar. “Bunlar çok radikal ve içeriği açık ifadeler. Eleştirmenler veya önemli pozisyonlardaki insanlar bu işleri beğenmiş olsalar da, bunu dile getirmekte çekinmeleri gayet normal. Ama sanırım artık bir şeyler değişiyor, ve Saeki hakkettiği ilgiyi görmeye başlıyor. Örneğin bizler bile Saeki’nin Çin’deki popülaritesinin yeni yeni farkına varıyoruz ki bu durum yıllardır devam ediyormuş.” Bunlar Saeki’nin isimsiz kalmayı tercih eden temsilcilerinden aldığım bilgiler.

Saeki’nin tanınma zamanı gelmiş olabilir, bir sanat eseri için kaynak belirtmek sanat tarihi için önemlidir; ancak bu pek de kolay değildir. Savaş sonrası Japonya’sına kadar uzanan Ero Guro (Erotic Gore) hareketi veya 70’lerdeki ikinci dalga ile bu işler uyumlu olabilirdi. Ero Guro sanatını takip eden sanat severler ve pazarlar belki de sanal dünya sayesinde Saeki’ye de ilgi duydular. Son zamanlarda Japon erotik korku sanatının tarihsel örneklerine dair bir dizi sergi, bu hareketin toplum bilincindeki köklerini yumuşatmaya başladı: British Museum’daki Shunga sergisi, Met’deki Japon sergisi ve Grand Palais’daki Hokusai gösterileri, Paris ve Boston’daki MFA. Hokusai’nin The Dream of the Fisherman’s Wife’ı günümüz Japonya’sından gelen şiddetli cinsel görüntülere karşı yumuşak tepkilerin oluşmasında yardımcı oldu. Bir kamu kuruluşunun bir ahtapot ile çiftleşen bir kadının kartpostalını satabilmesi bu tür bir görüntünün çağdaş görsel kültürdeki yeri hakkında çok şey söylüyor.

Bu durum Saeki’nin çalışmalarını Japon sanatı etrafındaki bir diyalog içinde ve eserlerinin ortaya çıkardığı sorunlar dahilinde incelememiz için güzel bir fırsat sunuyor: Mizah ve pathos arasında dengelenmiş insan doğasının güvensizliği; fetişlere karşı tutum, şiddet ve cinselliğin kültürel coğrafya tarafından şekillenmediği bir evren; cinselliğin ve vahşiliğin estetikleştirilmesi; genişleyen yeraltı kültürleri ve onun ana akımla olan etkileşimi; gelenekler ve ilerlemenin çelişkili ikilemi.

Annemin çocukken beni götürdüğü filmlerin de üzerimde derin bir etkisi vardır ve bu filmlerdeki sahnelerin çoğu zaman çalışmalarımda ortaya çıktığını görebilirsiniz.”

Genel izleyicinin aşırı açık içeriklerle başa çıkmasına yardımcı olmasının dışında, kurumsal sunumlar ve sergiler Japon baskı resim tekniğinin kalitesinin takdir edilmesini de beraberinde getirdi. Saeki’nin uyguladığı bu eski usül teknik -kalıpların baskı makinesine girmeden önce parşömen yapraklarla kaplanması ve işaretlenmesi- köklü Japon baskı resim sanatının miraslarından biridir. Yabancılar için, Saeki’nin teknik bileşenleri ve imgelem dünyası: Evlerin iç kısımları, figürler, kıyafetler, tasvir ettiği ritüeller ve şeytanlar, Japon kültürüne ait görünürler. Fakat tematik açıdan bile olsa Saeki çalışmalarını kesinlikle Japonca bir kanonun veya çevrenin parçası olarak tanımlamıyor: “Sıradan bir Japon vatandaşı gibi ben de halk müzikleri dinleyerek büyüdüm, ama bunun yaptıklarım açısından önemli olduğunu düşünmüyorum. Bana ilham veren şeyler korku duygusu, belirsizlik, hassaslığımın çocukken veya ilk gençliğimde yakaladığı o endişe ve mutluluklar; bundan eminim. Bunlar geleneksel Japon kültürü olarak tanımlanır mı bilmiyorum, ayrıca annemin çocukken beni götürdüğü filmlerin de üzerimde derin bir etkisi vardır ve bu filmlerdeki sahnelerin çoğu zaman çalışmalarımda ortaya çıktığını görebilirsiniz.”

Saeki genellikle kimseyle görüşmeden yaşıyor, internetsiz ve İngilizcesiz; çoğu iletişim talebi Saeki’yle bağlantısı olan Tokyo’daki temsilcilerinden geçiyor. Onlar da Saeki’nin bu durumunun sebebinin sade yaşam tarzı olduğunu dile getiriyorlar: “Öyle sanıyoruz ki onun münvezi kişiliğiyle ilgili olmalı bu durum, son derece mütevazı, sessiz, ve hiç materyalist değil. Aynı zamanda, ödün vermeyen ve sanatına inanan çok güçlü bir iradesi var. Bu yüzden, her şeyden uzakta dağlarda yaşıyor. Bundan dolayı insanlar onu merak ediyorlar fakat ona erişmek hiç de kolay değil.”

Saeki’nin çalışmalarını görmek ve onları yapan kişi hakkında bilgi edinmek için ciddi bir talep var fakat şu an için elimizde en erişilmez yerlerde yaşayan ve fazlasıyla bireysel bir sanatçının çok parçalı portresinden fazla bir şey de yok. Etkilendiklerinin ve ilhamlarının ipuçlarına erişmek bile çok zor: “Osaka’da reklamcılık alanında çalışırken, Tomi Ungerer’in eserleriyle karşılaşmıştım. Çalışmalarında zehirli bir şey hissettim ve zehirsiz bir güzelliğin sıkıcı olduğunu farkettim.”

Zehirli güzellik” Saeki’nin cüretkar bakışı ve benliğinin ortaya çıkardığı gizli kısımların dışında, aynı zamanda çalışmalarında paradoksal bir saflık olarak da ortaya çıkan bir özellik: “Ben her zaman ruhumun derinliklerinde gizli olan ve kelimelerle tarif edilemeyeni biçimlendirmeye çalışırım. İnsanın içinde sessiz kalan ve unutulmaya yüz tutmuş duyguları uyandırmak istiyorum. Büyüdükçe, bazı şeylere alışırız ve duyarsızlaşırız, oysaki gençken tattığımız duygular hassas ve saftırlar, ve dolaysızca yaşanırlar. Belki de sanatıma ilgi duyan insanlar bunu hissediyorlar ve bu sadelikten etkileniyorlar. Çalışmalarıma hiç rastlamamış insanlarla karşılaşmak isterdim, ve onların unuttukları harika hassaslıklarını canlandırmak. Çocukken, resimli hikayelerimi arkadaşlarıma gösterir ve onlara sesli okurdum, buna bayılırlardı. Sanırım şu anda pek farklı bir şey yapmıyorum.”

Sıklıkla gözden kaçan bir unsur da Saeki’nin çalışmalarının oyunbaz yanıdır. Bu detaylar belki de Osaka’da doğup-büyümesiyle ilişkilidir, geleneksel kültürlerde insanları güldürmenin ve mizahın günlük yaşamın bir parçası olması. (Tokyo’dan çok farklı olarak.) Her ne kadar memnun etme ve eğlendirme arzusu Saeki’nin sanatında ilk aklımıza gelen özellik olmasa da, gene de bu grotesk mizah anlayışı işin içindedir. Belki de ‘godfather of the underground’ sandığımızdan çok bize benziyor. Sanatçı ve eserleri hakkında keşfedilmesi ve öğrenilmesi gereken daha çok şey olduğu ortada. Böyle olması macerayı daha da eğlenceli kılıyor. Saeki sanat sahnesi için artık hazır görünüyor. Ama önce onu yakalamamız gerekecek. “Gençlik yıllarımdan kalma anılar ve hikayelere gelirsek… Çok farklı bir hikaye, belki bir daha ki sefere…”

Türkçesi: Efe Tuşder

Edit: Erman Akçay

kaynak: elephant.art