Ana Sayfa Dosya Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi

Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi

Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi

Eleştirinin görevi, yapıtın bir yorumunu vermek değil, onun sessizliklerini konuşturmaktır.”

Terry Eagleton

Romantizm, Aydınlanma Çağı’nın akla ve ilerlemeye tapmaya dek varan düşünce dünyasına bir eleştiri olarak doğdu. Sanayileşmenin ilk ve en sert eleştirisi olarak toplumsal bilince nakşoldu. Sonra 19. yüzyılın prematüre küreselleşmesine kapı açmaya çalışan liberalizme karşı bir eleştiri olarak milliyetçi, muhafazakâr ve devrimci görüşleri biçimlendirdi. Geç 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyılda ise Frankfurt Okulu’nun yolunu aydınlatarak, totalleştirici, standartlaştırıcı, kısıtlayıcı, yönlendirici bir “gizli el” olarak gördüğü moderniteyi eleştirdi. Son kırk yılın bilgi toplumunda ise, her şeyi kapsayan ve mutlak çözümler vaat eden meta-anlatıları, post-modernizm adı altında beslediği bir grup radikal düşünür vasıtasıyla eleştirdi. O kadar ki, ben de Romantizmi tanımlamaya çabalarken onun “modern/leşen toplumların düşünürleri ve sanatçıları tarafından modernitenin karşısına çıkarılmış bir eleştiri” olduğunu bir başka yerde uzun uzadıya dile getirme fırsatı bulmuştum.1 Evet, Romantizm başlı başına bir eleştiri dünyasıydı; mevcudun eleştirisi, ütopyanın eleştirisi, distopyanın eleştirisi, geçmişin eleştirisi, geleceğin eleştirisi, sanatın eleştirisi, düşüncenin eleştirisi, dinin eleştirisi, sekülerleşmenin eleştirisi, ölümlülüğün ve yaşamın eleştirisi…

Bugün eleştirinin tarihine bakıldığında, romantik tepkinin kabına sığmaz coşkusunun ne denli yaratıcı bir enerjiye sahip olduğu daha iyi görülmektedir. Öyle ki, eleştirel ve kıvrak düşüncenin Aydınlanma’nın mirası olduğu ön-kabulüne rağmen, yapıtı aşacak veya kendisi bir yapıt sayılacak düzeyde nitelikli eleştiri yapabilmek için ‘deamonic’ zekânın gerektiği ve onun da ancak Romantizmden beslendiği söylenmektedir.

Pekiyi, eleştirel düşünce, Romantizmde nasıl bir konuma sahiptir? Romantizmin eleştirelliği nerede başlayıp nerede biter? Eleştiride romantiklerin sınırları nedir? Bu sorulara cevap aramak ve hatta başka yeni sorular sormak üzere yapılan çalışmalar arasında en bilineni, Walter Benjamin’in Sanatta ve Edebiyatta Eleştiri: Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı adlı çalışmasıdır.2 Benjamin’in, esasen doktora tezi olan bu çalışmasının izini süren ve yaklaşık 70 yıl sonra, onun sınırlarını zorlayan ikinci bir çalışma ise, kendisini tanıma imkânı bulduğum için kendimi daima şanslı hissedeceğim Azade Seyhan’ın Representation and Discontents’idir.3 Profesör Seyhan, bu çalışmasında bilhassa Schlegel kardeşlerin düşünce dünyasından hareket ederek, Kant’tan Nietzsche’ye giden yolda, sürekli bir dönüşüm içinde olan Alman Romantizminin –ve ondaki eleştirel düşüncenin- izini sürmüştür.

Romantizmin erken ya da geç dönemi, hiç fark etmeksizin, öne sürdüğü kuramsal çerçevede öne çıkan ilk kavram, bilmektir. Bilmek, eleştiriye zemin hazırlayan başlıca etmendir. Ancak bilenin eleştiri yapabilmesi gibi, kitle kültürüne aykırı bir tavır olarak ‘bilmecilik’ ve bir imkân olarak eleştiri, kimi zaman saf bilgi üzerinden, kimi zaman ise değerlere bağlı bilgi üzerinden ortaya çıkar. Sanat eleştirisi Romantizmde belirsiz sınırlara sahiptir, ancak bir tür sanat psikolojisine önem vermeksizin, hiçbir eleştirmenin eleştiri yapması destek görmez. Öyle ki, “anlamayı anlama” ve sanatçının duygu-durum dünyasını dikkate alma gayreti romantik eleştirinin temel bileşenleri arasında yer alır.

Bu yüzden romantikler, asla kökünden koparmayan ve bir biçimde olanı olduğu yerde bırakmayı seçen bir tavra sahiptir. Çünkü bağlamın sonsuzluğu içindeki sanatçının, neyi niçin ve nasıl o hâle getirdiğinin eleştirmen tarafından bilinmesi gerekmektedir. Anlamayı anlamaya çalışmak ve düşünceler üzerine düşünmek, aslında sanat eleştirisini de sanatsallaşmaya sevk eden bir incelik taşımaktadır. İşte bu sebeple, sanatçının yapıtını inşa ederken düşüncelerine ve elbette yapıtına yön verdiği bağlam, “sonsuzca çok yönlü” bir bağlamdır. Sanatçının bağlamını anlayabilmek için, o sonsuzluğu daha önce veya sonra ama mutlaka görmüş olmak gerekmektedir. Bunu başarabilmiş olanlar için, eleştiride adeta aşkın bir tat vardır: benimsenen görüşlerin eleştirisinde, yapılan taklitlerin tekrar yapımında, tutulan notlar üzerine yorumlarda…4

Romantik sanat kuramının başlıca kavramı olan yapıta baktığımızda, burada kritik önem arz eden bir ifade ortaya çıkmaktadır: Temsil. Romantiklere göre, bir metnin, bir heykelin, bir şiirin nihayete ermesi mümkün değildir. O sonsuzluğun içinde akıp giderken, muhatabına sadece bütünün bir parçasını sunmaktadır. Aşkınlığı, içkinliğe değen bir süreklilikten kopmadan sunulan bir parçadır yapıt. Her yapıt, bu yüzden, bir yeniden temsil/ re-presentation/ Wiedervergegenwartigung olarak görülmektedir.

Bu, idea olarak var olan bir şeyi, yeniden var kılmak; yeniden ortaya çıkarmak veya yeniden oluşturmaktır sanat. Dile ve düşünceye dağılmış bulunan ideaların somutlaşan yüzleri, yapıtlarda görünür kılınmaktadır. Bu yüzden bir yapıt var etmek, Alman Romantizminin büyük şairi Novalis’e göre, içeriğin biçim kazanmasıdır. Bir diğer deyişle, bir düşünce olan ‘içerik’in, ete kemiğe bürünerek düşüncenin düşünülmesiyle, içeriğe içerik katılmasıyla, ‘biçim’selleşmesidir. Sanat yapıtı, düşüncenin biçim (form) kazanmış hâlidir. Bu hâl, sanatçıyı, diğer herkesten ayıran bir biçim vericiliğe taşır ki, Romantizmin temel kavramlarından biri olan dehâ böylece devreye girmiş olur. Başkalarınca birbirinden farklı onlarca, yüzlerce farklı biçimle tasavvur edilene biçim vermek, dehânın kuşatıcı gücünü ortaya koymaktadır.5

Romantik eleştirinin anladığı şekliyle sanatçı, varlığı ve ortaya çıkarma eylemini aşarak onun ötesine geçen, gayrı-nizami ve marjinal olandır. Bunu yapmak için insanın ancak kendi içine geri dönmesi ve ideanın sahip olması gerektiği biçimi bulması gerekmektedir. Bu yüzden romantiklere –bilhassa Friedrich Schlegel’e- göre, “Kendi içine geri dönmek, Ben’in üssünü artırmaktır; kendi içinden dışarıya çıkmak ise matematikte karekök almaktır.”6 Bunu başarmanın yolu bazen nükte, bazen de-form-asyon ve bazen de esneklik (hatta muğlaklık) dolu bir üslubun kullanımıdır. Buna karşılık verecek bir eleştirellik de ancak, sanatçının bu aşkınlığa giden yoldaki yolculuğu kadar elektrik yüklü olmalıdır. Burada Kant’ın aklı eleştiren akılcılığı hatırda tutulduğunda, Erken dönemdeki romantiklerin (Frühromantik) eleştiriyi niçin sanat için “kışkırtıcı bir güç kaynağı”, bir “gençlik iksiri” olarak gizemlileştirdiğini anlaşılır kılmaktadır. Ve bu ancak, bilincin “mutlak özgürlüğü” tatması sonucunda ulaşılabilen bir yerdir.7

Kant’ın Aydınlanma’nın zirvesi sayılan eleştirelliği ve yapıtı dolayısıyla, eleştiri kavramı dönemin genç nesilleri için büyük bir anlam kazanırken, bu kavramla “yalnızca yargılayan, üretken olmayan bir tinsel durum anlamı ilişkilendirilmiş değildir; romantikler ve spekülatif felsefe için eleştirel terimi, her hâlükârda nesnel olarak üretken, derin ve dikkatli bir düşüncenin ürünü olarak yaratıcı olma özelliği taşıyordu. Eleştirel olmak demek, düşünmenin tüm bağların üstüne yükseltilmesi demekti…”8 Bu yüzden, daha 18. yüzyıldan 19. yüzyıla geçilirken bile, nesnel görünmeye çalışmak ve yavan, mesafeli ve renksiz bir anlatım dili takınmak, eleştirel olmayı sağlamaktan çok uzaktı. Eleştirel olmak için önce, eleştirisi yapılan düşünce ve yapıtın düzeyine dek yükselmek ve kendine özgü bir perspektife sahip olabilmek gerekmekteydi. Bu da ancak, “Ben sonlu olana sonsuzluk görüntüsü vererek, onu romantikleştiriyorum”9 dedirten ve içerikle biçimi bütünleştirerek, dünyayı sanatsallaştıran o coşkuyu; yaşam hissini duyumsayan nevi şahsına münhasır kimselere özgüydü. Seyhan’ın aktardığı gibi, okumak, okunanı yazmaya devam etmekti.10

Erken romantiklerin nezdinde, eleştiri, yapıtın nesnel bilgisinden ve değerlendirilmesinden oluşmaz; aksine onun başlıca marifeti, yapıtın beğeniye bağlı bir ön-yargıyla, öznel değerlendirmesini sunmasıdır. Bu yüzden eleştiri tarafgirdir, değişkendir, onun sabiteleri yoktur. Sanatın bir bütün olarak yapıtı kendi dünyasına katması veya dışlaması, eleştiri yoluyladır. Ancak öznel değerlendirmeler neticesinde onlarca, yüzlerce, binlerce insan tarafından beğenilen bir yapıt, sanat eseri kıymetine kavuşur. Bu binler, birbirinden bağımsız eleştirilerin sahiplerinden oluşur. Balzac romanlarının sanatsallığı, onu okuyan öznel düşünce sahibi dimağların, onun hakkında zaman içinde muhtelif eleştirilerde bulunması ve onun görünür hâle gelmesini sağlaması ile mümkün olmuştur. Daha başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, hiçbir yerde, sanatsallık tescili veren bir makam bulunmamaktadır. Bu yüzden Romantizm, yapıtlar hakkında konuşulmasını ister. İyi olanın konuşulmasına sıranın gelmesi bazen uzun sürebilir, ama kötü yapıtlar da aynı uzun vadede nazikçe sahneden temizlenecektir ve bu kimsenin onu kötülemesi sayesinde değil, Tery Eagleton’ın ifadesiyle, onun “sessizliklerini konuşturmaya” değecek bir şey sunmadığının düşünülmesiyle, yani ona eleştiri verecek muhatap bulamamasından olacaktır. Dolayısıyla, Benjamin’in ifade ettiği üzere, romantikler, “kötü olana yönelik küçük bir savaş yürütmekten çok, iyinin tamamlanmasını ve böylelikle değersiz olanın yok hükmünde sayılmasını sağlamak istemişlerdir.”11

Romantizmin sanat eleştirisindeki tavrı bugün de böyledir.

1 Hasan Aksakal, ‘Aydınlanma’ Çağından ‘Karanlık Yüzyıl’a: Politik Romantizm ve Modernite Eleştirileri, İstanbul: Alfa Yayınları, 2015.

2 Walter Benjamin, Sanatta ve Edebiyatta Eleştiri: Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı, çev: Elçin Gen, Mustafa Tüzel, İstanbul: İletişim Yayınları, 2.baskı, 2012.

3 Azade Seyhan, Representation and Discontents: The Critical Legacy of German Romanticism, Berkeley, California: University of California Press, 1992.

4 Seyhan, a.g.e. s.2

5 Peter Kivy, “Genius and the Creative Imagination”, (içinde) The Oxford Handbook of British Philosophy in the Eighteenth Century, ed. James A. Harris, Oxford: Oxford University Press, 2013.

6 Aktaran Benjamin, a.g.e. s.90.

7 Seyhan, a.g.e. s.113-115.

8 Benjamin, a.g.e. s.105.

9 Frederick C. Beiser, “Bildung in Early German Romanticism” (içinde) Philosophers on Education: Historical Perspectives ed. Amélie Rorty. Londra: Routledge, 1998, s. 294.

10 Seyhan, a.g.e. s.95.

11 Benjamin, a.g.e. s.166.

Ha_aksakal@yahoo.com

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl