Huyumdur, boş zamanlarımda Varlık dergisinin eski sayılarını karıştırırım sık sık… Hani şu, “Memlekette bir tane hakikî san’at mecmuası yok,” deyip, “İnkılâbın, her sahada, yokluktan varlıklar yaratma işine girmiş olduğu bir devirde acısı hissedilen bu boşluğu doldurmak” gayesiyle 15 Temmuz 1933’te çıkan ve hâlâ okura ulaşan Varlık’ı… Sanki onu okumak, toplumsal dinamikleri okumak gibi bir şey benim için…

Mesela Varlık logosunun altındaki başlıklara bakarım ara ara… İlk sayıda kendini “on beş günlük sanat ve fikir mecmuası” olarak tanımladığını görürüm. 133. sayıdan (15 Ocak 1939) itibaren “milliyetçi ve memleketçi fikir mecmuası”, 312. sayıdan (Temmuz 1946) sonra “aylık sanat ve fikir mecmuası” olduğunu… 431. sayıyı (Haziran 1956) takiben “onbeş günde bir çıkan sanat ve fikir dergisi”ne dönüştüğünü… 1969’da (sayı 739) alt başlık olmadan çıktığını… Hem de 1981’e kadar… Sonra 884. sayıyla birlikte kendini “aylık edebiyat ve sanat dergisi” olarak tanımlamayı seçtiğini…

Sırf bunları okumak bile bir fikir verir bana… Sorma, sorgulama iştahımı kabartır zira: İlk sayıda “on beş” ayrı yazılırken, neden 431. sayıdan sonra bileşik yazıldı? 1933’te “sanat ve fikir” öncelenirken, ne değişti de 1939’da “milliyetçi ve memleketçi” olundu? Uzun zaman “fikir”de ısrar edilirken, 1981’de bundan niye vazgeçildi ve “edebiyat”tan medet umuldu?

Bunlar hiç kuşkusuz afakî sorular… Yalnız sıfatlardan, sözcük öbeklerinden, imladan yola çıkarak bir yere varmak mümkün değil elbette… Diyelim ki hasbelkader vardık, o varılan yerde ayakta durabilene de aşk olsun!

Birinci Sayı

Yaşar Nabi’nin, “Rahmetli Nahit Sırrı ile baş başa verdik, kolları sıvadık. İki sayının sermayesini sonradan hesaplaşmak üzere o koyacak, yazı işlerini ben üzerime alacaktım. O sıralarda Fransa’dan yeni dönüp Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’nde stajyer öğretmen olan Sabri Esat da resmî sahibi olarak görünecekti. Bu tasarımızı öğrenen Abdülhak Şinasi Hisar teşebbüsümüzde bizi candan teşvik ederek elinden gelen yardımı yapacağını vaat etti” şeklinde özetlediği kuruluş sürecini takiben ilk sayı okurun ilgisine sunulduğunda yıl 1933’tür. 15 Temmuz 1933…

Bırakın günümüz gençlerini, yaşı ilerlemiş olanların bile pek tanımadığı bir isimdir Kemalettin Kâmu (yahut Kâmî)… Hafızası ve şiirle alakası güçlü olanlar için belki de sadece “Bingöl Çobanları”nın, “Gurbet”in şairidir o… Galiba “Gurbet”in günümüze ulaşmasında Yıldırım Gürses’in üstlendiği rolü unutmamak gerek. O uşak bestesi olmasa, Yeşilçam filmlerinde sık sık kullanılmasa, direnebilir miydi o dizeler zamanın hoyratlığına, kestirmek güç. Halbuki gayet halis duygularla, İstanbul’un işgali üzerine yazılmıştır o şiir.

İşte Varlık’ın ilk sayısı bu şairin “Zaman İçinde”si ile açılır; birinci sayfayı tamamen kaplar 58 dizelik şiir… Acaba “hece”den yana bir tavır mıdır bu? Böylesine iddiaların altını doldurmak, üçüncü şahısları da buna ikna etmek zor. Varlık, her ne kadar daha 6. sayıda Aruz ile Hece’yi dosya konusu yapmışsa da…

Biz iyisi mi ilk sayıdaki diğer şairlere, yayınlanış sırasına göre bakalım: Hamit Macit, Ziya Osman, Vasfi Mahir, Ahmet Kutsi, Behçet Kemal, Muzaffer Reşit (Yaşar Nabi’nin müstearıdır), Feridun Fazıl, Ahmet Muhip ve Şevket Hıfzı

İlk çıkarsama şu olabilir mi: Seçimlerde, o günün koşullarına göre “isabetli” kararlar verilmiş! İki isim zaman içinde unutulsa da… Yine iki isim şiir dışında bir alanda nam salsa da… Bugün bile çoğu dizesini ezbere bildiğimiz “Hatıra” bu sayıda yayımlanmış zira… İlk dörtlüğünü hatırlayalım hemen:

Dün bir gölge gibi geçti yanımdan/ Oydu; bir bakışta tanıdım onu/ Rüyalarıma tayf halinden konan/ Peşime bir korku gibi düşen o”.

Bu durumda Tahsin Yücel haklı diyebiliriz sanki: “Varlık’ı bir ‘yazın okulu’na dönüştüren şey, Yaşar Nabi’nin beğeni ve titizliği…”

Yine de acele etmemekte yarar var. Lakin şunda ihtiyatlı olmaya gerek yok: Varlık, kucak açtığı bir ismi kolay kolay kurtlar sofrasında yalnız bırakmaz! Mümkün olduğunca yer verir ürünlerine ve arka çıkar tartışmalarda…

Daha ikinci sayıda fark ediyoruz bunu: Dergideki ilk şiir yine Kemalettin Kâmu’nun… Gel gör ki birinci sayfada değil bu kez, Abdülhak Şinasi’nin “Klasik Abidelerimiz ve Güzel San’atlar Akamedisi” yazısının içinde… Ahmet Muhip bu kez “Bulutlar”ıyla çıkar okur karşısına… Feridun Fazıl “Bahar Sabahlarında”yla… Behçet Kemal “Bizi Anlamayanlara”sıyla…

Buna mukabil Yaşar Nabi ilk kez yer verir kendi şiirine (ki bu önemlidir; zira daha çok nesriyle ifade eder kendini; şair yanını bile isteye öteler, hatta törpüler)… Benzer şekilde Enis Behiç, Cahit Sıtkı da ilk kez zuhur ederler Varlık’ta… Ama o sayıdan günümüze kalan şiiri yazmak Ahmet Hamdi’ye (Tanpınar) nasip olur: “Ne İçindeyim Zamanın…”

İkinci Sayı

İlk iki sayının şiir açısından görünümü böyle… Peki ya nesir açısından nasıl?

Söylemeye çalışayım: 15 Mart’ta Hitler Üçüncü Reich’ın kuruluşunu ilan etmiş; 30 Nisan’da Peru Devlet Başkanı Luis Sanchez Cerro öldürülmüş; 20 Temmuz’da 30 bin Yahudi, soykırımı protesto etmek amacıyla Londra’da yürüyüş tertip etmiş… Bir fikir mecmuasının bunlara kayıtsız kalması mümkün mü? Dolayısıyla Kâzım Nabi’nin “İnkılap Edebiyatı” rahatlıkla yer bulur kendine birinci sayıda… “İstibdat ve meşrutiyet mücadeleleri. Trablus felâketi. Balkan faciası. Umumi harp. Mütareke ve istilâ. Nihayet çetin kurtuluş savaşı ve kaçan düşmanın ardında tüten bir yurt,” diye özetlediği süreçte “nesil kavgası”nı gençlik bağlamında tartışır Yaşar Nabi.

E, Ahmet Haşim 4 Haziran’da ölmüştür… Onca harala güreleye rağmen bir “sanat ve fikir mecmuası”nın onu anmaması olası mı? Elbette değil. Bu görevi Abdülhak Şinasi yerine getirir, Ahmet Haşim’e dair hatıralarını yazarak…

Sonra “Garp Edebiyatı” diye bir köşe açılır, dışarıda olup bitenleri merak edenler için… Bu anlayış, türlü adlarla, ufak değişikliklerle neredeyse Varlık’ın tüm sayılarında sürer. İlk sayıda bakarız ki, “ince ruhlu, hassas şair” Sabahattin Rahmi, Ahmet Haşim’in ölümünü vesile ederek, yakın zamanda kaybedilen Fransız şair Kontes Do Noay’dan iki şiir çevirir; düzyazılmış iki şiir…

Derken Nahit Sırrı çıkar sahneye. Bir “büyük hikâyesi”yle: “Kanlıcanın Bir Yalısında”… Sonra bir Macar hikâyesi karşılar bizi: “Akşam Karanlığı”… Eitenne Tömerkeny’den Muzaffer Reşit çevirisiyle…

Nihayetinde “On Beş Günde” köşesiyle derginin son sayfasına varılır. Bir tür “iletişim köprüsü”dür bu sütunlar… Doğrudan okura yahut muhatabına hitap edilen… Zaman zaman “Okur Köşesi” olur burası, zaman zaman kapak içi yazıları… Ama çerçevesi baştan çizilmiş bir format olarak kalır hep Varlık’ta…

***

Korkmayınız lütfen; uzun uzun, sayı sayı didiklemeyeceğim Varlık’ı… İlk iki sayının bazı şeyleri işaret ettiğini düşündüğüm için oyalandım bunca. Şimdi, bazı eleştirmenlerin Varlık’ı niçin “edebiyatımızın bir köşe taşı”, “yeni Türk edebiyatını yaratan dergi” ve “Cumhuriyet kültürünün sacayaklarından biri” olarak gördüğünü anlamaya çalışacağım… Bilgim ve becerim yettiğince…

I.

İlk sayıdan itibaren açıkça söz vermiştir Varlık: dergide telif yazılara yer verilecek, ama Batı’nın şaheserleri ile edebî hareketleri de yer alacak. Üstelik bu, yaygın olarak tercih edildiği gibi, Fransız edebiyatı ile sınırlı kalmayacak…

Sözlerinde de dururlar; 1330 sayı boyunca birçok çeviri, hem de ilk kez Varlık aracılığıyla okura ulaşır. Rumence, Macarca, Bulgarca, İspanyolca, Fransızca, Almanca ve İngilizceden yapılan çevirilerin yanına Çinceden, Japoncadan, Rusçadan yapılanlar eklenir. Baudelaire, Çehov, Gorki, Maupassant, Hemingway, Daudet, Kafka, Bunin, Böll, Brochert, Eliot, Zola, Unamuno, Stendhal, Turgenyev, Flaubert, Prevert, Istrati, Dickens, Bataille, Brecht, Eluard, Joyce ve Gogol dilimize kazandırılır.

Burada altının çizilmesi gereken şey, hiç kuşkusuz ki, şudur: Varlık, “tercüme”yi Türk Kültür Rönesansının başlangıcı, temeli sayar. Kendine adeta böyle bir misyon yükler.

Tam da burada bir küçük not eklememe müsaade edin lütfen: Yaşar Nabi, Hasan Âli Yücel’in liderliğinde yürütülen Tercüme Bürosu’nda kısa bir süre görev alır. Hasan Âli Yücel’in Tercüme Bürosu’ndan ayrılmasıyla Varlık, bir anlamda o anlayışın dergiciliğine de soyunur zaman içinde… Zira Yaşar Nabi’ye göre, “Nesir olsun, şiir olsun tercüme faydalı bir şeydir. Düşünüş ve duyuş farkları ancak bu yoldan milletler arasında mübadele edilir ve milli kültürlere yeni ve taze görüşler bu yoldan aşılanır.” (Sayı 310, 311, “Şiir Tercümeleri” dosyası). Sesinin bunca gür çıkma sebeplerinden biri, o dönemki (1938) çevirileri zayıf, çok zayıf bulmasıdır, “hakiki ve sağlam bir tercüme an’anesi”nin olmamasıdır.

Her yeni çevirinin, çevirmeni biraz daha olgunlaştırdığını, biraz daha mükemmelleştirdiğini düşünmesine rağmen uluorta (?) eserlerin çevrilmesine karşı çıkar. Temel ölçüt “edebî değer”dir ve böylesi eserleri çevirirken uyulması gereken iki şart vardır: 1. metne sadakat, 2. metnin artistik değerinin korunması…

Ulus’ta yayımlanan “Tercümeler İşinde Hassas Olmalıyız” (8 İlk-
kânun 1937) adlı yazısında, bir iki yıldır sevindirici manzaralarla karşılaştığından söz eder. Artık Türkçeye çevrilen eserlerde yüksek bir edibin imzasının aranmasından hoşnuttur. Macera ve polisiye roman salgının nihayet bulup, sıranın edebî eserlere gelmesini bir tür “kalkınma işareti” olarak görür.

Yine de itirazları vardır, “sanata karşı âdeta ihanet denilecek lâubalilikte tercüme”lere… İçindeki sesi susturamadığında, o laubali çeviriyi basan yayınevine ikaz mektubu gönderecek kadar hem de… Öyle ki tercümenin mahiyeti ve değeri hususunda titizlik göstermelerini salık verir. Aksinin okuru aldatmak anlamına geleceğini hatırlatır.

Tercümeye ilişkin hassasiyetini anlaşılır kılmak adına iki örnek vermek isterim.

İlki, derginin 88. ve 89. sayılarında yer verdiği bir münakaşa… 1 Mart 1937 tarihli Varlık’ta Süreyya Sami Eren’in “Turgeniev’in Bir Eseri ve Tercüme Meselesi” adlı yazısını yayınlar Yaşar Nabi. Yazının hemen üstüne de şu notu iliştirir:

Arkadaşımız Süreyya Sami Eren, Rus edebiyatından dilimize kazandırdığı eserler serisine bir yenisini ilave etmiştir: Turgeniev’in ‘Asilzadeler Yuvası’ isimli romanı. Mütercim çok temiz ve güzel bir Türkçe ile ve “Liza” adıyla dilimize çevirdiği bu romanın başına enteresan bir önsöz yazmıştır. Aşağıda aynen okurlarımıza sunuyoruz.”

İşte bu önsöze itirazı vardır Nurettin Artam’ın. Yaşar Nabi, Artam’ın itirazlarını dile getirdiği yazıyı vakit kaybetmeksizin takip eden sayıda (15 Mart 1937) yayınlar. Der ki Artam, “sona varmak”, Türkçede böyle bir mastar yoktur. Ve sorar: “Sona ermek mastarı, gazetelerde çalışmadığı ve kalemini satmadığı için vakti bol olan mütercim tarafından metne sadık kalmak endişesiyle mi sona varmak şekline konulmuştur?” Yetinmez, aynı cümle içinde tekrarlanan “kadar”lardan, “kendi”lerden şikâyet eder. Çevirmenin “kitâbet ve gramer kaideleri”ni ortadan kaldırdığını, dolayısıyla çeviriye “titiz”, “itina”lı denemeyeceğini belirtir.

Sayfa sayısı sınırlı bir dergide, bu yazılara yer vermesi, takdire şayandır. Ki son örnek de değildir bunlar. Nice sayıda, nice çeviri adeta otopsi masasına yatırılır. Mütercimler ve akademisyenler tarafından tartışılır da tartışılır…

Yeri değil belki ama, iki hususa dikkat çekmek istiyorum: Süreyya Sami’nin ilk yazıda soyadı Eren’dir, ikincide ise Gürkem… Nedenini bilemiyorum. Ancak sözü edilen kitabın 1936’da Vakit Gazetecilik Matbaa Kütüphane tarafından yapılan baskısında çevirmenin adının Süreyya Sami Eren olduğunu söyleyebilirim sadece. Öte yandan bugün Turgenyev diye kanıksadığımız yazarın adı, ilk yazıda Turgeniev, ikinci yazıda Turgeniyef olarak geçer. Bu, Kiril alfabesinden Latin alfabesine “nakil” yapılırken yaşanılan sıkıntının tipik bir örneği olarak okunabilir sanırım.

Gelelim ikinci örneğe… Nihal Yalaza Taluy, Rusça’dan yaptığı çevirilerle tanınan, sevilen, muteber kabul edilen bir çevirmendir. Bu çevirmenin farklı zamanlarda, farklı yayınevlerince basılmış Yeraltından Notlar’ını okursak, bir acı gerçekle karşılaşmamız an meselesidir: Birinde metin akıp gider, diğerinde ise okur sürekli tökezler! İşte bu farkın sebebi, Yaşar Nabi’nin kendisine gelen çevirileri, varsa eğer, Fransızca edisyonuyla karşılaştırıp redakte etmesidir.

Yaşar Nabi, bir çeviri, çeviri eleştirisi dergisi olmamasına rağmen Varlık’ta hem çeviriye hem de çeviri eleştirilerine yer verir sık sık… Sanırım Bedrettin Cömert’in kendisine İtalya’dan yazdığı mektubu dikkate alması, önemsemesi, duruş ve hassasiyet açısından kayda değer olsa gerek. Cömert’in, Varlık’ın 1 Aralık 1962 tarihli sayısında Giovanni Pascoli’den ve 15 Aralık 1962 tarihli sayısında Giancoma Leopardi’den yapılmış iki şiir çevirisinin “eksik”, “fazla” ve “yanlış” olduğu iddiasını örneklerle kanıtlamasını olgunlukla karşılar.

Benzer bir karşı çıkış Kâmuran Şipal’den gelir, Kafka çevirilerine ilişkin… Şipal’in eleştirisini yayınlar ve takibinde de Şipal, Almanca’dan yaptığı çevirilerle dergide ağırlıklı bir yer edinir. Oysa öncesinde şiirleri (evet, şiirleri) ve öyküleri ile görünmektedir (!) dergide…

II.

Varlık, sık sık kabuk yahut deri değiştiren bir dergi olur. Hatta sadece içeriği değil, boyutları da değişir. Bugünkü Varlık’a bakarak konuşursak en radikal değişimini 6. yılında, 132. sayısında yapar. İlk yıllarda “edebiyat ve sanat sahasında” kalan dergi, bu alanda çok sayıda derginin çıkması ve “ilk zamanlardaki ehemmiyet şümulünü kaybetme tehlikesi” ile karşılaşınca, “ilmi ve emek mahsulü tetkikler” yayınlayan, iktisat meselelerini tartışan, “sosyal bahisler”de söz alan, kültür ve dil konularına ağırlık veren bir dergiye dönüşür. Ayrıca ebat da değişir. Yine on beş günde bir çıkmakla beraber, sayfa sayısı 32, bazen de 40 sayfaya sabitlenir. Takibinde de, “Türkiye’de Modern Ekonomik Sistemin Doğuşu”, “Sümerlerde Ziraat ve Hayvancılık”, “Pancar Ekiminin Ehemmiyet ve Şümulü”, “Normal Çocuklarda Anormallikler” ve “Gagauzlar” gibi konular işlenmeye başlanır. İşte “milliyetçi ve memleketçi” alt başlığı bu dönemde kullanılır. Bu tercih ve yönelimde savaşın etkisini unutmamak gerekir.

İkinci radikal değişim 15 Ocak 1939 – Şubat 1946 arasında yaşanır. Sayfa sayısı 40’tan 28’e, hatta bazen 20’ye kadar düşer. On beş günde bir çıkan dergi, ayda bir çıkmaya başlar.

Ardında 13 yılı bıraktıktan sonra, kendi deyişiyle Varlık, 312. sayıdan sonra “neşir hayatının yeni bir sayfasına” girer. İçtimai ve iktisadi meseleleri terk eder ve “ilk sayıyı aratmayacak zenginlikte” çıkar tekrar… Masrafları iki misline çıktığı halde fiyatını düşürerek hem de… Artık “aylık sanat ve fikir mecmuası”dır.

1940-45 arasında Varlık, kendini sağcı yahut solcu olarak tanımlamış olmamasına rağmen, ağırlıklı olarak şu isimlerin eserlerine öncelik verir: Bülent Ecevit, Ruhi Su, Yaşar Kemal (Kemal Sadık Göğçeli adıyla Karacaoğlan’dan derlemeler yapar) ve Orhan Kemal…

Ancak yine de belirtelim, rahatlıkla muhafazakâr sayabileceğimiz Mehmet Kaplan da iki yazısıyla (1.12.1941 ve 15.5.1942) görünür Varlık sayfalarında…

Lakin hiçbiri Abdülhak Şinasi Hisar kadar ayrıcalıklı değildir. Varlık, onun yazılarına her daim yer açar, yapıtlarını coşkuyla karşılar ve tanıtır.

Şimdi tekrar başa dönüp, 132. sayıdaki radikal değişime kadar kimler, hangi eserler okurla buluşmuş, kuşbakışı görelim: Cahit Sıtkı’nın “Gün Eksilmesin Penceremden”i, Ahmet Muhip’in “Fahriye Abla”sı gibi edebiyatımızda iz bırakmış şiirler; Sait Faik’in “Semaver”, Sabahattin Ali’nin “Kağnı”, Halit Ziya’nın “Hepsinden Acı” başlıklı hikâyeleri… Son derece mühim, zamanın ve okurun unutkanlığına meydan okumuş daha niceleri…

III.

Varlık’ın 129. sayısı, Yaşar Nabi’nin “Büyük Yasımız” yazısıyla açılır. Sene 1938… Atatürk’ün ardından yazılmış fevkalade duygusal bir yazıdır bu… Ancak günün siyasi eğilimlerine, rüzgârına kapılarak tercih edilmiş değildir. Varlık, o sayıdan itibaren uzun süre, her kasım ayında Atatürk sayısı düzenleyecektir. Bu daha önce benzerine nadiren tesadüf edilmiş bir iradedir.

IV.

Varlık, Yaşar Nabi’nin öncülüğünde, bilhassa 1950’ye kadar, hatta 50’lerin ilk yarısına kadar, “genç sanatçılar”ı ve “yeni şiir”i savunur. Ancak 50’lerin ikinci yarısından itibaren “eski”mekle suçlanır. Toplumcu şiire ve bilhassa İkinci Yeni’ye yeterince fırsat tanımamakla…

Şöyle bir müşkül vardır burada: “Yeni Şiir” nedir? Belki Yaşar Nabi’nin yayına hazırladığı ve ilk örneği 1949’da yayınlanan “Yeni Şiirler” derlemesi bir ipucu olabilir bize… Bu derlemede 100’den fazla şair ve şiir yer alır. Amaç da şöyle özetlenir: “günümüzün şiir çalışmalarını toplu ve kıyaslamalı bir şekilde tetkik etmek, umumi manzarası üzerinde kuşbakışı bir intiba edinmek”… Yeni Şiir olarak tanımlanan ve tanıtılan şiirlerin sıralanışında doğum tarihleri esas alınır. Şu “yeni şiir”i kimler yazmaktadır sizce? Hemen söyleyeyim: Ziya Osman Saba, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Oktay Rifat, Behçet Necatigil, Salâh Birsel, Rüştü Onur, Ümit Yaşar Oğuzcan, Turgut Uyar, Necati Cumalı, Cahit Külebi, Metin Eloğlu, Ercüment Uçarı, Özdemir Asaf vd.

Bu manzara karşısında afallamamak mümkün mü? Ne kadar geniş bir çatısı varmış meğer “yeni şiir”in… Halbuki bugün, bu şairlerin çoğu yan yana bile anılmaz… Ayrıca listeye almadığım şairler de var “yeni şiir”e giren: henüz şiirleri kitaplaşmamış Emin Ülgener mesela; sonraları eleştiride ve denemede karar kılan Emin Özdemir mesela; gazeteciliği şairliğini unutturan Sami Karaören mesela; belki de şiir yazdığının bilinmemesini tercih edecek olan Tarık Dursun K. mesela…

Öte yandan 1953-1959 yılları arasında Varlık’ta en çok şiiri çıkan şairler şunlardır: Mesut Tarcan, Talip Apaydın, Hasan Şimşek, Fazıl Hüsnü ve Özker Yaşın… Peki bu manzara bize ne söyler?

Küçük bir ek: Varlık, avangart bulduğu İkinci Yeni akımına öncülük eden şairlerden Turgut Uyar’ı dışarıda tutar ve eserlerine belli aralıklarla yer verir. Melih Cevdet Anday, Edip Cansever, Oktay Rifat, Memet Fuat arzu ettiklerinden az görünürler dergide…

V.

1950’de Varlık dergisi bir yeniliğe daha imza atar; bilhassa Amerika’da örnekleri görülen “kitap kulübü” mantığını Türkiye’ye taşır. Okur-dergi etkileşiminin sonucunda da 1 Ocak 1951 tarihinden itibaren derginin sayfa sayısı 24’e çıkar.

VI.

Varlık, yayın hayatı boyunca sofrasını farklı lezzetlere açık tutar hep… İlk sayılarında Yedi Meşaleciler taşır bayrağı… Sonra Garipçiler… Bir ara toplumcu gerçekçiler… 1980 sonrasında “gerçeklik” kavramı ve kültürel hayatta etkili olmuş “yapısalcılık” üzerinde önemle durulur. Bu kavramlar derinlemesine tartışılarak geniş okur kitleleri bilgilendirilir. Süreyyya Evren’in mutfakta olduğu dönemlerde avangardı, yeraltını anlama çabaları görülür. Ümran Kartal’ın, Müge İplikçi’nin azıcık ucundan tuttukları dönemde de feminizm rüzgârı eser hafiften hafiften… Zaten Cımbızın Çektikleri kitabı bu sürecin bir ürünüdür.

Şunu da belirtmek gerek tabii… Garip Manifestosu Varlık’ta serpilip büyür. Mehmet Ali Sel’in (ki müstearıdır Orhan Veli’nin), doğal olarak Garip’i Garip yapan malûm üçlünün (Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet) ürünleri yayımlanır dergide…

Ancak bu şiir, yani Garip, ilk başlarda geniş bir kesim tarafından alayla karşılanır. Dergi de bundan payını alır. Orhan Veli’nin söz konusu alay ve eleştirilere cevap niteliğinde kaleme aldığı ve ilerde ufak tefek değişikliklerle Garip şiirinin poetikası olarak sunacağı yazılar işte bu dönemde yayımlanır. 15 Kasım 1939 tarihli sayıda “Yeni Şiire Dair” başlığıyla bu yazılara yer verileceği ilan edilir.

Yaşar Nabi’nin dergide “yeni” yahut “taze”, biraz zorlarsam “farklı” olana yer açma çabası, takdir edersiniz ki, her daim hoşgörüyle, iltifatla karşılanmaz. Mesela Sabahattin Ali, kendisine yazdığı tarihsiz bir mektupta şöyle der:

Bizim şu genç şairlerin, yani Orhan Veli ile Oktay Rifat’ın başlarına gelene pek müteessir oldum. Zavallı çocukların genç yaşta cinnet getirecekleri hiç tahmin edilemezdi. Acaba onların şiirlerini neşre delâlet ettiğim için bu hazin akıbetten ben de mesul müyüm? diye vicdanen pek muazzep oluyorum. Bilhassa edebî cinnet, musaplarını sadece akraba ve tanıdık muhitlerinde değil, nispeten geniş ve daha merhametsiz bir kalabalık muvacehesinde de gülünç edegeldiğinden merhamet ve esef duygularım bu nispette şiddetli oluyor. Bu patolojik âsarın mütehassısı bir kalem (meselâ Abdülhak Şinasi Bey) tarafından yapılacak (ruhî, edebî, tıbbî) bir tahlilini bütün kariler beklemekte ve o şiirleri zaten sırf böyle bir etüdün mukaddemesi telâkki etmektedirler. Nahit Sırrı Bey müvesvis ve vehham bir zattır. Bu delikanlıların ani bir buhran neticesinde kendisine saldırıvermelerinden korkmuyor mu?”

İronik, lakin ağır sayılabilecek laflardır Sabahattin Ali’ninkiler… Keşke Yaşar Nabi’nin bu mektuba verdiği yanıta ulaşmak mümkün olsa… Orhan Veli ve arkadaşlarının şiirine ısrarla yer vermesinden Sabahattin Ali ile aynı görüşü paylaşmadığını anlayabiliyoruz sadece. Ama o kadar…

Aynı mektubun sonuna eklenen bu not yenir yutulur cinsten değildir oysa:

Orhan Veli ile Oktay Rifat’ın arkadaşı bir de Mehmet Ali Sel var ki şahsen tanımıyorum. Yalnız sâri olduğu anlaşılan bu yeni cinnete o da musab görünüyor. Tanıdıklarına ve akraba, taallûkatına geçmiş olsun. Sinir ve akıl doktoru Şükrü Hazım bu hususta bir şey neşretti mi? Etti ise çıktığı yeri lütfen bildir. Bedrettin de selâm ediyor. O da aynı teessür ve merak içindedir.”

VII.

