Ana Sayfa Litera Yüzü olmayan birisine acımak olanaksız mıdır?

Yüzü olmayan birisine acımak olanaksız mıdır?

Yüzü olmayan birisine acımak olanaksız mıdır?

Özgür Taburoğlu Birikim Dergisi 367. sayısına (Kasım 2019) “Şey ve Nesne: Beckett, Tanpınar ve Atay’da Eşya Tasnifleri”[1] başlıklı bir makalesi ile yer aldı. Makaleyi bütünlüğü içinde çok beğendim ancak bir kısmının üzerinde durarak Elis Şimşon’un Cogito’nun 2017 yılı (Bahar) 86. Kötülük sayısında yer alan “Kabil’in İlgisizliği, Levinas’ın Düşüncesinde Kötülük Sorunu”[2] makalesi ile ilişkilendirerek ele almak istedim.

Taburoğlu’nun makalesinde Tanpınar’a ayırdığı kısmın başlığı “Tanpınar’da Mazi Parçaları”. Bu kısımda Huzur romanını ele alır; Huzur’un Mümtaz’ı ve Mümtaz’ın şeylerle, nesnelerle ve çevresiyle ilişkisine ışık tutar. Taburoğlu, Mümtaz’ın karşılaştığı hamala ilişkin tasvirlerden bir izleği devam ettirirken Mümtaz’ın kendi düşüncelerini tashih ettiğini adamın o kadar korkutucu olmadığını daha çok “sırtındaki yük tarafında yutulmuş” bir biçare olduğuna karar verdiğini ifade eder. Taburoğlu’nun metni aşağıdaki gibi devam eder:

“Yükünün ağırlığına rağmen çok da kudretli değildir; ‘hiçbir düşünce’ taşımadığından yüzü ifadesizdir. Dışarısını aydınlatacak, ona ayırt edici çizgiler kazandıracak bir iç dünyası yoktur. Yüzü olmayan birisine acımak da olanaksızdır. Yüzleri düşünceleri olmadığı için, dramları olmayan, ‘hayatlarını hiçbir zaman öğrenemeyeceği insanlardı’ bunlar. Onların varlığına dair tek belirti, yaşayacakları muhtemel felaketlere ait üçüncü sayfalara düşecek resimlerdir. Başlarına gelen görünür olduklarında, varlıkları ‘bir saniye aydınlanır, sonra yine unutulur.”

Taburoğlu, “yüzü olmayan birisine acımak olanaksızdır” cümlesine de dipnot düşer. Söz konusu dipnottaki ifadeleri de aşağıdaki gibidir:

“Bu metni kaleme aldığımız sıralarda, Suriyeli göçmenlerin ölü bedenleri sahillere vurmaya devam ediyordu. Tesadüfen o sıralar zaman geçirdiğimiz tatil yerine küçük bir çocuğun Aylan Kurdi’nin bedeni de başkalarıyla beraber, her geçen gün denize girdiğimiz sahile vurdu. Onun bu görüntüsü, göçmenlerin yaşadıklarına unutulmaz bir yüz kazandırdı. Ölümü ile belki de binlerce insana kurtarmıştı. Yaşadıkları drama, kötü de olsa talihlerine bir yüz yakıştırdığından, merhamet duygusu çok geçmeden kamuoyunda ortaya çıktı. Kitle sadece olanın yasını tutuyordu. Ülkeler türlü hesaplar içerisinde olsalar da, bu acıma duygusunun etkisiyle kapılarını onlara daha istekli bir şekilde açmaya başladılar.”

Peki, bu noktada nasıl Şimşon’un makalesine bağlanacağız? Öncelikle “yüzü olmayan birisine acımak olanaksızdır” cümlesinden yola çıkarak. Levinas’ın düşüncesinde öteki ilişki, yüz ve yüzyüzelik esaslı bir izlektir. Metnin devamında Şimşon’un makalesini yazı bağlamında kısaltarak ele alalım.

Şimşon, “Kabil’in İlgisizliği, Levinas’ın Düşüncesinde Kötülük Sorunu” makalesinde Levinas’ın düşüncesinde kötülük probleminin nasıl olgunlaştığını ele alır. Şimşon’a göre Levinas’ı aşkınlık düşünürü yapan şey Batı felsefesinin varlığı ele alış şekli, yani ontolojidir. Ontoloji geleneğinin yeniden ürettiği şiddet totaliter rejimlerle 20. yy’da en acımasız ve sarsıcı bir biçime kendini ortaya koymuştur. Bunun temelinde evrensel olduğu iddia edilen bir varlık kavrayışı ve bunun yarattığı bir özne olma hali bulunmaktadır. Kötülük problemi Levinas’ta, Şimşon’a göre tam bunları sorgularken ortaya çıkmıştır. Etik de kötülük de Levinas’da aşkınlığı düşünürken ortaya çıkan temalardır. Bir ayağı ile varlıkta kalırken bir ayağıyla varlıktan çıkmanın yollarını ararken karşısına çıkanlardır.

Emmanuel Levinas

Levinas, Batı felsefe geleneğinde varlığın çıkışsız, boğucu ızdırap dolu bir deneyim olarak karşımıza çıktığını söyler. Levinas bu öznellik modelini 70’lerden sonra varlığa içkin bir kötülük olarak yorumladığı için Şimşon’a göre düşüncesi kötülüğe karşı etik tepki olarak yorumlandı. Levinas bu öznellik modelini tanımlamak için Tevrat’taki Kabil karakterini kullanır. Kabil, Batılı öznenin “her insan bir adadır” anlayışının en eski prototipidir. İnsanlıktan kopuk, tek derdi yalıtılmış özgürlüğünde başının çaresine bakmak olan bu yalnız özne kötülüğün başladığı yerdir. Levinas’ın “Nafile Acı”da kötülüğü ‘ötekinin acısına kayıtsız kalmak’, ‘ötekine karşı sorumluluğu inkâr etmek’ olarak tanımlar ancak bu makaleye gelene kadar düşüncesinde ve Kabil’in bahsi geçtiği metinlerinde kötülük problemi kendini hissettirmektedir.

1934 senesinde Levinas, “Hitlerizmin Felsefesi Üzerine Denemeler” metnini kaleme aldı. Bu metinde özgürlüğün bedenden ayrılarak düşünülmesinin hatta bedenin özgürlük önündeki engel olarak ifade bulmasının, bedenin dışlanmasına ve hatta lanetlenmesine sebep olduğunu ifade etti. Levinas’a göre Hitlerizm bedenin dışlanmasını merkeze alıyor, kişi kendi bedenine indirgeniyor ve onunla özdeşleştiriyordu. Hitlerizm insan bir tanrı yapıyordu ancak bu insanın özü özgürlük değil, tutsaklıktı. İnsan adeta bedene zincirliydi ve varlığın ağırlığına teslim olmuştu. Bu Levinas için herhangi bir siyasi rejim ya da inanca özgü değil insanın insan olmasına ilişkin bir mesele. İnsan tanımı değişiyor ve insan beden üzerinden tanımlanmaya başlıyor, bedenden de kaçışı yok.

Bu tespitlerinin devamında Levinas “Kaçış Yok” adlı metni yazıyor. Ana sorusu, “varlığın ağırlığından kaçmak, zincirlendiğimiz varlıktan çıkmak mümkün mü?”. Bu aslında Levinas’ın düşüncesinin bütününü kateden bir soru. Levinas, ben ile kendilik arasında ayrım yaparak, bir olma tamamen örtüşme, çakışma üzerinden tanımlanan özdeşlik/kimlik mefhumunu hep bir kaçma düşüncesinin söz konusu olabileceği bir kimlik düşüncesi ile eleştiriyordu. Levinas Batı felsefesinin varlık anlayışını özdeşlik ve mevcudiyet olarak anlamasını (ki bu Derrida’nın eleştirilerini alıyor) eleştiriyordu. Amacı idealist felsefe gibi varlığı aşmak değil, fakat varlığın tümüyle olumlanmasının da varlığa çakılmaya, çıkışsız bir varlık anlayışına varmasının özgürlüğü iptal eden ve kişiyi bedenine indirgeyen ırkçı, baskıcı politik söyleme zemin hazırladığının farkındaydı.

Levinas, 1934’ten beri kendini meşgul eden “varlıktan kaçış mümkün mü?” sorusuna “Varlık ve Zaman” metninin bir aşamasına kadar olumsuz cevap veriyor.[3] Levinas için bir varolan ötekiyle kendi benliğinin öteki tarafından çiğnenmesine izin vermeden nasıl ilişki kurabilir sorusu söz konusu. Özneyi ezmeden varoluşun yalnızlığından bir çıkış yolunu açacak olan kendinden başkası ile ilişkinin nasıl olabileceğinin arayışında. Aradığı öznenin aşkınlıktan korunması ayrıca ilişki kurulan başkasının da ötekiliğini kaybetmeyeceği, ötekiliğinin indirgenemeyeceği bir ilişki. Levinas da öteki ile ilişki hiçbir şekilde sınırların yitirilip bir olma haline denk değil. Hem öznenin özneliğini hem ötekinin ötekiliğini koruduğu bir ilişkinin yolu aranıyor. Öznenin yalnızlığının kesintiye uğratılması kendi üzerine kapanan, kendi ile ilgilenme zorunluluğu olan bu sebeple indirgeyici ve ötekine kulaklarını kapamaya yatkın öznelliğin kırılmasının nasıl olabileceği problem ediliyor. Bu sebeple aşkınlığa ihtiyaç duyuyor.

Bu noktada yüz ve yüzyüze ilişki düşüncesinde ortaya çıkıyor Levinas’ın. Öteki ile yüzyüze ilişki, ontolojiyi kesintiye uğratacak etik ilişkidir. Yüzle karşılaşmak, dolayımsız biçimde etik bir talep ve emir işitmektir. Yüzden gelen ilk emir “öldürmeyeceksin”dir. Öldürmenin birçok anlamı söz konusudur; incitmek, onurunu kırmak, aynıya indirgemek, başkalığı yok etmek, canını almak vs. Bu emir, kişinin kendini var ederken verdiği mücadelede işlediği cinayetlerin (yine birçok anlamı var) sorgulanmasını sağlar. Etik özneyi kuran şey ötekinin “öldürmeyeceksin” çağrısındaki suçlayıcı tekilleştirmedir. Sorumluluk ötekinin çağrısına sonsuz “buradayım” demektir. Musa Peygamber’in ya da Hz. İbrahim’in Tanrı seslenişi üzerine adeta bir refleks şeklinde “buradayım” demesi gibi. Öteki ile ilişki de böyle bir seçilmişlik söz konusudur. “Hepimiz her şeyden ve herkese karşı sorumluyuz fakat ben diğer herkesten daha fazla sorumluyum.” Sorumluluk dediğimizde simetrik olmayan bir ilişki söz konusudur.

Daha önce de bahsettiğimiz Kabil Levinas’ın “ayık ilgisizlik” dediği olguya işaret eder. Kardeşini öldürmesi veya bencilliğinden çok Kabil’in “Ben kardeşimin bekçisi miyim?” cevabına odaklanır Levinas. Bu cevap insanlıktan kopukluğa, insanlıkla hiçbir bağı olmamaya işaret eden bir cevaptır. Levinas için Kabil etiğin eksikliği, sorgulanmamış ve hesabı verilmemiş keyfi özgürlüğü, ayık ilgisizliği, sorumluluk almamayı ve ontolojik yalnızlığı ifade eder hale gelir.

Bu noktada Taburoğlu’nun yazısına geri dönerek Tanpınar’ın Mümtaz’ı üzerinden yeniden düşünecek olursak, yüzü olmayan birine acımanın olanaksız olması ibaresi ve yüzleri, düşünceleri olmadığı için dramları olmayan üçüncü sayfaya düşecek resmi ile varlıkları saniyelik aydınlanıp unutulanlar şeklinde bir tanımlanan bir insanlık durumu karşımıza çıkmakta. Yüzü olmaması derken ne demek isteniyor burada? O kişinin kendini var edememesi mi? Hayır, tam tersine buradaki izlek ile Levinas’ın Kabil’inin ayık ilgisizliğine işaret ediliyor. Kendini var ederken işlediği cinayetlere kayıtsızlık, insanlıktan kopuk olma, hesap verilemeyen özgürlük ve sorumluluk almama hali yani ontolojik yalnızlık. Öznenin kendi ile ilgilenme zorunluluğu olan bu sebeple indirgeyici ve ötekine kulaklarını kapamaya yatkın öznelliğin yalnızlığının kırılmaması kesintiye uğramaması halinin kötülüğü. Bu yüzden öteki ile bir karşılaşma yaşanamıyor, yüzü olmayan birilerinden bahsediliyor ve bu sebeple bu etik ilişki ile ontoloji kesintiye uğramadığından üçüncü sayfa ile öteki ancak saniyelik olarak aydınlanıp unutuluyor.

Taburoğlu’nun “yüzü olmayan birisine acımak olanaksızdır” cümlesine de düştüğü dipnotu da bu bağlamda ele alabiliriz. Aylan Kurdi’nin bedeninin söz konusu yazısını yazarken sahile vurduğundan bahsediyor Taburoğlu ve bu görüntü sayesinde göçmenlerin yaşadıklarının bir yüz kazandığını, bu sebeple yaşadıkları drama, kötü de olsa bir yüz yakıştırıldığından merhamet duygusu oluştuğunu, o zaman için göçmenlere ilişkin daha olumlu politikalara da bu durumun sebep olduğunu ifade ediyor. İşte bu ontolojiyi kesintiye uğratan etik ilişkiye bir örnek olarak verilebilir. Ötekinin yüzü bize bir emir ile seslenir “öldürmeyeceksin”. Bu emir, kişinin kendini var ederken verdiğim mücadelede işlediği cinayetlerin sorgulanmasını sağlar. Etik özneyi kuran şey ötekinin “öldürmeyeceksin” çağrısındaki suçlayıcı tekilleştirmedir. Aylan Kurdi özelinde onun yüzü işte bu kesintiye ve sorgulamaya sebebiyet vermiştir göçmenlerin yaşadıklarına ilişkin kamuoyunda.

 

[1] Özgür Taburoğlu “Şey ve Nesne: Beckett, Tanpınar ve Atay’da Eşya Tasnifleri”, Birikim Dergisi, sayı 367, Kasım 2019, s. 9-17.

[2] Elis Şimşon, “Kabil’in İlgisizliği, Levinas’ın Düşüncesinde Kötülük Sorunu”, Cogito, sayı 86 Kötülük, Bahar 2017, s. 109-123.

[3] Levinas’ın anonim varoluş, saf varoluş, öznenin varolması, kendi üzerine kapanması, yalnızlık, öznenin özgürlüğünün yalnızlığı ile ilişkisi, sorumluluk ve özgürlüğün birbirini zorunlu kılması gibi olgu ve kavramları makalenin atladığımız bölümlerinde işlenmektedir. Levinas düşüncesini anlamak bakımından bu bölümleri okumak da önemlidir keza Levinas kavramları kendi düşüncesinde has. Çünkü kavramlaştırmanın bir tahakküm olduğunu, totalize etmeye hizmet ettiğini düşündüğünden kavramlarla da hesaplaşmaya çalışıyor ayrıca düşüncesini de batı felsefesi dediği bir kanondan ayırmaya çalıştığı için aynı kavramları farklı şekillerde ele alıyor. İbare olarak metinlerine okurken misal “rüya ama o bahsedildiği şekli ile rüya değil” şekline benzer kullanımlara bu sebeple sık rastlanıyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl