Ana Sayfa Litera YAKUP KADRİ-BİR SÜRGÜN ÜZERİNE NOTLAR

YAKUP KADRİ-BİR SÜRGÜN ÜZERİNE NOTLAR

YAKUP KADRİ-BİR SÜRGÜN ÜZERİNE NOTLAR

Bir Sürgün romanında dil yalın olmamasına karşın, anlatım akıcıdır.

Romanda yazar; Osmanlıca, Arapça, Farsça, Fransızca sözcüklere sıkça yer vermiş, bu sözcüklerin Türkçe karşılığını ise tırnak içinde göstermiştir.

Kitabın başında, bu romanın birinci baskısının 1938’de olduğu yazılı. Öz Türkçe yazma kaygısının henüz yeni yeni belirdiği 30’lu yıllar göz önünde tutulursa, yazarın sıkça eski dilden, Osmanlıcadan sözcükleri kullanması olağan görülebilir.

Yirmi dokuz bölümden oluşan roman genelde üçüncü tekil anlatımla yazılmıştır. Roman düz anlatımla ileriye doğru akar.

Romanda Yakup Kadri’nin dili eleştirel bir dildir. Osmanlıyı, doğuyu-batıyı, Jeune Turc’leri, romandaki tüm karakterlerin olumlu-olumsuz yönlerini, gerçeği gizlemeksizin yansıtmaya çalışır.

Karakterler:

Romanın başkarakteri Dr. Hikmet’tir. Konu Dr. Hikmet’in çevresinde gelişir. Bu nedenle karakter çözümlemesine ondan başlayacağız.

Bir Sürgün romanı 1904-1905 yılları arasında geçer. Bu dönem, Osmanlı’da II. Abdülhamit yönetiminin baskıcı niteliğini yoğunlaştırdığı dönemdir. Bu baskıcı yönetime karşı olarak, “meşrutiyet” isteğiyle “İttahat ve Terakki”, “Jeune Turc” adı altında bir siyasal örgütlenme gelişir.

Romanın başkarakteri olan Dr. Hikmet’in tutumu “Jeune Turc”lerle koşutluk gösterir. Böyle olmakla birlikte, bu siyasal örgütlenmeye bilinçli, özgür bir iradeyle katılmaz. Sürgün yaşamının doğal akışı içinde, özellikle Paris’te kendini bu hareketin içinde bulur. Hatta romanın bir yerinde şöyle der: “Jeune Turc’lüğüme gelince, kendim için bu sıfatın da neyi ifade ettiğini henüz anlamadım. Bizim Ragıp Bey, bana kendiliğinden öyle bir unvan bahşettiler.” (s.98)

Romanda devrimden yana tutum alan Dr. Hikmet, devrimci bir karakter midir?

Yakup Kadri roman boyunca bu soruyu, Dr. Hikmet’in farklı niteliklerini, olaylar karşısındaki tutumlarını göstererek yanıtlar. Romanda, Dr. Hikmet’in niteliklerine, tutumuna bakarak onun, devrimci bir karakterden uzak olduğunu görürüz.

Dr. Hikmet’in başlıca nitelikleri:

  • Yaşam deneyimi yok. Bundan ötürü kişiliği henüz oturmamış.

  • Karakteri zayıf, korkak, utangaç, sıkılgan, saf, bağımlı, ürkek, kararsız biri.

  • Küçük burjuva bilinciyle hareket ediyor.

  • Ne istediğini bilmiyor, netleşmiş bir ereği yok.

  • Düşünce yönünden donanımı yetersiz.

  • Dış etkilere göre biçim alıyor, davranıyor.

  • Sanılara göre hareket ediyor.

  • Tembel.

  • Yalnız.

  • İradesi zayıf, edilgin biri…

Diğer Karakterler:

Cemal: Dr. Hikmet için; simsarlık, tercümanlık, satıcılık, gezdiricilik eden acenta Cemal, gerçekte, işini bilen bir üçkâğıtçıdır. Çıkarcıdır gerçekte, buna karşın her hangi bir çıkar gözetmeksizin “Jeune Turc”lerin yayınlarını dağıttığını söyler.

Dr. Hikmet, Cemal’in gerçek niteliğini görmek bir yana, onda olmayan nitelikler yükler ona. Cemal’i, onun gibilerini devrim kalkışmasının eylemcileri olarak görür.

Ragıp Bey: Dr. Hikmet’le Paris’te en çok ilgilenen, bir süreliğine ona yoldaşlık eden Ragıp Bey’dir. “Jeune Turc”lerden biridir.

Monsieur Jean Lavaliére: Kendi öznelini nesnel sanan yaşlı bir şair. Arlette ile Albert’in babaları. Dr. Hikmet, İstanbul’daki ailesiyle iletişimini Lavaliére’lerin adresleri üzerinden yapar.

Madame Lavaliére: Dr. Hikmet’e göre; “Kendi anası ne kadar nazlı, tatlı ve yumuşak idiyse, bu kadın o kadar sert ve carizdi (hırçındı).” (s.240)

Madame Lavaliére, Dr. Hikmet’in ailesinin varlıklı olduğunu düşünerek, kızını Dr. Hikmet’e yamamak ister.

Arlette: Dr. Hikmet, Paris’te bu kızla evlenme girişiminde bulunur. Dr. Hikmet’in ailesinin maddi yönden zor duruma düştüğü duyulunca kız bu evlilikten cayar.

Albert: Paris’de Dr. Hikmet’le dostluk kurar. Bireycidir. Burjuva düzenine karşı eleştirel bir tutumu var.

Dr. Foissard ile Dr. Pionet: Dr. Foissard, kapitalist bir tutumla, mesleğini para kazanma kaygısıyla yapar. Buna karşın, Dr. Pionet, insani niteliklerini yitirmemiş bir doktor. Çıkar gözetmeksizin yaklaşır Dr. Hikmet’e. Hastalandığında, üstelik herkesçe yalnız bırakılmışken onu sahiplenir.

Rus Devrimcileri: Dr. Hikmet, Albert aracılığıyla Rus devrimcileriyle tanışır. Ara ara ortamlarına katılır. Bilgi düzeylerinden etkilenir. Onlardan, kapitalistlerin Osmanlıyı nasıl sömürdüğünü, onu nasıl paylaşmak istediğini öğrenir.

Nesnelerin Birliği:

Bir Sürgün, nesnelerin birliği gözetilerek yazılmıştır. Bu durumu birkaç örnekle gösterelim.

Romanın birinci bölümünde şu nesneler göze çarpar.

“Fransız gazete ve mecmualar”

“Abajoli’ mağazası-kitapevi”

“Kramer birahanesi”

“bira kadehi”

“karınca”

“vapur, vapurun bacasından çıkan ses”

“Je sais Tout”

“Les Annalles” Fransız dergi.

– “Dr. Hikmet’in babası Ruşeni Bey”

Şimdi, bu nesnelerin bir bölümünün konu içindeki işlevine, yani Dr. Hikmet’i nasıl etkilediğine bakalım.

Fransız gazete ve mecmualar”

Romanın başında yazar şöyle der. “Bu mecmua ve gazeteler ki, Doktor Hikmet için şu dar ve kuru sürgün hayatında yegâne nişat (sevinç) ve teselli kaynağıdır.” (s.13)

Dr. Hikmet, bu yayınlara, insanların “mukaddes kitaplara” yaklaştığı gibi, dini bir kendinden geçişle yaklaşır. Çünkü “ona göre Fransız diliyle basılmış bir dizi, hatta basbayağı bir bakkal ilanı bile olsa ‘mukaddes kitaplar’ın metinleri gibi yüksek sesle ve bir hususi ahenkle okunmalıdır.” Bu nedenle, bu yayınların her sayfasına büyük bir özenle yaklaşır, içindekiler bölümüne, başlıklara, resimlere heyecanla göz gezdirir, okur.

Fransız gazete ve mecmualar” bize, özelde Dr. Hikmet, genelde dönemin aydını üstündeki Batı, Fransız etkisini gösterir. Bu anlamda, bu yayınlar romanda gösteren nesne işlevi görür.

Je sais Tout”

Bu, yeni çıkmış Amerikan usulü bir aylık magazin” dergisidir. Dr. Hikmet’in canı sıkkındır. “İçini çekerek” bu dergiyi eline alır, hayran hayran baktıktan sonra, sayfalarını çevirir. “Aman ya rabbi; bu mecmua ne define imiş!” der. “Doktor Hikmet helecandan titreyerek ve gözleri tuhaf bir ışıkla parıldayarak böylece sıra ile on, on beş sahifeyi gözden geçirdi. Okumuyordu. Fakat okumaktan daha fazla bir şey yapıyordu. Resimleri, mısraları; bunların altındaki imzaları bir bakışla sömürüyordu. Deminki bunalmış hali birden tatlı bir gevşekliğe inkılap etti (dönüştü). Derisine bir ılık banyodan henüz çıkmış gibi bir tazelik geldi. Beyni yeniden işlemeye başladı.” (s.17)

Bu satırları okudukça, magazin dergisinin işlevli bir nesne olduğunu görürüz. Dr. Hikmet, bu dergi sayesinde, hem bedensel, hem de zihinsel bir değişiklik yaşar.

Dr. Hikmet, Je sais Tout’yu bırakıp, Les Annalles’i eline alır.

Doktor Hikmet bu haftalık gazeteye ta mektepten beri abonedir. Bunun içindir ki imzalara en yakın arkadaşları gibi alışkındır.” (s.17)

Gazetenin yazı kurulu birbirine akrabadır. Bu durum, “Les Annalles gazetesine bir küçük burjuva ailesi hali vermiştir.” (s.17) Dr. Hikmet, bu ailenin “sakin”, “temiz”, “namuslu” bir üyesi gibi duyumsar kendini. “Onun içindir ki, ara sıra, daha ileri, daha sol cereyanları temsil eden neşriyatla karşı karşıya gelince kafasına bir nevi sersemlik arız oluyordu. Kötü yerlere ilk adımlarını atan bir toy delikanlı gibi irkilip sendeliyordu.” (s.17)

Dr. Hikmet’in bu tutumu, onun küçük burjuva bilincini gösterir bize.

Bu bilinçteki kişi, bağlandığı düşünceyi değiştirebilir korkusuyla yeni düşüncelerin öğrenilmesinden kaçar.

Peki, Dr. Hikmet’in küçük burjuva bilincine saplanmasının nedeni nedir?

Şimdi, romanda bu sorunun yanıtını bulalım.

Yakup Kadri, Dr. Hikmet’in içinde bulunduğu durumu, psikolojiyi, toplumsal durum içinde ele alarak bize gösterir.

Şöyle der: “Zaten Doktor Hikmet 27 yaşına rağmen hayatın hemen her sahasında acemi kalmış bir adamdır. O, İstanbul’un kibar ve devlet düşkünü bir ailesi içinde çocuklarına lüzumundan fazla şefkatli bir ana baba elinde, bin türlü naz ve nevazişle (okşama) büyüdü. Mekteple ev arasında daima bir lalanın refakatinde gidip gelmeye alıştı. Akranlarıyla münasebetlerinde her zaman sıkı bir ahlak ve seviye kontrolüne tabi tutuldu. Ailenin muhite karşı koyduğu bu karantinayı, zaten, muhit de –başka sebepler dolayısıyla- aileye karşı koymuş bulunuyordu. Doktor Hikmet’in babası Ruşeni Bey, Sultan Murat mensuplarındandı. Bu yüzden aşağı yukarı 28, 29 yıldan beri bir nevi göz hapsi içinde yaşıyordu. Evinden hemen hiç dışarıya çıkmıyordu. Yakın hısımları haricinde hemen hiç kimse ile görüşmüyordu. Ve zaten görüşmek istese de ki onunla düşüp kalkabilir, kim kapısını sık sık çalmak cesaretini gösterirdi? Bu itibar ile Doktor Hikmet’in çocukluğu ve ilk gençlik yılları da aynı uzlet ve tecerrüd (yalnızlık ve arkadaşlık) içinde geçti ve tam mektepten çıkıp hayata atılmağa hazırlandığı sırada başına bu sürgün felaketi geldi.” (s.18)

Bu uzun alıntı, Dr. Hikmet’in yaşam deneyiminden neden yoksun kaldığını gösterir bize. Karakterin küçük burjuva bilincini aşamamasının nedeni budur.

Romandan birkaç nesne örneği daha görelim.

Cemal karakteri, konunun akışı içinde işlevli bir nesnedir. Dr. Hikmet için simsarlık, tercümanlık, satıcılık, gezdiricilik eden Cemal, gerçekte ağzı laf yapan bir dolandırıcıdır. Yazar bu nesne ile Dr. Hikmet’in saflığını, insanları tanıma konusunda ne denli yetersiz olduğunu gösterir okura. Dr. Hikmet, Cemal’in gerçek niteliğini görmek bir yana, onda olmayan nitelikler yükler ona. Onun gibilerini devrim kalkışmasının eylemcileri olarak görür.

Vapur Napoli limanına varır. Dr. Hikmet, yolculuğunda karşısına çıkan bu ilk Avrupa kentinin çekiciliğine dayanamaz. Bir İtalyan gerdirici eşliğinde kenti gezer.

Dr. Hikmet, özellikle romantik yazarların kitaplarından bu kente ilişkin pek çok şey okumuş, onlardan etkilenmiştir. Bu yazarlar onda romantik bir bakış yaratmıştır. Kenti dolaşırken gezdiricinin gösterdiklerine, yani nesnel gerçekliğe kendi gözüyle değil, bu yazarların gözüyle bakar. Bu yanılsamalı bakış, Dr. Hikmet’in gerçeği görmesini engeller.

Romanda işlevli bir nesne olan Napoli kenti, Dr. Hikmet’in düşsel bir dünyada, öznelinde yaşadığını gösterir okura.

Romanda Dr. Hikmet’in giyim kuşamı nesne işlevi görür.

Dr. Hikmet, İzmir’de vapura binince üstünde Osmanlı tarzı giyim kuşam vardır. Batılı giysiler içindeki diğer yolcular içinde kendini farklı duyumsar. Bu durumdan rahatsız olur. Dahası diğer yolcuların, giyim kuşamından ötürü, ona karşı olumsuz bir tutum takındıklarını düşünür. Pire limanına varınca ilk iş kendisine yeni bir üst baş almak olur. Eski giysilerini çıkarır, yeni giysileri giyer. Başındaki fes yerine, Panama taklidi bir şapka giyer. Bu yeni giysilerle diğer yolculara benzemekten hoşnuttur.

Paris’e varınca, bu kent üzerine ilk izlenimleri, ilk duyguları düşlediği gibi çıkmaz. Parislilerin içinde, üstündeki giysilerle gülünç göründüğünü düşünür. Bu kez onlara benzemeğe çalışır.

Dr. Hikmet’in giyim kuşam üzerine yaşadığı sorun, onun, dış etkilere, içinde bulunduğu ortama göre biçim aldığını gösterir bize.

Nedensellik:

Bir Sürgün, nedensel ilişkiler gözetilerek yazılmıştır. Bu durumu birkaç örnekle gösterelim.

Yakup Kadri, romanın henüz başında, bira kadehinden kalma incecik su çemberinde dönüp duran bir karıncadan söz eder. Yazarın karıncayı anlatması nedensiz değildir. Konunun akışı içinde bir nedenselliği vardır. Şöyle: Dr. Hikmet, İzmir’de sürgündür. Dar bir yaşam alanı içinde dönüp durmaktadır. Onda bir şey yapma isteği uyandıracak, onu, içine düştüğü edilginlikten çıkaracak her hangi bir ereği yoktur. Deniz kıyısında, Kramer birahanesinde oturmuş bira içmektedir. Gerisini romandan bir alıntıyla okuyalım.

“Doktor Hikmet’in gözleri (…) birdenbire masanın mermeri ortasında muayyen bir noktaya saplanıp kaldı. Genç adam, o noktada alaka uyandırıcı bir şey keşfetmiş gibiydi. Çünkü, biraz evveline kadar her türlü düşünce ve anlayıştan mahrum görünen gözlerine ani bir canlılık, bir uyanıklık gelmişti. Hatta dudaklarında bile bir zekâlı tebessüm belirmeye başladı. Bununla beraber Dr. Hikmet’in bu kadar dikkatle baktığı noktada garsonun yenisini getirmek için, demincek kaldırıp götürdüğü kalın bira kadehinden kalma bir incecik su çemberinden ve bunun içinde dönen bir küçücük karıncadan başka bir şey görünmüyordu. Doktor Hikmet dikkatle buna bakıyordu ve buna bakarak kendi kendine diyordu ki: ‘Ben de tıpkı bu karınca gibiyim. Daracık bir hayat çemberi içinde dönüp duruyorum. Guraba hastanesi, Dağ mahallesindeki ev, Abajoli, Kosti, Kramer.. Kramer, Kosti, Abajoli, Dağ mahallesindeki ev, Gureba hastanesi. İşte benim dünyamın kutupları ve her birinin arasında üçer kilometrelik bir mesafe bile yok… Bu mahlûk, hiç değilse, hep aynı noktada dönüp dolaştığının farkında değil. Sonra kurtulmak için bu ıslak duvarı delip çıkmağa çalışıyor. Demek ki bir gayesi var. Ben bundan bile mahrumum.” (S.14-15)

Görüldüğü üzere, Yakup Kadri, karıncanın durumu ile Dr. Hikmet’in öznel konumu arasında bir ilişki kurar. Böylece okur, karakterin nasıl bir açmazda olduğunu görür.

Dr. Hikmet, su çemberinde dönüp dolaşan karıncaya bakıp, kendisinin de benzer bir çıkmazda olduğunu düşünür. “Tam bu sırada, limandaki büyük vapurlardan birinin bacası, ona, uzun mesafelerin ve uzak diyarların bağrından kopan bir nida gibi seslendi.” (s.15)

Romanda vapurun, bacasından çıkan sesin işlevsiz değil, işlevli olduğunu görürüz.

Yazar şöyle der: “Bu ses ona der ki: bütün okuduğun kitaplarda, mecmualarda vasıflarını ezberleyip de gözlerinle görmediğin, ellerinle dokunmadığın, burnunla güzel kokularını alamadığın sihirli iklimlerin anahtarı hep bendedir. Zindanların kapılarını açan soluk benim. Örf ve adet esirlerini paslanmış zincirlerden ben kurtarırım. (…) Geniş ve aydın hürriyet yoluna ben iletirim. Gel gidelim. Gel gidelim.” (s.15-16)

Ayrıca burada bir özdeşleyim olduğunu görürüz.

Yazar, cansız bir nesne olan vapurun bacasından çıkar ses yoluyla karakterin (Dr. Hikmet’in) duygularını bize gösterir. Burada, algılanan nitelikler (sesin karaktere ne söylediği), algılanan nesnelere (vapura) ilişkin değildir, inceleyicinin (Dr. Hikmet’in) o nesneye, vapura aktardığı kendi duygularıdır. Burada, Dr. Hikmet’in kendi duygularını vapura aktardığını görürüz. Dr. Hikmet, kendini, başka bir varlığın içinde duyar.

Dr. Hikmet, “vapurun” bu “Gel gidelim.” çağrısına, hem kendinden kaynaklanan (öznel) nedenlerle, hem de kendinden kaynaklanmayan (nesnel) nedenlerle uymaz.

Yakup Kadri, öznel nedeni, şu satırlarla gösterir. “(…) Dr. Hikmet, koşmak isteyip de koşamayan, bağırmak isteyip de bağıramayan kâbus içinde bunalmış bir kimse gibi bir türlü bu davete icabet edemez (uyamaz) Bu kalk borusuna bir türlü ‘Hazırım’ diyemez.” (s.16)

Öznel neden, Dr. Hikmet’in karakter zayıflığıdır.

Nesnel neden olarak da, Osmanlı devletinin içinde bulunduğu baskıcı ortamı gösterebiliriz.

Doktor Hikmet bu istibdat memleketinde bir sürgün olmasa, daha doğrusu dünyaya sadece bir Türk olarak gelmemiş bulunsa, elli adımda şu rıhtımın kenarına varır, bir sandala atlar ve beş on dakika içinde kendini o vapura, o insanların arasında bulurdu. Fakat, heyhat!” (s.16)

Dr. Hikmet, vapurdan inen kadınlı erkekli kalabalığı gördükçe, içine gömüldüğü iç dünyasından çıkar. Vapura atlayıp kaçma isteği uyanır yeniden. İçinden bir ses, “Bu rüya hakikat olmalıdır.”(s.20) der. Bu bölümde, Dr. Hikmet’in içinde bulunduğu gerçek ortamla, düşlediği ortama ilişkin sanısını görürüz. Ne var ki, düşlediği ortam umduğu gibi çıkmaz.

Vapurda, Dr. Hikmet’e olumsuz bir tutum takınılır. Bu olumsuz tutumun nedenini, üstündeki giyim kuşama bağlar. Vapur Pire limanına varır varmaz, ilk iş olarak kendisine bir kat giysi, iç çamaşır, küçük bir bavul almak ister. “Elalem içinde böyle arkasında keten bezinden buruşuk, kirli bir kostümle; başında bir kalıpsız fesle, eli kolu boş, hapishane kaçkını bir serseri vaziyetinde dolaşmaktan o kadar sıkılmış, o kadar sıkılmıştı ki, eğer bu limana varmak ümidi olmasaydı kendini kaldırıp denize atabilirdi.” (s.31)

Dr. Hikmet, yabancı bir ortamda giyim kuşamın çok önemli olduğunu düşünür. Başından fesini çıkartır. “Kendi kendine ‘hiç değilse bu menhus şeyden kurtulmalıyım, ne yapıp yapıp şu dolaşanlardan birinin kasketini veya şapkasını satın almalıyım.” (s.31)

Acenta Cemal ile birlikte Pire limanında iner. Gereksinimlerini alır.

Romanda karakterin giyim kuşam derdine düşmesi nedensiz değildir. Dr. Hikmet’in Osmanlı (doğu) tarzı eski giysilerini atıp, batı tarzı giysilere bürünmesi, ondaki bu biçimsel değişiklik, içsel bir yenilenme yaratır. Kendine bir güven gelir. Yaşamı daha olumlu algılamaya başlar.

Yakup Kadri, burada, okurun bilincine şu soruyu düşürür. Batı giysilerine bürünmekle kişi batılı (Avrupalı) olabilir mi?

Yazar, Dr. Hikmet’in eksikliğini, yanılgısını gösterir okura.

Örge:

Bir olayın, ya da birçok olayın nedensel ilişkiler gözetilerek örülmesine örge denir.” (1)

Romandaki olaylar, nedensel ilişkiler gözetilerek örülmüştür. Yapıttaki konuşmalar, eylemler bu örgeden çıkar. Romanda anılan her şey halkalar biçiminde birbirine bağlıdır. Nedensellik ile nesnelerin birliği başlığı altında verdiğimiz örnekler bu durumu bize gösterir.

Romanda, konunun akışına uymayan konu dışı taşmalar, gereksiz betimlemeler yoktur.

Roman, genel örgeyle başlar. “Kordon boyunun sıcak kaldırımları üstünde akşamın ilk gölgeleri uzamağa başlamıştı.” (s.13) Ardından tekil örgeye iner. “Doktor Hikmet, garsona üçüncü şopunu ısmarladı ve yanan avuçlarını masanın mermerine dayadı.” (s.13)

İtki:

Olay örgüsü, nedensellikle nesnel bir biçimde kuruldukta, karakter örge gereği eyleyecektir. Buna örgenin sağladığı itki denir.” (2)

Bir Sürgün’de karakterleri harekete geçiren itki, olayın örgüsünden çıkar.

Bu durumu birkaç örnekle görelim şimdi.

Dr. Hikmet, İzmir’de sürgündür. Belli sınırlar içinde dönüp durmaktadır. “Guraba hastanesi, Dağ mahallesindeki ev, Abajoli, Kosti, Kramer.. Kramer, Kosti, Abajoli, Doğ mahallesindeki ev, Guraba hastanesi. İşte benim dünyamın kutupları ve her birinin arasında üçer kilometrelik bir mesafe bile yok…” (s.15)

Dr. Hikmet, bu düşüncelerle Kordon’da oturmuş birasını içmektedir. Sıkıntılıdır. Tam bu sırada, limana yanaşan bir vapurun bacasından çıkan sesi, kendine bir çağrı gibi algılar.

Bu ses ona der ki:

(…) Zindanların kapısını açan soluk benim. Örf ve adet esirlerini paslanmış zincirlerden ben kurtarırım. (…) Geniş ve aydın hürriyet yoluna ben iletirim. Gel gidelim. Gel gidelim.” (s.15-16)

Kaçma düşüncesi iyice sarınca Dr. Hikmet’i, harekete geçer. İçinde bulunduğu ortamı, bir de kaçmakla kavuşacağı ortamı karşılaştırır. Para durumunu denetler. “İçinde bir ses mutlaka itaat edilmesi lazım gelen bir emir halinde ona: ‘Bu rüya hakikat olmalıdır’ diyordu.” (s.20)

Dr. Hikmet, “dayanılmaz bir cazibeye tutulmuşçasına” hemen hesabı öder, vapura doğru yürür. Kısa bir kararsızlıktan sonra, vapur harekete hazırlandığı sırada merdivene asılıp, vapurun güvertesine atar kendini.

Görüldüğü gibi, Dr. Hikmet’i harekete geçiren, vapurla kaçmaya iten itki, dar bir alana sıkışmış yaşamından sıyrılma isteğidir.

İkinci örnek, Dr. Hikmet’i giyim kuşamını değiştirmeye iten itki.

Dr. Hikmet, kaçtığı vapurda pek kimsenin onunla ilgilenmemesinin, onu karşı olumsuz bir tutum takınmalarının nedeni olarak, üstündeki giyim kuşamı görür. Bu giyim kuşam içinde kendini “hapishane kaçkını bir serseri” gibi algılar.

Vapur Pire limanına varır.

Bu algı içinde Dr. Hikmet, “o kadar sıkışmış, o kadar sıkışmıştı ki, eğer bu limana varmak ümidi olmasaydı kendini kaldırıp denize atabilirdi. Meğer yabancı bir muhitte kıyafet, meselesinin ne büyük ehemmiyeti varmış.” (s.31)

Dr. Hikmet, Pire limanına iner inmez ilk işi yeni giysiler almak olur.

Dr. Hikmet’i giyim kuşamını değiştirmeye iten itki, vapurdaki diğer yolcuların tutumuna karşı olarak, onda beliren algıdır.

Çatışmalar:

Bir Sürgün, belli çatışmalar üzerinden ilerler. Şimdi bu çatışmaları görelim.

  • Dr. Hikmet’in kendiyle (iç) çatışması:

Dr. Hikmet’in İzmir’deki sürgün yaşamı sıkıntılı geçmektedir. Fransız vapurunu görünce, bu sıkıntılı yaşamdan kaçıp kurtulma düşüncesine kapılır. Böyle bir eyleme kalkışmak hiç de kolay değildir. “İçinden bir ses mutlaka itaat edilmesi lazım gelen bir emir halinde ona: ‘Bu rüya hakikat olmalıdır’ diyordu.” (s.20)

İçinden tartıp biçmeye başlar. İçinde bulunduğu ortam ile kaçmakla kavuşabileceği ortamı düşler. Kaçmakla kaçmamak arasında gidip gelir düşünceleri. Dr. Hikmet’in iç çatışkısını görürüz böylece.

Dr. Hikmet, Arlette’den hoşlanır. Onunla evlenme düşüncesi onu sevindirir. Ne var ki kızın annesi Madame Lavaliére’in tutumu onu kuşkuya düşürür. Kadının, kızını kendisine yamamak için kurnazca davrandığını sezer. Bir yanda kızla evlenme isteği, sevinci… öte yanda evlilik tuzağına düşme korkusu onu iç çatışmaya iter.

Roman boyunca Dr. Hikmet, pek çok kez iç çatışma yaşar. Çoğu kez özeleştiri yapar. Bazen de kendini suçlar.

  • Dr. Hikmet’in başkasıyla çatışması:

Rus devrimcilerle çatışması:

“Rus ihtilalcileri” burjuvazinin, insanın uğruna savaştığı insani değerleri yozlaştırdığını, çıkarı uğruna bu değerleri kullandığını, haklardan, özgürlüklerden sadece bu egemen sınıfın yararlandığını savunurlar. Ayrıca Osmanlı devletinin, kapitalistlerin sömürüsü altında, borç batağına saplanmış olduğunu söylerler.

Dr. Hikmet, “Rus ihtilalcileri”nin, batıya, Osmanlıya ilişkin bakışlarına katılmaz. Hele ki, kendi ülkesine böyle bir bakış kızdırır onu.

Bu çatışmada, Dr. Hikmet’in dünyada olagelenleri kavrama yönünden yetersizliğini görürüz.

Madame Lavaliére’le çatışması:

Dr. Hikmet’in Madame Lavaliére arasındaki çatışma, bu kadın ile annesi Pakize hanım arasındaki karşıtlık üzerinden ilerler. Dr. Hikmet’e göre Madame Lavaliére’in nitelikleriyle annesinin nitelikleri taban tabana zıttır. Dr. Hikmet, ne denli annesini seviyorsa, o denli nefret eder bu kadından.

  • Jeune Turc (Genç Türkler) ile Vieux Turc (Yaşlı Türkler) arasındaki çatışma:

Bu çatışmayı, romanın henüz başında, Dr. Hikmet’in kaçtığı vapurun yolcuları arasındaki tartışmadan duyarız. “Jeune Turc”ler, baskıcı bir biçimde ülkeyi yöneten II. Abdülhamit’e karşı, Batı uygarlığına benzer, özgürlükçü bir yönetimden yanadır.

Romanda, bu çatışmanın taraftarlarından “Jeune Turc” (İttihat ve Terakki) siyasal örgütlenmenin önde gelen yöneticilerinin Paris’teki durumlarını görürüz.

  • Doğu-Batı çatışması:

Romanda, doğu-batı çatışması, karşıtlığı belli olgular üzerinden olur. Doğu insanı ile batı insanı, doğu aile kurumu ile batı aile kurumu, doğu değerleri ile batı değerleri… gibi.

Romanda, feodal değerlerin, geleneklerin yozlaştırdığı, yabancılaştırdığı saf doğu insanı ile kapitalist, emperyalist değerlerin yozlaştırdığı, yabancılaştırdığı batı insanını görürüz.

Romanda, Dr. Hikmet, Ragıp Bey gibi, batı’ya hayran ama doğu’dan kopamamış, insani niteliklerini tam yitirmemekle birlikte, belli bir bilinç düzeyine gelememiş, saf doğu insanını, buna karşılık, çıkarcı, bencil, içten olmayan yönüyle öne çıkan batı insanını görürüz.

Örneğin; Monsieur Jean Lavaliére, konuğu Dr. Hikmet’e kitabını hediye edeceği yerde, parayla satar. Madame Lavaliére, ailesinin varlıklı olduğunu bildiği Dr. Hikmet’e kızını yamamak ister. Arlette, aynı nedenle Dr. Hikmet’e yakınlaşır. Şarap üreticisi Oberjistin, konuğu Dr. Hikmet’e şarap ısmarlayacağına, tersine, kendi ürettiği şaraptan, yine kendisine ısmarlamasını ister Dr. Hikmet’ten. Dükkâncı, ressamdan ucuza aldığı tabloyu yüksek bir fiyata satar Dr. Hikmet’e. Ev sahibi, kira iki ay gecikti diye kapı dışarı eder Dr. Hikmet’i…

Başta, batı hayranı olan Dr. Hikmet, Paris’te görüp yaşadıklarından sonra, bakışı değişir. Batı insanı için şöyle der; “küçücük para ve menfaat işlerinde öyle bir bayağılıkları, öyle bir pespayelikleri vardı ki, insanı insandan tiksindirir.” (s.163)

Bu çatışma, bize, Dr. Hikmet’teki batı algısının değişimini gösterir.

  • Sınıf çatışması:

Romanda belli bir sınıfsal bilinçleri olan Albert ile arkadaşları Rus devrimcilerinden duyarız bu çatışmayı.

Canlandırma:

Canlandırma, anlatılanın gözde canlanmasıdır.

Bir Sürgün’de pek çok canlandırma örneği okuruz. Bu canlandırma öğeleri karaktere, karakterin konumuna, ortama uygundur. Gelişigüzel değil, olaya, kişiye özgüdür.

Şimdi, romandan canlandırma örneği okuyalım.

“Vapur ağır ağır kımıldıyor… Tam bu sırada kımıldamakta olan birinci sınıf merdivene doğru bir sandalın çala kürek yanaştığı ve içinden beyazlar giyinmiş bir adamın hayret verici bir çeviklikle bu kalkan merdivene asılıp yukarı doğru tırmandığı görüldü. Vapur erkânının ‘Ne yapıyorsun? Kimsin?’ demesine kalmadı; bu garip yolcu, kendisini bir hamlede ikinci kat güvertesinin ortasında buldu.” (s.22)

“Solgun ve esmer çehresine titrek bir karartı çöktü. Kalın kara kaşları birkaç kere fesinin kenarlarına kadar kalkıp indi. Gözleriyle etrafında kaçacak yer arıyor gibi idi. Narin bacaklarının üstünde sağa sola bir iki sendeledi.” (s.23)

Zaman:

Romanda, nesnel zamanı bir alıntıyla gösterelim. “1904 yılı temmuzun 25’inde 9’u 10 gece Messagerie Maritime kumpanyasının ‘Nigére’ adlı vapuru miadından tam altı saat gecikmiş olarak Marsilya’ya İzmir limanından harekete hazırlanıyordu.” (s.22)

Şimdi de, öznel zamanı gösteren bir örnek okuyalım.

Nigére vapuru Fransız sularına girince, Dr. Hikmet heyecanlanır. “Onda, uzun bir ayrılıştan sonra vatanına dönen bir gurbetçinin tatlı sabırsızlığı ile taşkın sevinci vardı.” (s.42)

Güvertede, yanı başında konuşulanlara kulak kabartır. Elba’dan, Korsika’dan, Monte Kristo’dan söz ederler. Monte Kristo’yu duyunca heyecanlanır Dr. Hikmet. Alexandre Dumas’ın Monte Cristo adlı romanını anımsar. Bu kitabı çocukken okuduğunu, çok etkilendiğini söyler. Kamara arkadaşı olan Papaz, Dr. Hikmet’in bu beğenisini şiddetle eleştirir. “Alexandre Dumas mı? Hokkabazın biri. Monte Cristo, baştan başa uydurma, kötü bir masal. Yazık ki çocukluğunuzu daha faydalı etüdlerde geçireceğiniz yerde böyle abur cubur şeylerle heder etmişsiniz.” (s.43)

Devamında Papaz eleştirisini Dr. Hikmet’in ailesine, Osmanlı toplumuna yöneltir. “Papaz konuştukça Doktor Hikmet’in, boğazını cehennemi bir öfkenin düğümü sıkıyor ve bütün kanı göğsünü çatlatacak bir tazyikle kalbine hücum ediyordu.” (s.43)

Papaz’ın sözleri Dr. Hikmet’in canını iyice sıkar. Can sıkıntısı içinde ayrılır bulunduğu ortamdan. “(…) kalbindeki tazyikle tir tir titreyen bacaklarının üzerinde yürüyerek gitti; güvertenin tenha bir noktasında denizi seyre dalar gibi göründü. Lakin gözleri ne Korsika’nın son siluetini, ne daha yakındaki küçük adaların kayalıklarını, ne de bunların arasında dolaşan yelken gemilerini görebiliyordu. Birdenbire, bu güzel deniz ve bu tarihi hatıralarla dolu kara parçaları manalarını kaybetmiş, silinivermişti. (…) Kendi kendine:

‘Menhus (uğursuz) herif;’ diyordu. ‘Bütün seyahatimi bana zehir etti. Şimdi ne Marsilya’ya çıkmanın, ne de belki de Paris’e varmanın zevkini tadabileceğim.” (s.44-45)

Dr. Hikmet için yaşanılan zaman dilimi güzelken, Papaz’ın etkisiyle kötüye dönüşür.

Güdücü Örge:

“Güdücü örge bir yaşanmışlığın istenç dışı, bilinci kuşatmasıdır.” (3)

Romandaki güdücü örgeyi bir örnekle gösterelim.

Dr. Hikmet’i, izinsiz bindiği vapurda birkaç kişiyle birlikte kalacağı ikinci sınıf kamaralardan birine yerleştirirler. İlkin ne yapacağını şaşırır. Çünkü yaşamı boyunca ilk kez, hiç tanımadığı kimseyle bir arada yatacaktı. “Doktor Hikmet ne çocukken yatı mektebinde kalmış, ne gençliğinde koğuş hayatı geçirmiş, hatta ne de uzun müddet otellerde yaşamağa alışmıştı.” (s.29)

Dr. Hikmet’in aklına on altı on yedi yıl önce akrabalarından birinin evinde geçirdiği bir gece gelir. “Onu, evin çocuklarıyla bir odada misafir etmişlerdi ve arkasına kendisinin olmayan bir entari giydirmek istemişlerdi de, o, bunu yatağı içinde gizlice sıyırmış ve sabaha kadar garip bir yeis ile yorganın altında hıçkırmıştı.

Şimdi de yüreğinde tıpkı buna benzer bir yeis duyuyordu.” (s.29)

Burada, her iki durumda karakterin hissettiği benzer duyguyu görürüz.

.

Toplumsal çözümleme:

Yakup Kadri, Bir Sürgün’de belli konularda toplumsal çözümleme sunar okura.

  • Siyasal erkin baskısı:

Roman 1904-1905 yıllarında geçer. Osmanlıda dönemin siyasal erki II. Abdülhamit’tir. Romanda siyasal erk anlatılmasa da, siyasal erkin baskıcı tutumunun etkileri görülür. Dr. Hikmet’in babası Ruşeni Bey, “Sultan Murat mensuplarından” olduğu için 28-29 yıldır göz hapsinde tutulur. Dr. Hikmet, İzmir’e sürgün edilir. “Jeune Turc”lerin önde gelen yöneticileri Avrupa’ya, başta Paris’e kaçmak zorunda kalmışlardır. Ermeniler, romanda Ermeni komitecisi Karabet Vahanyan kurtuluşu ülkenin dışına kaçmakta bulur.

  • Özgürlük-tutsaklık sorunu:

Romanda şunu görürüz. Osmanlıda ne yönetende, ne de yönetilende özgürlük söz konusu.

Bu durumu romandan örneklerle görelim şimdi.

Romanın başında Dr. Hikmet’in İstanbul’dan İzmir’e sürgün edildiğini görürüz. Daracık bir yaşam çemberi içinde dönüp dolaşmak zorundadır. Buna karşın, Vali Kamil Paşa’nın etkisiyle İzmir’de İstanbul’a oranla görece özgürlük söz konusudur. En azından İzmir’de “hafiye” yoktur. “İzmir, Türkiye denilen zindanın hür ülkelere doğru aralık kalmış bir kapısıydı. Buradan sıvışıp kaçmak imkânını bütün Doktor Hikmet’ler yüreklerinde bir beraat ümidi gibi” (s.19) taşırlar.

Padişah karşıtları için ülke bir zindana dönüştürülmüştür. II. Abdülhamit karşıtı pek çok kişi ülkeden kaçıp, başta Fransa olmak üzere, Avrupa’ya sığınmıştır. Dr. Hikmet’in babası yıllardır göz hapsinde yaşamak zorunda kalmıştır. Ermeniler ülke dışına kaçmanın yollarını ararlar…

Yönetilenler bu durumdayken, Osmanlı yönetiminde durum hiç de farklı değildir. Roman da Fransız şirketine ait olan bir limanda alıkonulan “Nigére vapuru” örneğinde görüldüğü üzere, Osmanlı yönetimi, ülkenin toprağını batılı kapitalistlere kaptırmakla kalmayıp, bu alanda uluslararası kurallara aykırı davranmaktan suçlu bulunup tazminat ödemek zorunda bırakılmıştır.

  • Batı insanının çıkarcılığı:

Doğu-batı çatışması örneğinde gösterdiğimiz gibi, romanda, batı insanının her davranışı parasal çıkar gözetilerek yapılır. Bu durum, insan ilişkilerini içtenlikten, dürüstlükten uzaklaştırır.

Jeune Turc”ler:

Romanda şunu görürüz. Osmanlıda, Fransız devrimine benzer bir burjuva devrimine ne toplumsal koşullar, ne de bu devrimden yana insanlar, siyasal örgütlenmeler hazırdır.

“Jeune Turc”lerin, Avrupa uygarlığına duydukları hayranlığa karşın, bu uygarlığa ilişkin bilgileri, bir takım kalıplaşmış yargılardan öteye geçmez. Avrupa’da, batılı insana karışmadan, kendi dar çevreleri içinde yaşarlar.

Romanda “Jeune Turc”lerin iç çelişkilerini de görürüz. Yazara göre, “Jeune Turc”ler “manevi ve fikri buhran” içindedirler.

Gerçekçilik:

Bir Sürgün romanı gerçekçi bir romandır. Romanın gerçekçi oluşu şu niteliklere dayanır.

  • Roman, nedensel ilişkiler, nesnelerin birliği gözetilerek yazılmıştır.

  • Yapıttaki konuşmalar, eylemler nedensel ilişkilerle örülmüş örgeden çıkar. Romanda konunun akışına uymayan, konu dışı taşmalara rastlanmaz.

  • Karakterlerin eylemleri, konuşmaları kendi niteliklerine uygundur.

  • Roman, çatışmalar üzerine kurulmuştur. Bu çatışmalar nesnel (somut) bir nedene dayanır.

  • Roman dili, gerçekliği gizleyen, örten bir dil değil.

Yapıtı gerçekçi kılan bir diğer yön şudur. Yakup Kadri, kendi idealindeki insanı değil, yaşadığı toplumun insanını anlatır. Bu insanı toplumsal koşullar, başka insanla ilişkisi içinde ele alır.

İzlek:

Yakup Kadri, Bir Sürgün’de bize şunu gösterir:

  • Yaşam deneyiminden yoksun, karakteri, karakterini oluşturan nitelikleri zayıf, tinsel yönü gelişmemiş, kendi varoluşunu gerçekleştirememiş kişiden devrimci olmaz.

  • Bir toplumda; toplumsal koşullar, devrimden yana siyasal örgütlenmeler, insanlar o kalkışmaya hazır değilse, devrim olanaksızdır.

Kaynakça:

* Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Bir Sürgün, İletişim Yayınları, 2014, İstanbul

  1. Cengiz Gündoğdu, Estetik Kalkışma, İnsancıl Yayınları, 2012, İstanbul

  2. A.g.e.

  3. A.g.e.

-Bu yazı, İnsancıl Yayınları’dan çıkan, Romanda Estetik Kalkışma 1 adlı kitapta yayınlanmıştır…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl