Ana Sayfa Manşet Baro Cengiz ile Sonsuz Tefrika

Baro Cengiz ile Sonsuz Tefrika

Baro Cengiz ile Sonsuz Tefrika

Smyrna’nın, Tenekeli Mahallesi’nde sokak aralarında, kavga ederek büyümüş. Okuduğu liselerden atılmış. Avrupa, Uzak Doğu, Afrika, Latin Amerika ülkelerinin ve Amerika’nın sokaklarında gitar çalarak yaşamış. Flamenko öğrenebilmek için, İspanyol Çingenelerinin arasında dalmış. İngiliz, Romen, Bulgar, Hollandalı Çingenelerle harikulade müziklere imza atmış. Amsterdam’da, taksi şoförlüğü yaparken bolca Dostoyevski okumuş. Hollanda ve İzmir’de gitar konserleri vermiş. Hollanda’da komedi oyunu yazıp, festivallerde ve birçok şehirlerde sahneye çıkmış bir yazarla karşı karşıyayız. Cangılın dibini görmüş bir serserinin, edebiyatta yükselişine tanıklık ettiğimiz, Sonsuz Tefrika romanıyla karşı karşıyayız. Ringlere döneceği ikinci romanı için, şimdiden çok antrenmanlı. Dahası, Baro Cengiz fiyakalı serseriliğini yapmaya devam ediyor. Baro Cengiz’in, ilk romanı Sonsuz Tefrika’yı konuştuk.

İlginç olduğu kadar şaşırtıcı, şaşırtıcı olduğu kadar da sarsıcı bir ilk romanla karşı karşıyayız. Sonsuz Tefrika’yı yazma fikri ne zaman oluştu? Bununla birlikte şunu da sormak isterim; kitabınıza önsöz yazan Yiğit Bener ve ithaf olarak Hüsnü Arkan’la olan dostluğunuz üzerine neler söylemek istersiniz?

Sonsuz Tefrika’yı yazma fikri, 1992 yılında Amsterdam’da taksi şoförlüğü yaparken aklıma geldi. Öğrenciydim ve paraya ihtiyacım vardı. Dönem itibarıyla çok sevdiğim Ermeni abim Marnik’in sayesinde, çok çalışarak taksi şoförü olmuştum. Zamanım çok olduğu için, taksicilik yaparken sürekli kitap okuyordum. Dostoyevski’nin, Kumarbaz’ını okuduktan sonra yazar olmaya karar verdim. Fakat küçük bir sorun vardı, ben sadece okuyabiliyordum. Yazma konusu, hiç denediğim bir şey değildi. Hayatımda kompozisyon bile yazmamış biri olarak, nasıl yazabilirim diye düşünmeye başlamıştım. Kumarbaz’ı okuduktan sonra, benim hikâyem daha güçlü dedim kendi kendime. Kıyasladığım yazar Dostoyevski olunca, akan sular duruyor. Dostoyevski, hocalarımdan birisidir. Asla kendimi kıyaslayacak değilim ama benim hikâyem söylediğim çok güçlüydü. Geriye sadece yazmak kalmıştı. Yıllarca, yazma çalışmaları yaptım. Yazma konusunda, hiç sevmediğim insanlardan dahi bir şeyler öğrendim ve hala öğrenmeye devam ediyorum. Hayatımın kırılma noktalarından birisi; Hüsnü Arkan ve Yiğit Bener’le tanışmak oldu. Hüsnü’yle, Amsterdam’da tanıştım. Sürekli okuyan ve müzik yapan birisiydi. Doğal olarak etkilendim. Çünkü o aralar Amsterdam’da, serserilik yapmakla meşguldüm. Hüsnü’nün kurduğu müzik gurubunda çaldım. Dostluk ve arkadaşlık adına çok şeyler öğrendim. Yiğit Bener’le, Brüksel’de tanıştım. Gördüğümde çok şaşırmıştım. Uzun süredir yakışıklı ve bakımlı birini görmemiştim. Daha sonra Hüsnü, Yiğit ve diğer arkadaşların kurduğu, İktidarsız dergisine çeşitli hikâyeler yazdım. Her ikisi de yazar olan değerli dostlarımla, arkadaşlığımın devam edeceğini biliyorum ve ikisine de yazma konusunda beni yüreklendirdikleri için çok teşekkür ediyorum.

Kitabınızın açılış cümlesi şöyle; “Yirmi birinci yüzyılda, Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde seyyar hareket ederek yaşamaya çalışan bir adam takıldı.” Bu bir ilk roman duygusu için çok şaşırtıcı bir giriş cümlesi. Kahramanınız Şeytan Arif’i, Smyrna ekseninden; Yunanistan, Almanya ve Hollanda’ya yol aldığını görüyoruz. Joseph Kessel’in, Kahramanın Sonsuz Yolcuğu kitabının özelinde şunu sormak isterim; bir yolculuğun sürekliliği üzerine neler söylemek istersiniz?

Dönem itibarıyla, sürekli seyahat ediyordum. Hollanda 1980’li yıllarda, 12 Eylül faşist cuntasından kaçan yığınla ilerici, devrimci, akademisyen, teorisyen ve ayrıca işe çıkmış, kendi yolunda koşan katillerle doluydu. Dolayısıyla her iki tarafta, bana ilham kaynağı olmuştur. Sürgünde yaşayan ilericilerden, entelektüel bağlamda çok şeyler öğrendim. Ne de olsa ben, İzmir’in Tenekeli Mahallesi’nde bulunan boklu derenin dibinde, toprak yiyerek büyüdüm… Hayatın pratiği de bana dünyanın birçok yerinden gelen haydutlarla karşılaşma ve tanışma fırsatını verdi.

Sonsuz Tefrika romanınızda dikkatimi çeken en önemli olgularından birisi de, kahramanınız Şeytan Arif’in sürekliliğinin yanında; Subutay, Yaramazof Kardeşler, Deli Duda, Dilingir Hasan, Zaka Selo, Karmen Zeliha, Kör Tobar, Cav Cav Cemal, Çimentepeli Çiyan Erdinç, Topal, Kahveciler Kralı Kara Ali gibi çok temel ve ana kahramanlarınız var. Hatta her biri, bir roman kahramanı gibi baskın karakterler. Çoklu roman kahramanlarıyla, romanınız ekseninde nasıl baş edebildiniz?

Roman yazmak bilgiyle birlikte, hayal dünyanızın geniş olmasını gerektirir. Gördüğüm olayları, hayallerimle birleştirdiğimde romanımdaki bu kahramanlar ortaya çıktı. Bana hiç yabancı değiller. İzmir’de bulunan keranenin, dibinde büyüdüm. Çocukken, “Amca, keraneye buradan gidilir” falan diye yol tarif ederdim ama orada ne yapılır bilmezdim. Bu tip insanlar, dünyanın her yerinde varlar.

Caracas’ta soyulmadan yürüyemezsiniz. Meksika’da, hayatınız çok büyük tehlike altındadır. Bükreş’te bana bir şey olmaz diyen adamların, koma halinde hastaneye kaldırıldığını gözlerimle gördüm. Amsterdam’ın arka sokaklarında, çok soyulmuş arkadaşım var. San Paulo’da yürürken, başına her an her şey gelebilir. Kısacası, dünyanın her yeri, tehlikelerle doludur. Amsterdam gibi güzel bir şehirde, İsrail’den turist olarak gelmiş bir kadının Anna Frank’ın evini ziyaret ederken bir soyguna denk geldiğini ve yaşanan çatışmada yanlışlıkla öldürüldüğünü asla unutamam. Romanımda, Tenekeli Mahallesi’ni kerteriz olarak aldım. Genelde bir şey olmaz oralarda ama sağında solunda olabilir ve olmuştur da.

Romanınızda merak ettiğim bir alan var. Şeytan Arif’in roman boyunca futbolla ilgisini görmüyoruz. Ama rüya/hayal/anımsama arasında üç isteğinden birisi, ‘Dünyanın En İyi Futbolcusu’ olma fikri. Çok şaşırtıcı ve sürpriz bir hamle bu. Hatta çok heyecan verici. Çünkü kahramanınız Şeytan Arif’in, o ana kadar hiç futbolla ilgisi yok. Bunu nasıl açıklarsınız?

Çingenelerin neredeyse hepsi, Büyük Altay takımını tutarlar. Fanatik futbol severler gibi, kimseye düşmanlık yapamam. Saçma sapan işlerle de ilgilenmem. Fakat futbola zamanında, önem vermiş birisiydim. İzmirliyim ve doğuştan hiç bir çaba sarf etmeden, doğal olarak Göztepeliyim. Sonsuz Tefrika’nın biraz heyecanlı olması gerektiği için, futbolla ilgili bölümü yazdım.

Acımasızlığı unutabilmek için, yemek yapmayı öğrenmeliyiz.”

Romanınız özelinde yarattığınız utulmaz kahramanları, ayrıca romanınız düzeyinde unutturmaya ve sonrasında da bazı paragraflarınızda hatırlatmanız çok şaşırtıcı. Türk edebiyatında çok az rastlanan bu duygu özelinde, neler söylemek istersiniz?

Hayatın gerçekleri acımasızdır. Acımasızlığı unutabilmek için, yemek yapmayı öğrenmeliyiz. Ağzının tadı olmayan birisinin, bu dünyanın hiçbir yerinde tadı yoktur. Bu yüzden bazen insanlara bir şeyleri ara sıra hatırlatmakta fayda var.

Yiğit Bener, kitabınıza yazdığı önsöz yazısında, “… Sonuç olarak Cengizciğim, yeni kitaplarını da bekliyoruz.” diye yazıyor. Yeni çalışmalarınız konusunda neler söylemek istersiniz?

Yeni bir şey yazma konusunda, çok düşüncelerim var. Aslına bakarsanız üç defa ölüp dünyaya tekrar gelsem, yazacak konuların bende bitmeyeceğini anladım. Dünyanın birçok yerini tavaf ederken, boşuna yaşamadığımı anladım. Çok güzel olaylar, haksızlıklar, şerefli ve şerefsiz insanlar, dünyanın her yerinden gelme acımasız haydutlar, hırsızlar, soyguncular, sahtekârlar tanıdım. Bana da yazmak düşüyor…

Tenekeli Mahallesi, gariban ve iyi insanların semtidir. Bulaşmazsan, sana dokunmazlar. Bulaşmaya kalkarsan, kaderine razı olmalısın.”

Son olarak, şunu söylemek isterim; Sonsuz Tefrika, Tenekeli Mahallesi’nin bir çığlığı/ağıtı mıdır?

Tenekeli Mahallesi, gariban ve iyi insanların semtidir. Bulaşmazsan, sana dokunmazlar. Bulaşmaya kalkarsan, kaderine razı olmalısın. O mahallenin dibinde büyüdüm. Olayları, kendimle özleştirdim. Gerçekten kafalar bi dünya kelleyken, kara tirene kafa atmaya çalışan insanların kıyma olmuş şekilde adres değiştirdiğine şahit oldum. Asla unutmam. Bunlardan birisi, çok sevdiğim arkadaşımın abisiydi. Satırla karakola dalan mı ararsın, durup dururken rüzgâr yapan mı? Her şey boldu. Eskiden oralarda, eğlencenin kralı vardı. Çok fakir bir ailenin üyesiyim ama o zamanlar alım gücü fena değildi. Çalışarak, çoluk çocuk okutabiliyordu. Şimdilerdeyse, imkânsız. Dolayısıyla, Çingenelere çok büyük haksızlıklar yapılmıştır. O insanları, uzun süre pek bir insan yerine koyan olmadı. Çingenelerinde sanki çok umurundaydı. Her şey vur patlasın, çal oynasın şeklindeydi. Kahramanlar ile Tenekeli Mahallesi arasında çok kavgaların olduğuna biliyorum. Kahramanlar semtinde oturan gençler, kavgadan gürültüden korkmadığı için genelde barış hâkimdi. Ne Kahramanlar semtinde, ne de Tenekeli Mahallesi’nde kolay kolay kimse iş olsun diye arıza yapamamıştır. Bu gelenek hala sürmektedir.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl