Ana Sayfa Manşet Zorbalık ve Tereddüdün Kesişimi

Zorbalık ve Tereddüdün Kesişimi

Zorbalık ve Tereddüdün Kesişimi

Festival filmleri tek tipleşti, hikâyelerin cesareti belli bir çıtayı aşamıyor, dolayısıyla bir yere gelip tıkandı anlatı.

Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi Tereddüt sansürlü versiyonu ile gösterime girdi. Artı 18 yaş sınırı getirilip bakanlık desteğinin geri çekilmesi ihtimaline karşı önlem alınan filmde sevişme sahnelerinin ‘yeniden kurgulandığı’ belirtiliyor. Özellikle Elmas ile kocasının cinsel ilişkisini aktaran bölümlerde kesintiye gidildiğini tahmin edebiliriz. Ustaoğlu kadın erkek ilişkilerine bakmayı sürdürüyor. Araf’ın ardından gelen Tereddüt filmi iki sorunlu evliliği bir hikâyede buluşturmuş; ana hatlarıyla ortaklaştırmış, benzer ve ayrıksı noktaların altını çizmeye çalışmış. Şark görevini bir Karadeniz sahil kasabasında icra eden psikiyatrist Şehnaz (Funda Eryiğit) bir ayağı taşrada bir ayağı İstanbul’da, kocası Cem (Mehmet Kurtuluş) ile birlikte bir hayat sürdürüyor. Paylaşımın ortadan kalktığı bir ilişkiyi sürdüren çiftin tek dayanak olarak cinsel birleşmeye sarıldıklarını ve birbirleri için metalaştıklarını söyleyebiliriz.

Yaşı yasalar önünde büyütülerek çocukluk çağında evlendirilen Elmas (Ecem Uzun) ile kocasının (Serkan Keskin) durumu ise daha ağır. Bu evlilik de çoğunlukla cinsellik zemininde işleniyor. Bu kez yalnızca çocuk gelin nesneleşmiş vaziyette; ayrıca Elmas’ın bakıma şeker hastası bir kaynanası var ve bu kaynana filmin girişinde bakıma muhtaç, mülayim, hatta öz anne sanabileceğimiz biçimde verilirken ilerleyen sahnelerde sürekli söylenerek gelinine çile çektiren ortalama kaynana profiline eviriliyor. Elmas gündüzleri kaynanasına hemşirelik ederken geceleri de tiksinerek ve acı çekerek kocasına cinsel köle oluyor.
Şehnaz’ın sınırlanmış fakat görece özgür, yanılsamalı hayatı karşısına Elmas’ın çocukluğuna da vurgu yapan, liseye giden komşularını kıskandığı, gizliden gizliye sigara içtiği bir kâbus konmuş. İki kadının bir araya gelmesinde belirleyici rolü Elmas oynuyor. Zaten bu hikâyenin Şehnaz dolayımında değişmesi pek mümkün gözükmüyor. Çünkü Şehnaz mutsuz ilişkisini her nasılsa sürdürüyor oysa Elmas’ın cinsel ilişki sırasında duyduğu korku ve çektiği ıstırap; kocası Elmas’tan faydalanırken buna karşılık Elmas’ın kocayı maddi ve manevi bir acıyla örtüştürmesi bir noktadan sonra anlatıda kırılmaya yol açıyor.

Filmin ilk yarısının sonlarına doğru kocanın ağzından o sihirli sözcükler dökülüyor: “Soba sönmüş.” Koca cinsel birleşmenin ardı sıra abdest almaya giderken, pencereleri çarpıp perdeleri savurmasıyla şiddetine dair fikir sunan fırtına sobayı yeniden tutuşturmak için ayaklanan Elmas’ın bir bakıma işini kolaylaştırıyor. Elmas cinayet işliyor, daha doğrusu engelleyebileceği bir ölüme göz yumuyor. Ertesi sabah Elmas’ı balkonda donmak üzereyken buluyoruz. Koca sobadan kaynana ise aşırı doz insülinden zehirlenmiş. Elmas o akşam iğne yapmadığını söyleyerek suçlamayı reddetse de aynı apartmanda yaşayan ana oğlun aynı gece ölmesi ve ailede sağ kalan tek fert olması onu baş şüpheli yapmaya yetiyor.
Tereddüt bu kırılmadan itibaren polisiyeye veya hukuki mücadele öyküsüne değil, korku öğelerinin yansıtıldığı düşlerle beslenen psikolojik bir gerilime yöneliyor. Bu tutumuyla Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadoluda’sından kesin bir biçimde ayrılıyor. Bir Zamanlar Anadoluda filmi toplumsal bir sorunun yansıması işlevindeki cinayete ‘olay yeri incelemeler’ ve ‘otopsi raporları’ üzerinden, erkek dünyasının gözüyle yaklaşmıştı.
Film boyunca bunaltıcı, renksiz gösterilmiş vakalarla ilgilenen Şehnaz bu kez ölümün eşiğinden dönen Elmas’ın tedavisini üstleniyor ve onu çözmeye çalışıyor, geçmişiyle bugünü arasında bir bağ kurmaya uğraşıyor; bir yandan da kendisi çözülüyor. Doğrusu Şehnaz’ın çözüldüğünü dile getirmek iyimser bir yorum olacaktır. Belli bir uyanış yaşayan Şehnaz aslında tam tersi olması beklenirken taşralı hemcinsine göre daha çekingen ve daha kabullenmiş bir çizgide… Bunu da izleyicide okumuş insanın hakkını arayabileceği düşüncesiyle tersi bir beklenti doğuran statüsüne, steril yaşamının cazibesine bağlayabiliriz. Elmas’ın kaybedecek bir şeyi yok oysa Şehnaz hiç değilse düzgün görüntüyü, pürüzsüz yanılsamayı yitirebilir. Şehnaz’ın mutsuzluğu bir noktadan sonra yeğlenmiş ve kapalı bir mutsuzluk… Hem Şehnaz hem kocası Cem özünde yürüttükleri ilişkinin iki nesnesi, iki edilgen parçası…

Burada bir parantez de Şehnaz’ın randevulu hastalarına açmakta fayda var. Annesinin sözünü dinlemeyen, sınav stresi yaşayan bir ergen dışında bir de erkek gibi hisseden bir genç kadın görüyoruz. Annesi ‘kızına’ karşı daha duyarlı davranırken baba kızgınlık ve utanç içinde… Ruh hekimine geldiği için ayrı, kızının cinsel tercihinden ayrı utanç duyan bu baba taşranın katı ve sıradan ‘baba’sını temsil ediyor. Çok kısa bir sahne olsa da bu babayla Elmas’ın babası arasında büyük mesafeler yok.

Görüntüleri Başarılı, Diyalogları Vasat Bir Film Olarak Tereddüt

Yeşim Ustaoğlu’nun filmi için görüntüleri açısından gayet başarılı diyebiliriz. Bu başarıda elbette Karadeniz’in melankoli yüklü atmosferi de pay sahibi… Kendisi de Karadenizli olan Ustaoğlu 2004 yapımı Bulutları Beklerken’de olduğu gibi Karadeniz’i filminin merkezine yerleştirmiş. Fırtına, kayaları döven dalgalar, kumsalda soluk çekimler eşliğinde yapılan gezintiler; keskin sayılmayacak fakat insanın ruhuna işleyen soğuk ve nem… Ki yönetmen yüzü kesmeyip daha çok kalbe dokunan o serin ve nemli havayı Şehnaz’ın hastaneden doktor arkadaşının (Okan Yalabık) yaz kış demeden her sabah denize girdiğini söylemesiyle pekiştirmiş. Tüm bu görüntüler ilişkilerdeki sıkışmışlığı çok iyi yansıtıyor. İlişkiler gibi hava da gri ve fırtınaya açık… Dahası kopacak fırtınalar barındırıyor yapısında. Öte yandan sinemacılarımızın diyalog yazmadaki özensizliği Tereddüt filminde de karşımıza çıkıyor. Filmin büyük bölümünde diyalogdan kaçınılmış. Diyalogu bol görünen birçok sahneye rağmen bunu söyleyebiliriz. Elmas’ın kaynanası ve kocasıyla diyalogları ve daha önemlisi Şehnaz’ın Elmas ile yaptığı terapi seansları duyguyu diyaloglar yerine jest ve mimiklere, homurdanmalara, esrimelere ve sayıklamalara yüklemiş durumda. Bu durum belki bir tercihtir; tereddüdün, konuşamamanın bir çeşit dışavurumudur. Uzun tutulduğundan dolayı etkisini kısmen yitiren rüya canlandırmaları sahnesinde baba da gerilime katılıyor. Filmde hiç görmediğimiz ve kızı Elmas’ın pek hayırlı anmadığı bu babanın tacizci olabileceği fakat bunun açıkça belirtilmediği düşünülebilir. Elmas’ın suçladığı annesini hastaneye çağırıp babasını istemeyişi, terapi sahnelerinde annesine “neden izin verdin” diye sitem etmesi, babanın masumiyetinin yalnızca yaş büyütüp evlendirmekle lekelenmediğinin, başka olaylar yaşandığının göstergesi… Çocuk gelin sorununa odaklanan film bir de ensest’e, baba tecavüzlerine girerek dikkati dağıtmamış olabilir. Aile içinde taciz ve çocuk gelin vakaları aynı ataerkil kökenden, kadının hiçleştirilmesi ve sömürülmesinden gelişse dahi bir noktada ayrılıyorlar.

Soba Söndü

Tereddüt diyalog yönünden vasat görünürken yine de kilidin bir cümleyle açılması filmi güçlendiren bir etmen… Seyirci Elmas ile özdeşleşmişken kocanın fırtınalı bir gecede sobanın yakılmasını emretmesi seyircide gidişatın değişeceği izlenimi uyandırıyor. Gidişatın doğrudan Elmas tarafından değiştirilmesine de gerek yok. ‘Duvarda tüfek asılıysa patlar’ misali gecenin bir vakti sobanın yakılması hayra değil olası bir karbon monoksit zehirlenmesine alamet sayılabilir. İki ölüm de zehirlenme temelli ve kan ile ilişkili. Kaynana aşırı doz insülinden kan şekeri düştüğü için hayatını kaybediyor, koca dumandan zehirleniyor. Elmas’ın, hayatını fiilen zehir edenlerden ‘zehirlenme’ sonucu, ‘kansız’ ama kana vurgu yapılan ölümler sonucu kurtulması ilginç bir çözüm olarak karşımızda duruyor.
Şehnaz’ın çözümü ise sahilde… Sahil bu bağlamda sınırları temsil ediyor. Denizin ucu bucağı yok ancak karanın sınırlarından, karaya bağlı insanın sınırlarından bahsedilebilir. Şehnaz sorununu karada çözmelidir. Daha önce Elmas’ın dolaştığı yerlerde dolaşan ve “beni buraya çeken bir şeyler” var diyen Şehnaz, kaptan babasının yolunu gözleyerek büyümüş, annesinin ölümüne ‘kederi’ sebep gösteren yine sönük ve karamsar görünümlü doktor arkadaşıyla varıyor çözüme. Bir kayanın sırtında dalgalara göğüs gerip ıslanan iki doktor sınırları kaldırıp sevişiyorlar.
Elmas’ın gerilimi ‘sevişmeyerek’ sonuçlanırken Şehnazınki tam aksine arkadaşıyla ‘sevişerek’ sonuçlanıyor. Film bu anlamda tutarlı ilerliyor. Sevişirken acı çeken Elmas zorbalıktan uzaklaşıp gençliğine kavuşuyor. İlişkisi sevişme üzerine kurulu Şehnaz sevişmesine ‘ilgi ve merhamet’ katarak özgürlüğüne ulaşıyor.

Orta Sınıf-Taşra Bağlantısından Kurtulamamak

Yeşim Ustaoğlu’nun Tereddüt’ü için ne diyebiliriz? Onu nasıl sınıflandıracağız? Akla yatkın gelen ‘festival filmi’ olduğu yönündedir. Bu tür yaftalar dayanaksızdır, bu tanımlamalar sorunludur fakat Tereddüt bir ‘festival filminin’ bazı kalıplarını son derece belirgin taşımaktadır. Sanat kaygısı ile kamu spotu arasına yerleşen birçok festival filmi izledik, izliyoruz. Tereddüt bu ikisi arasına sıkışmamış bir film ancak birtakım alışkanlıkları da sürdürüyor. ‘Orta sınıfı taşrada sınamak’ festival filmlerinin çizgisi haline geldi. Kaçış görüyoruz. Filmde her ne kadar zorunlu görev için sahil kasabasında çalışan bir karakter çizilse de aslında yönetmenlerin ‘kaçtığını’ söylemek haksız sayılmaz. Bir tarafa rakı tercihi; şarap içen, et pişirmeyi herkesten iyi bilen zengin koca tarafından bastırılmış Şehnaz’ı koyuyor ve onu taşraya sürüyoruz, sonuç gecikmiyor: gerçek acıyla yüzleşme fantezisi… Hayatın gerçekleriyle yalnızca taşrada tanışılması ne denli gerçekçi? Taşranın bağnazlığı, gelenekçiliği, sosyal ilişkilerdeki standartlar belli ama bunlar aynı zamanda şehirlere de taşınmış vaziyette… Şehirlerde geçen bu sınıflar arası çatışmalar daha ziyade temizlikçi kadınlar aracılığıyla aktarılırken taşraya kaçılan filmlerde taşranın acımasız yönü yerel unsurlar kılavuzluğunda bir şekilde önümüze dikiliyor.

Bir yaratım sorunu dikkat çekiyor. Yönetmenler sınıfları hep dar tutulmuş çerçevelerde, ezberlenmiş örgülerle karşı karşıya getiriyorlar. Festival filmleri tek tipleşti, hikâyelerin cesareti belli bir çıtayı aşamıyor, dolayısıyla bir yere gelip tıkandı anlatı. Bunlar kuşkusuz genel sorunlar olmakla beraber Tereddüt filmi kadınların kişiliklerini haykırmaları açısından önemsenmeyi hak ediyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl