Ana Sayfa Kritik BİR AVRUPA MESELESİ OLARAK NIETZSCHE VE NIETZSCHECİLİK

BİR AVRUPA MESELESİ OLARAK NIETZSCHE VE NIETZSCHECİLİK

BİR AVRUPA MESELESİ OLARAK NIETZSCHE VE NIETZSCHECİLİK

Modern Batı düşüncesinin enigması olan Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900) okuruna ve bağlamına göre bireycidir, perspektivisttir, elitisttir, anarşisttir, nihilisttir, varoluşçudur, yaşamsalcıdır, nasyonalisttir, enternasyonalisttir, insanın ahlâken yükselişinin filozofudur, insanın ahlâken çöküşünün filozofudur, Romantizmle postmodernizm arasında bir köprüdür; bazen de on dokuzuncu yüzyılla günümüz düşüncesi arasında köprüsüz bir uçurumdur. Nietzsche aynı zamanda bir şairdir, denemecidir, filologdur. Her hâl ü kârda, Nietzsche entelektüel radikalizmin en önemli peygamberidir.

Friedrich Wilhelm Nietzsche ve darmadağın bir görünüm arz eden eserlerinin en önemlisinin hangisi olduğu konusunda da, onun neyin filozofu olduğu konusundaki kadar renkli ve sonuçsuz bir tartışma süregitmektedir. Böyle Buyurdu Zerdüşt, Tragedyanın Doğuşu, Ahlakın Soykütüğü, İnsanca, Pek İnsanca… Nietzsche’nin fikirlerinde de, eserlerinde de gerçek anlamda bir merkez bulunmamaktadır. Bu nedenle, yazılarının ağırlık noktasının tespit edilemeyişi ile “Nietzsche enigması” adem-i merkeziyet kavramıyla da incelenmeyi hak etmektedir.[1]

***

Nietzsche’nin genç yaşta profesör olduğu Basel Üniversitesindeki derslerinin hiç ilgi görmediği, yazdığı kimi metinlerin hiç fark edilmediği ve akademik hayattan mecburi sebeplerle çekildiği dönemin hemen sonrasında bir mucizeler çağı yaşanmıştır. 1883-1888 arasında Böyle Buyurdu Zerdüşt, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Ahlakın Soykütüğü, Wagner Olayı, Ecce Homo, Putların Alacakaranlığı ve Deccal gibi eserlerini büyük bir enerji boşalmasıyla yazmıştır. Yani Nietzsche’nin artık sadece peripatetik (gezgin) olarak çalışabildiği bu dönem sağlık bakımından ne kadar ıstıraplıysa, entelektüel açıdan o kadar verimli geçmiştir. Öyle ki, insanın kendini aşma (Selbstüberwindung) arzusunun ideası olarak “üstinsan” ya da Übermensch, metafiziksel olmayan bir aşkınlık biçimi olarak “güç istenci”, kâinatın ve yaşamın olumlanması olarak “bengi-dönüş”, kendi değerlerini yaratmak ve onlarla kendini toplumsal zincirlerden koparmak adına “Dionysosçu insan” gibi kavramları bu dönemki çalışmalarının ürünüdür. Bunların arasında gezerken dile getirdiği “Tanrı’nın ölümü”, ressentiment, köle ahlakı olarak Hıristiyan ahlakı, kitle kültürünün yarattığı nihilizm ve anlamsızlık üzerine değerlendirmeleri de bu kısa dönemin getirileridir. Kısacası, Nietzsche’yi asıl ölümsüz kılan ne varsa, neredeyse her şeyiyle, işte bu beş yılın ürünüdür.

Bu kısa kesitin ardından Nietzsche ruhen çökerken, bir yandan da yavaş yavaş hak ettiği ilgiyi düşünce dünyasının farklı seviyelerinde görmeye başlar. 1880’lerin sonlarında Hermann Conradi, Carl ve Gerhart Hauptmann ve sonrasında, 1890’da dönemin önde gelen yorumcularından Georg Brandes, Nietzsche’nin fikirlerini büyük bir yenilik olarak görüp onu kültürel eleştirmenlerin dikkatine sunmaya başlar.[2] 1889’da gündelik yaşamının kontrolünü bir daha geri kazanamayacak şekilde yitiren Nietzsche’nin toplu eserleri, 1892’de, kızkardeşi Elisabeth’in edite ettiği –zamanla sansürlediği ve çarpıttığı–haliyle dolaşıma girer. 1893’te Max Nordau’nun Entartung (Dejenerasyon) adlı dönem eleştirisi kitabında yozlaşmanın filozofu olarak gördüğü Nietzsche’ye saldırması ve 1894’te Nietzsche’nin etkilendiği belki de tek kadın olan Lou Andreas-Salomé’nin filozofa dair yaptığı psikolojik çözümleme “Nietzsche’ye meselesi”ne ivme kazandırmıştır. 1890’ların sanat ve edebiyat incelemelerinde de Nietzsche’nin ismi ve kavramları zikredilmeye başlamıştır. Bunlardan en bilineni, ansızın bestseller’a dönüşen Rembrandt als Erzieher ile ünlenen sanat tarihçisi Julius Langbehn’in Nietzsche’yi okuma biçimidir.

Aynı dönemde Gustav Mahler ve Richard Strauss gibi klasik müziğin saygın bestecileri, eserlerinde Nietzsche’nin kaleme aldığı temalara yer vererek onu kültürel bir ikona dönüştürmeye katkı vermiştir. Langbehn’in milliyetçi, Julius Hart’ın mistik fikirlerine, Sigmund Freud’un psikolojik çözümlemelerine kültürel bir referans olmasıyla, Nietzsche’nin eserleri yüzyıl dönümüne doğru başka bir ilgi dalgası yaratmıştır. Asıl tartışma ise geleceğin III. İmparatorluğun (Dritte Reich) fikrî kurucularından Arthur Moeller van den Bruck’un Tschandala Nietzsche (1899) adlı incelemesidir. Bu metin, eserlerinde köle ahlakını sorgulayan Nietzsche’yi Avrupa kültürünün geleceğine dair berrak bir vizyon sunması dolayısıyla övgüyle selamlıyordu.[3]

Bütün bu yorum ve yaklaşımlar Nietzsche’yi bayraklaştırarak Pax Britannica çağının liberal kapitalist modernitesine karşı radikal bir tepkiyi ortaya koymaya talipti. Demokrasi ve onu büyüten lümpen kitle kültürü, materyalizm ve sosyalist enternasyonalizm diğer hedeflerdi. Kültürel aristokrasi, birey kültüyle süslenmiş bir yaşamsalcılık/dirimselcilik (vitalizm) ve mit yaratımı (dünyayı yeniden büyüleme) isteğini Nietzsche adeta bu irrasyonalizm fırtınası için hazırlamış gibiydi. Zerdüşt ve diğer eserleri, şehir yaşamına karşı düşmanca duygular besleyen ve pastoral bir düzen içinde, uçurum kenarlarında gezinmeyi arzulayan maceraperest ruhları kışkırtıyordu. Modernitenin yozlaşmış temsillerine karşı doğaya (ve kendi doğasına, içgüdülerine) dönüp onu anlamak isteyen üstinsanın sesi olan Nietzsche, yeni bir Rousseau’ya dönüşüyordu. İnsan zincirlerinden özgürleşmeliydi. Langbehn veya Ruskin, Tolstoy veya Gandhi gibi, Nietzsche’nin de hayal ettiği dünya burjuvasız, proletersiz, efendisiz, kölesiz bir dünyaydı. İnsan, bu sıfatlarla dolu dünyanın bariyerlerini özgürlüğü arzulayan yaşam iradesiyle aşmalıydı.

Nietzsche’nin on bir yıllık bakıma muhtaçlığın ardından vefat ettiği 1900 yılı civarında yavaş yavaş Thomas Mann, Heinrich Mann, Hermann Hesse, Robert Musil, Karl Kraus, Georg Simmel, Rainer Maria Rilke, Stefan George gibi isimler Nietzsche’den derinlemesine etkilendiklerini belli eden yazılar kaleme aldı. Yaşam felsefesi, modernist mitoloji, Darwinci tezlerin topluma tatbiki, güç istenci, kulturkampf ile birlikte sekülerleşen kamusal yaşamda Katolik Tanrı’nın mutlak ölümü, nihilizm tehlikesi ve insanlığın trajik serüvenine dair çok çeşitli Nietzsche okumaları ortaya çıktı. Nihayet, Nietzsche’nin duyguların özgürleştirilmesi ve “vizyoner yaratım” yönündeki çağrısı, onu Alman ekspresyonizminin de referansına dönüştürdü. Georg Heym ve Georg Trakl gibi dönemin iki genç ve yetenekli ekspresyonist şairiyle beraber,[4] insanı ezen otorite karşısında özgürlük arayışlarının kasvetli temsilcisi Franz Kafka, ve I. Dünya Savaşının –ki savaş sırasında Alman askerlerine, hangi akla hizmetse, tam 150 bin kopya Tanrı’nın ölümünü ilan eden Böyle Buyurdu Zerdüşt dağıtılmıştı!– en Nietzscheci anlatıcısı olan Ernst Jünger[5] gibi roman ve hikâye yazarlarının üzerine Nietzsche’nin gölgesi net bir biçimde düşmüştü. Bu dönemden itibaren Nietzsche’nin ismi ve kişiliği, Zerdüşt’le özdeşleşti ve bu ikili birbirinin yerine kullanılır hale geldi. Daha da önemlisi, neredeyse tüm edebi ve estetik modernist hareketler Nietzsche’nin etkisi altına girdi.

1908’de Stiftung Nietzsche-Archiv kurulmuştu. Bu tarihten itibaren Nietzsche’nin kızkardeşince derlenen kitapları giderek daha büyük satış başarıları yakaladı ve bilhassa I. Dünya Savaşı sonrasında Oswald Spengler,[6] Werner Sombart,[7] Georg Simmel,[8] Max Weber[9] ve onların yükselen itibarıyla beraber, yaptıkları Nietzsche yorumları ana-akıma dönüşmeye başladı. Söz konusu ana-akım elbette burjuva modernitesinin eleştirisiyle Alman milliyetçiliğinin örtülü bir senteziydi. 1920’lerin ortalarından itibaren ise bizzat Hitler’in söylemlerine de konu olacak şekilde Nazizm, Nietzsche’yi sahiplendi. Nazizmin önde gelen fikir adamlarından Alfred Rosenberg, 20. Yüzyılın Miti [Der Mythus des 20. Jahrhunderts] adlı ikonik kitabında Nietzsche’yi proto-faşist bir öncü olarak yâd etti (1930). Başka Nazi kitapları da Nietzsche’nin metinlerinden antisemitik birtakım ifadeler bularak bunlarla “Nazi Nietzsche” imajını yaygınlaştırdı. 1935’te Elisabeth Nietzsche öldüğünde, Naziler onun için görkemli bir veda töreni düzenledi.

Dönemin önde gelen filozofu ve şöhreti büyüyen ismi Martin Heidegger, hocası Karl Jaspers’in Nietzsche kitabından[10] kimi izler bulabileceğimiz bir tonlamayı kullanarak Nietzsche’yi Sağa çekenlerden biri oldu. Ancak hiç şüphe yok ki, Sol Nietzscheciler de vardı! Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsünün önde gelen temsilcileri ve onlarla yakın irtibattaki Theodor Adorno, Herbert Marcuse, Karl Löwith, Ernst Bloch ve Walter Benjamin gibi isimler, kültürel, psikolojik, binyılcı ve hatta eskatolojik değerlendirmelere meraklıydı. Nietzsche enigması, ardında bıraktığı enkazın özgünlüğü, fragmanter yazım biçimi, çelişkileri, merkezsizliği, sistemsizliği ve diğer pek çok sebep, onları Nietzsche’ye tutkulu bir merak duymaya sevk ediyordu.[11] Elbette Nietzsche’den hiç hoşlanmayan György Lukacs gibi önemli ve kıdemli isimlere de kulak vermek gerekirdi. Onun irrasyonel felsefenin tarihini incelediği Aklın Yıkımı adlı kitabında Nietzsche büyük günahkârlardan biri olarak ele alınmıştı.[12]

***

Nietzsche’ye dönük merakın Fransa’da ve Fransızca dilli bölgelerdeki başlangıcı da 1880’lerin sonlarına tekabül ediyordu. Hippolyte Taine, Jean Bourdeau ilk Nietzsche meraklıları olarak hatırlanabilir. Asıl ilgi, yüzyıl dönümünde André Gide’in Nietzsche’yi yorumlaması ve Henri Lichtenberger’in Nietzsche üzerine önce bir dizi seminer verip hemen sonrasında bir monografi yazmasıyla, 1898’de başladı. Henri Albert’in Fransızcadaki ilk çevirisiyle, Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt’üyle decadanceın entelektüel dünyasına yine o yıl takdim edildi. 1899’da Putların Alacakaranlığı, Deccal, İnsanca, Pek İnsanca ve Nietzsche Wagner’e Karşı farklı çevirmenlerin gayretleriyle birbiri ardınca yayınlandı.[13] 1900’de Ahlakın Soykütüğü, 1901’de Tragedyanın Doğuşu Fransız Nietzscheciliğinin şekillenmesine vesile oldu. Bu dönemde Romain Rolland “Biz Nietzsche’nin adını duymadan çok önce de Nietzscheciydik” derken, Gide, “Öyle biri olduğunu bilmeden ben bir Nietzsche’nin çıkıp gelmesini bekliyordum” demiştir.[14]

İlginçtir; Nietzsche özellikle Albert Lévy’nin çalışmaları dolayısıyla Fransa’da Max Stirner ile beraber yorumlanmıştır. Bu konuda çıkan birkaç yayın, Sol Nietzscheciler ile Sağ Nietzscheciler ayrımının gelişimini de hızlandırmışa benziyor. Uzmanların yazdıklarına bakılırsa, Action française’nın öncüsü Charles Maurras ve yorumlarını çok önemsediği Pierre Lasserre’in Nietzsche’nin Ahlakı kitabı (1902), Nietzsche’yle paganizm, Nietzsche’yle anarşizm gibi bir dizi yayına vesile olmuştu. Bunlardan biri de genç Paul Valéry’nin “lecteur exigeant” tavrıyla yazdığı makale ve ona dair mektuplardı (Bunlar daha sonra Nietzsche Üzerine adıyla kitaplaşmıştır). Tartışmalar çeşitlenip derinleştikçe Nietzsche, Kant ile birlikte de anıldı; yaşam iradesinin temsilcisi olarak da… Daniel Halévy ve V. de Pallarés tartışmayı Nietzsche kültüne dönüştürdü.[15] Bununla beraber, 1910’lu yıllarda avant-garde hareketler Nietzsche’den ziyade Freud’un metinlerine yönelerek modern hayatın cinnetine odaklanmayı tercih etti. Breton, Dali, Aragon, Bataille ve Dadaist Apollinaire kültürel eleştiriden çok psikopatolojinin takipçileri oldular. Sonrasında nispeten durulan Nietzsche merakı, 1935 civarında, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, Fransa’da da Nietzsche’nin Nazizmin fikir babalarından biri olarak kabul edilemeyeceğini dile getiren metinlerle tazelenmiş görünüyor. Bu konuda Marksist Henri Lefebvre’in 1939 tarihli Nietzsche’si en nitelikli örneklerden biridir.[16]

Bu dönem, Henri Bergson etkisinin Nietzsche etkisini dalgalandırdığı, sonrasında Jean-Paul Sartre’ın kamuoyunu belirleyen çıkışıyla Nietzsche’nin gölgelendiği bir aralıktır. Heidegger ve Max Scheler gibi isimlerle beraber irrasyonalizmin peygamberlerinden biri sayılan Nietzsche’ye bu dönemdeki ilgi onu varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak gören yorumun öne çıkmasıyla ilişkilidir. Carol Diethe’nin belirttiği üzere, André Malraux, Albert Camus ve hâlâ etkin bir yazar olan André Gide,  Karl Jaspers’in perspektifine sadık kalarak Nietzsche okumalarını şekillendirmiş görünmektedir.

1940’ların Fransa’sında Nietzsche incelemelerine dair bir dergi ve eleştirel edisyonlarını yayınlamayı amaçlayan bir kitap dizisi ortaya çıkmıştır.[17] Fakat 1945-60 arasında bu ilgi yerini neredeyse tümüyle Edmund Husserl’in fenomenolojisi, Heidegger’in varoluşçuluğu ve Bergson’un sübjektivizmine bırakmıştır. Maurice Blanchot ve Georges Bataille’ın canlı tuttuğu küçük ilgi, 1960’ların yükselen Karşı-Kültürünün entelektüel radikalizmiyle beraber sahneye çıkan yeni nesil düşünürlerden Jacques Derrida, Michel Foucault, Pierre Bourdieu, Gilles Deleuze gibi isimlerin Nietzsche’ye yönelmesi ve onun moderniteye saldırısını tekrarlaması büyük bir patlamaya dönüşecektir. Yeni Nietzscheciliğin ‘68 Ruhuyla birlikte kısa süre içinde yapısalcılık-sonrasına ve postmodernizme evrilmesi ise kaçınılmaz bir hal almıştır.[18] Sonrası malûm…

***

Friedrich Nietzsche’nin Britanyalıların entelektüel gündemine girişi, esas itibariyle, Alexander Tille’in Zerdüşt’ü, Thomas Common’ın birkaç eseri birden çevirmesiyle 1896’da söz konusu olmuştur. Schopenhauer’in İngilizcedeki ilk çevirisinin de ancak 1886’da gerçekleştiğini düşünürsek, bu hiç de geç sayılmaz. Yüzyıl dönümünde Thomas Common, bu sefer bir Nietzsche monografisi yazarak konuya dair perspektifini ortaya koymuştur. Oscar Levy’nin sekiz ciltlik The Complete Works of Friedrich Nietzsche’si (1909-1913) ise tüm Britanya İmparatorluğu sathında karşılık gören ilk büyük iş olmuştur.[19] Ticari başarı getiren tüm bu çeviriler hakkında çıkan yazılara bakıldığında, Solcuların Nietzsche’ye ilgi gösteren ilk sosyal kesim olduğunu söyleyebiliriz. Fransa’da da böyle olan durumun, Türkçede de Baha Tevfik’ten Sadi Irmak’a dek ilk temsilcileriyle –Sol diyemesek de, yerel ve muhafazakâr ya da milliyetçi çevrelerden ziyade yüzü Batıya dönük çevrelerin ilgisiyle– teyidini yapabiliriz.

George Bernard Shaw, D. H. Lawrence, Joseph Conrad, Thomas Hardy ve daha sonraları T. S. Eliot’ın dâhil olacağı bir dizi edebi entelektüelin Nietzsche’den etkilendiğini tahmin etmek zor değildir (hatta bu isimler üzerindeki Nietzsche etkisine dair birçok kitap ve makale bulunmaktadır). Übermensch kavramının İngilizcede ırksal-politik-biyolojik bir gönderme olarak değil, ahlaki ve psikolojik olarak ele alınması ve fikir değil, sanat eserlerinde tartışılması, onun pan-Cermen bir milliyetçi harekete referans olarak değerlendirilmesinin önünü baştan tıkamıştır. Öyle ki, Übermensch’i Alexander Tille overman, Bernard Shaw superman ve George Meredith upperman olarak çevirmiştir. Nietzsche’yi de “üstinsan” olarak tasvir eden kimi metinlerin I. Dünya Savaşının hemen öncesinde yayınlandığını eklemek, ona duyulan merak ve sempatiyi açıkça gösterir. Bu noktada asıl ilginç bağlantı, John Cowper Powys’ın –belki biraz da Lou Andreas-Salomé gibi– Nietzsche’nin ruhunun din meselesiyle bir bulmacaya dönüştüğünü söyleyerek onu William Blake ile kıyaslamasıdır.[20] Bu daha sonra William Butler Yeats gibi mistisizme meraklı başka şairlerin de iştahla sahipleneceği ve “bengi-dönüş” gibi kavramlara Protestan bir yaklaşımla yeni anlamlar yüklemeye yöneleceği bir yol açmıştır. Bu yaklaşımın Türkçede de Nietzsche’yi “insan-ı kâmil” ile “can felsefesi” başlığı altında Yunus Emre ve Mevlânâ ile ilişkilendiren ve ondan bir mutasavvıf çıkaran (Ahmet İnam, Senail Özkan gibi isimlerde belirginleşen) bir versiyonu bulunmaktadır.[21]

Savaşın yarattığı mutlak yıkımın gölgesinde, Edward Muir, Aldous Huxley ve T. S. Eliot’ın kültürel karamsarlığını Nietzsche’den edindikleri malzemeyle işledikleri görülür. