2000’li yılların başında bir sinema sitesinin forum sayfasında karşılaştım ilk kez kendisiyle… Ben liseye gidiyordum o zamanlar ve daha bilgisayarım bile yoktu. Bir kenar mahalle spotçusundan aldığım VCD-oynatıcıdan film izliyordum gün, gece fark etmeksizin. Öğrenci adamız, cebimizde metelik yok, zar zor film çektiriyoruz, kiralıyoruz. Bir sinefilin arşivi kalbi gibidir, Metin Kart bana arşivini, dolayısıyla kalbini açtı. Elindeki tüm filmleri paylaşıyordu benimle… Deli gibi seviniyordum ben de, taşrada filmleri bulmak dünyanın en zor şeyi idi o zamanlar. “Rezervuar Köpekleri”ni (“Reservoir Dogs”, 1992) İstanbul’dan divx olarak sipariş ediyordunuz ve günlerce bekliyordunuz. İlk günden bu yana hiç bağımızı koparmadık Metin Kart ile (benim deyişimle abi, üstad, usta, grandmaster)… Bana sinema zehrini ilk zerk eden isimlerin başında geliyor Metin abi… Böylesi iyi bir insan olmamda -bizim gibi insanlar filmlerle ehlileşir çünkü-, dahası sinema yazmamda, şu an film işinde olmamda manevi olarak çok büyük bir payı olduğu kesin. Çok fazla şey öğrendim kendisinden yıllarca, hala da öğreniyorum. Aradan 15 yıldan fazla süre geçmiş. Daha 15 seneler görürüz inşallah. Daha öğreneceğim çok şey var kendisinden. Eminim siz de aşağıdaki röportajdan çok şey öğreneceksiniz benim gibi. Bursa’ya yolumuzu düşürdük ve Metin Kart’ın video-kaset arşivini de barındıran evinde sinema ile dolu saatler geçirdik…

Video kaset iptilası nasıl girdi kanına Metin abi senin?

Ben çocukluğumda televizyonu çok seviyordum. Televizyonun her şeyini çok seviyordum o yıllardan itibaren. Küçük kırmızı bir televizyonumuz vardı. Jaws’ı filan o televizyonda izlemiştim ben mesela. Video kaset dönemi de tam o zamanlara rastladı. Babam arkadaşlarıyla beraber futbol turnuvaları yapardı o dönem Zonguldak’ta. Mahallenin en büyük abisiydi babam, çok da iyi futbol oynardı. Turnuvanın olduğu yerde bir de videocu vardı, adı Japon Sadi’ydi, kaset doldururdu. Video kasetlerden önce afişlere hayran oldum ben. O dükkanda Evil Dead afişi vardı, ben o afişi yarım saat izlerdim. En sonunda kovardı beni Sadi abi. Benim odamdaki afiş o afiştir işte.

Nasıl afişler olurdu başka o dükkanda anımsıyor musunuz? Yerli film satmıyor muydu bu dükkan?

13. Cuma, Hayalet Avcıları, Evil Dead… Zaten ekstrem afişler olurdu bu dükkanda daha çok. Nejat Uygur, Kemal Sunal ve Cüneyt Arkın haricinde bizim videocumuzda pek yerli film yoktu. Biraz da arabesk diyebiliriz ama genel olarak yabancı film vardı dükkanda. Chuck Norris’in, Michael Dudikoff’un ve de korku filmleri bulunurdu. Afişlerden dolayı ben video kasetlere gark oldum o dönem.

Video cihazı o dönem pahalı bir cihaz; evinizde video cihazı var mıydı?

Bizim evde video kaset yoktu ki. Babamın üç maaşına denk geliyordu video cihazı o dönem. Babam maden işçisiydi benim ve asgari ücret alıyordu 90 grevine kadar. Şimdinin parasıyla 4.500 TL filan eder. Nasıl alacaksın ki? Bir işçi onu alamaz, evine koyamaz. Ama babamın çok güzel arkadaşları vardı. Mahmut amcam vardı, Mustafa’nın babası. Haftasonları onlara giderdik, Mahmut amca bize film kiralardı. Mahmut amca’da izlediğim ilk film, benim video kaset koleksiyonuna başladığımda edindiğim ilk filmdir: “Asfalt Kovboy” (“Renegade” adlı 1987 yapımı filmden bahşediyor burada Metin Kart. Bu film “They Call Me Renegade” olarak da biliniyor.) Fakat filmi edindiğimde izlemedim, ben o filmi en son 1991 yılında izledim. Şu an benim arşivimde üç tane “Asfalt Koyboy” var, hiçbirini izlemedim. Çünkü izlediğimde tekrar o tadı alamayacağımı biliyorum. Beğenmeyeceğim filmi, ama şu an benim gözümde öyle bir konumda ki, size anlatamam, çünkü ben o film sayesinde video kaset toplamaya başladım. Çok kötü bir film olabilir, konusunu sorun söyleyemem şu anda size. Ama bu gözümde değerinden bir şey eksiltmez.

“Kan Sporu”nu video kasetten aynı gün dokuz defa, sahneleri ileri-geri sararak izlemiştim.”

Video kasette ilk izlediğiniz film “Asfalt Kovboy” (“Renegade”) muydu peki? İlk izlediğiniz filmi anımsıyor musunuz?

Bir akşam halamın oğlu İbrahim Abi evden çıkamıyordu, hastaydı sanırım, anısamıyorum şimdi. Bir de büyük halamın oğlu vardı, Hacettepe’de okuyordu, 80’li yılların sonuydu. Hepsi bir evde boyuna film izliyorlardı. Bir akşam ben de sizle birlikte izleyebilir miyim, dedim, izin verdiler. O akşam iki film almışlardı: Biri Evil Dead idi. Evil Dead hayatımda izlediğim ilk video-kasettir ayrıca. Diğeri de Kurban, Kadir İnanır’ın. Kadir İnanır mafya babası, ameliyathanenin önünde bir gecede saçları beyazlaşır hani, hatırladın mı? İlahi bir şey herhalde, dertlenmiş. (Gülüşmeler.)

Sonradan video-kaset cihazınız oldu mu? Nasıl izlemeye devam ettiniz filmleri, hep böyle misafir olarak mı izlediniz?

Hiçbir zaman bizim videomuz olmadı. Ben hep sağdan soldan alıyordum cihazı. El koyuyordum… Komşulardan, akrabalardan ödünç alıyordum yani. Halamın oğlundan, amcamdan, dayımdan… Evlenecek olanlar çeyizine koymak için video kaset alırdı. Ben gider isterdim. Yukarı dedemlere çıkıp indirirdim cihazı. Ben haftada otuz tane film izliyordum. Su çiçeği hastalığı geçirmiştim, hiç unutmuyorum babam 17 tane kaset kiralamıştı, maaşını almıştı o gün.

O kadar izlemeye dayandı mı video-oynatıcılar peki? Bozulma filan olmuyor muydu hiç?

Halamın oğlunun video-oynatıcısını bozdum. İçinde bozduğum kaset “Yaşayan Ölülerin Dönüşü” (“The Return of the Living Dead”, 1985) idi. Benim dönüm noktalarımdan biridir bu film de. Yavaş yavaş büyüyordum ve dışarıda mahallenin çocuklarıyla top oynamak, bisiklete binmek ya da evde tek başına film izlemek arasında tercih yapmak zorundaydım. Ben o gün evde “Yaşayan Ölülerin Dönüşü” izlemeyi tercih ettim. O tercihi yapmasaydım belki bugün hayatımda sinema böyle yer kaplamazdı.

Başka neleri izlediniz video-kasette anımsıyor musunuz?

Kan Sporu”nu (Bloodsport, 1988) video kasette aynı gün dokuz defa izlemiştim. Van Damme çok önemli bir video ikonuydu o dönem. Üstelik sahneleri ileri-geri alarak. Müthiş film! Paul Hertzog imzalı müzikleri de harikadır! O dönem o kadar çok film izleniyordu ki, şehir efsaneleri dolaşıyordu filmler hakkında aramızda. Bruce Lee’nin 8 tane alman kurdunu dövdüğü lafı dolanıyordu ortalıkta. O gerçek imiş: Lee, Big Boss” (“Öldüren Karateci” olarak da bilinir ülkemizde, yapım yılı: 1971) filminde gerçekten de dövüyor köpekleri. “Rocky 4”ü (1985) izleyemedim kasette, neden diye sorarsanız, çünkü çok kiralanıyordu o kaset ilk çıktığı zaman, sıra gelmiyordu bize bir türlü. Rocky’nin 3,5 metre adamı dövdüğü konuşuluyordu okulda aramızda arkadaşlarla. İnsan 3,5 metre adam olmaz diye düşünüyor, bir yandan da sinema bu, olabilir diye de düşünmeden edemiyor. 3,5 değil ama 2 metre varmış. Dolph Lundgren, filmdeki karakterinin adıyla Ivan Drago’nun boyu 2 metre kadardır. Rocky 4’ü TV’de izledim çok sonraları, alamamıştım filmi çünkü. Alsanız bile ya bozuk çıkıyordu, ya da içinden başka film çıkıyordu. “Terminator”ü (1984) izleyemedim içinden başka film çıkmıştı. En son izlediğim video-kasetler ise Sapık 4 (TV için çekilen Psycho IV: The Beginning  filmi) ile Dadı (1990 yapımı The Guardian’ı kast ediyor Metin Kart burada.) Yıl 94-95; video-kaset furyasının bittiği yıllar bunlar. Kiralayıp aldığım son filmlerdir bunlar aynı zamanda. Video kaset dükkanları 2000’lere kadar devam etti ama furya 95’te bitmişti. Show TV, Kanal D, Cine 5, HBB’nin açılması video kaseti bitirme noktasına getirip bırakmıştı.

Özel TV’lerin tabii video’nun yerini asla dolduramadılar en başta o yıllarda. Bu boşluk nasıl dolduruldu sizce?

Kadınlar arasında biliyorsun “altın günü” diye bir olgu var. Altın günlerinin olmasının nedeni video-kasetlerin bitmesidir. Çünkü kadınlar video-kaset döneminde bir araya gelmeyi öğrenmişti. Ondan önce kadınlar evde toplanmazdı, genellikle sokaklarda toplanırdı. Evlerinin önünde çay içerlerdi. Video-kasetle beraber evlerin içine girdi kadınlar. Erkekler gündüz ayrı yerde dışarda, kahvede olurken; kadınlar ise evde video-kaset izlerlerdi. Ben birçok korku filmini ben o günlerde, video-kaset izlenen o günlerde keşfettim. Annem ve arkadaşları bana para veriyorlardı film kiralamam için ben de onlara Bergen, Küçük Emrah, İbrahim Tatlıses filmleri; kendimize de korku filmi ya da Uzakdoğu, Hong Kong filmleri kiralardım. Video kaset furyası bitince kadınlar bir boşluğa düştüler; toplanacaklardı gene toplanmasına ama ne yapacaklardı? Hem dayanışma içinde olmak hem de heyecan yaratmak için birilerine altın almaya başladılar. Altın günleri 90’ların ikinci yarısında doğdu.

Peki kadınlar en çok hangi yerli filmleri izliyorlardı bu toplantılarda?

Küçük Emrah fenomendi… Niye fenomendi diye çok düşündüm üstüne. Küçük Emrah’ın pazarlaması filmsel anlamda Ümit Efekan, müziksel anlamda da Bayar Grup’tur. Burhan Bayar, belki de Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yetenekli, en yaratıcı prodüktörlerinden biridir. Ayrıca çok iyi söz yazarları Bayar’ın elindeydi; Şakir Askan, Ali Tekintüre gibi… Dikkat edecek olursanız o filmlere Küçük Emrah hiç kaybetmiyordu. Sonunda kazanıyordu filmlerin, halk da kazanmasını istiyordu zaten. Bu Burhan Çaçan’da Müslüm fimlerinde filan bu hiç tutmadı. Küçük Emrah filmleri en az “Kana Kan” (“Kickboxer”, 1989) kadar kiralandı bu ülkede. İbrahim Tatlıses’in filmleri çok izlendi. Onun sebebi de galiba güzel kadınlarla film çekmesi idi. Çok güzel kadınlarla film çekti: Hülya Avşar, Perihan Savaş, Sevtap Arman… Senaryoları da iyi tabii, Aydemir Akbaş imzası vardır Tatlıses’in birçok filminin senaryosunda. Erler film ile çalışmıştı İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses çok kötü stüdyolar ile çalıştığı için başarısız olmuş olabilir. Bir de “Acıların Kadını”, Bergen’in filmi bu ülkede en çok kiralanan filmlerden biridir. Ben çok kiraladım, çok ekmeğini yedim “Acıların Kadını”nın, onu kiralarken yanında başka filmler de kiralıyordum.

2000’li yıların başına gelelim mi? Siz kaset biriktirmeye başlıyorsunuz artık. Video-kulüpler (yani kaset kiralayan dükkanlar) hala tek tük de olsa varlığını koruyordu o dönem değil mi?

Zonguldak’ta bir tane video-kulüp kalmıştı 2000 yılında. O da aslında VCD işi de yapıyordu bir yandan. Ama artık belli filmleri kiralıyordu insanlar, o yoğunluk yitmişti, yeni kaset de çıkmaz olmuştu. Kablolu TV’ler henüz yok, internet yaygınlaşmamış. Gittim, satın almak istedim kaset “Kamçılı Adam”ı (“Indiana Jones and the Temple of Doom”, 1984) aldım. Sonra kaybettim o kaseti, nasıl olduysa. Fakat zaten kaset bozuktu, çok kiralanmaktan bozulmuş. Video cihazları atıl hale gelmişti dönemde tabii, herkesten alıyordum ben cihazları, “evde videom olsun” diye düşünüyordum kendi kendime. İçimde kalmış, videom olmamış çocukluğumada ya ondan… Bir cihazım vardı, Bursa’dan almıştım onu da, tabii oynatamadım bozuk çıkınca o kaset. O kaset bozuk çıkmasaydı, belki dükkandaki bütün kasetleri alacaktım o gün.

Gayri-resmi olarak başladınız toplamaya kaset o günlerde ama tabii bulmak zor kasetleri… Arşivin hızla gelişmesi biraz daha zaman istemiş…

O günlerde furya bittiği için kaset toplamak zordu. 2000’li yılların ortalarına gelindiğinde çeşitli siteler girdi hayatımıza. O zaman kolaylaştı biraz bu kasetleri bulmak… Şimdilerde artık beni tanıdıkları için insanlar, korku filmlerinin fiyatları yükseldi garip bir şekilde. Zaten toplayan birkaç kişi var, ben almasam kim alacak o filmleri. Niye yükseltiyorsunuz ki, değil mi ama?

Kaç video-kasetiniz var şu anda arşivinizde? Değeri ne kadar sizce?

Şu anda 2.000’den fazla kasetim var, ama çok kaset verdim ben sağa sola. Elimden 4.000 kaset geçmiştir kesin. Bir arşivin niceliği çok önemli değildir, onun özgünlüğü önemlidir. Belki bendeki filmler kalitesiz olabilir, puanı düşük, saçma sapan filmlerdir belki ama benim gözümde şaheser hepsi. Benim arşivimdeki 2.000 film, dünyada çekilmiş tüm filmlerden daha değerli. Hepsini tasnif ettim, güzelce kutuladım. Sadece özel olanları sergiliyorum odamda. Odamda 600 kaset var, 600’ü de en nadir. Benim için kasetlerim villalardan, köşklerden daha değerli. Maddi değeri paha biçilemez. Benim odama girdiğiniz zaman 1989 yılına gidiyorsunuz. Benim dünyam o oda.

600’ü de nadir dediniz odanızdaki kasetlerin… Bir video-kasetin nadirliği neye göre belirleniyor peki?

En saçma sapan filmler genellikle en nadirleri oluyor. Yerli sinemada da böyle bu; “Dünyayı Kurtaran Adam”, “Şeytan” (Metin Erksan, 1974) vb… İlgili gruplar bu filmleri kült statüsüne eriştiriyor. “Hallowen 4”ün mesela sapkın derece fanları vardır ve dünyadaki bütün baskılarını toplarlar mesela. SSCB baskısından Endonezya’sına Türkiye baskısından Çekoslavakya baskısına kadar. Bu sefer Hallowen 4’ün de fiyatı 200 $’a çıkıyor böylelikle. “Elm Sokağında Kabus 5: Hayal Çocuk”un (“A Nightmare on Elm Street: The Dream Child”, 1989) tüm kopyalarını bir azınlık topluyor mesela. Bu kasetlerin hepsi mevcut bende. Az baskı gören filmler de kült statüsüne eriyor. Metin Erksan’ın “Şeytan”ı az baskı görmüştür. Bulduğumda çok heyecanlanmıştım o kaseti. Hayranı çoktur bu filmin de… Plaktan örnek verelim: Zeki Müren plakları fazla para etmez. Nedeni değersiz olması değildir. İnsanlar bunu yanlış anlıyor. Müren’in plakları 100.000-200.000 basmıştır. Bulmak kolaydır yani. Ahmet Kaya’nın plakları az baskı yaptığı için Müren’in plaklarından çok daha değerlidir.

TEILEN
Önceki İçerikÜç Rengin Esaretinde Cinnet ve Climax
Sonraki İçerikNEOLİBERALİZM ve KENT MEYDANLARININ POSTMODERN ESTETİĞİ
Manisa’nın Akhisar ilçesinde doğdu. Üniversiteye kadar bu şehirde yaşadı, kitaplar okudu, filmler izledi ve zeytin ağaçları dikti. 3 üniversite terk etti. Rock tedrisatını tamamlamak için plakçılarda çalıştı. BirGün, Evrensel, Aydınlık gibi günlük-ulusal gazetelerde 7 yılı aşkın bir süre sinema yazıları yazdı. Birçok sinema dergisinde eleştirileri yayınlandı. Ortak yazarlı kitaplara katkıda bulundu. Sinema üzerine çeşitli atölyeler yaptı. Film festivallerinde paneller, konuşmalar düzenledi. Dünyayı gezdi. Yayınevlerinde danışmanlık-editörlük yaptıktan kısa bir süre sonra film yapım sektörüne atıldı. Şu anda Global Filmcilik başta olmak üzere çeşitli film şirketleri için proje danışmanlığı görevini yürütmektedir. Film ve kitap çalışmalarına son hızla devam eden yazar, ayrıca Ulysses Zeytinyağı adlı gıda şirketinin kurucusu ve yöneticisidir.