Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir adlı eserinin önsözünde eserin nasıl yazdığını anlatırken mazinin, geçmişin önemini vurgular ve kendimiz olarak yaşayabilmek için geçmişle hesaplaşmaya, anlaşmaya mecbur olduğumuzu söyler. Beş Şehir bir iç hesaplaşmanın sonucunda yazılmıştır. Yazar Anadolu’nun en önemli beş şehrini anlatırken tarihi eserlere baktığında, izlediğinde kulağına gelen kervan sesleri ile Itri’nin, Dede Efendi’nin musikisini hatırlar. Bir köy manzarası izlediğinde kulağına koyunların kuzuların sesleriyle çobanın kavalının birlikte oluşturduğu sesleri duyar.

Şehirler, mekanlar anılarımızla yaşarlar. Sesler görüntülerle birlikte iz bırakır zihinlerimizde. Anılarımızın zihinlerimize nakşoluşunun farkında olmasak da o anı daha sonra ne çok şey ile hatırlarız.

Hayatımı etkileyen iki şehri düşündükçe farklı hisler uyanır içimde. Her biri ayrı uçlarda, uç noktalarda iki şehir. Farklılıkları ve benzerlikleri ile iki ayrı dünya sanki. Doğu ve Batı gibi konumlarına rağmen halkları, tarihleri, hikayeleri benzerlikler taşıyan benim memleketlerim.

Ülkemin en güzel şehirlerinden, İzmir ve Mardin. Ben Tanpınar gibi bu şehirlerin tarihine, tarihi olayları ve eserlerine derinlemesine değinecek değilim; kendi düşüncelerim üzerinden, bende oluşturduğu izler ve bilgiler üzerinden anlatacağım.

İzmirli olmak değil ama İzmir’de yaşamak ayrıcalıktır gerçekten. Ülkenin en batısında hatta en ucunda olması ile diğer kentlere göre de farklı bir hayatın yaşandığı bir kent. Tarihte Çin’den gelen İpek Yolu’nun son durağı olan liman kenti, diğer ülkelerle bağlantının kurulduğu nokta. Batılı ülkelerle bağlantının bu şehir üzerinden olması Türkiye’nin önemli şehirlerinden biri olmasında belirleyici olmuştur.

Batılı medeniyetlerin gelip geçtiği bir tarihi var İzmir’in. Aioller, İyonyalılar, Lidyalılar, Persler, Helenler, Bergama Krallığı, Roma İmparatorluğu, Doğu Romalılar, Bizanslılar, Anadolu Selçukluları, Aydınoğulları Beyliği ve Osmanlılar şeklinde medeniyetlere kucak açmış olan İzmir, bu medeniyetlerin mirasını halâ taşımaktadır.

İlçelerdeki Efes, Meryem Ana, Bergama gibi tarihi yerlere yakın olması bir değer katıyor İzmir’e. Merkezindeki Agora, Erythrai gibi uluslararası ün yapmış tarihi yerleri, camileri ve kiliseleriyle dünyanın dört bir yanından gelen turistler için turizm cenneti. İklim ve coğrafyası ile tercih edilebilir kentlerden biri.

Mardin ve İzmir birbirinden farklı coğrafyalarda birbirinden çok uzak olsa da benzer özellikler de gösteriyorlar. Mardin de İzmir gibi doğudan batıya, batıdan doğuya ticari mallar, bilgiler, inançlar, kültürler taşıyan tarihi İpek Yolu’nun üzerinde bulunan bir şehirdir. Bu nedenle de çok göç aldığı söylenebilir. Medreseleri ile bir zamanların ilim ve din merkezi olmuştur.

Bu coğrafyadan da birçok medeniyetler gelip geçmiştir. Klasik anlamda 4500’den başlayarak yerleşim gördüğü belirlenen Mardin; Subari, Hurri, Sümer, Akad, Mitani, Hitit, Asur, İskit, Babil, Pers, Makedonya, Abgar, Roma, Bizans, Arap, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı gibi medeniyetleri bu coğrafyada derin izler bırakmıştır ve Mardin hala bu kültürlere ait eserler taşır. Tarihi eserleri ve kültürel varlıkları ile eşsizdir. Dillere destan medreseleri, manastırları, camileri, kiliseleri, çeşmeleri, hanları ile tarihin mucizesidir. Saymakla bitmeyecek görülmesi gereken yerler içinde Dara harabeleri Efes harabeleri kadar ünlenmiştir.

Her iki şehir de memlekettir benim için. Hayatımın büyük İzmir’de geçirmiş olmama rağmen kendimi daha çok Mardinli hissetmemin nedeni köklerimin burada olması. İkinci bir nedeni de 1950 yılında İzmir’e yerleşen ailemin kendi geleneklerimiz ve göreneklerimizi burada da devam ettirmeleri. Yıllar geçse de Mardin türküleri, Arapça Kürtçe deyişleri dilimizden düşmemiştir. Mardin mutfağı bugün hala evimizin temel beslenme alışkanlığını oluşturur. Mardin’i hatırlatan her şeye şiir yazmalarım ondandır. Mardin müziği dinlememiz ondandır.

Hala Mardin için bir şeyler yazıyorsam sebebi Mardinli oluşumdandır.