Giriş, gelişme ve sonuç bölümleri olmayan “Bilinmeyen bir kadının mektubu” insan psikolojisinin sınırlarını okuruna sunan Stefan Zweig, her okura farklı pencereden bakma imkânı sunmuştur.

“Sana, beni asla tanımamış olan sana.”

Bir kadın düşünün… Âşık olduğu adama alelacele yazmış olduğu satırlarda kendi hayatındaki dönüşümleri anlatıyor. Aşkı, soluk bir mum ışığıyla görünür kılmaya çalışıyor.

Mektuplarında ismi olmayan, 13 yaşından itibaren yaşadıklarını anlatan genç bir kız… “mutlak aşk” kavramının amacını uzunca yazdığı mektupların yazanı; bu imkânsız aşkı yıllarca tek taraflı, aynı apartmanın karşılıklı kapılarının ardında, adamın hiç haberi olmadan yaşamıştı.

Yıllar geçtikçe “Bilinmeyen Bir Kadının Mektupları” bir apartman boşluğuna asılı bir hayalet gibi kalakalmıştı.

Henüz bu aşkın içinde kaybolmamışken, daha en başında bir gizem çemberi etrafını sarmıştı. Bay R, sanat eserlerini, (“Hint tanrı figürleri, İtalyan heykelleri, göz kamaştıran aşk tabloları”) kitaplarını ve sanat eserlerini yeni evine taşıyordu. Sürekli meraklı gözlerle izlendiğini bile fark etmeksizin.

Genç bayanın bu yaşta, bir aşka tutulması; tutkunun meraklı bakışları arasında yeni komşunun gizemleriyle bir girdaba kapılması, imkânsız olan bu aşkı, notalarla süslemek için piyano derslerine başladığında amacı, sevdiği adamın onu beğeneceğini ummasıydı. Belki sevdiğine dönüşerek fark edileceğini sanıyordu.

Lakin bu büyük aşkın farkında bile varmayan adam, kadının kendi duygularını aptalca görmesine neden olmuştu.

Apartman boşluğuna asılı olan bu aşkı, 13 yaşından 16 yaşına kadar, evlerinin kapısındaki pirinçten, küçük gözetleme deliğinden, adamın gelişini gidişini, izlemeye devam ederek besliyordu. Her dakikasında aynı özlemi yaşamak, kadına budalaca gelmeye başlamıştı. Kadının hayal dünyasında süslediği bu aşkın üzerine bir anda annesinin gölgesi düşüvermişti…

Ferdinand’ın annesine evlilik teklif etmesi buradan taşınmak zorunda bırakacaktı onları, aşkıyla aralarına girecek mesafelerden dolayı, çok üzülmüştü.

Uzak kalacağı evlerinden, her gün bir bavul hüzün taşıyarak, bu imkânsız aşkı, Avusturya’nın bir şehri olan İnnsbruck’a sürükleyecekti. Mektup satırlarında değindiği bu şehirde, 16 yaşından 18 yaşına kadar, sevdiğinden uzak yaşamaya devam edecekti. “Tüm sırlarını dişlerinin arkasında inatla saklayan” kadın, bir Viyana akşamında, esen rüzgârına karşı tüm aşkını haykırmıştı, lakin 18 yaşındaki bu genç kız, reddedeceğini düşünerek bu aşkı hep tek taraflı yaşamamıştı.

Bu mektupların satırlarına kazılan aşkta anlatılan sadece üç gece süren vuslat ve aşık kadının hamile kalması. Yıllarca bu tutkulu aşktan kıvranıp her gece kapısını gözetleyen kadın, karnında Bay R’nin çocuğunu taşıyordu. Damarlarında gelişen o çocuk sevgiyle, hasretle, tüm geçmiş tutkularını geriye bırakarak sımsıkı sahipleniyordu. “Ah! Sevgiyle bekleyen kocalarına evlerinde çocuklar armağan eden kadınlar, yalnız başına savunmasız bir deneme masası üzerine çocuk doğurmanın ne demek olduğunu nereden bilsinler ki!” Aşkın en acı sonuçlarını yaşayan kadın çocuğunu doğurmuş, onun geleceği için zengin erkeklerden evlilik tekliflerini reddetmişti. Kalbiyle tutsağıydı Bay R’nin. Onun çocuğunu büyütmeye çalışıyordu. Lakin çocuğu yanı başında morarmış son nefesini verirken, o hala “Bilenmeyen Bir Kadının Mektubu”nu yazıyordu…

Bay R mektupları okudukça zihninde canlanmayan bu hatıralardan hiç bir şey hatırlamıyor, masasında duran vazoya dalmıştı.

Vazo kalbi kadar boştu. O gün mektuplarda acı, keder, ihtiras ve ölümü o vazoya bakarak bir film gibi seyretmişti.

Velhasıl, bu genç kadın üzerinden düşündüren derin sorular bırakarak, bizlere insanı aktarmaya çalışan Zweig, muhteşem anlatımıyla bize bu güzel eseri bırakmıştır.