B

Yönetmenliğini ve senaristliğini Durmuş Akbulut’un yaptığı, İde Yapım’ın yapımcılığını üstlendiği Bekçi, 14 Haziran 2019 tarihinde gösterime giriyor…

İlk gösterimi 37. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirilen Bekçi, 29. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin de Ulusal Yarışma bölümünde festival seyircisiyle buluşmuştu. Kadrosunda, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz usta oyuncu Turan Özdemir’in yanı sıra Koray Ergun, Pelin Ermiş, Serhan Süsler ve Uğur Karabulut gibi simler yer almaktadır.

Bekçi filminin vizyon öncesinde filmin Görüntü Yönetmeni Serdar Özdemir, Senarist ve Yönetmeni Durmuş Akbulut’la buluşup, bir söyleşi gerçekleştirdik.

Durmuş Akbulut ve Serdar Özdemir

Serdar Özdemir’i biraz tanıyalım istiyorum.

1980 Ankara doğumluyum. İlk ve ortaöğrenimimi Ankara’da tamamladım. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Televizyon Bölümü’nden mezun olduktan sonra birçok dizi, film, reklam, klip işlerinde kamera asistanı olarak çalışmaya başladım. 2009 yılında Selim Güneş’in yönettiği Kar Beyaz isimli sinema filmiyle  görüntü yönetmenliği maceram başlamış oldu.

Bekçi, Durmuş Akbulut’la çalıştığın ilk filmdi. Daha sonra da, iki filminin görüntü yönetmenliğini yaptın. Bekçi filmiyle başlayalım istiyorum. İlk olarak, Durmuş Akbulut’la çalışmak üzerine neler söylemek istersin.

Durmuş Akbulut; resmi, müziği, sinemayı, totalde güzel sanatları iyi bilen bir yönetmen. İlk buluşmamızda resim, sinema, fotoğraf üzerine verimli konuşmalar yaptık. Açıkçası bu, beni hem rahatlattı hem de biraz tedirgin etti.

Neden?

Aydınlatma, renk, kadrajlama işlerinde yalnız olmadığım kesindi. Fakat resme, fotoğrafa ve sinemaya hâkim bir yönetmene hep daha iyisini vermek zorundasınızdır. Bu da beni tedirgin eden taraftı. Elimizdeki olanaklarla, daha iyisini nasıl yaparız üstüne ön çalışmalar yaptık. Durmuş Akbulut’u tanıdıkça, işim daha da kolaylaştı. Neyi, nasıl istediğini bilen bir yönetmenle çalışmak çok daha kolay ve rahat olur. Hazırlıklarınızı ve çözüm planlarınızı daha net yapabilirsiniz. Benim en büyük şansım da buydu sanırım.

Bekçi filmini genel anlamda, ‘bir atmosfer filmi’ olarak tanımlıyorum. Filmin, gece sahneleri neredeyse yüzde seksen civarında. Bir görüntü yönetmeni olarak, Bekçi filminin atmosferini üzerine bir görüntü yönetmeni olarak düşüncelerini öğrenmek istiyorum.

Senaryoyu ilk okuduğumda, gece sahneleri o kadar fazlaydı ki, aşağı yukarı bir atmosfer ve mekân canlandırmaya çalıştım. Mekânımız Buca ilçesinin Kaynaklar köyüydü. Bu mekân için ne ve neler gerekli olabilirdi? Atmosferi nasıl yaratabiliriz? gibi soruların yanıtını aramaya başladım. Bunun üzerine, Durmuş Akbulut ve filmimizin yapımcısı Elçin Çelik’le oturup gerekli malzemeleri konuşmaya başladık. İlk olarak dayfornight efektini düşündük, fakat bununla gerekli atmosfer sağlanamazdı.

Nasıl bir çözüm ürettiniz?

Bunun için reel zamanlar ve bir ışıklandırma şarttı. Gece sahnelerini, vinç üzerine koyduğumuz ve filtrelediğimiz 5 kw ışıkla çözmeye çalıştık. Buna destek olarak, oyuncunun geldiği yöne göre elimizdeki 2-2.5kw soft boxları kullandık. Bunlar atmosferimizi gayet güzel besledi. Filmin alacakaranlık sahnelerini, benim deyimimle gün batımına beş kala çektik. Tabii bu süre çok kısa olduğu için, altı-yedi gün sahne devamlılıkları için uğraştık.

Bekçi filmi ulusal ve uluslararası film festivallerinden sonra 14 Haziran tarihinde gösterime giriyor. İzleyicilerin, bu filme gittiğinde neyi görmelerini istersiniz?

Çoğu izleyici sinemaya gittiğinde, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, filme kendisini kaptırıp kendisini hikâyedeki kahraman gibi hissedip zamanını israf edip çıkar. Bekçi filminde, karanlığın bilinmezliği, gerilim unsurlarından biri. İzleyici, filmin alt metnini okumaya çalışırsa çok keyif alır.

Bekçi filmine dair unutamadığın kişisel bir anın var mı?

Kişisel anıdan çok, sanırım ekipçe unutamadığımız şey mezarlığın kendisi. Gece sahnelerinde, hep özenle çalışmak zorundasınız. Mezarlıklar, kutsal yerlerdir. Her gece mezarlıkta çalıştığımız için tedirginliğimiz, zihinlerimizi açık tutuyordu.

DURMUŞ AKBULUT: “DAR BİR MEKÂNDA, DOKSAN DAKİKA BOYUNCA İZLEYİCİNİN İLGİSİNİ DİRİ TUTMAK EN BÜYÜK ENDİŞEMDİ.”

Bekçi, 37. İstanbul Film Festivali Seyfi Teoman İlk Film Ödülü kategorisinde ve 29. Ankara Uluslararası Film Festivali Ulusal Yarışma bölümünde gösterildi. Senarist ve Yönetmen olarak, bu gösterimlere katıldınız ve izleyicilerinizle söyleşme imkânınız oldu. Bu söyleşilerde neler konuşuldu?

Önceden tahmin ettiğim gibi daha çok filmin atmosferi konuşuldu. Bir de elbette neredeyse tamamına yakınının gece geçmesi konusu. Dar bir mekânda, doksan dakika boyunca izleyicinin ilgisini diri tutmak en büyük endişemdi. Ama tam da bu endişemi yok edecek sohbetlerle karşılaştım. Gece, az sayıda mekân ve kasvetli bir atmosfer filmin sonuna dek merakı ayakta tutmayı başarmış. Bunu anladım. Beyoğlu Sineması’ndaki gösterime gelen izleyici daha çok yapım süreçlerine dair, profesyonel sorular sorarken; Ankara Büyülü Fener’deki izleyici daha sıcak ve samimi sorular yöneltti. Hatta yaşlı bir beyefendi, “Bu filmin, kendisini, çocukluğuna götürdüğü”nü söyleyince çok şaşırmıştım. Bir sanat yapıtının bazen kimde, nasıl bir empatiye karşılık geleceğini kestirmek gerçekten zor.

Resim sanatına duyduğum yakın ilgiden dolayı, kadrajda ve kompozisyonda çok sıkıntı çekmedim.”

Bekçi, ilk filminiz. Filminizi izlediğimde her karenin bir resim tablosu gibi olduğu ama o kareleri oluşturan sahnelerin de duygusunun çok güçlü olduğunu gördüm. Ki bu, Türk sineması özelinde çok rastlanılacak bir durum değil. Bekçi’nin görsel tasarım sürecini nasıl yürüttünüz?

Bekçi’nin görsel tasarımını, senaryo aşamasındayken yapmaya başlamıştım. Bulduğumuz mekânlarında tesadüfi katkısı bir oldu. Sıfırdan inşa ettiğimiz bekçi kulübesi dışında, hiçbir dekor malzemesi kullanmadık. Filmin çok büyük bölümü gece geçtiği için, doğal olarak ışık tasarımı üzerinde çok durduk. Resim sanatına duyduğum yakın ilgiden dolayı, kadrajda ve kompozisyonda çok sıkıntı çekmedim. Kaldı ki, atmosfer büyük oranda Çehov anlatılarının atmosferini yansıtıyor. Buna biraz da Barok ışık ekleyince, kontrastlar son derece yerinde oldu. Bazı sahnelerde birebir resim çalıştık.

Örnek verir misiniz?

Rüya sahnesinin bir kısmı doğrudan Füssli’nin “Kabus” adlı tablosuna gönderme içeriyor. İç mekanda Rembrandt ışığına ağırlık verdik ve bir sahnede Michelangelo’nun “Ademin Yaratılışı” freskine doğrudan gönderme yaptık… Burada, sorunuz haricinde bir şeyi eklemek istiyorum. Yapım anlamında çok şanslıydık, zira yapımcım aynı zamanda bir sanatçı; opera sanatçısı. İde Yapım’ın sahibi Elçin Çelik bana her konuda destek oldu ve filmin geneline çok olumlu katkılar sundu. Sanatçı olması işimi büyük oranda kolaylaştırdı. Resmi sevmesi de benim için büyük şanstı. Yeni projelerde onunla çalışmaya devam ediyorum.

Filminiz, tek kahramanın/karakterin üzerine yoğun bir projektör tutuyor. Neredeyse filmin kahramanı Bekçi’yi göremediğimiz sahne yok gibi. Bunu Türk sineması özelinde Reha Erdem’in Kaç Para Kaç filminden sonra ilk defa görüyoruz. Bir kahramanın, bütün bir filme ruh ve görüntü olarak yayılmasının çok bilinçli bir tercih olduğunu, filminizi izleyince daha iyi anlıyorum. Oyuncu tercihinizde; geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz, oyuncunuz Turan Özdemir’in olmasının büyük bir önemi olduğunu görüyorum. Bu arada Turan Özdemir’le, daha sonra iki film daha yaptınız. Bu noktada iki sorum var. Birincisi, tek ve baskın bir karakter üzerine film yapmanın zor olduğunu düşünüyorum. Bunun üstesinden nasıl geldiniz? İkincisi, Turan Özdemir’le çalışma yönteminiz üzerine neler söylemek isterdiniz?

Filme ya da bir tiyatro oyununa ara vermeden devam etmiş oyuncular her zaman daha disiplinlidir.”

Oyuncunun filmin tüm sahnelerinde baskın biçimde yer alması, muhtemelen roman sanatından ödünç alınmış bir durum. Romanda kanıksadığımız, sözcüklerin yön verdiği ve yazarın kontrolünde gelişen bu durum; sinemada, çok daha çetin bir uygulamadır ve kontrol büyük oranda oyuncudadır. Oyuncunun, oyununun ya da duygusunun tek bir sahnede bile düşmesi, diğer tüm sahneleri tehlikeye atabilir. Bu nedenle, disiplinli bir oyuncunun -hiç tercih etmesem de metod oyuncusunun- varlığı çok önemli. Hatta filme ya da bir tiyatro oyununa ara vermeden devam etmiş oyuncular her zaman daha disiplinlidir. Turan Özdemir de son derece disiplinli bir tiyatro duygusuna sahip olduğu için, devamlılıkta hiç sorun yaşamadım. Ama onun gibi oyuncuları eğip bükmek, bazen tam bir baş belasıdır. Onunla bu sorunu biraz yaşadık ama bir kez çözülünce, her şey daha kolay oldu. Çok prova yaptık. Bazı önerilerine açık oldum ama çekim esnasında onun söylediklerinin tam tersini yaptım! Turan abiyi [Özdemir] neredeyse lise yıllarımdan beri tanırdım. Bu yüzden resmiyeti atıp, rahat rahat kavga edebiliyorduk. Çok küserdi ama bir o kadar da çok barışırdı ve güzel barışırdı. Onu çok özlüyorum.

Görüntü Yönetmeniniz Serdar Özdemir’e sorduğum soruyu size de sormak istiyorum. İzleyicilerin bu filme gittiğinde neyi görmelerini istersiniz?

Öncelikle -ki bu soru festivallerde hep geldi- gece sahnelerinde duyulan doğaya ait sesler tamamen doğal. Bir ya da iki ekleme var hepsi bu. Atmosfere ait sesler o kadar yoğun ki, dikkati hemen çekiyor. İzleyicinin neyi görmesi gerektiğini söyleyemem ama gerilimle mizahın ince kolajını fark etmeleri beni sevindirirdi.

Son olarak, size şunu sormak istiyorum: yeni projeleriniz hakkında neler söylemek istersiniz?

Şu anda yeni bir filmin hazırlıklarına başladık. Ressam Devrim Erbil’in yapıtlarına odaklanmış bir film. Yarı biyografik, fantastik, kara mizahı da içeren bir dram filmi. Bu aynı zamanda Türk sinemanın kurmacaya dayalı, konulu ilk ressam filmi olacak. İsmi, “Devrim Erbil: Gökyüzü Öyle Maviydi Ki”. Bu yaz, Balıkesir ve İstanbul’da çekimlere başlıyoruz. Resim sanatını derinden seven biri olarak, bu film konusunda son derece heyecanlı olduğumu da eklemek istiyorum.