Hiç böyle iddiası olmamasına rağmen Varlık, bir tür eleştiri, kuram dergisidir de… Geçelim resim, tiyatro, sinema ve müzik üzerine yazılmış kuramsal yazıları, yalnız şiir tenkitleri bile o kadar çoktur ki… Nihayetinde bir teze konu olur. İbrahim Şeref Kaya, tezinde sadece 1933-1953 arasındaki bu tür yazıları incelemesine rağmen, muazzam bir birikimle karşılaşır… 1010 sayfalık yüksek lisans tezinin 981 sayfasını şiir tenkitlerine ayırmak zorunda kalır.

Öte yandan “Ataç’ın Köşesi” eleştiri bağlamında çok mühim bir yer edinir dergide… A. Kadir Bulut’un 70’li yılların ikinci yarısında “Ozanları Ünlendiren Şiirleri” dizi yazısı, bildik anlamda bir “eleştiri” sayılmasa da, ufuk açıcıdır. Muzaffer Uyguner’in Oktay Rifat, Cemal Süreya şiiri üzerine yazdıkları da keza öyle… Tarık Dursun K.’nın deneme tadındaki “Karalama – Nerde Benim Şairlerim” yazıları da…

Temmuz 1981 tarihli 886. sayının dosya konusu “Şiirimizin Sorunları”dır. Kaynak niteliğindedir. Cevdet Kudret, “Şiir Nedir, Ne Değildir”i tartışır. Melih Cevdet Anday, şiirin “Yazılır mı, Söylenir mi?” olduğu üzerinde durur. Teoman Aktürel, Georges Mounin’den “Şiir ve Tarih”i çevirir. Arslan Kaynardağ, “Türk Şiirinin Gizli Gücü”nü bulmaya çalışır. Egemen Berköz ve Tekin Sönmez de katkıda bulunur dosyaya…

Bu dosya mantığı, soruşturma yönelimi, tekil bir örnek değildir; aynı yıl içinde, Mayıs 1982 tarihli Varlık’ta “müzik”, Temmuz 1982’de “deneme”, Aralık 1982’de ise “roman” mercek altına sürülür mesela…

Özdemir İnce’nin “İmge ve Serüvenleri” yazı dizisi dikkate alınası duraklardan biridir. Yazılardan ilki Kemal Özer yönetimindeki Varlık’ın 910. sayısında yayımlanır. Sonra bu yazılara başkaları da ilave edilip kitaplaşır: Şiir ve Gerçeklik.

Öte yandan Kemal Özer yönetimindeki dergiye Seyit Nezir, Afşar Timuçin, Cengiz Gündoğdu, Bedirhan Toprak, Alpay Kabacalı, Aziz Çalışlar, Veysel Atayman, Orhan Barlas, Kemal Sülker, ara sıra Alev Alatlı katkıda bulunmaya başlar. Mehmet Yaşar Bilen “kuşak” kavramından hareketle 1970 şiirini ve şairlerini inceler.

Hiç unutulmaması gereken dosya çalışmalarından biri de iki sayı (913 ve 914) süren ve Atilla Birkiye’nin denetiminde hazırlanan “Yapısalcılığın Eleştirisine Doğru” adlı dosyadır.

VIII.

Varlık, Köy Enstitüsü mevzuuna, o anlayışı, o fikri sanatla çoğaltanlara da ev sahipliği yapar bir süre… Mahmut Makal’ın bu bağlamdaki ilk öyküleri bu dergide yayımlanır. Muhtar Körükçü (“Köyden Notlar”la bilhassa) uzun bir süre yer bulur kendine… Mehmet Başaran keza öyle… Talip Apaydın, Emin Özdemir, Fakir Baykurt, Ali Yüce, Osman Şahin, Hasan Kıyafet ve Cumhuriyet devri yazarlarının pek çoğu Varlık çevresinde toplanır. Bu sürecin belki de en çarpıcı yanı, Mahmut Makal’ın Bizim Köy’ünün uzun süre dergide yayımlanmış köy notlarından oluşmasıdır.

Tabii şunu da söylemek gerek: Varlık’ın CHP iktidarı sonrası ihmal edilen Köy Enstitüleri’nden yetişen yazarlara sayfalarını açması bir tesadüf değildir.

Şu bilgiyi de araya sıkıştırmamı hoş görünüz lütfen: Köy Enstitüleri’ne 1937-1947 arasında 51 milyon 649 bin 538 lira ödenek ayrılmışken, her yıl yaklaşık 2 bin öğretmen yetiştirme kapasitesi söz konusuyken, hepimizin az çok bildiği şey yaşanır ve baskı sürecini kapatma hamlesi takip eder. Yüksek Kısım çıkışlı öğretmenlerin, iki bakanlığın anlaşamaması yüzünden, bir çağrılıp bir uzaklaştırılmaları, erkeklerin bir kalemde askere alınması, ülkenin aydınlık ve çağdaş yüzünü temsil eden, dile ve inkılâplara duyarlılığıyla bilinen Varlık’a ilgiyi artırır; enstitü öğrencileri dört elle Varlık’a sarılır. 1948’de Yüksek Köy Enstitüsü kapanır. Dört yüz Halkevi abonesi kesilir Varlık’ın… Ve nihayetinde Köy Enstitüleri’ne sokulması bakanlıkça yasaklanır. Zor bir süreçtir; hem ekonomik hem de sosyal anlamda… Lakin yazarlar desteğini kesmezler dergiden… Sabahattin Eyuboğlu, Yüksek Köy Enstitüsü öğretmenliğinden, Talim Terbiye Kurulu üyeliğinden, Türcüme Bürosu’ndan ayrılmasına rağmen, yazılarına “Paris Mektupları” başlığıyla Varlık’ta devam eder. Dergi, tavrını 329. sayısında başlayan “Köyden Notlar” dizisiyle iyice belli eder.

IX.

Varlık, genç Cumhuriyet’in edebiyatını oluşturma ve geliştirme misyonuyla da örtüşen bir dergidir… Zira Varlık; Muhit ve Hayat gibi kültür/sanat dergilerinin kapandığı, Servet-i Fünun dergisinin etkisini yitirdiği bir dönemde, “yeni kültürün taşıyıcısı” olarak çıkar. Maarif Vekâleti tarafından öğretmen ve öğrencilere, CHP tarafından da Halkevlerine tavsiye edilir. Böylelikle kurulduğu yıllarda çıkan kültürel bağlamdaki arz-talep dengesizliği, bir nebze olsun dengelenir(!) Amma velâkin fikrî açıdan Atatürkçülüğü, sanatsal açıdan da yeniye ve gençlere verdiği önemle dikkati çeker. İşte asıl onu ayakta ve vitrinde tutan da bu olur.

Kasım 1982 tarihli 902. sayıda başlayan “Ustaların Seçtikleri” isimli bir bölümde, dergiye gönderilen ürünlerin yetkin bir isim tarafından değerlendirilip yayınlanması, yeni bir uygulama olarak aralıklarla devam eder. Şiir alanındaki ilk değerlendirme Cemal Süreyya, öyküde Muzaffer Buyrukçu, denemede Vedat Günyol, eleştiride Asım Bezirci tarafından yapılır.

