Ana Sayfa Litera Aşkın kapitalizmle bir ilgisi olabilir mi?

Aşkın kapitalizmle bir ilgisi olabilir mi?

Aşkın kapitalizmle bir ilgisi olabilir mi?

 

Birincisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yinede de görmeyi çok isterim,
Kolay mi? İlk göz ağrısı.
 Orhan Veli

“Bugün zengin olsaydım kendimi suçlardım. Fakat hiçbir şeyim yok, her şeyi çarçur ettim; bu beni biraz avutuyor ve yaptıklarımı haklı çıkartıyor.” Tarihin en şöhretli çapkınına aittir bu sözler. Govanni Giacomo Casanova! Görünüşte yalnızca serserice bir söylemi çağrıştırsa da, Casanova’nın sözleri; içten içe ekonomik bir denklemin ilham kaynağı olur.Tensel zevklerin peşinde olmanın savurganlığı ve bundan beslenen tüketim ekonomisi… Alman düşünür Werner Sombart, bu ilişkiyi “metres ekonomisi” olarak adlandırır. Bertrand Russell, “Aylaklığa Övgü” kitabında, (Cem Yayınevi, çev: Mete Ergin) kapitalizmin insanı aylak olma ulviyetinden mahrum bıraktığını savunur. Bu, bireyin işleyen bir düzen içindeki çark dişlisine indirgenmesine ve yaratıcılığının gitgide körelmesine neden olur. Sombart ise tersi bir yaklaşımla, aylaklığın ve tensel zevklerin rehavetinin; kapitalizmin gelişimine dolaylı katkı yaptığını iddia eder. Max Weber’de, dünya hayatında yapılan çalışmanın, diğer hayatta cenneti getireceğini savlayan “Protestan ahlak” yaklaşımı nasıl kapitalizmi güdüleyen bir teori olarak ortaya çıktıysa; Werner Sombart’ta da kapitalizmi güdüleyen şey, işte bu aşk ve lüks tutkusudur.

Lüksü, “gayrimeşru aşkın meşru çocuğu” şeklinde tanımlayan düşünür, aşkın doğası gereği gayrimeşru olduğunun üzerinde durur. Bu aynı zamanda aşkın dünyevileşmesi anlamına da gelir. Ona göre ortaçağ düşünüşü, zoraki bir gayretle aşkı meşru düzeyde tutmaya çalışır:
“Ortaçağ Avrupası, tıpkı bütün beşeri edimlerde olduğu gibi, cinsler arasındaki evrensel aşk fenomenini de daha yüksek bir varlığın: Tanrı’nın hizmetine memur etmiştir. İster dünyevi aşk duygularının doğrudan dinsel takdise ulaşması ve uhrevi ereklere yönelmesi biçiminde olsun (Meryem kültüründe olduğu gibi), ya da isterse aşk; kurumsal olarak bağlanmış ve kendisini bağlayan kurum da (evlilik) ilahi ve kutsi bir düzenleme olarak benimsenmiş olsun. Tanrı tarafından kutsanmış ya da kurumsal bağları olmayan bütün fertler-arası aşklar “günah” damgası ile dağlanmıştır.” (*)

1963 Amerikan yapımı, Türkçesi “Sokak Kızı Irma” olan filmi çoğumuz biliriz. Film, Paris’in arka sokaklarında yaşayan bir fahişenin yaşamını konu alır. Filmin ana karakteri Irma’nın, kişisel bakımını aksatmaması ve alıştığı yaşam tarzını sürdürebilmesi için, asgari bir ekonomiye ihtiyacı vardır. Sombart’ın “metres ekonomisi” dediğinin, en yoz ve bayağı halidir bu. Çünkü Irma, sade bir sokak fahişesidir. Sombart ise, kurtizanlardan yani yüksek derecedeki yosmalardan dem vurur. Filmdeki barmen karakterinin, mahalleye yeni gelen ve fahişeleri ahlak dışı olmakla suçlayan polis memuruna verdiği cevapsa, fikrimce en ilginç repliklerden biridir. Barmen, aşkı över ve polis memurunu küçük burjuva olmakla suçlar!
Çıkış itibariyle kilise değerlerini dışlayan ve “bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler” felsefesine dayanan liberal düşüncenin, evlilik vb. kurumlarla kendini sınırlaması elbette düşünülemez! Ekonomideki serbestlik, aşkta da tezahür edecek ve Sombart’ın deyimiyle “gayrımeşru aşkın” sınırlarını zorlayacaktır. Polis memuruna dönecek olursak, kapitalist hayatın yalnızca belirli safhalarında rol alan “küçük burjuvalar”, kilisenin temsil ettiği tutucu değerlerle köprüleri tamamen atmamıştır. Zira küçük burjuva, serbestliği öngören liberal felsefenin uygulayıcısı olarak değil; yardımcı unsuru, görevli memuru olarak çıkar tarih sahnesine. İşte barmenin ağız dolusu öfkeyle “küçük burjuva” deme nedeni de bundandır.
Tıpkı filmin bar sahnesindeki gibi, ne zaman dumanlı bir akşamın, ıslak camları ardında aşkı düşünecek olsam; aklıma Pavese’nin o sarsıcı sözleri gelir: “Dinlerin en ucuzudur aşk!” Ucuz bir din… Kuralları ve ritüelleriyle, iki kişilik tarikat… Bin yıllık itikatları, kadim dinleri manipüle ederek coğrafyaları kesip biçen, ülkelerin hudut tasarımlarını yapan sistemin, en az din kadar toplumları rasyonalite dışına itebilme gücü olan aşka; bu temel duyguya, duyarsız kalacağı düşünülebilir mi? Bilhassa havasını soluduğumuz post-modern çağda, vahşi kapitalizm uygulamalarıyla birlikte; aşkın dil düzeyinde de ne denli tüketildiğini, herkese ve her şeye aşkım denildiğini  ve bu tüketişin yalnızca dil düzeyinde kalmadığını düşünecek olursak, bu bize Sombart’ın ruhunun halen aramızda olduğunu gösterir. Sizce de Sombart haklı mı; aşkın kapitalizmle bir ilgisi olabilir mi?

 

(*) Werner Sombart, Aşk,Lüks ve Kapitalizm, Pharmakon Yayınları, çev: Necati Aça, sayfa:280)

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl