Ben bir roman yazarıyım; tanıyorsunuz, adım Mahmut Şenol.

Bütün roman yazarları gibi tuhaf huyları, takıntıları ve tutturakları olan birisiyim.

Bu garipliklerimden birisini son romanımda, yaşayan ve gerçekte var olan bir roman yazarını kendi romanıma davet etmekle yaptım.

Fakat, öte yandan, roman kahramanlarını bir kez yaratınca onların yaşadıklarını da bilmez değildim.

Sonra bir baktım ki, gerçeğiyle kurgusal olanı aslında aynı imiş!

SİA KİTAP tarafından basılmış olan ¨Bir Roman Yazılıyor & Nicky’yi Öldürmek¨ başlıklı son romanımda okuyucuyla saklambaç oynamaya karar vermiş gibi, bütün roman kahramanları arasına bir de gerçek isim eklemiştim.

Bir roman yazarı olan yakın dostum M.Altar Kaplan’ı, bu son romanımın 179.sayfasında bulabileceğiniz gibi, orada, roman kahramanım mimar Mümtaz Candaş’la buluşturmaya niyetlendim.

Bu yüzden işler iyice çetrefilleşti, çatallaştı, içinden çıkılmaz sarmallara dönüşüp bilmeceyi çözmesi zorlaştı.

İşte o yüzden duruma açıklık getirmek üzere yazıyorum.

Çağlardan beri bütün edebiyat eserlerine ve mürekkebe alışık kalem uçlarına dadanıp yazarını şaşırtan efsanevî Titivillus’un[1] beni bu romanı yazarken bir kez yakaladığını itiraf etmeliyim.

Geldi ve şeytanî becerisiyle, roman kahramanlarım arasına  yaşayan bir kişiyi karıştırmamı istedi; hayal meyâl hatırlıyorum, büyülenmiş gibi itaat ettim, yaptım…

Her ne kadar, romanın epilog kısmında Titivillus’un beni ele geçirmediğini yazmış olsam da, şimdi fark ediyorum: Dostum M.Altar Kaplan’ı kitabın 179.sayfasında, asıl roman kahramanı olan mimar Mümtaz Candaş’a bir buluşmanın hayali ortağı yapmak, gerçekte Titivillus’un fikriydi.

Mimar Mümtaz Candaş, bir tür aylak adam aslında.

Toplumu dışarıdan seyreden, kendi dünyasında bir yalnız adam.

Bir yandan roman yazmakta, fakat kitapları asla ¨İlk baskı:Yüz elli bin…¨ gibi kapaklarında rakam görülen eserlerden değil.

İstanbul’un Galatasaray mevkiinde yaşıyor. Anlattığına bakarsak, Amerika’da bir eşi var; adı Nicky!

Nicky ile ayrı yaşıyorlar, boşanamıyorlar da… Karışık bir sürü şey!

Bu arada, eskort kız olan, eskiden klinik hekimliği yapmış Beyza Ferah’la tuhaf bir rastlantı eseri tanışıyor, tuhaf bir aşk yaşıyor ve kısa sürede hayat arkadaşlığına dönüşen bir tuhaf ilişki başlıyor.

Buraya kadar her şey güzel ya da kötü; her neyse…

Yüksek sosyetenin hafta sonu güzeli olan Beyza’yla hafta içinde Mümtaz birliktedir. Mümtaz, zaman zaman yazarların başına gelen bir tıkanıklık içinde, son romanı olan Lapis Lazuli başlıklı eserini bir türlü tamamlayamıyor.

Beyza’yla birlikteliğinde hem Nicky hem yazamadığı roman giderek kâbusa dönüşecektir.

Böyle sıkıntılı bir yaz gününde, Beyza Ferah’ın çık dışarı, biraz hava al, eve kapanmış erkek istemem diyerek Galatasaray’daki evinden mimar Mümtaz’ı birkaç saatliğine kovaladığına şahit oluyoruz.

Mümtaz dışarıya çıkıp bir süre serkeşlik ettikten sonra ayyaş haliyle evine, güyâ M.Altar Kaplan adındaki romancı arkadaşına rast gelmiş olduğu yalanıyla geri döner.

Mümtaz ile Altar, ikisi, biri gerçek ötekisi kurgusal iki insan tam da gerçek bir mekân olan, İngiliz Elçiliğinin çapraz karşı köşesindeki Irish Pub’a gidip, güyâ iki tek atmış bulunurlar.

Mümtaz Candaş evine döndüğünde viski kokan soluğunu açıklamak için Altar’ı bahane ediyor; etsin. Hangi koca yapmaz ki!

Sonrasında kadın sezgisiyle bir yalanı yakalayabilecek marifetteki Beyza, viski içen Mümtaz’ı sıkıştırıyor, o da Papadopulos yazarı için, ¨O biracıdır, ben bir tek viski atıverdim…¨ diyor, ki tümüyle bir yalandır bu…

Güyâ, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü kütüphanedeymiş de, sonra eve dönerken karşılaşmışlar, birer kadeh çakıştırmışlar.

Mümtaz bunu yapmadı, ben biliyorum, ama ben yaptım; iki romancı sık sık buluşurduk.

Siz romanın o sayfasında, Mümtaz’ın, ¨Kütüphane çıkışında romancı arkadaşım Altar Kaplan’la karşılaştım. Papadopulos Apartmanı romanının yazarı, sana da okuman için hani tavsiye etmiştim. Onunla Irish Pub’a girdik, birer tek attık¨ dediğine yine de ses etmeyiniz.

Roman kahramanları gerçek hayatın yansımalarıyla sayfalara giriyorlarsa, gerçek isimler niye girmesin ki!

,

Tanrım, vakti geldi, işte bu da oldu.

Mümtaz bu yalandan sonra şimdi telaş etmektedir, diyor ki içinden, ¨İlk fırsatta Altar’ı görür görmez yalanımı ona hatırlatayım, belli etmesin, günün birinde karşılaşıp tanışırlar, lakırdısı ortalık yerde geçer meçer…¨

Ben romancı Mahmut Şenol, okurumla bir saklambaç oynar gibi Altar’ı romanın 179.sayfasına yerleştirdim, artık oradadır. Bütün sağı solu kurgusal karakterlerle çevrili olarak sonsuza kadar da orada kalacak; sevgili dostumu orada zapt ü rapt ettim, defterde temize çektim, artık kendi eşsiz güzellikte kitapları, bilhassa Papadopulos Apartmanı ile anıldığı gibi şimdi benim romanımda hep bana arkadaş olacak.

Bakmayın Titivillus’un bu işe karıştığını son dakikada itiraf ettiğime, o kadar ihtiyatsız değilim, elbette Altar’a sordum da öyle davetiyesini çıkarttım; kabul etti.

Müteşekkirim.

Mümtaz da müteşekkir…

Zira böylece, romanının aslında bire bir gerçeklik üzerine oturduğunu okura hep birlikte duyurmuş oluyoruz.

Altar’la Beyza Ferah ne öncesinde ne sonrasında hiç karşılaşmadılar! O yüzen Beyza’nın o gün Mümtaz’la buluşup buluşmadıklarını sorgulaması da mümkün olamazdı.

Mümtaz Candaş’ın mimarlığı zoraki yaptığı o hayata dargın günlerinde, yazmaya çalıştığı bir romanın, roman içinde roman yazan roman kahramanının bu kitabını tamamlamak için, iç metin halindeki ikinci romanda çıkıldığı gibi, benzer biçimde bir turistik gemiyle Akdeniz seyahatine gidildiğini, İzmir Limanından denize açıldıklarını ve bir daha onlardan haber alamadığımı, Altar Kaplan sonradan romanı roman kahramanı olarak okuyunca öğrenmiş oldu.

Bu, anlaşılması için pür dikkat kesileceğiniz, uzun mu uzun az önceki cümleyi harcamış olmamı mazur görünüz.

Ben Mümtaz’a, onun acıklı hayat hikâyesine hâlen üzülen, onu anlatan romanın şahidi, hatta arzuhalcisi gibi, beni romanını yazmaya tayin ettiği roman kahramanının yazarıyım.

Teessürden ne dediğimi biliyor muyum ki!

 

[1] Edebiyat metinlerine karışan, kurguya ve anlatıma müdahale eden, en azından yazım hatalarını yazara yaptıran kötü niyetli mitolojik varlık; Şeytanın edebiyatla meşgul olan hâli…

TEILEN
Önceki İçerik160. Kilometre yayınevinden 10. yılında yeni bir şiir dizisi: Gulyabani.
Sonraki İçerik2021 Yılı Unesco Gastronomi Şehri Başvurusu Yapıldı
Mahmut Şenol
1958 yılı, İstanbul doğumludur. Üniversite yıllarında, 1978’de, Cumhuriyet gazetesinde gazetecilik mesleğine başladı. Yedek subay olarak tamamladığı askerlik görevi sonrasında bir süre serbest ticari faaliyette bulundu, ardından 1998’de ABD’ye ailece göç etti. CBC-TV kanalının Indiana Eyaletindeki haber dairesinde çalıştı ve bu arada, Purdue Üniversitesi’nden almakta olduğu siyasal bilgiler üzerine non-credit doktora derslerine devam etti. Şenol, Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesinde lisans eğitimden sonra, İstanbul Üniversitesi SBF’de yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamlamıştır. 2010 yılında Kanada’ya taşınan M.Şenol’un yaşamı, 2016’dan beri, bu ülkeyle Türkiye-İstanbul arasında geçmektedir. 2008-2009 yıllarında Kadir Has Üniversite’sinde üç sömestir boyunca sosyal bilimler/iletişim kuramları üzerine dersler veren M.Şenol’un yedisi roman olmak üzere basılı 12 kitabı bulunmaktadır; Türkiye’nin Altın Kitaplar, Papirüs, Alfa, Ayrıntı gibi seçkin yayınevlerince basılıp yayınlanmıştır. Uluslararası Pen Yazarlar Birliği üyesidir. Serbest olarak hâlen yazılarıyla Cumhuriyet’te gazeteciliğe devam etmektedir; edebiyat, siyasal bilim ve kültür dergilerinde pek çok sayıda makalesi yer almıştır.