Ana Sayfa Kritik BİLGİ ÇÖPLÜĞÜ OLMAK YA DA BİLGİCİLİKTEKİ KOFLUK

BİLGİ ÇÖPLÜĞÜ OLMAK YA DA BİLGİCİLİKTEKİ KOFLUK

BİLGİ ÇÖPLÜĞÜ OLMAK YA DA BİLGİCİLİKTEKİ KOFLUK

“İletişim çağı” masalı ile insanlık, karadelik gibi her şeyi kendine çeken bir bilgi çöplüğünün içine çekildi. Her gün milyonlarca “akıllı” telefon, internet, tv kanalıyla dünyaya yayılan denetimsiz sahte ve yalan bilgiler, dört yanımızı kuşatmış durumda. Bu çöplük bilgiler, neredeyse kendi doğamızın, kendi özümüzün düşmanı haline getirdi bizi. Ne tarafa dönsek üstümüze üstümüze gelen bu şişirme, kof bilgi yığını adeta bir bilgi obezliği yaratmış durumda. Yararlı bilgiyi de zararlıya dönüştüren bu zihinsel obezlik, tıpkı aşırı, şişirilmiş, abartılmış ilginin nefrete yol açması gibi, insanı bezginlik, bıkkınlık noktasına getirmektedir.

 

Sadece, her tıkladığımız telefondan, her açtığımız tv kanalıdan bizi boğarcasına peşpeşe üstümüze fışkıran reklam paketlerinin yaydığı kirli bilgi ve yarattığı iğrençlik duygusunu düşünmek yeterli. Bu derin yabancılaşmaya isyan etmeden katlanabiliyorsak eğer, aklımızdan ve ruh sağlığımızdan kuşku duymalıyız; ve muhtemelen bilerek veya bilmeyerek bu kuşatmaya ve kirlenmeye teslim olduk demektir.

 

Gerçeğin bilimsel bilgisiyle sahte ve yalan bilginin birbirine, at izinin it izine karıştığı, dolayısıyla “bilgi” ile bilimin ve bilimselliğin birbirinden daha da çok ayrıştığı günümüz gerçekliğinde bu çöplük sefaletini durup bir iyice düşünmek gerekiyor. Örneğin İslamın b/ilime verdiği önemi vurgulayan Hz. Ali bugün yaşasaydı acaba nasıl bir öğüttü bulunurdu? Bilgi ile bilimin birbirine çok yakın hatta aynı önemde olduğu o çağda “İlim Çin’de de olsa öğren” derken bugün şunu da eklemek zorunda kalmaz mıydı buna?: “Hakikatin bilimsel bilgisi ile sahte ve yalan bilgiyi ayırdetmenin yolunu, yöntemini öğrenmek, bilimin kendisini öğrenmek kadar önemlidir.”

 

Okumalarım, gözlemlerim ve yakın çevremdeki çok ilginç örneklerle tanık olduğum ve “Bilgicilik” olarak adlandırdığım anlayış ve yaklaşım, yazımın asıl konusunu oluşturuyor. “Doğru-yanlış, gerçek-yalan fark etmez, bilgi her şey, bilim, hakikat, toplumsal ve insani amaç hiçbir şey!” mantığıyla özetlenebilecek Bilgicilik, küreselci neoliberal projenin ideolojik nitelikli temel bir ögesidir. Toplumsal ve kültürel temeli şudur: Sınıf mücadelesinin, sosyalizmin, köklü toplumsal devrimlerin, ulusal kimliklerin ve ulusal bağımsızlık davalarının “sona erdiği”, dolayısıyla bilginin de dünyayı değiştirmeye değil bir tür fanteziye, gününü gün etmeye odaklanmış söz oyunlarına, laf ebeliğine hizmet eden bir entelektüel -ya da entel- eğilim.

 

Entel eğilim demek bile fazla belki, daha alt düzeydeki, daha sıradan, daha niteliksiz bir eğilimin, popüler kültürün ana ögelerinden biridir denebilir. Bu neoliberal operasyonda, topluma / millete ve insanlığa karşı sorumlu, dünyayı ve toplumu değiştirmede halkı aydınlatma ve önderlik misyonuna sahip “aydın” kimliği de, “entel” kimliğinin ve popüler kültürün yozlaştırıcı çarkında öğütülüp yok edilmeye çalışıldı, çalışılıyor.

 

Günlük dildeki deyişle “bilgiçlik taslamak”, “bilgi satmak” olarak bilinen Bilgicilik, entel, şarlatan ya da laf ebesinin saklandığı en güvenli sığınaktır. Topluma ve millete karşı herhangi bir sorumluluk duymayan, kendini toplum ve tarih dışı bir yere “sürgün eden” bireyci entellik için bilgi, sadece içindeki derin boşluğun, hiçliğin ve bölünmüş kişilik uçurumunun, vicdani çatışmaların ve cehaletin üstünü örtme çabasının bir dışa vurumudur.

 

Günlük yaşamımızda binlerce renkli örneğine tanık olduğumuz, -ki hepimiz zaman zaman aynı şeyleri yaşarız- hava atmalar, ukalalıklar, laf yarıştırmaları, piyasada kazanılmış ya da kazanılacak bir çıkarı, bir mevkiyi, bir “itibarı” ya da sahte bir onuru, gururu korumak kaygısının bir ürünüdür. Ancak insanlık halleri olan bu durumlar ile, gerisinde çok derin ve sistemli bir egemen sınıf çıkarı ve ideolojisi yatan, bilimsel gerçekleri sistemli çarpıtma, gizleme, karartme amacı taşıyan Bilgicilik, şarlatanlık ve bilgiçlik arasındaki kritik ayrımı görmek çok önemlidir. Yukarıda belirttiğimiz ve bilinçli ve planlı olarak üretilen sistemli yalanlar ve sahtelikler bu ideoloji ve kültürün temel unsurları ve yansımalarıdır.

 

***

 

Odaklandığımız esas konu yalan ve sahte bilgi değil. Bu kirli bilgilerin çok kolay içine sızdığı, bilgiye ulaşma ve onu kullanmada herhangi bir süzgece, sahtleri ayıklama titizliği ve sorumluluğuna ihtiyaç duymayan, onu önemsemeyen Bilgicilik ve bilgiçlik hastalığıdır sözkonusu olan. Kuşkusuz yalan ve sahte bilgi, tam da emperyalist ve sömürücü sınıfların ideolojik amaçları gereği tasarımlanan bilgiciliğin merkezine yerleştiriliyor. Bu anlayışta bilgi herşey, ama “bilgi ne için” sorusunun yanıtı olan amaç ise hiç bir şeydir. Yani bilgi ile, yaşamı değiştirmek, daha güzel daha mutlu bir gelecek kurmak mücadelesi arasında bir bağ yoktur.

 

Yunan felsefesinde Sofistlerin savunduğu buydu. İslamda ve bizim kültürümüzde Sofistlikten geçme “sofuluk” da aynı anlama gelmektedir. Belli bir amaç ya da amaçlar için öncelikleri belirlenip süzgeçten geçirilmemiş, doğru-yanlış, sahte-gerçek ayrımı için bir ölçüte gerek duymadan alınan abur cubur her türlü bilgi değerlidir, onlar için. Kaldı ki, Sofistlerin antik ve Sofuların ortaçağında, insanların evren, dünya ve çeşitli halklar ve uygarlıklar hakkındaki bilgilerinin son derece sınırlı olması nedeniyle, içinde yalan bilgi hep olsa da, yararsız gevezelik, fantezi amaçlı, kötü niyetli kullanılsa da, genel olarak edinilen her türlü bilgi çok önemliyle.

 

O nedenle bugün bilim ile bilgi arasında çok büyük açılar, anlam farkları oluşmuştur. Yukarıda vurguladığımız gibi, özellikle bilgiye ulaşım hızını yüzlerce kat artıran iletişim teknolojisinin devreye girmesiyle durum kökten değişmiştir. Bu bilimsel bilgiye ulaşımı kolaylaştırırken ondan çok daha hızlı yayılan sahte bilginin de yolunu açmıştır. Doğruyu yanlıştan ayırdedecek evrensel bir sistem, mekanizma ve disiplin henüz keşfedilmedi. Bu nedenle, her türlü yalan ve sahte bilgiyi de yüksek oranda içeren genel, ortalama bilgi ile doğru bilgi, gerçeğin bilimsel bilgisi kesin olarak birbirinden ayrılmaktadır. Bilimsel bilgi içinde de, bilimsel kılıf altında sahtelikler yalanlar ortaya çıkabiliyor; ancak bilim dünyası, kendini yeniden üreterek yenileyen yüksek disiplini ve dinamizmiyle bu kirlenmeyi önleyebilmektedir.

 

Bu konuyu ele almamda beni kamçılayan önemli bir etken, son otuz yılda ideolojik ve siyasal eğilimleri törpülenmiş önemli bir eğitimli kitlenin yaşadığı dramatik dönüşüm ve yozlaşmadır. Bu dönüşümle sözkonusu entelektüel kitle, emperyalist küreselci kültürün de etkisi ve yönlendirmesiyle, toplumsal ve insani ideallerden uzaklaştı. Dikey, derinlemesine bir bilgi ve bilinçten çok yatay, derinliksiz veya insani ve toplumsal değeri olmayan bireyci yozlaşmayı artıran bilgilere yönelim tercih edildi.

 

Böylece günü kurtarma odaklı bilgiler, bir muhabbet ve eğlence fantezisi, bilgiçlik malzemesi olarak kullanılma yanılgısına ve aymazlığına meze oldu. Bu dönemde, Türk aydınını ve eğitimli gençliği motive eden, yönlendiren yüksek amaç ve idealler çok yönlü bir neoliberal ideolojik karşı kampanyayla bastırıldı, değersizleştirildi, bilimden ve gerçeklerden kaçış, şarlatanlık ve hurafe ödüllendirildi.

 

Bu dönemde, bizi dünya kültürü ile buluşturan çok sayıda kaynak eserin çevrilip yayımlanması, aynı şekilde Türk tarihine ve kültürüne ilişkin, geçmişe göre çeşitli alanlarda çok daha fazla araştırma, inceleme kitabının çıkması önemli bir gelişmeydi. Ancak ne ironiktir ki, bu olumlu gelişmeyle, sığ, derinliksiz, “flaş”, göz boyayıcı, niteliksiz ve palavra bilgiye yönelimin artması at başı gitti. Kısacası, bilimsel veya değil, bilgi kaynaklarının niceliksel olarak artması, aynı oranda niteliksel bilgi üretiminin artmasına yol açmamıştır. Oysa genelde niteliksel ve niceliksel bilgi üreimi birbiriyle doğru orantılıdır aslında. Ama küresel karşıdevim proğramının en bilinçli ve planlı uygulandığı,  ortaçağ güçlerinin bütün sandırgan ve yıkıcılıklarıyla ortalığa salındığı ülkemizde durum bunun tam tersi olmuştur. Bunu daha etraflı açıklanması, üretim kültürünü ve niteliksel gelişmeyi değil, üketim kültürünü ve niceliksel-yatay gelişmeyi yücelten Küresel Karşıdevrim’in stratejisi ve mantığındadır (Bu konuda Ulusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim adlı kitabıma bakılabilir).

 

Çünkü, köklü bir uluslaşma ve aydınlanma devrimi yaşayan ve geniş kitlelerin en büyük talebinin eğitim-öğretim, bilim ve bilgiye sınırsız ulaşım olduğu Türkiye’de, hiç bir güç açıktan bu talebin karşısına çıkamazdı ve engelleyemezdi. Ancak arkadan dolanarak, sinsice, takıyyeci ve ikiyüzlü taktik ve siyasetlerle bu yapılabilirdi. O da, birincisi, bilimsel ve nitelikli eğitim veren gerçek üniversitelerin etkisini, kurulan yüzlerce niteliksiz gecekondu üniversitesile sulandırıp yozlaştırarak yok etmekti.

 

İkincisi ve daha genel olanı ise, aynen popüler kültür ve sanatın, bayağılığın ve sıradanın nitelikli “yüksek” sanatı önemsizleştirdiği gibi, bilimselliği tartışmalı, niteliksiz, toplumsal ve insani idealleri yozlaştıran, önemsizleştiren, reddeden içerikli kitapların yaygınlaştırılmasıdır. Kitap mı, okumak mı, al sana kitap, oku!.. dercesine kirli, yalan, sahte, abur cubur bilgiler ile bilgiye aç, meraklı okuyucunun zihni, bir anlamda çöplüğe çevrilmiştir. Çöplukten çıkış için o zihnin güçlü bir klavuza ihtiyacı vardır.

 

***

 

Ülkemizin bilimsel-kültürel gelişmesinde, üretim ve kalkınma programlarından kopuk olduğu gibi yüzde 90’ı bilimsel nitelikten de uzak olan 200’ün üzerinde kamu ya da özel üniveristenin açılmış olması, konumuz açısından dramatik derslerle dolu öğretici bir örnektir. Bu üniversiteler açılırken meslek okullarının önemsizleştirilmesi ya da kapanması, tam da sözünü ettiğimiz (yararlı, yararsız, yığma) bilgi her şey, amaç hiç bir şey anlayışının, bilgiyi eylemden, uygulamadan koparan vahim ve içler acısı bir yansımasıdır.

 

Yaşadığımız ucube üniversiteler sistemi, toplumda yaygınlaşan niteliksiz, sığ, bilim dışı, palavra ve yığma bilgiciliğin en çarpıcı aynasıdır. Bu kurumlardan mezun olan öğrencilerin ezici çoğunluğunun elindeki bilgi, pratikte uygulama alanı bulamadığı için, yani üretime, yaşamı değiştirip yeniden üretmeye ve yeni bir dünya kurmaya hizmet etmediği için, özellikle bilimsel temeli ve içeriği de sorunlu olduğundan yarardan çok zararlı bir rol oynamaktadır.

 

Böylece akılcı ve bilimsel disiplin olarak sistemleşmemiş ve sahibinin kişiliğini dönüştürüp onunla bütünleşmemiş olan bu dağınık, sığ ve ham bilgi yığını, maddi ve düşünsel, üretim dışı kaldıkça ve kendini yenilemedikçe dinamik, yararlı niteliğini yitirecektir. Tıpkı durgun bir gölün suyundaki kaçınılmaz çürüme gibi, bozulup yozlaşacak ve giderek bilgiçlik taslama, boş gevezelik, laf cambazlığı yapma marifetleri dışında bir işe yaramaz hale gelecektir.

 

Sonunda, günümüz insanının bilgi ile sağlıklı, üretken bir ilişki kurabilmesinda tayin edici olan şu kritik noktaya geliyoruz: İletişim araçları üzerinden hemen ulaşabileceğimiz, çoğu kirli ve sahte milyonlarca bilgi unsurunu nasıl yöneteceğiz ya da ayıklayıp değerlendireceğiz? En önemlisi, yalan ve sahte bilgiyle gerçek ve bilimsel bilgiyi nasıl ayırdedeceğiz? Bir söz vardır, “Gerçek pabucunu giyip yola çıkana kadar yalan dünyayı yedi kez dolaşırmış” diye. O nedenle gerçekle yalanı ayırdetmek, hele günümüzde, siyasette, ahlakta, kültürün her alanında son derece önemli hale gelmiştir.

 

Bu noktada, eski bilgelerin ısrarla vurguladığı gibi, bilgiye ulaşmaktan çok izlenecek yol ve yöntem önem kazanıyor. Çünkü doğru bir özümleme-kavrama, değerlendirme, kullanma yöntemi olmadan, istediğiniz kadar elinizde bilgi olsun, hiç bir işe yaramaz. En başta doğru bilgi ve yanlış bilgiden ayırdedilemediği için işe yaramaz hatta zararlıdır, insana, devletlere büyük hatalar yaptırır. O nedenle Eintein’in dediği gibi, “Gerçeğin arayışında olmak ona sahip olaktan daha önemlidir.”

 

Einstein’in bu sözünün gerisinde çok daha önemli bir hakikat saklıdır; doğru ve yanlış bilginin ayracı da oradadır. Bu ayraç ya da ölçüt nedir? Birincisi, bireyin gelişiminin ve mutluluğunun yolunun topluma ve insanlığa hizmetten geçtiğidir. İkincisi, bu hizmeti namusluca yerine getirmek, bilimi ve gerçeği savunmakla, bu ilkeyi insanın gerçekten etinde kemiğinde hissetmesiyle, dahası bu tavrı çağdaş ahlaki davranışın temeline koymasıyla mümkündür. Üçüncüsü, doğru bilgiyi yanlıştan, yalandan ayırmanın biricik yolu olan bilimi, bir disiplin olarak bütün yöntem ve ilkeleriyle iyi kavramaktır.

 

Dördüncüsü de, yalan ve sahteliklerin egemen olduğu günümüz dünyasında, genellikle görünenlerin yanıltıcı ve sahte olabildiği, bu nedenle görünüşe, parlak, gösterişli ifadelere aldanmamak gerektiğidir. Başka deyişle, boş başak “dimdik” durur ve gösterişlidir, içi boş yalan bilgiyi temsil ederler; gerçeği temsil edenler ise, dolu bir başak gibidir, taşıdıkları yük nedeniyle biraz eğilirler. Gerçeği temsil edenler engin ruhludur, alçak gönüllüdürler, gösterişten uzaktırlar. Bu ilke, anlayana, Tv izlerken, kitap seçerken ve okurken, cep telefonu kullanırken, hatta günlük yaşamın bütün biçimlerinde kendisini hissettirir. Taoculuğun kuucusu Laozi’nin dediği gibi, “Samimi sözler süslü değildir; süslü sözler samimi değildir. Bilge kişi bilgiçlik taslamaz; bilgiçlik taslayandan bilge olmaz.”

 

Be nedenle bilgiçlik, abur cubur, süslü, fiyakalı bilgilerle gösteriş yapmak, aslında çok bilginin, yani gerçeğin daha geniş ve derin bilgisinin değil, aksine yüzeysel ve yarım bilginin, günümz deyişiyle tam da öğrenilmiş cehaletin bir dışavurumudur. Yani boş başağın dik duruşudur onunki! Yarım bilgili ya da yarı-cahil, eksiğini kapamak için her zaman aşırı bilgili görünmeye çalışır.

 

***

 

Özetle; gerçek ve bilimsel bilgiye, hakikate ulaşmanın yolu parıltılı ışıklarla aydınlatılan bir yol değildir. Aksine genellikle karanlıktır, tuzaklarla, yanıltmalarla doludur. Ancak kendi bilinç ışığımızla, hakikat aşkımızın sezgisel enerjisiyle aydınlatabiliriz o yolu. Bu ışığın kaynağı, bireysel çıkara dayalı günlük, sıradan amaçların üstünde ve ötesindedir; karşılıksız vericilik içeren toplumsal ve insani idealler ve hedeflerdir; o ideallere hizmet için duyulan heyecan ve vicdani huzurdur.

 

Yaşamımızın, kişiliğimizin ve ahlakımızın odağına toplumsal ve insani idelleri koyduğumuz ölçüde, onlar günlük yaşamımızda ve bütün eylemlerimizde yol gösterici olacaktır. Davranış ve planlarımızda, stratejik bir yol gösterici, ahlaki bir ölçüt, doğru bilgiyi yanlış bilgiden ayırdetme klavuzu olarak, tıpkı kalp atışlarımız gibi eşlik edecektir bize. Kuşkusuz ezberlenmiş, gerçek yaşamla bağı olmayan, içi kof ve çürümüş değerlere değil, akılla, bilinçle kavranmış ve kavrulmuş, hayatın ve insan olmanın canlı nabız atışlarını hissettiğimiz büyük ideallere bağlılık, yaşamın her alanındaki çabayı, acı da tatlı da olsa daha anlamlı, daha katlanmaya değer hale getirir.

 

2023’e girerken; gerçeğin yalanı, bilimin hurafeyi ve şarlatanlığı, adaletin adaletsizliği, emek hakkının vurguncu ve rantçı düzenbazlığı, umudun umutsuzluğu, kişilikli, onurlu duruşun dalkavukluk ve yalakalığı, cesaretin korkaklığı mutlaka altedeceği inancıyla, bütün okuyucuların yeni yılını yürekten kutluyorum.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl