Ana Sayfa Kritik BAKIŞSIZ SONSUZLUĞA  UZANMAK…

BAKIŞSIZ SONSUZLUĞA  UZANMAK…

BAKIŞSIZ SONSUZLUĞA  UZANMAK…

Ve orada kalmak hep… Ahh Selene! Seni giyecektim üzerime. Sonra da gidecektim. Soğukluklarda dinlenerek sürekli, sakin, “Selene”  diyecektim. “Gölgeli yüzünü göstermiyorsun!  Sakın yakın olmasın! Ve yapışkan. Karanlığa… Hem gölgelerini göremeyecek olanlar nereden bilsin, yapıştırdığını yüzünü karanlığa!..  Ah Selene!  Sirenlerin eşliğinde…  Pallas’ın büstünde daha önce kim oturdu?” (2)

 

Ah Selene! Poe kovuyor beni izninizle. Çok  kurcaladın beni diyor. İzninizle… Fazlası ile   trajiğini  çiğniyoruz sakız gibi.  Affet  Poe! Ve  başkalarının acılarından  zevk alanlardan sanma  sakın! Anılarını çalacak  kadar sefihleşen. Ve bunu edebiyat, sanat yapmak zannedenlerden de  olmadım hiç! Sadece şunu sormak isterdim: Pluto’nun gözüne  takıldım.(3)  Nasıl bir ruh hali  içindeydin? Karanlık-aydınlık?  Ölüm-yaşam?   Neredeydin?  Neler hissettin?

 

Aslında bu yazıya başlamayacaktım. Ta ki o sesi duyana kadar. Durdurdu kırmızı ışıktaki gibi. Yarım saatlik  bir mola  verecektim mecburen!  Devam etmezsem kopardım zira. Toparlayamazdım.  Toparlayamayacağım belki de. Zor işler bunlar.  Akmak…

 

Ve her dönemde  olduğu gibi böylesi  ağır koşullarda  ayakta kalabilmek için bir mucizeyi gerçekleştirenler, çizgisi ile kendini kanıtlamış olanlar gibi.  Bağımsız. Hiç bir art niyet ve çıkar gütmeksizin. Omuzlarında  ağır sorumluluk   hisseden   birkaç kişinin  yapabildiği… Özgür düşünceyi merkeze alan, angajmana dayalı fonlanmalardan uzak… Doğruyu söylemekten asla vazgeçmeyen ve bu yüzden işsiz bırakılan, bıraktırılan…

 

Ve neden bazı içecekler diğerlerinden farklı hissettirir?  Renkleri mi bunu yapar? Aromaları mı? İçerikleri mi?  Etkileri oldukça değişken!

 

Neyse. Hadi fonlandınız diyelim bazılarınız; sahibinizin sesi olmak ve eleştiremeyeceğiniz yerde durmak  zorunda değilsiniz,  çok hayati bir gerekçeniz yoksa tabii!

 

Toplumun tüm kesimlerinin eleştiriye olan ihtiyacı  hiç bu kadar acil ve önemli  olmamıştı!  Yapabilecekleri  onca  maddi kazançlı iş varken,  onurlu ve  dik durarak ama eleştirisini de yaparak ısrarla ülkemizi kültür-sanat alanında ileriye taşıma vizyonunu,  neler olup bittiğini anlayan kişiler, mecralar  yürütebildi, yürütebiliyor… Ne demek bu biliyor musunuz?  Vazgeçiş…  Her şeyden.  Hayattan. Sevdiklerinden.  Az sayıdaki   bu aydınlatma mecralarına vefa borcumuz  olduğunu düşünüyorum. Öncelikle  yazar-çizerlerin,  okurların, toplumun tüm kesimlerinin borcu…  Yolları hep açık olsun hepsinin…

 

Dünyanın en olumsuz sıfatlarını   sanatta intihali, emek hırsızlığını  alışkanlık edinmiş kifayetsiz muhterislere, başkalarının  fikri ile “sanat”, “zanaat” yaptığının farkında bile  olmayan  kişi ve kuruluşlarla,  onlara fikir verenlere savurmak istiyorum!  Bazıları  ilkel benliğimize geri döndüğümüzü söylüyorlar  ‘küfre bulaştığımızda’.  Lâkin  ne yalan söyleyeyim,  hissettiklerimi  ne  stoacı  ne de   fenomenolojik   yaklaşımla  aşamıyorum!   Ne regresyon terapilerine inancım var ne de divanlara uzanma alışkanlığım.   İlgili kimyasallar ise  intolerans yaratıyor.  Ziyâdesiyle  üzdüler beni ve zaman kaybı yaşattılar. Yaşatıyorlar. Ben de mavi  tükenmez kalemimi alıp üstlerini çiziyorum hep!  Bu konuda bu kadar agresif olmamın nedeni   zannediyorum fazlasıyla özel alanıma girdiler.  İzinsiz. Tek tesellim olan anılarımı çalarak. Son derece hoyratça.  Hem yansıttıklarımız  kendimize dair olandan başka nedir ki?

 

Oysa sanatta intihali  çok seven bu kişiler çok basit bir mantık yürütseler,   işlerini çaldıkları kişilerin fiyatını doğal olarak arttırdıklarının  farkına varıp,  daha usturuplu çalmayı değil, hiç çalmamayı  seçerler.  Düşünebiliyor musunuz    piyasada dolaşan,  yazılıp, çizilen, yapılan işlerin durumunu!  Ben  sadece kendi  çalışmalarımı  biliyorum.  Diğerlerini de maruz kalan kişiler ortaya çıkıp açıklasın! Hasır altı edilmesin!  Ha diyorlarsa ki  dile getirirsem  satış ağlarım, “piyasam” etkilenir! Her türlü musibet müstahaktır denebilir  bu durumda da!  Güvencesiz,  asgari ücrete, çoğunlukla  sigortasız çalıştığınız, çalıştırıldığınız  dönemlerin  hıncını mı alıyorsunuz acaba aynı davranışları sergileyerek  “büyüdüğünüzde!”

 

Bu, aşırma, taşıma suyla kotarılmış “sanatsal”  işleri alan koleksiyonere  ne demeli peki!.. “Kendi bileceği iş!” dediğinizi duyar gibiyim. Lâkin o  kadar da masum değil olay. Ülkemiz kültür-sanatına henüz emekleme döneminde büyük bir darbe vuruluyor, vuruyorlar.  Koleksiyonerler  ve diğerleri de bilerek veya bilmeyerek alet oluyor bu  kirliliğe,  dolaşıma girdiği için söz konusu  işler.

 

Kişi ve  kuruluşların bakışlarını “En doğrusunu ben bilirim!” diyen uzmanlarına, danışmanlarına, ilgili akademisyenlere  çevirmelerinde de fayda var  yâni.  Sorunun ana  nedenlerinden biri tam da bu  nokta olabilir zira.   Apaçık her şey aslında.   Sorun,  hâlâ  kafamızı kuma gömüyor olmamız.

 

“Bilimsel Bir Peri Masalı mı anlatılmaya çalışılıyor  acaba ‘sanatta’ acemice? Böylesi ‘varoluşsal bir çaresizlik’ içinde kıvranıp dururken…  Ya böyle bir şey yok ya da   yalan söyleniyor mu diyeceğiz!”(4)

 

Buyrunuz diyorum bir kez daha. Kültür-sanat alanında “1. Beş Yıllık Kalkınma Planını”  titizlikle hazırlayalım. Akademiyi karıştırmayınız ama! Akademi üzerine düşeni hakkıyla yapmış olsaydı zaten, bu rezaletleri  yaşamıyor ve konuşmuyor olacaktık. Hem ben söylemiyorum, bağımsız araştırmalar  gösteriyor YÖK Tez’e yüklenmiş tezlerin intihâl durumunu. (5) Açıp bakın  büyük üniversitelerin,  Güzel Sanatlar Enstitülerinin yükledikleri tezlere.  İntihâl  oranı ve özgünlük açısından özellikle (6).

 

Sonra da hal böyleyken  kalkacak ilgili akademisyen, ülkemiz sanatını düştüğü bataklıktan kurtaracak! (7) Akademisyen öncelikle  sanat alanında talebesine  hırsızlık yapmamasını, aşırmamasını, tırtıklamamasını, yani başkasının emeğine  göz dikmemesini  öğretecek! (8) Tabii mürebbiye  kifayetsiz ise  de yapacak bir şey yok! Sanatta zincirleme trafik kazası! Henüz yeni başlıyor, devamı çorap söküğü gibi gelecektir! Gün geçmiyor ki  etik ihlâller yaşanmasın!  Bir bankanın, bir bienalin seçici kurulundan  küratörüne, “sanatçısına”, işin ciddiyetinden, vahametinden  bihaber olan yığınlar… (9)

 

Devam edecektim paragrafa,  bir ses,  “Destur!”  dedi. Nihavent uzaklıklardan gelen bu seslere kulak verelim: “Onu bunu boş ver!  Kim ki gerçekleri görür,   ki görmüştür, duymuştur, suç ortaklığı yapmıştır, konuşmazsa  eğer aynı suça iştiraktan… İnanıyor ya! Tarihe adını altın harflerle yazdıracakmış! Tarihine! Adını hem de… Kendine gelsin!  Ve konuşsun önce…”

 

Ayrıca da kendine hayrı olmayan kifayetsizler, çalarak fikir verir halde.  Yani çalan da kifayetsiz, veren de… Neresinden tutsak elimizde kalıyor! “Sanatınız!” Ah mirim! Daha önceleri neredeydiniz!

 

“Tıpkı finansal istikrar gibi sanatsal istikrarın da en acil şekilde sağlanması gerekir.”

 

“Evet efendim. Velhasıl nasıl?”

 

“ Piyasa kuralları hakkaniyetle işlerse, hepimiz rahat bir nefes alacağız sanatta.“

 

“Sanatta?”

 

“Her an kalkınma performansına bakmak  lâzım!  Ayrıca hangi kuraldan   bahsediyorsun?”

 

“Piyasa kurallarıymış!”

 

“Fakirleşerek büyümek zorunda değiliz sanatta!  Ben ahlâkın kesinliğine inanırım! Sense…”

 

“Tekirleşmeyiniz efendim!”

 

“Ah mirim! Bazı kelimelerden nefret ediyorum bu kelimeleri duyduğumda kanonik  hale gelen önyargılarımı yıkamıyorum!  Bazen bazı kişiler kullandıklarında da,  onlara karşı da bir önyargı oluşabiliyor kendiliğinden. O kişilerin iyi-kötü, oluşlarından ( kime ve neye göre ayrıca?)  bağımsız. Örneğin ,…,…,…,….”

 

“Buradan da kaçış yok! İçeride dolaşmak nedir? Dışarıya açılmak nedir? Neresi dışarısı?”

 

“Bu zebanilerin içerisinde bir de robotgillerin psikolojisini  düşünecekmişiz!”

 

‘”Etik  intolerans’ yaşıyorsunuz.  Narsistler  büyülemiş gibi? İtibarmış! Çıkın ortaya!  Sanat alanındaki bu rezaletleri bir bir söyleyin! Kaybedecek neyiniz var! Hep birlikte suç ortaklığı yaparsanız sonuç  çok daha ağır olacak! Başka başka yerlerden de patlak verecek!  Ah! Ölüm sessizliği! Ah suret-i  haktan geçinenler!  Azametli, kudretli efendilerimiz!  Bi çare  bu çare size!  Lağım suyunun içinde. Terennümlü hem de. Hâlâ.”

 

“Ah güzelliklerim! Nelerin yitirildiğini ‘kurbağa kazanında’ nereden bileceksiniz? Mütereddit bakışlarınız çölde  bir   bedevi  gibi. İnlemeli, tuhaf. Benim için de  tiksinç.  Son çare  belki, belki bir ihtimal…”

 

Ben başladığımda,  buna sen eşlik ettiğinde ve bunu herkes söylediğinde, düşünebiliyor musunuz ülkemizin en önemli sorunu  olan  intihâli çözeriz . Ama bunun koro halinde olması şart!  ‘Yurttan sesler’ gibi… Niye en önemli sorun? Basit bir akıl yürütelim: Anne-babalar,  onlara ilk eğitimlerini veren öğretmenler, toplumda bilim, sanat, kültür vd.  alanlardaki  herkes,  anasınıfından doktoraya  bu yükseköğretimin tedrisatından geçiyor. Etik ihlallerin, hırsızlığın, aşırmanın buralarda  vaka-i  adiyeden  sayılması ve  bunun üzerine gidilmemesi çürümenin ana sebebi haline geliyor. Zincirleme çöküş  yâni…

 

Köşeleri kapmaca, saklambaç oynuyorsunuz ha(!)  Çok da  mahiriz diye düşünebilirsiniz. Biliyor musunuz,  hiç köşeleri kapmadınız! Ben de bunları içim burkularak yazıyorsam eğer…

 

Son zamanlarda bazı  duyumlar alıyorum kimi konularda  serzenişlerinizle ilgili. Anıt yapma yarışmasını kaçırdıysanız ne kaybedeceksiniz? Biraz sabırlı olun! Hem acıyın artık ne olur bizlere!  Gözlerimize!  Her şehir, kasaba, köşe başında… Bu çok tantanalı açılışlarınızı da biraz erteleseniz!..   İntihal  sorununu hızla  halledip, can alıcı konuları daha fazla ve ciddiyetle konuşup  tartışmak gerekmez mi ülkemizde? İntihalsiz   sanatın nasıl yapılabileceği, sanat eğitiminin sil baştan gözden geçirilmesi,  akademisyen, eleştirmen, sanatçı, küratör, koleksiyoner, galerici vd. özgür iradeye koşullanmasının zorunluluğu…

 

Velhasıl “Yaratıcı Kültür Endüstrilerinin” agoraya bir ‘ayna’ koyup  kendilerine bakmaları, etraftakilerden de doğru görüp görmediklerini bildirmelerini, ‘doğruyu söylemelerini’  talep etmeleri  gerekiyor. “Yaratıcı kültür” için:)  Yenilikçi  “projelerin” plaza camlarından  ne derece  dışarıya yansıdığı  ortada!  Beyaz  Küp kalalım daha iyi!..

 

“Bi çare var mı? Acil eylem planı ve aydın ittifakının nüveleri?(10)”

 

“Hiçbir zaman!”

 

Tost misali, iki paragraf arasına sıkıştırdığımız  yazımız  burada bitsin  şimdilik…

 

…Hayatım seni anmakla geçecekti…  Roman kuramını yeniden yazdım demiştin!   Dünya da bir sahneydi… Sevdiğin bir yazdı. Eski bir yaz.  ‘Eski bir yazdı’.  Sanattan uzaklaştırmış,  sana yaklaştırmıştı. “Beyazlara sar beni!” dedin.  ‘Bakışsız’ sonsuzluğa uzanarak…  Beyaz en çok yakışandı…  Ahh Selene!  Karanlık yüzünü göstermiyorsun yine!

 

Kandilli- 02 Temmuz 2022

 

 

  1. Ayhan, E. Bakışsız Bir Kedi Kara. De Yayınevi, 1965, İstanbul
  2. Poe, EA. The Raven. https://www.ibiblio.org/ebooks/Poe/Raven.pdf
  3. Poe, EA. http://xroads.virginia.edu/~Hyper/POE/black.html
  4. Köybaşı, GP. https://bilimveaydinlanma.org/histeriden-oedipusa-freud-teorisinde-kadinlik-ve-cinsellik/
  5. https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-56111461
  6. Toprak, Z. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/474131
  7. Karluk, R. https://www.sakaryagazetesi.com.tr/makale/bbc-turkiye-deki-universitelerin-kalitesi/9503
  8. Gökçe, Jİ. https://www.kitaptansanattan.com/kendilik-bilinci-ya-da-sanatcinin-sorumlulugu-ve-neligi-uzerine-jale-iris-gokce-yazdi/
  9. Uzun, V. https://www.ekdergi.com/sanat-ve-intihal-akbank-odullu-yarisma-sergisinin-bir-odulu-iptal-edildi/
  10. Şimşek, A. https://www.ekdergi.com/kojin-karatani-mucadele-icin-sermaye-ulus-devlet-birlikte-dusunulmeli/

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl