Ana Sayfa Kritik ALKOL, KADINLAR VE MODERNLİK

ALKOL, KADINLAR VE MODERNLİK

ALKOL, KADINLAR VE MODERNLİK

Batı’da modernliği önceleyen dönemde, içki gündelik hayatın doğal bir parçasıydı. Esrime, kendinden geçme, öz kontrolünü kaybetme hayatın hoşlukları olarak görülürdü. Mary Douglas’ın da belirttiği gibi tarihte çoğu kültürde alkol, kutlamaların doğal eşlikçisiydi. Ortaçağ Avrupa’sında birçok yerde alkol sağlık açısından faydalı bir içecek olarak görülür, su içmek ise tehlikeli addedilirdi. Daha sonraki yüz yıllarda modernliğin kuracağı alkol bağımlılığı kavramı o dönemde mevcut değildi. Kadınlar erkekler kadar çok olmasa da içki içiyorlardı. Sidsel Eriksen’in “Alcohol as a Gender Symbol: Women and the Alcohol Question in Turn-of-the Century Denmark” adlı yazısında dikkat çektiği gibi XVI. yüzyılda kilisede, yerel mahkemelerde sarhoş kadınlara rastlamak mümkündü. Modernliğe kıyasla ortaçağda kadınlar içki kültürünün içinde daha fazla yer alıyorlar, sapkın ya da bağımlı addedilmeden içki içebiliyorlardı.

Tüm bunlara karşın patriyarkanın egemenliği kadınların içki içmesine bazı sınırlamalar getirmekteydi. Alkolle seks arasında-kadınların aleyhine yorumlanacak bir şekilde-ilişki kurulmakta, alkolün seks gücünü arttırdığı düşünülmekteydi. A. Lynn Martin’in söylediği gibi meyhaneye giden kadın itibarını kaybediyordu. Ortaçağ’da eğer koca karısının meyhanede çalışmasına izin vermişse yasal olarak karısını işte zina yaptığı gerekçesiyle suçlayamıyordu. Meyhaneler ve birahaneler fahişelikle ilişkilendiriliyordu. Bununla birlikte İngiltere’de XV ve XVII. yüzyıllar arasında kadınlar meyhanelerde ya da birahanelerde toplanıp birlikte içiyorlardı. Erkekler içkinin kadınları güçlendirdiğini düşünüyorlar ve bu durumdan korkuyorlardı. Ortaçağ içki içen kadınlara karşı açılan boşanma davalarına, bu kadınların kilise cemaatlerinden kovulmasına ve çeşitli cezalara çarptırılmalarına şahit olacaktı.

Batıda XVIII. yüzyıldan itibaren gelişmesi hızlanan modernleşme sürecinde bireyin öz kontrolü, bedensel zevklerin aklın kontrolü altına girmesi temaları öne çıktı. Robin Room’un “The Cultural Framing of Addiction” adlı yazısında belirttiği gibi ortaçağda bireyin şeytani güçlerin kontrolü altına girerek kendi olmaktan çıkması tehlikesi söz konusuyken “akıl çağında” alkol bireyin öz kontrolünü ortadan kaldıran elle tutulur, gözle görülür seküler bir tehdit olarak kurulmaya başladı. Sarhoşluk modernliğin “önceden kestirilebilir davranışlar sergileyen birey” modelini tehlikeye sokmaktaydı. Alkole ilişkin korkunun sınıfsal bir boyutu da vardı. XVII. yüzyıldan başlayarak üst sınıflar öz-kontrole, görgü kurallarına, “incelmiş davranışlara” dayalı bir “medenileşme” sürecine girmişlerdi. Yoksul sınıflar ise uygarlaşma mitine aldırış etmeden grotesk bedenin aşırılıklarını sürdürüyorlardı! Jessica Warner’e göre XVIII. yüzyılın ilk yarısında Londra’da yoksul sınıflar soğuğa, açlığa, zor ve sefil yaşam koşullarına karşı uyuşturucu bir güce sahip olan ucuz cine sarılmışlardı. Her köşede bulunan ucuz cin satan dükkanların arka bölümleri yoksulların sığınma ve toplanma yeri haline gelmeye başlamıştı. Bu durum üst sınıfları ve resmi otoriteleri ürkütmekte, içkili yoksullar kamusal bir tehdit olarak algılanmakta, suçla, ahlaksızlıkla ilişkilendirilmekteydi. 1736’da çıkarılan Cin Yasaları bir süre sonra başarısızlıkla sonuçlanacak, yoksul sınıflar yasaya karşı tepkilerini, öfkelerini ortaya dökeceklerdi. Amerika’da da XVIII. yüzyılda bazı bölgelerde içkiyle ilgili sınırlamalar gündeme gelecekti.

Batı’da XIX. yüzyılın birinci yarısı içki karşıtı söylemin ve hareketlerin geliştiği bir dönem oldu, alkol bağımlılığı kavramı bu dönemde gündeme geldi. Rebecca Smith’in “The Temperance Movement and Class Struggle in Victorian England” adlı yazısında dikkat çektiği gibi İngiltere’de 1830’larda orta sınıftan erkekler tarafından örgütlenen içki karşıtı hareket alkol tüketimi üzerinde denetim kurulmasından yanaydı. Bu hareket Viktoryen söylemin birçok unsurunu içinde barındırıyordu. İsrafa, paranın içkiye yatırılarak boşa harcanmasına karşı olma, bedenin zevklerini kontrol altında tutma, öz-disiplin bu hareketin savunduğu görüşler arasındaydı. Öte yandan kapitalizmin, sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte işçiler arasında alkol tüketimi artmış, işverenler işçilerin içki içmeleri nedeniyle ertesi gün işte verimli olamadıkları yönündeki şikayetlerini yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardı. Sanayileşmenin daha da hızlandığı ve işçilerin daha çok içmeye başladığı XIX. yüzyılın ikinci yarısında içki karşıtı hareket de güçlendi, alkolizm tıbbı ilgilendiren bir konu haline geldi, alkol bağımlılığı normun dışına çıkan bir “sapkınlık” olarak kurulmaya başladı.

Daha önceki içkinin denetlenmesini savunan hareketten farklı olarak 1870’lerden sonraki içki karşıtı hareket umumi yerlerde içki içilmesinin yasaklanmasını savunmaya başladı. Catherine Gilbert Murdock’un belirttiği gibi Amerika’da erkekler içki salonlarında sarhoş oluyor, kadınlar ise evde ölçülü bir biçimde içiyorlardı. XIX. yüzyılın çoğunda alkol tüketimi ve buna ilişkin sorunlar erkek sorunları olarak görülürdü. XIX. yüzyıl sonlarında içki salonları kadınların var olmadığı erkek mekanlarıydı. Öte yandan bu salonlar Viktoryen ahlaka yönelik bir tehdit olarak algılanıyor, bu salonların kapatılması için kampanyalar yürütülüyordu. İçki karşıtı hareket kadın ve erkek olmak üzere iki kanattan oluşmaktaydı. İçki karşıtı erkek örgütleri zaman zaman içki karşıtı kadın örgütlerini destekleseler de bu ilişki sorunsuz değildi. Kamusal alanın erkeklere, özel (ev, aile) alanın kadınlara “tahsis edildiği” XIX. yüzyılda içki karşıtlığı gibi “kamu menfaati lehine” bir davayı savunsalar da kadınların kitleler halinde kamusal alanlara, sokaklara, meydanlara çıkması, okullarda içki karşıtı kampanyalar düzenlemesi erkekleri rahatsız ediyordu. Erkeklerin bu konudaki endişeleri tamamen yersiz değildi! ABD’de 1874’te kurulan ve XIX. yüzyılın en büyük kadın kitle örgütlerinden biri olan içki karşıtı Women’s Christian Temperance Union (WCTU) ılımlı, hatta muhafazakar görüşleri savunmasına karşın kadınlara oy hakkı verilmesi yönündeki görüşlere destek verebiliyordu. Bu hareket kadına biçilen toplumsal cinsiyet rolünü veri kabul etmekle birlikte bu rolün sınırlarını zorlayan yönelimlere de sahipti ve içinde farklı eğilimlerden kadınları barındırıyordu. Kadının sarhoş kocayı boşama hakkı savunuluyor, kocanın içmesinin nedeninin kadın olduğu yolundaki klasik görüş eleştiriliyor, zaman zaman erkek kültürünün eleştirisine dönüşen bir söylem kullanılıyordu. Bu siyasal tavırlarına rağmen WCTU, radikal kadın hakları aktivistleri tarafından XIX. yüzyılın verili ideal kadın modelini savunmakla, siyahlara karşı gerçekleştirilen linçlere karşı tepkisiz kalmakla, hatta ırkçı eğilimlere sahip olmakla eleştirilecekti. Basın radikal kadın hakları savunucularına oranla WCTU’nun ılımlı sayılabilecek görüşlerine daha az düşmanca yaklaşmaktaydı.

XIX. yüzyılın ikinci yarısı içki içmeyen, ayık ideal bir kadın modelinin kurulması çabalarına tanık oldu. Bu modern kurgu kadınların- doğal olarak- içki içmeye eğilimli olmadığını öne sürüyordu. Ölçülü, uyumlu ve sakin bir toplumsal cinsiyet rolü biçilen bu kadın kimliğinin erkeklerin –sanayileşmeyle daha da artan-ölçüsüzce içki içmesini frenleyeceği düşünülmekteydi. Böylece kadınlar modernlik öncesinde bir parçası oldukları içki kültüründen koparılarak “ayık cins” olarak kuruldu. William L.White’ın “Women, Addiction, and Recovery: A Historical Review” adlı yazısında söylediği gibi XIX. yüzyılın ikinci yarısında “kadın alkolizmi” ağır bir biçimde lekelendi ve tedavisi yeraltına itildi. Kadın alkolikler için klinikler açıldı. Alkolik kadınlar üzerindeki toplumsal baskı o kadar fazlaydı ki çoğu kadın bu kliniklere takma adlarla yatıyordu. XIX. yüzyılda alkol bağımlılığına ilişkin metinlerde kadınlardan iz yoktu. Bu yüzyılda alkolik kadınlara ilişkin yegane biyografik çalışma (Confessions of a Female İnebriate, 1842) Isaac Shepard adlı bir erkek tarafından kaleme alınmıştı. Öte yandan kadınlardaki alkolizmin en önemli nedenlerinden biri erkeklerin kadınlara şiddet uygulamasıydı. 1888’de ABD’de bir kadın islah evinde yapılan araştırmada alkolik kadınların üçte birinden fazlasının kocaları tarafından dövüldükleri ortaya çıkmıştı. İçkili kocaların karılarını dövmesi, evin geçimi için gerekli parayı içkiye yatırarak karılarını ve çocuklarını sefalete mahkum etmesi kadınların içki karşıtı hareketleri desteklemesinin önemli nedenlerinden biriydi.

XIX. yüzyılın eril modernliği alkole ilişkin olarak cinsiyetçi bir yaklaşım sergilemekteydi. Her ne kadar kontrol altında tutulmaya çalışılsa da XIX. yüzyıl sonlarında alkol bir erkeklik sembolüydü. Erkeklerin içki içmedeki aşırılığı toplumsal bir gerçek, veri olarak kabul ediliyor, onaylayıcı bir gülümsemeyle, anlayışla karşılanıyordu. Publar, içki salonları erkeklerin sosyalleşme mekanlarıydı. Öte yandan kocanın alkolik olmasından, dışarıda geç saatlere kadar içki içmesinden “onu eve bağlayamayan, evde huzur ve sıcaklık ortamı oluşturamayan” kadın sorumlu tutuluyor, suçlanıyordu. Modernlik kadınların kamusal alanda, publarda içmesine iyi gözle bakmıyor, dışarıda içki içen kadınların “erkek gibi içtikleri”, “erkeksi oldukları”, “kadınsı olmadıkları” söyleniyordu. Sidsel Eriksen’in dikkat çektiği gibi kadınları zayıf cins olarak kuran tıp söylemi kadının kontrollü bir biçimde içemediğini, öz-kontrolünü çabuk kaybedip temel içgüdülerinin esiri haline geldiğini, rasgele cinsel ilişkiler kurduğunu, düşkünleşerek fahişe haline gelebildiğini ileri sürüyordu. “Kadının düşmesi” erkeğe kıyasla çok daha şiddetli bir biçimde gerçekleşmekteydi! Öte yandan Danimarka’da doktorlar kadınların kamusal mekanlarda içki içmesini modaya ya da “özgür kadın olma”, “erkeklerin yaşamını taklit etme” özlemlerine bağlıyorlardı. Dışarıda içki içen kadın imgesi oy ve diğer hakları, özgürlükleri talep eden kadın imgesiyle ilişkilendiriliyor ve bu durum eril dünyayı tedirgin ediyordu.

XX. yüzyıl başlarında-özellikle orta sınıflardan –kadınlar dışarıda içmeye, içkili toplantılar yapmaya başlamışlardı. İçki karşıtı harekete mesafeli yaklaşan kadın hakları savunucuları da dışarıda içiyorlardı. Kadının içki içmesinin görece meşru görüldüğü yer kadına ait olduğu varsayılan evdi. Kadının “gizlice içmesi” aşina olunan ,“kadınsı içme biçimi” olarak kabul edilen bir durumdu. Bu kadınlar hiç değilse publardaki “özgür kadınlar” gibi davranmıyorlar, erkeklerin kadına biçtiği toplumsal cinsiyet rolünü sorgulamıyorlardı! Öte yandan kimi çevreler kadınları içkiye alıştırdıkları gerekçesiyle doktorları suçlamaktaydı. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda ilaç sanayi henüz yeterince gelişmediği için doktorlar “kadın sorunlarının” tedavisinde bazı uyuşturucuları kullanmanın yanı sıra az miktarda alkol de öneriyorlardı. Doktorlar “doğal olarak fiziksel ve ruhsal açıdan sorunlu, asabi cins” şifa bulsun diye rahatsızlıkları olan kadınlara ilaç niyetine sınırlı ölçüde alkol kullanmayı öneriyorlardı. Gel gör ki bu kadınlar doktorların iyi niyetini istismar ediyorlardı! Hastası olan bir kadına kısa bir süre için az miktarda alkol kullanmayı öneren bir doktor aradan otuz yıl geçtikten sonra eski hastasıyla yeniden karşılaştığında onun “dozajı hayli arttırmış olarak tedaviye devam ettiğini” öğreniyordu!

XX. yüzyılın ilk on yılları içki karşıtı hareketin yoğun kampanyalarına şahit oldu. ABD’de içki yasağı döneminde (1920-1933) içki salonları kapatıldı. 1935’te kurulan Alcoholics Anonymous’un (AA) ilk döneminde kadın üye sayısı yok denecek kadar azdı. O dönemde, birçok kesimde, kadınların alkolik olabileceği olgusu kabul edilmek istenmiyor, yok sayılıyordu. 1940’lara kadar alkolik kadınlarla ilgili yapılmış çalışma yoktu. Alcoholics Anonymous’un kadın üye oranı 1951 de bile % 15 idi. Modernlik alkolik erkeklere kıyasla alkolik kadınları daha olumsuz sıfatlarla tanımlıyor, ikincisini daha anormal, daha sapkın, daha lekeli olarak kuruyordu. Bu yaklaşıma göre içki içen kadın “iyi kadın”, anne, eş olma özelliklerini yitiriyor fahişeliğe kadar gidebilecek bir yola adım atmış oluyordu. Lori Rotskoff’un belirttiği gibi 1950’lerde dinsel eğilimli içki karşıtı kadınların “içkinin politikası” üzerindeki etkisi azaldı. Alkolizme suçlayıcı ahlaki yargılarla yaklaşan, onu bir günah olarak gören söylem gücünü yitirmeye başladı, “bilimsel yaklaşım” güç kazandı. Ancak kadınlar üzerindeki “alkol yasağının kalkması için” 1960’lı ve 1970’li yılları beklemek gerekecekti. Kadınların içki içmesini toplumsal cinsiyet rolleriyle ilişkilendiren çalışmalar ise 1980 sonrasında yayınlandı. Aynı dönemde post modern kapitalizm kadınları içki piyasasının yeni tüketicileri olarak kurmaya yöneldi. İçki içen kadınlara ilişkin stigma –özellikle yoksul kadınlar açısından- ortadan kalkmamakla birlikte orta sınıflardan kadınlara yönelik reklamlarla içki yeni tüketime endeksli yaşam tarzlarının bir parçası olarak sunuldu, etrafı sınıfsal izler taşıyan ticari bir göstergeler halesiyle donatıldı.

 

A. Lynn Martin, Alcohol, Sex, and Gender in Late Medieval and Early Modern Europe, Palgrave Macmillan, 2001, 212 s.

Mary Douglas, Constructive Drinking, Collected Works, Volume 10, Routledge, 2002, 233 s.

Catherine Gilbert Murdock, Domesticating Drink: Women, Men, and Alcohol in America, 1870-1940, John Hopkins University Press, 2002, 264 s.

Lori Rotskoff, Love on the Rocks: Men, Women, and Alcohol in Post-World War II America, University of North Carolina Press, 2002, 336 s.

Jessica Warner, Craze: Gin and Debauchery in an Age of Reason, Random House Trade Paperbacks, 2003, 288 s.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl