Ana Sayfa Art-izan Azat Yeman ile söyleşi

Azat Yeman ile söyleşi

Azat Yeman ile söyleşi

Kişiliği ve duruşuyla Gustav Courbet benim için her zaman ideal bir sanatçı olmuştur. Kimseye boyun eğmez bir savaşçıydı. Koca modernizmi ona borçluyuz. İmgeleriyle beni büyüleyen ise tabi ki Klimt.

Bağımsız genç sanatçı Azat Yeman’ın “Cul-De-Sac” isimli sergisi Cihangir Art Project ve Art 212 ortak çalışması olarak Nişantası Art 2012’de 28.12.2017 – 10.01.2018 tarihleri arasında devam ediyor. Sanatçıyla yapıtlarını konuştuk.

Ressam olma yolcuğunuz nasıl başladı ? Biraz hikayenizden bahseder misiniz ?

Çocukken ne olacağımı sorduklarında ressam olacağımı söylerdim, değişen bir şey olmadı. Bir arının bal yapmasından, bir örümceğin ağ çıkarması gibi benimde doğamda olan bir resim yapma özelliği var. Güzel sanatlar lisesi zamanında atölye hocam Rauf Kaya’nın eğitimimde büyük bir katkısı oldu bana. Şöyle ki; iyi bir resim yapmak biraz cesur olmakla ilgili bir konudur. O bana cesur davranmayı bazı çizimlerimi yırtarak öğretti. Çünkü o bir tabu değil resimdir, tekrar yapabilirim. Lise biter bitmez kendimi biraz da güvenceye almak düşüncesiyle Samsun OMÜ’ de Resim Öğretmeliği Bölümü’ne girdim ama atölye hocamın sanatçı kişiliği beni oldukça etkiledi ve bağımsız olma düşüncesine çok yakınlaştırdı. Çoğu resim bölümünün veremeyeceği çok iyi bir resim eğitimi aldığımı söyleyebilirim Halil Türker atölyesinden. Üniversite bitince bir yıllık ara içerisinde Bitlis’te Bisad Derneği altında çocuklara gönüllü resim dersleri verdim, çok güzel bir deneyimdi. 2014 yılında Erciyes Üniversitesi G.S.F’ de master eğitimine başladım. Özellikle teorik açıdan çok ciddi uyuşmazlıklar yaşamama rağmen Algül Aykut hocamın katkılarıyla sanata ve resime bakış açım değişti. Yavaş yavaş kendimde gördüğüm bütün tabuları yıkmaya başladım ve bu yıkım bir şekilde kendini resimlerimde gösterdi. Foto-real dediğimiz gerçeklik algısından, görünmez bir gerçekliğe doğru evrilmeye başladım. Görünen gerçeklikten görünmez gerçekliğe… İlk profesyonel sergim Ankara’da Galeri Soyut’ta açıldı. İlk deneyimler, fuarlar vs Galeri Soyut bünyesinde gerçekleşti. Mastır eğitimim bitince İstanbul’a taşınma kararı aldım. Kolay olmadı tabii ama bugün bağımsız şekilde İstiklal’deki atölyemde çalışmaya devam ediyorum.

Resimlerinizdeki yüzler sizin oluşturduğunuz imajlar mıdır ? Yoksa hazır görsellerden yola çıkarak mı oluşturuyorsunuz ?

İlk dönem işlerimde model kullanır, kendi çekimlerimle foto-realist tarzda işler yapardım. Bir süre sonra bu yaptığım işlemin sanat bağlamında ne kadar özgün ve doğru olduğu konusunda şüphelerim oluştu. Daha sonra bu şüpheler bende bazı tabularımın yıkımını da beraberinde getirmeye başladı. Paralel olarak resimlerimde de bir dökülme ve yıkılma dönemleri geçirdim. Özellikle “Yaratıcı Yıkım “ serimde bu yıkımın kendini daha net gösterdiğini söyleyebilirim. Bu yıkılma etkilerinden sonra bir süre tatmin olmama gibi zorlu ve tıkanık süreçlerden geçtim. Bir gece Kayseri’de, öğrencilik zamanlarımdaki atölyemde çalışırken yaptığım resme öfkelendim ve elimde sert bir plastik maddeyle karalamaya başladım. Resmi bir kenara ittim ve oturdum. O an resme baktığımda ne yarattığıma çok şaşırmıştım. Kızgınlık, öfke ve tıkanıklık bende ve resmimde büyük bir boşluk ve derinlik yaratmıştı. O geceden bugüne o boşluk ve derinlik peşimi bırakmıyor. Yaşamdaki her anlam arayışım hayatımla ve resimlerimle paralel geliyor.

Uzun bir süredir model ve fotoğraf kullanmıyorum artık. Sanatım tamamen rastlantısallığı ve deneyselliği kapsıyor, eskiz ve kurgu yok. O an genellikle bir dürtüyle başlayıp disosiye haline geçtiğimi söyleyebilirim. Bu yüzden biraz meditatif bir durum da söz konusu.

Evet resimlerinizin arka planı genellikle katmanlı ve kaotik bir görünümde. Bu görünümün başka bir alt metni var mı ?

Söylediklerim dışında mekan algısnı farklı bir boyutla deneyimlediğimi söyleyebilirim. Eğer biz dünyada 3. boyut denen bir düzlemden bahsediyorsak, bu katmalı ve kaotik görünümü de 4. boyut olarak algılayabiliriz. Çünkü bu düzlemde dikkatimi derinlik anlamında çeken bir şey yok. Ben daha çok ötelerle ilgileniyorum. Görünenden ziyade görünmezle bir savaşım var. Zihinsel süreçler ve psikanalize yakın konular pek ilgilendiğim alanlar olmamasına karşın, doğanın bir parçası olarak, ait olduğumuz bütünde bir olgunluğa ulaşmak istiyorsak eğer; zihinden öte bir gerçekliği kabul etmeli ve oraya ulaşmaya çalışmalıyız diye düşünüyorum. Zihnimin sınırlanırını genişletmeye çalışmak resimlerimdeki boyutlu katmanlara ulaşmak için bir aracı. Bu süreç daha çok içsel bir farkındalıkla algılanabilir.

Tarzınızı ve çizginizi muhafa ettiğiniz görülmekte. Çalışmalarınızda farklı konulara eğilmeyi düşünüyor musunuz ? Bazı sanatçılar birbirinden apayrı çalışma dönemlerine sahiptir. Bu yaklaşım tarzı hakkında fikirleriniz neler ?

Her an herşeyi yapabilir ve yaşayabilirim. Pek tutarlı değilim ama imza atmayı seviyorum. İzleyici sanatıma baktığında beni görmeli ve tanımalı, benden uzaklaşmamalı. Bir sanatçının çok farklı üretimler gerçekleştirdiğini varsaydığımızda da sonuç olarak; biz ne kadar ve neysek sanatımız da o kadar ve o. Hiçbir şey bizden bağımsız ele alınamaz. Ama şöyle bir sözü de hatırlatmak isterim; “Baktığınız benim ama gördüğünüz sizsiniz” der Jacques Rigaut…

Herhangi bir galeriye bağlı olmayan bir sanatçı olarak, sektörün günümüz şartlarındaki galerici-sanatçı diyaloğu hakkında ne düşünüyorsunuz ? Bağımsız olmanın avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Gerçek anlamda bir sanat piyasamızın oluştuğunu düşünmüyorum. Bir ruhban sınıfı var, bir tekelleşme var. Yani hegemonya. Sanat derin hislenmenin ve özgürlüğün alanıdır; birilerinin yöneteceğini zannettiği bir fabrika ve oradan çıkan işçi ve mal üretimi olan bir meta değildir. Sanatın siyaseti olan avangardın direnişi kırınlınca ne yazık ki artık bu tekelleşmeler her yerde kendini gösterdi. Neolibarelizm ile beraber sanat artık çağdaş oligarkların eğlence kültürüne dönüştü, özgür bir alan bırakılmadı. Kapitalizm son başarısını sanatı gasp ederek kazandı. Artık herşey bir meta ve tüketilmeye müsait, sadece sanat eseri değil sanatçıda artık meta ve tüketiliyor. Bu savaştan sağlam çıkmak kolay değil. Sanatın ruhu etrafta geziniyor, sağlam bir bünye arayıp duruyor, o da yoruldu. Sistemleşmeye karşı durduğum için sürekli ötekileştiriliyorum. Ama diğer yanda yalnızca sanatıma değer verdiği için resimlerimle ilgilenen kişiler mevcut ve onlarla güzel ilişkilerim var. Hala iç görüsünü ve ruhunu kaybetmeyen insanlar tanımak çok güzel ve umut verici iyi ki varlar. Sanatla nefes alabiliyorum ve kendime özerk bir alan kurabiliyorum. Bu özerklik bana güç ve direnç veriyor.

Favori ressamlarınız kimlerdir ? Size esin veren bir sanatçı var mı ?

Kişiliği ve duruşuyla Gustav Courbet benim için her zaman ideal bir sanatçı olmuştur. Kimseye boyun eğmez bir savaşçıydı. Koca modernizmi ona borçluyuz. İmgeleriyle beni büyüleyen ise tabi ki Klimt; bence daha iyisi olamaz. Tutarsızlığıyla Picasso, saf ve içimdeki tek çocuk Van Gogh, bohemliğiyle sevgili Modi… Yakın dönem aklıma gelen isim İstvan Sandorfi diyebilirim. Tabi koca sanat tarihi benim esin kaynağım.

Üretim aşamasında disiplin mi önemlidir yoksa ilham mı ?

Kurgulanmış sitemin düzeninde yaşayan bir aykırıyım, kimine göre bazen uyumsuz. Bu yüzden disiplin ve düzen kavramları beni rahatsız ediyor. İlham ise büyük bir saçmalık ve komediye dönüştü. Ben değişik bir dürtüyle içimde olan bir ihtiyaç duygusuyla çalışıyorum. Bir metafor olarak besin ihtiyacı gibi, olmazsa olmam gibi. Özellikle dışarının etkisinden çok kaçınıyor ve sessizliğe gömülüyorum, zihnimin üretim için sessizliğe çok ihtiyacı var.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl