Bildiğimiz anlamda polisiye ya da cinai veya dedektiflik romanlarını 19. yüzyıla borçluyuz. Özellikle de endüstri devrimiyle büyüyen, bünyesinde toprağından sürülen yoksulları barındıran ilk modern metropoller (Paris, Londra, Newyork) suçu da beraberinde getirecektir. Cinayet, kentin varoşlarında biriken öfke ve sefalet, endüstri çağını selamlayan makine ve buhar istifine eşlik ediyordu. Polisiye işte böyle gerilimli (sınıf savaşına gebe) kentin gazetelerinde baş gösterecektir. Çünkü aynı yüzyıl modern gazeteciliğin de başladığı eşikti. Yani halka haber götüren, caddeleri dolduran parlak vitrinli mağazalardan ve fabrikasyon seri ürünlerden reklam alan, satışını sürekli büyütmek zorunda olan bir sektörden bahsediyoruz. Tabii bunun getirdiği maaşlı, telifli yazarlar, muhabirler, editörler, grafikerler…

Bu anlamda gazeteler hem cinayet ve suç haberini verirken (genellikle 3. sayfalarında), aynı zamanda (arkası yarın ibaresiyle) roman tefrika etmeye de başlamışlardı. İşte polisiye ve dedektif ya da en genel anlamıyla “cinai” romanlar işte bu mürekkepli sayfalarda rüştünü ispat edecek; gazetelerine tiraj kazandıracaktır; ve de reklam…

Edgar Allan Poe’nun 1841 tarihli muhteşem “Morg Sokağında Cinayet” romanı, bu alanın klasiklerinden biri olarak modern gotiğin taşlarını da döşeyecektir. İlk cinai romanlar genelde üst sınıf salonlarında geçen anlatılara sahiptir. Bu bir tarafıyla burjuvazi-aristokrasinin sınıf korkusunu da dışa vurur. Çoğunlukla “katil uşak” çıkan bir finaliyle elbette… Unutmayalım 1848 Marx’ın Komünist Manifestosu’ndaki “Avrupa’da dolaşan bir hayalet”in de yüzyılıdır. Cinayeti çözen dedektif çoğu zaman eğitimli orta sınıf ya da burjuvaziden biridir. Dedektif, Aydınlanma Çağı’nın aklını ve analitik gücünü simgeler. Dedektif polis gibi hamallıkla-rutinlerle uğraşmaz; sadece aklıyla ipuçları ve parçaları bir araya getirir. Özellikle daha sonra Sherlok Holmes tipinde somutlanacak bir centilmendir o; soğuk kanlı, beğenilerine ve çay saatine tutkun bir püritendir. Kanıt “saklı” olmaktan çok ortadadır; zaten “ortada” ve gizlenmemiş olduğu için “görünmeyecek” olan mektup. Kısacası 19. yüzyılın öncü romanlarından Agatha Christie’ye uzanan daha sonra gerçek evini sinemada bulan büyük ve zengin bir türden bahsediyoruz. Bugün sinema polisiyesiz ve cinayetsiz düşünülemeyecek en yaygın popüler kültür ürünüdür.

Cinai romanlar bugüne kadar isimli ya da isimsiz ya da 3. sınıf olarak adlandırılan binlerce yapıt-otogarlarda, garlarda satılan kitapçık ortaya koydu. Modernleşme sancısı çeken Türkiye’de kayıtsız kalamadı bu türe. Özellikle tefrika geleneğinin yaygın olduğu 1940 ve sonrası dönemde önce çeviriler ya da çizgi romanlarla; ama en önemlisi de Peyami Safa’nın para kazanmak için Server Bedi takma ismiyle yazığı “Cingöz Recai” serisiyle hayatımıza giriverdi. Recai, türün sevimli ve iyi hırsız tiplemesiyle Arsen Lüpen’e selam çakan yönlere sahipti. Seçkin topluluklarda cirit atan, zeki ve karizmatik suçlu geleneği devam ediyordu yani. Her macerasında komiser Mehmet Rıza’ya zor anlar yaşatan Cingöz Recai aynı zamanda zenginden alıp fakire veren Robin Hood ve sosyal Eşkıya geleneğiyle de harmanlanmış bir tiplemeydi. Helal para kazananlara dokunmayan, halkı soyanları ve haksız kazancı eline geçiren bir cezalandırıcıydı. Halkın yanındaydı…

Dizinin başarısına Yeşilçam da kayıtsız kalamamış; ilkini Metin Erksan’ın yönettiği 1954 ve 1969 yıllarında iki film çekilmiştir. Özellikle ikincisi dönemin ünlü jönü Ayhan Işık tarafından oynanarak büyük bir seyirci kitlesine ulaşacaktır. Yıllardan sonra bugünlerde Cingöz Recai ile bir kez daha karşılaşmaya hazırlanıyoruz. Leyla ve Mecnun ile geniş kitlelerin sevdiği bir yönetmen olan Onur Ünlü’nün çektiği yeni film, Kemal İmirzalıoğlu ve Haluk Bilginer gibi tanınan ve sevilen yüzlere sahip. Özellikle diziler ile yüzünü aşinalaştıran Kenan İmirzalıoğlu’nun “esmer yüzü” sevimli hırsızı nasıl yorumlayacak merak diyoruz. 13 ekim de vizyona girecek film Onur Ünlü’nün absürde ve mizaha olanak sağlayan diliyle ne tür ilişki kuracak bu da diğer merak ettiklerimiz arasında.