X kuşağı belirli bir yaş gurubunu tanımlamak için kullanılan bir kavram. Farklı değerlendirmelere göre ABD’de 1964-1977, 1961-1981, 1963-1978, 1965-1980 yılları arasında doğanlar ya da 1990’lı yıllarda yirmili yaşlarda olanlar X kuşağına dahil kabul ediliyor. X kuşağı bazen kayıp kuşak, ben kuşağı, on üçüncü kuşak, twenty-somethings (yirmili yaşlarında olan gençler) olarak da adlandırılıyor. İkinci dünya savaşı sonrası doğum oranının yüksek olduğu bir dönemde doğan Baby Boom (bebek patlaması) kuşağının karşıtı olarak doğum oranının düşük olduğu bir dönemde doğan X kuşağından gençler Baby Busters olarak da adlandırılıyor. Bu kuşak yaklaşık 45-50 milyonluk bir kitle oluşturuyor.

X kuşağı kavramı ilk kez 1964’te İngiliz gençliği üzerine yapılan bir çalışmada kullanıldı. 1990’da Time dergisi X kuşağını kapak konusu yaptı. Dergideki yazılara göre X kuşağından gençler ulusal politika konusunda sinik bir tavra sahip, tembel, işten kaytaran, sorumluluktan kaçan kişilerdi ve aile değerleri, iş dünyası ve demokratik yurttaşlığın geleceği için giderek büyüyen bir sorun oluşturuyorlardı. Time’ın – ana akım değerleri temel alarak- X kuşağını eleştirdiği sayısından bir yıl sonra 1991’de Douglas Coupland’ın Generation X: Tales for an Accelerated Culture adlı romanı yayınlandı. Romanın yirmili yaşlardaki, ironik bir tarza sahip üç kahramanı bunaldıkları, anlamsız buldukları düzenli işlerinden ayrılıp bir çöl kasabasına gidiyor, Mcİşlerde (Coupland Mcİşi hizmet sektöründeki düşük ücretli, saygınlığı ve geleceği olmayan küçük işler olarak tanımlıyordu) çalışarak yaşamlarını sürdürüyor, birbirlerine öykülerini anlatıyorlardı. Bu öykülerde iş ve kariyer dünyası, aile kurumu, tüketim toplumu, kurumsal politika, televizyon, alışveriş kültürü eleştirilmekte, karanlık bir gelecek tablosu ortaya çıkmaktaydı. Kitabın bölüm başlıklarından bazıları “Alışveriş Yaratma Değildir”, “Ben Hedef Piyasa Değilim” adlarını taşıyordu. Kaygıyla dolu kahramanlar dünyaya katılmamaya eşlik eden bir burukluğa sahipti.

X kuşağı olarak adlandırılan kuşağa ilişkin ikinci bir gelişme 1991’de Richard Linklater’in –daha sonra kitaplaştırılan- Slacker adlı filminin gösterime girmesiydi. Filmdeki genç karakterler Coupland’ın kitabındakilerle bazı benzerlikler taşıyor, sinik, üşengeç, sistem karşıtı özellikler sergiliyor, tüketim toplumunun, sosyal hiyerarşinin dışında kalmayı tercih ediyorlardı. X kuşağına ilişkin üçüncü bir gelişme 1980 sonlarında/1990 başlarında Seattle’da yeşermeye başlayan Grunge müziğiydi. 1991’de Nevermind adlı albümü yayınlanan Nirvana orta sınıf dünyasının değerlerine, tüketim kültürüne tepki duyan huzursuz ve samimi gençlerin sıkıntısını dile getirmekteydi. Grunge sözcüğü kirli, eski püskü vb. anlamlar taşımaktaydı . Grunge müziği dinleyen gençler partal, eski, ucuz giysiler giyiyor, özensiz giyimleriyle “anti-moda” bir duruş sergiliyorlardı.

X kuşağı kavramı ana akım medyanın üretip yaygınlaştırdığı bir kavramdı. Coupland ve Linklater yapıtlarındaki karakterlerin X kuşağı kapsamına sokulmasına karşı çıkıyorlardı. Bir Grunge topluluğu olan Pearl Jam’in vokalisti Eddie Vedder kendilerinin X kuşağının sözcüleri olmadığını söyleyecekti. Peki X kuşağının sözcüleri oldukları söylenen kişilerin X kuşağı kategorisini açıkça reddetmelerine rağmen medyanın bu kuşağı “yaratmadaki” amacı neydi? 1990 başlarında medya, hizmet ve pazarlama sektörleri Baby Boom kuşağına dahil 40’lı 50’li yaşlardaki yöneticilerin kontrolü altındaydı. X Kuşağı olarak adlandırılan kuşağı önceleyen Baby Boom kuşağı 1960’larda Hippie hareketi içinde yer almış, Vietnam savaşına karşı çıkmış ancak 1980’lerde Reaganizm ile uzlaşıp Yuppie’liğe terfi etmişti. Bu kuşağın yaratılmasına katkıda bulunduğu Amerikan Rüyası 1987’deki borsa krizinden sonra sona ermeye başlayacaktı. 1990 yılında ekonomideki durgunluğun artmasıyla birlikte şirketler küçülmeye başlayacak ve bu durum Baby Boom kuşağından profesyonel yöneticileri endişeye sevk edecekti. Ömür boyu aynı firmaya sadakatle hizmet etmeye alışmış bu yöneticiler artık işlerini kaybetme korkusuyla daha uzun saatler boyunca çalışmakta, daha düşük ücretlere razı olmaktaydı. Baby Boom kuşağından yöneticiler yerlerini X kuşağından gelenlerin almasından korkuyorlardı. Naomi Klein 1993’te, yirmi üç yaşındayken yazdığı “Give Us a Break: Generation X and the Boomer Media Shut-out” adlı yazısında Boomer’ların egemenliğindeki medyanın gençlere iş vermediği söyleyecekti. Boomer’ların endişeleri nedensiz değildi! Baby Boom kuşağının bilgisayarlarla arası çok iyi değilken X kuşağı elektronik aletlerle ve bilgisayarlarla haşır neşir bir kuşaktı. Düzenli bir hayata göre şekillenmiş Baby Boom kuşağı güvencesiz bir iş ortamında çalışmaya alışkın değilken ekonomik istikrarsızlık ve işsizlik ortamında yetişmiş X kuşağı esnek, güvencesiz iş ortamlarında yaratıcılık gösterebilecek bir potansiyele sahipti. “Boşluktan, hiçlikten gelen” en umulmadık yerlere sıçrayabilirdi!

Şimdi X kuşağının geliştiği ortama biraz yakından bakalım. ABD’de 1980 sonrasında gençlerin ekonomik durumu giderek kötüleşmişti. 1981’de devletin verdiği bursların azaltılması sonucu her üç öğrenciden biri okurken bir işte çalışmak zorunda kalacaktı. Ted Halstead’in “A Politics for Generation X” adlı yazısında belirttiği gibi ABD’de 1989-1995 yılları arasında üniversiteden yeni mezun olmuş olanların aldığı ücretler yüzde on oranında azalmıştı. 25-34 yaş arası, yüzde altmış yedilik bir oranı oluşturan lise mezunları için durum çok daha kötüydü. Gelişmiş kapitalist dünya içinde en yüksek yoksul çocuk oranına sahip ABD’de bu oran 1970-1995 arasında yüzde otuz yedi oranında artmıştı. Ömür boyu çalışılan işlerin giderek azaldığı 1980 sonrasında bir çoğu- neo liberal politikalar sonucu- eğitim kalitesi düşen devlet okullarından mezun X kuşağından gençler sigortasız, güvencesiz, geçici işlerde çalışıyorlardı.

1990’a gelindiğinde X kuşağından gençlerin önemli bir bölümü 1980’lerde daha da yoksullaşan alt orta sınıfın çocuklarından oluşuyordu. Ancak X kuşağı içinde orta sınıftan Baby Boom kuşağının çocuğu olanların sayısı az değildi. Bu gençler iyi okullardan mezun olmalarına, özgüvene ve kültürel sermayeye sahip olmalarına karşın çoğu kez vasıflarının altında işler bulabiliyorlar ya da mevcut işlerin hiyerarşik/bürokratik yapısı onları bunaltarak umutsuzluğa sevk ediyordu. ABD’de X kuşağının ikinci dünya savaşından sonraki en kötü iş piyasasının içine girmiş olmasına karşın bazı yazarlar X kuşağını tembellikle, işten kaytarmakla suçlayacaktı. David Martin “The Whiny Generation” adlı yazısında ( Gen X Reader’ın içinde) X kuşağından olanların sınırlı iş beklentilerinin kendilerinden kaynaklandığını söyleyecekti. Mc İşlerde çalışmaları X kuşağındakilerin kendi kabahatiydi. Çok iyi eğitim imkanlarına sahip bu gençler önlerine çıkan fırsatları değerlendirememiş, akılsızca, ahmakça seçimler yaparak şanslarını harcamışlardı.

Baby Boom kuşağından profesyonellerin X kuşağından gençlere yönelik tavrı –her ne kadar bu iki dönem iç içe geçmiş olsa da-kabaca iki dönemde incelenebilir. 1990’ların ilk yıllarında Boomer medya eliti X kuşağından gençleri küçümsüyordu. 1990’da Time dergisinin X kuşağını kısa dikkat süresine sahip kaytarıcılar olarak nitelendirmesiyle birlikte medya X kuşağını günah keçisi ilan etti. X kuşağı gençleri mızmız, aylak, hiçbir şeyden memnun olmayan, iş ahlakına sahip olmayan tembellerdi; yurttaşlığa ve ulusal kimliğe önem vermiyorlar, siyasetle ilgilenmiyorlar, oy kullanmıyorlar, geleceğe yönelik hiçbir umut beslemiyorlardı. Medyadaki Boomer’lar X kuşağını işlerine ve yaşam tarzlarına yönelik bir tehdit olarak algılıyorlar, yanıltıcı bir söylem üreterek bu kuşağı ötekileştirmek istiyorlardı. Laura Slattery “Generation X to Generation Next” adlı yazısında medyanın X kuşağı kavramıyla amerikan gençliğini ve onun kültürünü kategorize ettiğini ve küçümsediğini söyleyecekti. X kuşağından gençlerin uyuşuk, budala oldukları, kendilerinden beklenen şeyleri gerçekleştirmedikleri, üniversiteden mezun olduktan sonra ebeveynlerinin evine yerleştikleri söylenmekteydi.

Linklater ve Coupland medyanın X kuşağını sınıflandırma ve klişelere indirgeme çabalarına karşı çıkacaklardı. Linklater Slacker’a yazdığı önsözde kendi kuşağının kolay kolay sınıflandırılamayacak şeyler söylediğini, her bireyin kendi sözünü, yolunu kendi tarzında yaratması gerektiğini belirtecekti. Douglas Coupland kendisiyle yapılan bir söyleşide (Details Magazine, Haziran 1995) egemen trendi kuran elitin, kitabındaki karakterlere ait bazı küçük özellikleri izole bir şekilde ele alıp bunları tüm bir kuşağın özellikleriymiş gibi gösterdiğini ileri sürecekti. Bu yanlış sunum kısmen Baby Boom kuşağı yöneticilerinden kaynaklanmaktaydı. Kendini ekonomik durgunluk tarafından örselenmiş hisseden, 1960’larda sahip olduğu değerleri terk etmiş olmanın sıkıntısını yaşayan bu kuşak kendi kolektif karanlığını –yükselen rakibi olarak gördüğü- X kuşağının üzerine transfer edecek, X kuşağındakiler ucube olarak etiketlenecekti. Boomer’ların gözünde X kuşağından gençlerin itirazları mızmızlanma, yumuşak olmaları kaytarıcılık, kendilerini bulma çabaları ise kayıtsızlık anlamına gelmekteydi. Mark Saltveit “Whatever” adlı yazısında (Gen X Reader’ın içinde) X kuşağını Boomer’ların yarattığını, Baby Boom kuşağından yazarların, editörlerin sürekli yeni trend arayışı peşinde olduğunu, gerektiğinde trendleri kendilerinin icat ettiğini söyleyecekti. X kuşağına atfedilen kaytarıcı yakıştırması Boomer’ların Boomer’lar için yazı yazdığı egemen gazetecilik trendinin yaslandığı temel fikri oluşturmaktaydı. X kuşağının ne olduğu sorusu bir cahil Boomer sorusuydu.

Şimdi Boomer’ların X kuşağına yönelik tavrına ilişkin ikinci döneme gelelim. 1990 başlarının ekonomik durgunluk ortamından bir an önce çıkmak isteyen Baby Boom kuşağından pazarlama yöneticileri açısından X kuşağı mal satabilecekleri geniş bir tüketici kitlesini temsil etmekteydi. Medya ve pazarlama yöneticisi/teorisyeni Karen Ritchie X kuşağına nasıl mal pazarlanacağına dair bir kitap yazacaktı. X kuşağının şirket kültürüne, markaya, ana akım modaya karşı olduğunu bilen büyük şirket yöneticileri paravan şirketler kurarak alt markaları bu kuşağa pazarlamaya başladı. MTV Grunge dinleyen X kuşağına yönelik programlar yapmaya yöneldi. Calvin Klein ve Donna Karan gibi modacılar üzerlerinde Grunge tarzını andıran giysiler bulunan mankenleri podyumlara çıkardı. 1994’te Ben Stiller’ın yönettiği “kayıp kuşak filmi” Reality Bites’taki karakterler tüketimciliği kucaklamaktaydı. Coupland X kuşağına ait olduğu söylenen bazı özelliklerin, ironinin satışa hizmet etme amacıyla kullanıldığını söyleyecekti. Medya yaşı 13-39 arası olan herkesi X kuşağı kapsamına sokmuş, X kuşağı hiper pazarlama teknikleriyle, bir demografik pornografiyle karşı karşıya kalmıştı. Coupland’a göre şirketler kendisine X kuşağına yönelik pazarlama stratejisi oluşturması için büyük paralar önermişler ama o bu teklifleri reddetmişti. Pazarlamacılar ve gazeteciler X kuşağı kavramının kronolojik bir yaşı değil bir dünyaya bakış tarzını ifade ettiğini asla anlamamışlardı. Kuşak tartışmalarından uzak durmak, etiketlere karşı çıkmak en iyisiydi.

Medya/pazarlama elitlerinin çabaları sonucu 1994-1995 yıllarında X kuşağının önemli bir kesimi ana akım kültürün etkisi altına girdi ve medya X kuşağından olumlu sıfatlarla bahsetmeye başladı. Bill Clinton 1994’te yaptığı bir konuşmada X kuşağının kaytarıcı bir kuşak değil arayış içinde olan bir kuşak olduğunu söyleyecekti. 1990’daki özel sayısında X kuşağını kaytarıcı (slacker) olarak niteleyen Time dergisi 9 Haziran 1997 tarihli sayısında görüşünü değiştirecek, X kuşağını kendi tarzında iş ve politika yapan, statünün anlamını yeniden oluşturan, etnik çeşitliliğe dayalı yaşam tarzları yaratan, esnek, girişimci bir ruh halini benimseyen, cesur, başarılı kişiler olarak sunacaktı. Rachel J. Heiman “ The Ironic Contradictions in the Discourse on Generation X or How ‘ Slackers’ Are Saving Capitalism” adlı yazısında X kuşağına ilişkin Time’ın öne sürdüğü klişelerin kapitalist sistemin kendini regüle etmesini kolaylaştıracak esnek işçinin yaratılmasına yardım ettiğini söyleyecekti. Kaytarıcı tiplemesi fordist verimlilik tasavvurunun güçlü bir eleştirisini içinde barındırmaktaydı. Kaytarıcı nosyonu 1990’da güçlenmişti ve 1997 yılı, liberal ekonomistlerin bakış açısına göre, orta sınıfın ekonomik iyileşmenin kazançlarını devşirmeye başladığı, 1990’daki ekonomik durgunluktan endişelenenlerin iyimser olmaya başladığı bir yıldı. X kuşağından gençler uluslar arası kapitalizmin tam da kendini yeniden yapılandırdığı bir dönemde ihtiyaç duyduğu esnek işgücünü oluşturacaklardı. X kuşağının bir özelliği olarak bilinen ironi yeni tip esnek işçinin öznelliğinin temel bir niteliği olarak görülecekti.

X Kuşağı modern toplumun kurumlarının sarsılmaya başladığı bir dönemde yetişmişti. 1965-1977 arasında ABD’de boşanma oranları ve evlilik dışı doğan çocukların oranı yaklaşık bir misli artmıştı. X kuşağından gençlerin yüzde kırkı boşanmış ailelerin çocuklarıydı. Öte yandan X kuşağından çocuklar genellikle hem anneleri hem de babaları işte çalıştığından kendi başlarının çaresine bakmak zorundaydı ve bu çocuklara -evlerinin anahtarlarını boyunlarında taşıyan çocuklar anlamına gelen-“latchkey kids” denmekteydi. Bu çocukların evdeki zamanının önemli bir kısmı elektronik aletlerin ve televizyonun başında geçmekteydi. X kuşağının yetiştiği dönem doğum kontrolünün yoğun bir biçimde uygulandığı bir dönemdi ve bu nedenle X kuşağı sayı olarak Baby Boom kuşağının yarıdan biraz fazlasını oluşturuyordu.

X kuşağının yetiştiği dönem dinin gücünü kaybetmeye başladığı, politikanın yolsuzluklarla ve skandallarla sarsıldığı, ulusal kimliğin anlamını kaybetmeye başladığı, büyük ideolojilerin etkisini yitirdiği bir dönemdi. X kuşağından gençler ebeveynlerinin giderek daha konformist hale gelen hayatlarını itici buluyorlardı. Reagancı ekonominin çöküşünden olumsuz etkilenen X kuşağı Yuppie’lerden hoşlanmıyordu. 1990 başlarındaki ekonomik durgunluk Baby Boom kuşağını da etkilemiş ancak bu kuşak birikimlerini kullanması sayesinde çok büyük bir sarsıntı geçirmemişti. X kuşağının ise hiçbir şeyi yoktu ve kriz koşullarında bu kuşak evlilik, kariyer gibi kararları ertelemek zorunda kalacaktı. 1992’de ebeveynleriyle birlikte yaşayan X kuşağından 18-24 yaş arası gençlerin oranı bir rekor kırarak yüzde elli dörde ulaşmıştı.

1990 başlarında Baby Boom kuşağı şirketleri yönetiyordu ama bu kuşak kabuk değiştirmeye başlayan, küreselleşmeye yönelen kapitalizm için yeterince esnek değildi. Uzun süreli işlere, düzenli ilerleyen süreçlere alışmış bu kuşak işteki ani değişim ve ihtiyaçlara, herhangi bir anda sıfırdan başlamaya, “uçuk projelere”, sıfır güvenceli iş ortamlarına, internet kapitalizmine uyum gösteremiyordu. 1990’ların yeni kapitalizminde Baby Boom kuşağından yöneticilerin geçmiş çalışma deneyimi artık mutlak anlamda olumlu bir değer olmaktan çıkmış, hatta ancak “uçuk” bir zihnin ortaya çıkarabileceği yeni projelerin üretilmesi açısından bir engel olarak görünmeye başlamıştı. Yeni kapitalizm geçmişlerinin kendilerine ayak bağı olmadığı, “anı yakalayan”, “sıfır noktasından geleceğe hamle edebilen” yeni bir profesyonel elite ihtiyaç duymaktaydı. Var kalabilmek için doğaçlama çözümler bulmakta ustalaşmış, önüne her ne çıkarsa onunla baş etmek zorunda kalmış olan X kuşağı böyle bir potansiyele sahipti.

1990’da X kuşağı katı çalışma koşullarından, bürokratik iş örgütlenmesinden şikayetçiydi. X kuşağını anlatan kitap ve filmlerdeki karakterler çalıştıkları düzenli işlerde tatmin bulamıyor, keyif alabilecekleri bir iş bulamayınca Mc İşlerde çalışıyorlardı. Kapitalizm 1990-1997 arasında çalışma koşullarını X kuşağını cezbedecek şekilde esnetecek, işe bohem kıyafetlerle gelen, çalışma saatleri düzensiz olan, işte içki de içen genç, yaratıcı “sanal dahiler” internet kapitalizminin itici gücünü oluşturacaktı. Bruce Tulgan gibi yazarlar X kuşağından yaratıcı genç çalışanlarını daha verimli kullanabilmeleri için şirketlere esnek yönetim stratejileri önermekteydi. 1997’ye gelindiğinde medya X kuşağının girişimci yeteneğine methiyeler düzmekte, Microsoft gibi şirketlerde çalışan yüksek teknolojiyle haşır neşir gençleri övmekteydi. İnternet sektörünün patlama yaptığı 1990 sonlarında X kuşağından gelen çok sayıda kişi kendi şirketlerini kuracak, bazı büyük şirketlerde Baby Boom kuşağından çalışanlar X kuşağından gelen yöneticilerin emri altına girecekti. Girişimci/ yönetici eliti oluşturanlar elbette X kuşağının tümü değildi, esas olarak bu kuşağın üst-orta ve orta sınıf ailelerden gelen, iyi üniversitelerde eğitim görmüş kesimiydi.

X kuşağından gençler başlarda ana akım kültüre karşıydı. Coupland’ın kitabı azla yetinmeyi, şirket kapitalizminden, ticarileşmeden, tüketim kültüründen uzak durmayı, marjinalliği sahiplenen bir tavra sahipti. Boomer’ların yönettiği medya ise toplumsal ve siyasal yaşamdan çekildiğini öne sürdüğü X kuşağını kayıtsızlıkla, duyarsızlıkla eleştirecekti. Oysa X kuşağının yaptığı şey ana akım kitle kültüründen, –Baby Boom kuşağının destekleyicisi olduğu- iki partili sistemden tiksinerek uzak durmaktı. Vedder ABD’de devlet başkanının bir kukladan ibaret olduğunu, politikacıların işsizlerin ve evsizlerin sorunlarıyla ilgilenmediğini söyleyecekti.

X kuşağının içinde ana akım medya/pazarlama kültürünün asimilasyoncu gücüne karşı en çok direnen kesim Grunge hareketiydi ve 1980 sonlarında/1990 başlarında Grunge’ın yeşerdiği Seattle kenti 1999’da küreselleşme karşıtı gösterilere ev sahipliği yapacaktı.

 

DEĞİNİLEN KİTAPLAR:

Douglas Coupland, X Kuşağı, Parantez Yayınları, Çev. Zeynep Akkuş, 1998, 192 s.

Der. Douglas Rushkoff, The GenX Reader, Ballantine Books, 1994, 306 s.

Richard Linklater, Slacker, St. Martin’s Griffin, 1992, 154 s.

Bruce Tulgan, Managing Generation X: How to Bring Out the Best in Young Talent, Capstone Ltd., 2003, 256 s.

Karen Ritchie, Marketing to Generation X, Free Press, 2002, 192 s.