Henüz ürünü yayımlanmamış ya da adını daha belirgin kılma çabası içindeki şair ve öykücülerin gönderdikleri ürünlerin değerlendirildiği “Ustaların Seçtikleri” köşesi, 1997’den sonra iki ayda bir dönüşümlü olarak yayınlanır: Tomris Uyar-Hilmi Yavuz, Erendiz Atasü-Arif Damar, Nezihe Meriç-Ece Ayhan, Erdal Öz-Şükran Kurdakul, Hulki Aktunç-Ataol Behramoğlu, Zeyyat Selimoğlu-Eray Canberk, Gülten Akın-Erhan Bener, Özkan Mert-İnci Aral, Tuğrul Tanyol-Buket Uzuner gibi…

Bugünlerde “Yeni Öyküler Arasında” ve “Yeni Şiirler Arasında” adlarıyla gençlere açılan sayfalar bunun bir yansımasıdır.

Yaşar Nabi Nayır adına verilen Gençlik Ödülleri de keza öyle… Tabii bu ödülün 30 yaşın altındakilere açık olduğunu ve “edebiyata yeni değerler kazandırma” amacıyla verildiğini de hatırlatmakta yarar var sanırım.

Kimler çıkmamıştır ki bu ödülden; hemen aklıma gelenleri sıralayayım: Bedrettin Aykın, Hüseyin Ferhad, Behçet Aysan, Salih Bolat, Altay Öktem, İdris Özyol, Tuna Kiremitçi, Derya Çolpan, Selim Temo, Can Bahadır Yüce, Mehmet Erte, Cemil Kavukçu, Müge İplikçi, Karin Karakaşlı, Akın Sevinç, Semra Topal, Doğan Yarıcı, Pelin Buzluk…

X.

Hemen, yine bu bağlamda kalmak üzere, geçmişe uzanalım: 910. sayıda başlayan “Her Sayıda Yeni Bir Ozan” ve 916. sayıda başlayan “Her Sayıda Yeni Bir Öykücü” kısımlarıyla derginin edebiyata yeni isimler kazandırma işlevi, azıcık kabul değiştirerek sürdürülür. İlk “yeni ozan”, 1959 Zonguldak doğumlu Mustafa Ziyalan’dır; daha sonra bazı metinlerin altında çevirmen olarak onun imzasına rastlarız. İkinci “yeni ozan”, 1949 Sütçüler doğumlu Gülsüm Akyüz’dür; hani şimdilerde kendisini Gülsüm Cengiz olarak bildiğimiz… Üçüncüsü Mehmet Karabağlı… Akgün Akova, Sunay Akın gibi edebiyatımızda şöhrete (!) ulaşmış isimlerin çalışmaları da ilk kez bu bölümde günyüzüne çıkar.

Öte yandan ilk “yeni öykücü”, 1952 Hatay doğumlu Tülay Ferah, ikinci “yeni öykücü” 1959 Diyarbakır doğumlu Kemal Açan’dır. Bir süre bu böyle sürüp gider. Ne ki, yeni ozanlar yeni öykücülere nazaran daha çok okura ulaşır…

XI.

Varlık, ilginç bir uygulamaya başvurur, 1941’de yayınlanan 200. sayıyla birlikte… “Geçmiş Yıllardan Sesler” başlığıyla eski sayılarda yayımladığı eserleri yeniden yayınlar. Tam da bu noktada görüşler ikiye ayrılır: 1) Dergi, bir misyon duygusu ve fikriyle hareket ettiğinden geçmişteki güzel örnekleri yeni nesillere de ulaştırmak istiyor, 2) Dergi, edebî yazı bulmakta hayli sıkıntı çektiği için böyle bir yol tercih ediyor.

Bu uygulamanın, yani geçmiş yıllarda ses getiren ürünlerin tekrar yayımlanması yöneliminin ilk örneği Cahit Sıtkı’nın “Ölüm” adlı şiiri olur. Ama bu şiir sonradan değişen şekliyle beraber yayımlanır.

XII. 

İdari kadro itibariyle dergide ciddi bir görev değişiminin olduğu 1981 yılına kadar dergideki yayın faaliyetini şöyle özetlemek mümkündür: Şiirde Cahit Sıtkı [Tarancı], Necati Cumalı, Behçet Necatigil, Ziya Osman [Saba], Oktay Rifat [Horozcu], Melih Cevdet [Anday], Attilâ İlhan, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Ahmet Muhip [Dranas], Fazıl Hüsnü [Dağlarca], Metin Eloğlu, Ceyhun Atuf Kansu, Tarık Dursun K., Turgut Uyar, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Özker Yaşın, Cahit Külebi, Gülten Akın, Sabahattin Kudret Aksal, Ülkü Tamer, Talat Sait Halman dikkati çeken isimlerdir. 27 Mayıs’ın akabinde, konusu bu olayla ilgili pek çok şiire yer verilir. Hikâyede ise Sait Faik [Abasıyanık], İlhan Tarsus, Orhan Kemal, Tahsin Yücel, Bekir Sıtkı Kunt, Haldun Taner, Cengiz Dağcı, Talip Apaydın, Tarık Dursun K., Ayşe Kilimci, Nazlı Eray öne çıkan isimler olur. Roman türü ve güzel sanatlar ile ilgili yazılar bu süreçte epeyce artar. Yine 1950’lerin ilk yarısından 1965’in ortalarına kadar olan süreçte sinema yazılarına ağırlık verilir. Yazarlara sorulan “Yeni Sanata Nasıl Bakıyorsunuz?” ve “Nasıl Yazıyorlar?”, “Edebiyatımızı Yurt Dışında Temsil edecek 10 Roman, 5 En İyi Şair ve 5 En İyi Hikâyeci” ile okurun beğenisinin ölçüldüğü “Okuyucuların Beğendikleri” gibi anketlerle günün edebiyatı sorgulanır. 1947 yılından itibaren okur mektuplarına, onlardan gelen edebî çalışmalara verilen cevaplar daha düzenli olarak dergi sayfalarında yer bulur. Bu, okurla dergi arasında kurulan sıcak ilişkide etkili bir faktör olur. Bu dönem özellikle tercüme hikâyelerin de arttığı bir süreçtir. Tercümeler 1966-1969 arası 29 sayı yayımlanan Cep Dergi – Dünyaya Açılan Pencere’de çıkar. Varlık’ta ise sadece yerli yazarlara yer verilir. 1 Nisan 1969’dan itibaren de “Dünyaya Açılan Pencere” ismiyle derginin sadece bir bölümünde tercümelere rastlanır. Daha sonra aynı adla, 923. sayıdan itibaren telif yazılar çıkar Varlık’ta… İlkini Gültekin Emre yazar; yaşadığı şehirdeki (Berlin) sanat etkinliklerinden haberdar eder okuru…

XIII.

Derginin sorumluluğunu paylaşma konusunda hayli kapalı olan Yaşar Nabi, yaşamının son dönemlerinde dergiye ilginin azaldığını görünce kaygılanmaya başlar. Bu yüzden zaman zaman dergiye ortak arama girişimlerinde bulunur. Ama bu teşebbüslerin sadece düşüncede kaldığı, sonuçlandırılamadığı görülür.

Yaşar Nabi’nin rahatsızlığı ilerleyince dergi eski cazibesini yitirir gibi olur. İşte bu esnada derginin Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğünü 1 Ocak 1981 tarihinden itibaren kızı Filiz Nayır üstlenir. Künyede yer almasa bile derginin yayın danışmanı Konur Ertop olur ve onun önderliğinde birtakım yenilikler hayata geçirilir.

Şubat 1983 – Mayıs 1990 arasında derginin Genel Yayın Yönetmeni olan Kemal Özer’in gayretleriyle bu yenilikler daha da geliştirilerek sürdürülür. Kemal Özer’in yayın yönetmenliğini üstlendiği Şubat 1983 sayısıyla beraber derginin yayın anlayışı “dinamizm” ve “etkin yayıncılık” ifadeleriyle açıklanır.

Dergi 50. yıl dolayısıyla kapakta yer alan “Yeninin toplumdaki yerini belirleme çabasında 50 yıl” ifadesine uygun olarak, varlığını sürdürebilmek için dönemin gereklerine uygun yapıda kendini şekillendirir. Tek kişinin sorumluluğundaki çalışmalardan ziyade toplu çalışmalara bu süre içinde önem verilir. Bu ‘kolektif’ çalışmalar kimi zaman özel sayı, kimi zaman da özel bölüm şeklinde olur.

83 sonrasındaki Varlık’ın Yaşar Nabi dönemindeki Varlık’tan farkı, hedef kitledeki kaymadır. Varlık, artık bir “şehir” dergisidir. Zaten Varlık’ın bir orta sınıf dergisi olduğu bu zamanlarda daha yüksek sesle dile getirilir.

Enver Ercan

XIV.

Haziran 1990’dan itibaren Enver Ercan derginin yönetimine geçer (32 yaşındadır). Ocak 1990’da biçimsel olarak değişen dergi, Enver Ercan’la birlikte içerik olarak da değişmeye başlar.

Enver Ercan yönetiminde çıkan daha ilk sayıda Kemal Özer yönetimini eleştiren Oktay Akbal’ın yazısına yer verilmesi dikkat çekici ve pek manidardır. Oktay Akbal, dergide başlayan yeni ile eski kuşağı birleştirme atılımını desteklerken, kendilerinin Yaşar Nabi kimliğindeki dergiden yana olduklarını söyler.

Yeni okur kitlesini kaybetmeden eski okurun da tekrar kazanılması arayışına gidildiği bu dönemle birlikte Attilâ İlhan’ın da şiirleriyle yeniden Varlık sayfalarında yer almaya başladığı görülür.

Dergi 1980’li yıllara göre aktüel siyasete sayfalarını daha çok açmaya başlar. Bu bağlamda Refah Partisi’nin 1990’ların ortalarındaki yükselişi ve 1996’daki 1 Mayıs olayları dergide genişçe yankı bulur. 1993 Sivas Olayları sonrası din ve siyaset, din ve edebiyat, Alevilik konuları işlenir. Bosna ve Kosova olayları, 1996 Habitat II, 1998’in sonlarındaki “Devlet Sanatçısı” tartışmaları, 1999 depremi, 2004’teki 100 Temel Eser girişimi de dergi sayfalarına taşınır. Feminizm, tüketim kültürü, ütopya, küreselleşme, siberfeminizm, depresyon, kimlik kavramı, mistisizm, simgecilik gibi yakın dönemin tartışma konuları gündeme getirilir.

Enver Ercan idaresindeki Varlık’ın yazar kadrosuna baktığımızda ise şu isimler çıkar karşımıza: Hilmi Yavuz, Gültekin Emre, Özdemir İnce, Hasan Bülent Kahraman, Feridun Andaç, Füsun Akatlı, Müslim Çelik, küçük İskender, Tuğrul Tanyol, Can Yücel, Arif Damar, Ahmet Telli, Gülten Akın, Nihat Behram, Can Bahadır Yüce, Taner Ay, Veysel Çolak, Orhan Duru, Tomris Uyar, Erhan Bener, Cemil Kavukçu, Erdal Atabek, Ünsal Oskay, Mustafa Şerif Onaran ve Tahsin Yücel…

XV.

Bunca sayıp dökmeden sonra eğer şu altı ismi anmadan, önlerinde saygıyla eğilmeden geçip gitmek, hadsizlik, kadir kıymet bilmezlik olur. Kim mi bu kişiler?

Söyleyeyim efendim: Yaşar Nabi’nin deyişiyle “mütevazı, fedakâr, hep hakkı yenilmeye hazır, kimsenin hakkını yemeyi aklından geçirmeyen, mütevazı kaderine önceden şikâyetsiz katlanan, hatta kanaatçı ruh yapısıyla o kaderi kendisine kendi eliyle hazırlayan”, dergiyi şiirleriyle, hikâyeleriyle, konuşmalarıyla destekleyen Ziya Osman Saba…

Dergide bir masası dahi bulunan ve Yaşar Nabi’nin İkinci Yeni’ye ilişkin mesafeli duruşunu ürünleriyle aşan Ülkü Tamer…

Henüz on yedi yaşındayken Varlık’ta yazısı yayımlanan, yirmisinde (öğrenciliği esnasında) dergide çalışmaya başlayan, öğretim üyeliği yaptığı o uzun dönemde dahi bağını koparmayanTahsin Yücel…

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü’nde öğrenciyken dergide ve yayınevinde çalışan Adnan Özyalçıner…

İstanbul Kız Lisesi’nin ikinci sınıfından ayrıldıktan sonra Taşkızak Tersanesi’nde çalışmaya başlayan, sonrasında (1965) Varlık’a geçen ve burada 1968’e kadar düzeltmenlik yapan Sennur Sezer…

Derginin kitap ekinde BayKUŞ BAKIŞI başlıklı köşede üç yıl boyunca (1993-1996) hicve avangard bir ruh katarak üslup cambazlığı yapan, keskin eleştirileriyle aydın muhitini tedirgin eden, buna mukabil geniş bir okur kitlesine ulaşan Hezarfen Hezeyan Çelebi, yani nam-ı diğer Hikmet Temel Akarsu…

Galiba bu altı ismi anmasaydım, pek çok şeyi eksik söylemiş olurdum.

XVI.

Hiç kuşkusuz, her ölüm erken ölümdür; Varlık’ı kurup istikametini, omurgasını, kadrosunu, ufkunu belirleyen Yaşar Nabi Nayır, 15 Mart 1981’de bir Pazar günü ayrılır aramızdan. Bir kültür elçisi, her türlü yetkiye sahip bir bakan gibi çalışan tek kişilik ordudur adeta; mütevazı bütçelerle nice ekonomik tufandan, savaş girdabından, sosyal çalkantıdan geçirmeyi başarır gemisini… Yeri gelir şiirden feragat eder. Yeri gelir özel hayatından…

Nisan ayında dergide yine bir yenilik peşinde koşarken, ölüme yakalanır. Zaten bir süredir yazı işleri sorumluluğunu kızı Filiz Nayır yüklenmiştir. Hatta 882. sayıda (Mart 1981) şöyle bir duyuru yayınlanmıştır:

1933’ten bu yana yayımını aralıksız sürdüren Varlık, yurdumuzun yaşayan en eski sanat dergisidir. Geçen 48 yıl boyunca Türk edebiyatının övünülecek bir varlık olduğunu geniş kitlelere ispatlamıştır. (…) Dergimiz dün olduğu gibi bugün de edebiyatımızın en önde gelen yayın organı olma girişimdedir. Günümüzün değişen koşullarında biçim ve içerik yönünden özlenen yenilikleri Varlık sayfalarına kazandırmaya çalışıyoruz. Nisan sayımızda okurlarımıza yepyeni bir dergi sunmuş olacağız. (…) 1 Nisan’da gireceği yeni yayın döneminde Varlık dergisini daha çok beğeneceksiniz.”

Şu talihsizliğe bakın ki o Nisan sayısı, Yaşar Nabi sayısına dönüşür. Direksiyon artık Konur Ertop’tadır. Varlık’ın ilk sayısında açıklanan ilkelere sadık kalınacağını belirterek sözlerini şöyle bitirir: “Edebiyatımıza 55 yıl emek vermiş olan Yaşar Nabi Nayır’ın güzel, doğru, iyi ve ilerici çabaları saygı ile anılacaktır.”

O güne değin hepi topu 4 kez dergide kendi adıyla (iki defa da takma adlarla) gözüken Ataol Behramoğlu, “Kırk Yaşın Eşiğinde Bir Şiir” adlı eseriyle Varlık ailesine kabul edilir adeta… Ve sonrasında artan oranda yer alır. Haziran 2012’de de “Ataol Behramoğlu’nun Şiiri” dosyası hazırlanır.

Konur Ertop’un yönetimindeki Varlık, Orhan Veli kadar kabul görmeyen Oktay Rifat’a da sayfalarını açar hemencecik (Haziran 1981)… Yine aynı sayıda Murat Belge de ilk kez Varlık’ta kendini ifade etme imkânına kavuşur. Attilâ İlhan, yakın tarihlerde yayımlanan “Dersaadet’te Sabah Ezanları”nı duyurabilir Varlık üzerinden (Ağustos 1981)… Yine aynı sayıda Veysel Atayman, ilk yazılarından biriyle Akşit Göktürk’ün Okuma Uğraşı’nı diline dolar ve uğraşmadıkları üzerinden eseri eleştirir (Kemal Özer döneminde de daha sık kalemini sivriltir)… Salâh Birsel, Aziz Nesin, Murathan Mungan, Selim İleri, Fethi Naci, Can Yücel, Ferit Edgü de Konur Ertop zamanında Varlık ailesine katılan yahut misafirliğe gelenler arasındadır.

***

Filiz Nayır, Osman Çetin Deniztekin’le evlenince Varlık’ın çehresinde yine bazı değişimler görülür. Varlık’ın Avrupa Kültür Dergileri Ağı Eurozine’e üye olmasında ve farklı ülkelerden çevrilen metinlerin dergide yer almasında etkili olan Deniztekin, 1994’ten itibaren ara ara dergiye kendi yazılarıyla katkıda bulunur, ayrıca İngilizce ve Almanca’dan çeviriler yapar. Özellikle hayatının son döneminde başyazıları kaleme alır. (Onun geçmişteki kitap çevirileri arasında Jerzy Kosinski’nin Kör Randevu’su ile Elia Kazan’ın Erkekten Erkeğe’si sanırım en bilinenleridir.)

Derginin idaresi ağırlıklı olarak Enver Ercan’dadır. Ve Ercan, başta Hilmi Yavuz olmak üzere pek çok saygın edebiyatçının desteğini almış, ayrıca gençlere yalnız derginin sayfalarını değil, kapısını da açmıştır. İşte bu kapı bazen staj kaygısıyla, bazen ürün vermek amacıyla, bazen de bilfiil çalışmak arzusuyla defalarca çalınır. Bu katılımı ve paylaşımı artırır zamanla… Daha önce hiç ele alınmamış konular girer dosya yelpazesine derginin.

2014’te Osman Deniztekin’in hastalığı çok ani gelişir. Kan kanseridir. Ne dergiye ne de yayınevine gönlünce destek verebilmektedir artık. Şu kör talihe bakın ki, Yaşar Nabi gibi, o da bir Pazar günü (30 Kasım 2014) hayata gözlerini yumar. 2 Aralık Salı günü öğle namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilir.

***

Öte yandan 1990’dan beri derginin yönetiminde olan Enver Ercan da birkaç yıldır kanserdir. 2005-2011 yılları arasında Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanlığı yapmıştır. Ayrıca Alfa, Everest ve İnkılap Yayınları’nın danışmanlığını yürütmektedir. Atatürk Kitaplığı’ndaki edebiyat etkinliklerinden sorumludur Faruk Şüyun ile birlikte… Ayrıca Yasakmeyve, Siyahî, Sıcak Nal, Eşikcini gibi dergilerin, Komşu Yayınları’nın da sahibidir. Şiir ve Çeviri Akademisi’nin kurucu üyesidir.

Böylesi emek yoğun ve kaotik süreçte bile, “Tanrım, sen de haklısın/ böyle bir dünya yaratmış olsam/ ben de saklanırdım” deme yürekliği gösteren Ercan, henüz 60 yaşında, doğum gününden bir gün sonra, 22 Ocak 2018’de, günlerden bir Pazartesi veda eder işte bu utanılası dünyaya…

Büyük-küçük, zengin-yoksul, ünlü-ünsüz, güzel-çirkin ayırmaksızın herkesin hayatına dokunan biridir Enver Ercan. En vahim durumlarda dahi şöyle bir durup düşünüp, sonra kocaman gülen… Her şeye uygun bir fıkrası olan… Gençlik aşısı yaptırmış gibidir; kendi de genç görünür, etrafında da çoğu kere gençler vardır.

Yıldırımları Beklemek” adlı ilk şiiri Aralık 1999’da Varlık’ta Lâle Müldür tarafından “Ustaların Seçtikleri” köşesinde yayımlanan, 2003 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’ne Suyu Bulandıran Şey adlı dosyasıyla layık bulunan Mehmet Erte de işte o gençlerden biridir. Eylül 2003’ten itibaren 2 yıla yakın süre Enver Ercan’ın imtiyaz sahibi olduğu Yasakmeyve dergisinin yayın yönetmenliğini üstlenir. Ardından Varlık’a geçer, derginin hazırlığına günden güne artan bir sorumlulukla katkıda bulunur. Enver Ercan’ın sağlığında, 2015 yılında, uzun süredir çalıştığı Varlık dergisinin editörü olur. Enver Ercan, zaten hastalığı sebebiyle direksiyonu bir süredir ona emanet etmiştir; okur gözündeki devir teslim ise Eksik Yaşam şairinin vakitsiz vedasıyla birlikte gerçekleşir. Şiir, öykü, roman türündeki çalışmaları YKY’den yayınlanan, kendi edebî çalışmalarıyla Varlık’taki görevi arasına mesafe koyan, editörlüğünde kurumsal kimliği ön planda tutan, böylece okurlarda ve yazarlarda güven uyandıran, her zaman bağımsız, tarafsız bir duruş sergilemeye özen gösteren bir isimdir Mehmet Erte.

***

Bu uzun koşuda, bir antolojiyi, bir edebiyat ansiklopedisini dolduracak kadar çok ismi ağırlamış, akımlara tanıklık etmiş, imkân yaratmış, Atatürkçü duruşu önemsemiş, dilsel devrime sahip çıkmış bir dergiyi anlatmak, aslında baştan yenilmeyi kabul etmek değil de nedir ki… Bir teselli olması muradıyla belki son olarak şu söylenebilir sanırım: Varlık, ilk sayıdan bu yana ‘yenilik’lerin dergisi olma iddiasını ve işlevini sürdürme gayretiyle kültür dünyamızdaki önemini korumaktadır hâlâ. Okura ulaştığı müddetçe de bundan vazgeçmeyecek gibi…