I
Denizlerin Samanyolu

Kuru toprağın göğünde
Yıldızlar kaymaya başladığında,
Islak topraklar suyun üstünde yakar
Kendi Samanyolu’nu.
Denizlerin göğü suyun yüzüdür,
Her zamanki geceniz için
Yanar denizin ateş böcekleri.

İki gök arasında
Sallanması durana kadar bekliyor
Meyhaneden yeni çıkmış biri.
Midesinde, susamadığı
Ama dinlemedikleri sözler de çökünce yerlerine;
O da kumların üstüne çizilmiş
Bir evin kapısına oturuyor.

Ağırlığını taşıyamayan
Kapıya arkaüstü yatırdığı başı,
Göğe adımlarını vuran
Martının ayak bileği büküldüğünde
Yükünü yanağının üstüne boşluyor.
Başlıyor kapıdan içeri konuşmaya,
Martı tek ayağını kaldırıyor.

İçerde tahta masaya isabet ettirdiklerini duyuyor
Sustuklarını fırlatan bir kalemin.
Karnındaki heyecanı ümitli bir şeye çeviremeden,
Biraz sonra kapının altından bir zarf uzanıyor.

Elindeki şişeyi
Kıyıdan, kolunun olanca gücüyle suya,
Yakamozun ortasına fırlatıyor.

Terk edip uçuşunu kaçıyor martı.

 

II
Su Altı Meyhanesi

Postaneye giriyor suyun altında birileri
Birer ikişer.
Her gece bir görünürsünüz Su Altı Postanesi’ne,
Burada dağıtım yapılmaz haber sahiplerine;
Dağıldığınız yerden siz toplanırsınız
Kendinizi sorduğunuzun bilenini aramaya.

Sabah, haberini soran biri,
Düşündüklerinden varamadığı yerden
İki adım ileri çıkıyor postaneden.
Meyhane,
Postanenin karşı sandalyesidir,
Tabelanın yarısı.

Herkes cam yığınları arasında
Şerefine değecek olanı beklerken,
Suyun göğünde etrafa saçılıyor yıldızlar birden;
Bu, yeni bir haber olabilir.
Yukarı kaldırılan şişelerin tokuştuklarından ilk çınlayan,
Sevinç şarkısını başlatıyor.

Çıkıyor içerden
Bizim bahsettiğimiz.
Bir kayık iskeleti var meyhanenin önünde;
Omurgasına yatırıyor sırtını kayığın ve bekliyor,
Posta şişesi batana kadar
Denizlerin Samanyolu’nu seyre yetecek yutkunuşunu
Birkaç tekliğe bölerek.
Önde umutlar,
Aşağıda bir koro:

“Yelkenli,
İnce kâğıt gerilir rüzgârın dudağına;
Aşığın dudağından,
Önce şarkı çıkar rüzgârdan.

Ceketlerinden bir iki etektir
Rüzgârın yelkeni de,
Denizin üstünde yürüyebiliriz de…”

 

III
Hıdırellez

Yukarda,
Ilık mayıs gecesinden yağmur geçiyor.
Silinmeye başlıyor ev çatısından;
Okunamıyor arka yüzü zarfın,
Kumların üstündeki evin
Kayboluyor adresi.

Evin boşluğuna düşüyor
Dayandığı kapıdan adam.
Hikâyesiz,
Yapayalnız kalıveriyor hayatta.
Eliyle kumun yüzeyini süpürüyor ve
Telaşla yatak odasına giriyor.
Aynanın kenarlarına sıkıştırılmış resimleri,
Tülün altındaki mumların
Kararmış iplerine dizili parmak izlerini,
Uykusuz şarkıların
Yastıkların içine biriken yankılarını,
Belinde ilk ıslandığımız dalgalardan kalan tuzun
Yeşil çarşaflardan dökülüşünü,
Masayı, kalemi;
Sonra mutfağı, oturma odasını, holü;
Kapının arkasındaki ayakkabıları
Ve
Evi çizdiğin ellerini de
Yerli yerine koyduktan sonra,
Daha çok dileğin
Daha çok şansı için
Dilinde çevirerek
Dönüyor meyhanenin yoluna:

“Beni ayık tut.
Bize bakmak için denizden
Kumlardaki evlerimize;
Her an diye hatırlayabileceğimiz bir anda,
Bize bir kayık tut…”

Resim: Orhan Peker

_____

NOT

ELEŞTİREL KÜLTÜR (EK Dergi) sitesinin edebiyat editörü Erkan Karakiraz’ın seçtiği eserler, sitenin edebiyat bölümü Litera’da yayımlanıyor. Matbu ya da dijital herhangi bir ortamda yayımlanmamış öykü ve şiirlerinizi, literaoykusiir@gmail.com e-posta adresine gönderebilirsiniz.

.
.
.