Ana Sayfa Kritik BİLİM VE FELSEFE YOLCULUĞUNDA İSLAMİYET

BİLİM VE FELSEFE YOLCULUĞUNDA İSLAMİYET

BİLİM VE FELSEFE YOLCULUĞUNDA İSLAMİYET

Spree Nehri üzerinde cafe olarak kullanılan alçak tavanlı şirin bir teknenin içerisinde Meriç ile sabah kahvemizi içiyoruz. Teknenin büyük pencerelerinden su yüzeyiyle hemen hemen aynı seviyede nehre bakıyoruz. Nehir yer yer donmuş, donan kütlelerin üzerinde yürümeye çalışan ördekler güzel bir manzara oluşturuyor. Ağaçların çıplaklığı had safhada, gece yağmaktan yorulan kar taneleri artık daha seçici davranıyor. Teknenin içerisinde o gün yapılacak brunch öncesi hummalı bir hazırlık… Mutfak önlüklü çalışanların tamamı güler yüzlü, insanın içini ferahlatan bir his bu. Brunch partisi olduğu için bizi almayacaklardı ama bir kahve içip kalkacağımızı söyleyince kıramadılar.

Nehrin donmuş ancak insanın içini ısıtan manzarasına karşı kahvemizi içerken Alevilik’ten açılan konu önce felsefeye oradan da İslam filozoflarına evrildi. Bir gözü kendinden emin, öbür gözü hiçbir şeyi netleştirememiş halde ve tepeden tırnağa öğrenmeye meraklı bir şekilde can alıcı soruyu soruyor Meriç: “Doğa felsefecilerinden başlayan ve günümüze kadar gelen süreçte İslam düşünürlerinin rolü nedir? Neden aydınlanmaya esaslı bir katkıdan söz edemiyoruz?”

Bu sorunun hem çok kolay hem de açıklaması güç bir cevabı var. Bildiğimden değil, ben de okuyup izlediklerime göre kendimce fikirlere sahip oluyorum. Beğenmeyebilir, eleştirebilir hatta saçma da bulabilirsiniz. Başlayayım.

Soruyu cevaplandırabilmek ve meseleyi kavrayabilmek için yarattığı etki ve fikirleriyle İslam dünyasının bana göre gidişatını etkileyen önemli bir isim olan Gazâli’ye özel olarak eğilmemiz gerekiyor. Gazâli’nin “Filozofların Çelişkileri” isimli kitabı cevap aradığımız soruyla ilgili çok önemli bir eserdir. Genel anlamda etkileyici bir eser olan kitapta Gazâli; felsefenin getirmiş olduğu ahlak, metafizik, teoloji ile ilgili fikirler ile İslam’ın bu konulardaki görüşleri arasında çelişki olduğunu söylüyor. Haklıdır.

Tüm bu konularda felsefenin bilimsel (ispatlı) olmadığını, dolayısıyla doğa filozofları ve diğer filozofların dediklerinin niçin doğru kabul edildiğini sorguluyor Gazâli…

Doğa diye bir şeyin olmadığını, dolayısıyla doğa yasalarının da olmadığını öne sürüyor. Peki o zaman ne vardır? Ona biraz sonra değineceğiz.

Gazâli’nin bana göre en önemli yanı “nedensellik” konusundaki görüşüdür. Örneklerle açıklayalım. Bir pamuğun yanına ateşi getirip pamuğu ateşe değdirince ne olur? Tutuşur, evet ama o pamuğu ateşin tutuşturduğunun ispatı nedir? Gözlemdir derseniz duyularımızın bizi yanıltabileceği görüşünü öne sürerek o yolu kapatıyor.

Yine bir başka örnek. Kapısında iki arabanın park halinde olduğu bir apartmanı her gün aralıksız gözlemlediğinizi düşünün. Her sabah saat tam 08.00’da öndeki arabanın sahibi aracına binerek işe gidiyor. Onun hemen ardından 08.10’da ise arkadaki aracın sahibi arabasına binerek işine gidiyor. Şimdi, öndeki araba her gün arkadakine göre daha önce hareket ediyor diye “arkadaki arabanın hareket etmesini sağlayan şey öndeki araçtır” diyebilir miyiz? Tabii ki diyemeyiz. “Gözleme aldanıp pamuğu yakan ateştir derseniz yine gözleme aldanarak arkadaki aracın hareket etmesini sağlayan güç öndeki araçtır da dersiniz” diyor Gazâli. Doğa ve doğa yasası diye bir şey yoktur ona göre. Peki ne vardır? Tek bir güç vardır: Tanrı…

Gazâli; “şeyleri” hareket ettirenin, onları etkileşime sokanın tamamen Tanrı olduğunu, bunun haricinde bir yasa ya da kuvvetin bulunmadığını dolayısıyla bu tip konuları tartışmanın gereksiz olduğunu savunuyor.

Doğa diye bir şey yoktur, buna bağlı olarak doğa yasası diye bir şey de yoktur. Peki ne vardır? Tanrı’nın olayları istediği şekilde gerçekleştirme alışkanlığı vardır. Yani suyu 100 derecede kaynatan şey ateş değil Tanrı’dır. Ateş burada aracıdır. 

Felsefenin bilimsel olmadığını, dolayısıyla doğa filozofları ve diğer filozofların dediklerinin niçin doğru kabul edildiğini sorgulayan Gazâli’ye şunu sormak isterdim: “Evet doğru, felsefi konular bilimsel değildir zaten böyle bir iddiası da yoktur. Tamam felsefeye şüpheli yaklaşalım ama Sayın Gazâli’nin felsefe yerine bize önerdiği din kavramının doğru söylediğini nereden bilebiliriz, bunu nasıl ispatlayabilir? Din, doğası gereği inançla alakalıdır ve gerçek dışı (mucizevi) olmak durumunda bulunduğu için inandırıcıdır. Dolayısıyla ‘bu aleme’ ait somut gerçek kavramları din ile nasıl açıklayabiliriz, bunun ispatı nasıl mümkün olabilir?”

Aslında Gazâli bu görüşü savunan ilk kişi değildir. Antik çağ septikleri de bu konuya eğilmişler ve konuyu derinlemesine ele almışlardır.

Doğa felsefesinin bir numaralı ismi Aristoteles’in ‘bilmek’ tanımını hatırlayalım: “Bilmek demek, olguyu bilmek demek değildir; altında yatanı nedeni bilmektir!”

Gazâli, her olguyu Tanrı’ya bağlıyor. Ateşin yakması, suyun donması, gezegen hareketleri vs. hepsini yapan güç Tanrı’dır ona göre. Dolayısıyla araştırmaya gerek de yoktur. Buradan bilim çıkabilir mi? Kusura bakmayın ama buradan bilim çıkmaz, buradan kültür çıkmaz, buradan medeniyet çıkmaz. Buradan tembellik ya da başka şeyler çıkar.

Gazâli böyle yaparak Tanrı’yı koruduğunu mu zannediyor? Tanrı’nın buna ihtiyacı var mıdır? Gazâli’nin tanımına göre karşımızda başı boş davranarak sürekli hatalar yapan ve bu yüzden olaylara sürekli müdahale eden bir Tanrı kavramı beliriyor. Hata yapan bir Tanrı ne derece inandırıcı olabilir? Bence bu Tanrı’yı övmek değil ona hakarettir.

Oysa septiklerin verdiği saat örneği en azından teolojik olarak akla biraz daha uygun değil midir? İki saatçi düşünün. Bir tanesi saati yapıyor ve bu saat ikide bir durduğu için sık sık saati açıp tamir etmek durumunda, yani olaya müdahale etmek durumunda kalıyor. Diğer saatçi ise muhteşem işleyen bir düzenek kuruyor ve müdahale etmesine hiç gerek kalmıyor. Hangi Tanrı daha inandırıcıdır? Müdahale eden mi yoksa kurduğu sistem tıkır tıkır işleyen mi? Doğa yasaları bu muhteşem düzenek olamaz mı?

Dolayısıyla Tanrı’yı tutup her olayın birinci derecede faili yapmakla ortaya bilim çıkmaz, çıkmamıştır da zaten. Halimiz ortadadır. Gazâli, İslam dünyasındaki önemi ve yarattığı etki ile tarihin akışında etken olmuştur. Kendinden sonra gelecek İslam düşünürleri için çok önemli bir yolu kapamıştır.

Gazâli’nin tam karşısında yine bir Müslüman alim olan İbn Rüşd çıkıyor. Her şeyi Tanrı’ya bağlayan Gazâli anlayışını saçma bularak doğa yasalarını ve pozitif bilimi kılavuz edinmemiz gerektiğini söylüyor. Hristiyan batı dünyasına Aristoteles’i tanıtan kişidir İbn Rüşd. Batıda bir çok eserde ona atıf yapılır. Batıda bu kadar tanınıp önemsenmesine karşı doğu dünyası (İslam alemi) İbn Rüşd’ü pek ciddiye almamıştır, tanınmaz. Tüm bunlara rağmen İbn Rüşd’ün tarihsel rolü önemlidir. Gazâli ekolü yerine İbn Rüşd ekolünden gidilse idi her şeyin başka türlü olacağı iddia edilebilirdi.

Konuyu bağlayacak olursak, bizim aydınlanma konusunda bedel ödediğimizi, çaba gösterdiğimizi düşünmüyorum, yoktur tarihte. Öyle bir merakımız, derdimiz olmamış. 13.yy.’da Avrupa’da Aristoteles okumak bile yasaklanmıştı. Kilisenin baskısı had safhada idi. İslam dünyasındaki dinin etkisinden çok daha fazladır oradaki kilise baskısı. Korkunç bir gücü vardır kilisenin. Çünkü Hristiyanlıkta Tanrı’nın gücünü yeryüzündeki elçiler paylaşabilir, kullanabilir. Oysa İslamiyet’te hakimiyet Allah’ındır ve devredilemez. Tek kudret sahibi Allah’tır. Ancak Hristiyanlık’ta kilisenin bu etkisini dengeleyen unsurlar da vardır. Aristokrasi gibi, krallar gibi unsurlar ileriki yüzyıllarda kilisenin bu hükümranlığına son vereceklerdir.

Avrupa buna rağmen 14.yy’a kadar neredeyse 500 yıl kilisenin zorbalığına direnmiş ve bedel ödemiştir. Bruno bu uğurda diri diri yakılmıştır mesela. John Locke’ın benzeri bir aydın yetiştirebildik mi? Biz tarihin hangi evresinde bu tip konular için risk aldık ya da bedel ödedik? Yok öyle bir şey. Dolayısıyla aydınlanma tarihini anlatırken kendimizi fazla önemsememeliyiz. Özeleştiri vererek benim dedem, atam aydınlanma konusunda ne yapmış; şu an, şu dakika bizzat ben ne yapıyorum diye sormak mecburiyetindeyiz.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl