İlk Mevsim

Dar, uzun cadde boyunca kaldırımlarda suskun ağaçlar ve yalnız başlarına sokak lambaları sıralanıyordu. Ağaçların türlü yeşilleri, lambaların huzurlu sarı ışığı sessiz, sıcak yaz akşamında oradaydılar.

O akşam, arabada onu beklerken kaç kez geçirdim aklımdan: “Ah, ne yapıyorum burada, ait olmadığım bu yakada. Pek tanımadığım o genç kadını niye bekliyorum?” Ve kaç kez geçti aklımdan: “Atölyeden hiç çıkmasaydım, kalsaydım orasının köhne ve güvenli ıssızlığında.”

Camları kapattım. Müzik açtım. Hem küfredebiliyordum arada kendime, yüksek sesle.

Biraz yatışınca dışarı çıktım, tütün ve soğuk bir bira almaya. Yürürken şehrin ana caddelerinden, derinlerinden gelen her zaman ayırt etmediğimiz uğultuyu dinledim. Bir cankurtaran aracı bağırıyordu uzaktan. O gelirse biz de karmaşaya karışacaktık. Gelir ise… Bunu dillendirmek, gelmemesi olasılığını düşündürdü. Evet, gelmeyebilirdi, o zaman hemen kendi yurduma, atölyeye dönerdim. Beni bekleyen masama.

Yürüyüş bitmişti. Arabada bira içiyordum, müzik yeniden başlamıştı. İkinci yudumu alıyordum ki, “Smooth” başladı ve sokağın ucunda onu gördüm. Beyaz gömlek, lacivert şort giymişti. Üçüncü yudumu hızlandırıp arabadan çıktım. Kapının arkasından el salladım. Gülümsedi.

Yaklaştıkça önce gözleri, ardından saçları belirginleşiyordu. “Siktir.” diye mırıldandım. Hatırladığımdan daha güzeldi ve bana geliyordu. Son adımında, “Merhaba!” dedim. Arabaya bindik, dönüp tekrar bakmaya korkuyordum, bakmadan sordum: “Bira ister misin?” Dört bira almıştım. Uzattığım birayı alırken, “Sana da merhaba, sigara içsem… Çakmağın var mı?” dedi. Sigarasını yakarken yaklaştım ve o an, o an yetebildiğince ona baktım.

O akşam, karmaşaya karışıp sahile indik. Ortaköy’de, meydana bakan, eski bir meyhaneye. Gecenin sonunda, masanın beyaz örtüsüne bir şeyler çiziyor ya da karalıyordum. Meyhaneyi kapatıp arabaya döndüğümüzde, sessizliği ben bozdum: “Tekila?”

Elbette.” dedi. “Atölyede.” dedim. Biraz duraksadıktan sonra “Tamam.” dedi. Anahtarı çevirmeden tekrar ona döndüm, “Tekila ve atölye, emin misin?” dedim. “Hadi çalıştır şu arabayı, gidelim.” dedi.

Geç bir saatti ve yollar açıktı.

 

*

Başka Bir Mevsim

Islak sokak taşlarından ışıkların yansıdığı sıradan, soğuk bir akşamdı. Arabayı Pera’nın arkasında, çok katlı otoparka bırakmış, bara doğru yürürken akşamın tenhalığını izliyordum. İleride hatırlayacağım, o yılların kış gecelerinden biri olacaktı. Elbette bunu o an bilmiyordum.

O gece gittiğim barda neler olduğunun ya da ne kadar kaldığımın önemi yok. Mükemmel sakin bir geceydi. Oradaki şömineyi sönmeye yüz tuttuğunda bıraktığımı anımsıyorum. Önemli olan, sayılı basamaklardan sonra küçük, ahşap kapıdan dışarı adım attığımda sokakta beni karşılayan beyaz halı ve karanlıkta telaşla uçuşan bembeyaz tüylerdi. Gökyüzüne baktım, uzun uzun baktım.  Şehir ışıklarının yansıdığı bulutlara ve aramızda uçuşan beyaz tüylere.

Yürümeye başladım. Alıştığımız kış gibi değildi, kar kokuyordu ortalık. Karın, botlarımla buluşurken çıkardığı sesleri dinliyordum. Hızlanmadan ana caddeye çıktım. Tiyatro pasajına doğru insanlar belirdi etrafta. Oyundan çıkmış, evlerine dönüyor olmalıydılar, belki bir kafe ya da bara gidiyorlardı.

Pasajın önünde üç kişi vedalaşıyordu. Onlara iyice yaklaşmıştım ki, aralarından biri gruptan ayrılıp döndü. Göz göze yakalanmıştık. Bir an beynimde tüm kartlar tek tek açıldı, ortalık karardı, aydınlandı. Kar tekrar başladı. Oydu. Beresine, yüzüne sardığı atkısına karşın, gözlerinden tanımıştım.

Ne kadar öylece durduk bilmiyorum. Neden sonra yürümeye başladık? Meydana doğru yürüyorduk. Gece yarısı. Hiç konuşmasak da oluyordu, çünkü kar yağıyordu.

Meydana ulaştığımızda ona döndüm: “Tekila?” dedim. Cevap vermedi. Işıltıyla bakmaya devam ediyordu. Elini tutmuştum.

Otoparkta, arabaya bininceye kadar başka bir cümle geçmedi aramızda, başka bir söz olmadı. Sokakların kar sessizliği ve ışığı içerisinde yürümüştük. Arabayı çalıştırmadan ona döndüm: “Atölye ve tekila, emin misin?” Atkısını çıkartırken gülümsedi: “Çevir şu kontağı.” dedi.

*

 

Son Söz

Belki ikisi de farklı kadınlardı, belki aynı. Belki ayrı zamanlardı, belki aynı.

Belki bunlar kurguydu, belki yaşandı.

Belki

***

 

_____

ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU

İlk yalanımızı söyledikten sonra insanlara güvenmemeye başlarız. Masumiyetimizi yitirmişizdir. Yalan söyleyebileceğimizi, başkalarının da bize yalan söyleyebileceğini öğrenmişizdir artık. Geri dönüşü yoktur. Şu anda size yalan söylüyorum.

Devrim Altıkulaç’ın ‘Belki…’ başlığını verdiği öyküsü, üç bölümden oluşuyor. ‘İlk Mevsim’ başlıklı ilk bölüm, planlanmış bir buluşmayı, ‘Başka Bir Mevsim’ başlıklı ikinci bölüm de bir karşılaşmanın buluşmaya dönüşmesini hikâye ediyor. Üçüncü ve ‘Son Söz’ başlığını taşıyan en kısa bölüm ise okurda ilk iki bölümle ilgili kuşku uyandırmaya yönelik cümlelerden oluşuyor.

Üçüncü bölümdeki cümleler, birinci tekil şahıs ağzından konuşan yazar-öznenin ilk iki bölüm konusunda yalan söylemiş olabileceğini gösteren yapıda kurulmuşlar. Yazar-özne, ilk iki bölüm konusunda yalan söylemiş olabileceğini ima ediyor. Yazarın ilk iki bölümle ilgili itirafının, ‘yalancı paradoksu’ ya da ‘Giritli paradoksu’ olarak da bilinen ‘Epimenides paradoksu’na karşılık geldiğini söyleyebiliriz. Kendisi de Giritli olan filozof Epimenides’in paradoksunun aslı şöyle: Giritliler, her zaman yalancıdır.

Tüm paradokslara özgü, doğru gibi görünen ifadenin çelişkili yanları bulunan sonuçlar oluşturması hâli, Epimenides paradoksunda da bulunmaktadır. Bu önerme, önermelerin hem doğru hem yanlış olamayacağı bilgisine karşın, çelişkili bir sonucun, yani önermenin aynı anda hem doğru hem de yanlış olduğu sonucunun çıktığı bir önermedir. Bunun sebebi, cümleyi kuran filozofun da Giritli olmasıdır.

Belki…’ öyküsünün yazar-öznesi de ilgili paradoksa karşılık gelen bir şey söyler, yalan söylemiş olduğunu ima ederek. Bu imayı, yani ‘Yazar-özne yalancıdır.’ önermesini doğru kabul edersek, anlatıcı kendisi olduğu için yazar-öznenin yalancı olması gerekir. Eğer yazar-özne yalancıysa, ilk iki bölümde anlattıkları da dâhil tüm söyledikleri ve ‘Yazar-özne yalancıdır.’ önermesinin de yanlış olması gerekir. Doğru söylediğine inanacak olursak yalan söylediği sonucuna varırız ki önermenin hem doğru hem yanlış olduğu sonucu çıkacaktır. Diğer taraftan ‘Yazar-özne yalancıdır.’ önermesini yanlış kabul edersek, yine anlatıcı kendisi olduğu için yazar-öznenin bu kez de doğru söylüyor olması gerekir. O halde, ‘Yazar-özne yalancıdır.’ önermesinin doğru olması gerekir. Buradan yine çelişkili bir sonuca varılır.

Yukarıda önermelerin hem doğru hem yanlış olamayacağına değinmiştim. Şimdi, lütfen, en başa dönüp öyküyü bu gözle yeniden okuyun. İlk paragrafın son cümlesinde size ne demiştim?

Belki…

***