Ortaçağın farkı bir versiyonunda geçen Buz ve Ateşin Şarkısı, insanların, toplulukların ve örgütlerin birbirleri arasında olan günlük ve sosyal ilişkilerini bulunduğu yerin ortamına bağlı olarak işlerken bu kişilerin ve kurumların özüne göre de bir hikaye örgüsü verir.  Bu yazıda bizim bildiğimiz ortaçağın aksine önemli rolleri olmayan ve cahil, kavgacı, erkek egemenliğinde ikinci planda kalan kadınlar hepimizin hayranlıkla okuduğu BvAŞ evreninde çok önemli ve etken roller oynarlar. Hatta küçük istisnaları saymayan bir genelleme yaparsak bu evrende kadınlar bir nevi erkekleri dizginler, yola getirmeye çalışır ve onların dengesiz hareketlerine katlanır. Sevilen ya da nefret edilen her kadın farklı bir tipi ve kişiliği temsil ediyor. Tüm bu önemli karakterleri işleyeceğiz. Önemli kadın karakterleri işlemeden önce Westeros’ta genel olarak kadınlara nasıl bakıldığını ve bu kültürde kadının nasıl bir yer aldığını açıklamak istiyorum.

Bölgelerin kadınlara bakış açısı çok farklı, ilk olarak favori diyarım Dorne’dan başlamak istiyorum. Haşmetli Dorne her zaman olduğu gibi yine müridlerini yarı yolda bırakmadı. Diğer bölgelerin aksine Dorne miras ve taht hakkında cinsiyet ayrımı yapmaz. Eğer bir prenses erkek kardeşinden büyük ise ailenin sonraki vekili kuşkusuz odur. Bu yüzdendir, Kızıl Yılan Dağ ile dövüşse girmeden önce Tyrion’a bu mücadeleden sonra kendisini Tommen’dan daha büyük olan Myrcella’yı desteklemek için Dorne’a davet eder. Çünkü Dorne’da Dorne kanunları işler ve Myrcella Dorne sınırları içindedir. Tyrion’un desteğiyle ve Myrcella’nın taht üzerinde olan haklı iddiasıyla Lannisterlara karşı isyan başlatmak ister ama nasıl sonuçlandığını hepimiz biliyoruz. Dağ ile olan mücadelesine de kız kardeşi yüzünden katılmak istediğini hatırlatırım ve ölmeden önceki son anlarını buraya koyuyorum.

‘’Ben, ablamın talipleriyle dalga geçerek kendimi eğlendirmeyi tercih ediyordum. Şu Küçük Lord Şaşıgöz vardı mesela, sonra Yaver Ezikdudak, birine de Yürüyen Balina adını takmıştım. Eli yüzü yeterince düzgün olan tek talip genç Baelor Hightower’dı. Sevimli bir delikanlıydı, Elia ona âşık olmuştu, ta ki delikanlı bizim yanımızda gaz çıkarma talihsizliğini yaşayana kadar. Ben hiç vakit kaybetmeden delikanlıya Baelor Osuruk adını taktım, bundan sonra Elia, çocuğa gülmeden bakamaz oldu. Ben korkunç bir genç adamdım, birilerinin benim rezil dilimi kesmesi gerekirdi.” Evet, diye onayladı Tyrion sessizce. Baelor Hightower artık genç değildi fakat Lord Leytonin vârisi olarak kalmıştı; zengindi, yakışıklıydı, fevkalade bir şöhrete sahip bir şövalyeydi. Ona Baelor Parlak Tebessüm diyorlardı artık. Elia, Prens Rhaegar yerine onunla evlenseydi, Eski Şehir’de çocuklarını büyütüyor olabilirdi şimdi. O osuruk yüzünden kaç hayatın söndüğünü merak etti Tyrion. Sör Arron Qorgyle prensin dolgulu deri yeleğini giydirip bağcıklarını bağlarken, “Lannis Limanı yolculuğumuzun son durağıydı,” diye devam etti Prens Oberyn. “Annelerimizin tanışıklığının eski olduğunu biliyor muydun?” “Genç kızlarken sarayda birliktelermiş diye hatırlıyorum. Prenses Rhaella’nın eşlikçileri olarak?” “Aynen öyle. Bana soracak olursan, annelerimiz bu planı birlikte hazırlamıştı. Yaver Ezikdudak ve benzerleri, benim önümde geçit töreni yapan bütün sivilceli kızlar; onlar ziyafetten önceki bademlerdi, tek görevleri iştahımızı açmaktı. Asıl yemek Casterly Kayasinda servis edilecekti.” “Cersei ve Jaime.” “Nasıl da zeki bir cüce. Elia ve ben onlardan büyüktük elbette. Senin ağabeyin ve ablan en fazla sekiz ya da dokuz yaşındalardı. Lâkin beş altı yaş fark çok sayılmazdı. Ayrıca gemimizde çok güzel, boş bir kamara vardı, soylu biri için ayrılmış gibiydi, Güneş Mızrağina dönerken yanımızda birini götürecekmişiz gibi hazırlanmıştı. Belki bir yaver çömezi ya da Elia için bir refakatçi. Leydi annen, Jaime’yi ablamla nişanlamak niyetindeydi. Ya da Cersei’yi benimle. Belki ikisi birden.” “Belki,” dedi Tyrion, “ama babam…” “…Yedi Krallık’ı yönetiyordu lâkin evde leydi karısı tarafından yönetiliyordu, annem hep bunu söylerdi.” Prens Oberyn kollarını kaldırdı, Lord Dagos Mandywood ve inayet Piçi, örgü zırhlı bir mintanı prensin kafasından geçirip aşağı çektiler. “Eski Şehir’de leydi annenin ölümünün ve doğurduğu canavarsı çocuğun haberini aldık. Oradan geri dönebilirdik fakat annem yola devam etmeyi tercih etti. Casterly Kayasında gördüğümüz misafirperverliği anlatmıştım sana. Anlatmadığım şey ise, annemin yeterli bir zaman bekledikten sonra babana ziyaretimizin sebebini açıkladığıydı. Annem yıllar sonra, ölüm döşeğinde, Lord Tywin’in bizi kaba bir şekilde reddettiğini anlattı. Lord Tywin ona, kızının Prens Rhaegar’la evleneceği malumatını vermiş. Ve annem Jaime’nin Elia ile evlenmesini teklif ettiğinde, baban Jaime yerine seni önermiş.” “Annenin hakaret olarak kabul ettiği bir öneri.” “Hakaretti. Bunu sen bile anlayabilirsin şüphesiz.” “Ah, şüphesiz.” Her şey geçmişe dayanıyor, diye düşündü Tyrion. Annelerimize, babalarımıza ve onlardan önce onların annelerine babalarına. Bizler, bizden önce gelenlerin iplerinin ucunda dans eden kuklalarız, bir gün bizim kendi çocuklarımız o ipleri yakalayacak ve bizim yerimize dans etmeye devam edecek. “Pekâlâ. Prens Rhaegar, Dorne’un Elia’sıyla evlendi, Casterly Kayasının Cersei’siyle değil. Görünüşe göre annen o müsabakayı kazanmış.” “O da öyle düşündü,” dedi Prens Oberyn, “ama senin baban böyle hakaretleri unutacak bir adam değil. Bir zamanlar bu dersi Lord ve Leydi Tarbeck’e öğretmişti, Castemere’in Reyneler’ine de. Ve Kral Topraklarında ablama öğretti. Dagos, miğferim.” Manvvoody prensin miğferini uzattı; alnında Dorne’un güneşini temsil eden bronz bir disk olan, altın bir yüksek miğfer. Tyrion, miğferin göz siperinin çıkarılmış olduğunu gördü. “Elia ve çocukları adalet için çok uzun zaman bekledi.” Prens Oberyn kırmızı deriden yapılmış yumuşak eldivenlerini giydi ve mızrağını tekrar aldı. “Ama bugün o adalete kavuşacaklar.”


Kuzey’de ise durumlar daha farklı oluyor. Kadınlara Dorne’da olduğu kadar özgür haklara sahip olmasa da baş üstünde tutulan, saygı duyulan ve lafları dinlenen eşlikçiler olarak görülür. Buraya şunu eklemek isterim; soğuk ve yaşam koşulları sert olan Kuzey’de kadın-erkek ilişkilerinde görev ve onurun altında aşk vardır. Oluşan aşklar, aileler görev ve onur yüzünden oluşur. Bize en samimi gelen aşklardan biri olan Ned-Catelyn aşkı abisi ölen Ned’in savaştan sonra dul kalan yengesiyle evlenmeyi bir görev olarak görmesiyle kurulmuş bir aşktır. Robb’un Jeyne ile evlenmesinin başlıca sebebi kara kanatlarda gelen kara haberler yüzünden Jeyne ile birlikte olmasıdır. Yani onurunu korumak-kendini öldürtmek- istemesidir. Bu yüzden haneler arası kutsal birliktelik sağlamak için yapılan evliliklerin büyük bir çoğunluğu Kuzey’de olur. Soğuk rüzgarlar ve sert yaşam koşulları bu kadim bölgeyi zevk veren aşktan çok, yaşamaları için önemli olan görevlere ve bu yaşam için birbirlerine güvenmelerini sağlayacak onura yöneltmiş.

Batı’ya ve Menzil’e bakarsak pek denilecek bir şey yok. Her şey aynı, kadınlar doğdukları bölgeye göre asil ve güzeller. Saygı duyulan ama pek fikirleri sorulmayan, evlilik amacıyla kullanılan kişiler olarak görülür. Elbette her bölgenin istisnaları-Ollena Tyrell- olabilir ama genel olarak böyle bir algı var. Bunda en çok zarar gören kişi kuşkusuz Cersei’dir. Kendisi ailenin en büyük evladı olmasına rağmen çolak ikizi ve cüce kardeşi daha fazla söz sahibidir. Buna rağmen Tyrion’un kaçması ve Jaime’nin yeminli bir Altın Pelerinli olması onu tek seçenek yapıyor. Bu da onun hikayesini daha ilginç yapıp onun ‘’Ben babamın sahip olduğu tek oğulum.’’ demesine sebep oluyor. Bunları dedikten sonra artık kadın karakterler için olan karakter incelemesine dönebiliriz.

Cersei Lannister

Kaya’nın Kraliçesi, Dişi Aslan, güzelliğiyle 7 diyara nam salan Cersei Lannister Westeros’ta kadın olduğu içi pek çok şeyden muzdarip olmuştur. En başta aşık olduğu Rheagar Targaryen yerine onu öldüren sarhoş ve hödük bir adamla evlenmiştir. Düğün geceleri köylü olarak gördüğü bir kuzeyli kızın eski aşığı Rheagar Targaryen tarafından aşık olunup kaçırıldığına, şimdi evlendiği adamın ise o köylünün ismini kulağına fısıldadığınına kendisinin Lannister Hanesine özgü güzelliğine rağmen tanık olmuştur. Ailenin en büyüğü ve haneyi, aileyi yönetme konusunda diğer erkek kardeşlerinden daha çok gönüllü olmasına rağmen bunu elde etmesi için haşmetli babası ve değerli oğlu ölmek zorunda kalmıştır. Kocası Robert ölünce bile babası tarafından fikri sorulmaksızın tanımadığı erkeklerle evlenmek zorunda kalmıştır. Uzun bir süre boyunca esir olarak kalan çolak kardeşi tarafından ilk oğlunun ölü bedeni önünde tecavüze uğramıştır. Zaman zaman salak bir karakter olabilir ama okuyucular bunu unutmamalıdır ki Cersei de çok acı çekti, çok şey yaşadı.

Yaşanan bu acıların ve ikinci planda kalmışlıkların tek sebebi sırf kardeşinin sahip olduğu ama kendisinin sahip olmadığı gücü temsil eden organa sahip olmamıştır. Onun beyninde bu organ gücü, kontrol etmeyi, kudreti temsil eder. Bu yüzden kendisinin ikizi olmakla kalmayıp tamamen kendisinin farklı cinsiyeti olan Jaime’yle bu yüzden ilişkiye girmiştir. Çünkü Cersei biliyor ki onun kazandığı tüm bu gücün büyük bir kısmı karşı cinsin ‘’malum’’ organı yüzünden olmuştur. Robert’le olan evliliği sadece haneler arası evlilik yoluyla kutsal bir anlaşma sağlamak için olmamıştır, onun dillere destan güzelliği de bu evlilik için teşvik edici olmuştur. Buna ek olarak bu ‘’malum’’ organın erkeleri dengesizleştirerek ve salaklaştırarak daha zayıf bir hale soktuğuna inanır. Bunu Kaya’yı ve 7 Krallığı yönetmesine ve kontrol etmesine engel olan tek şeyin bu organa sahip olmamasına bağlayabiliriz. Bir nevi taşlama yani! Ya da tamemen doğru bir tespit yapmış ve bunu dile getirmekten çekinmemiştir. Erkekleri yoldan çıkaran ve kendisinin sahip olmadığı bu organ veya güç gerçekten baştan çıkarıcı ve yok edicidir. Bunları Tyrion’ı tehdit ederken bu organa sahip olmayan Varys hakkında konuşurlarken anlatmıştır. Buyrun size o kısımlar;

“Ah, bunu uzun zamandır biliyorum. Varys’in neden bu kadar tehlikeli olduğunu biliyor musun?”“Şimdi de bilmece oyunu mu oynuyoruz? Hayır.” “Çünkü aleti yok.” “Senin de yok.” Ve bundan nefret ediyorsun, değil mi Cersei? “Belki ben de tehlikeliyim. Öte yandan, sen her erkek kadar aptalsın. Düşünme işinin yarısını bacaklarının arasındaki solucan yapıyor.” Tyrion parmaklarındaki kırıntıları yaladı. Ablasının gülümsemesinden hoşlanmamıştı. “Evet. Ve solucanım artık gitme vaktimin geldiğini düşünüyor.” “İyi değil misin kardeşim?” Göğüslerini Tyrion’ın gözlerine sererek öne eğildi. “Birdenbire heyecanlandın sanki.” “Heyecanlanmak?” Tyrion kapıya baktı. Dışarıdan bir ses duyduğunu düşündü. Buraya yalnız geldiği için pişmanlık duymaya başlıyordu. “Daha önce aletimle ilgilenmemiştin hiç.” “Beni ilgilendiren aletin değil,onu neyin içine soktuğun önemli. Ben senin gibi bütün meselelerde hadıma bel bağlamıyorum. Bazı şeyleri öğrenmek için kendi yöntemlerim var… özellikle insanların bilmemi istemediği şeyleri öğrenmek için.” “Ne demeye çalışıyorsun?” “Sadece şunu… küçük fahişen elimde. ” Tyrion şarap kadehine uzandı, düşüncelerini toplamak için zaman kazanmaya çalışıyordu. “Erkeklerin, zevkine daha uygun olduğunu sanıyordum.”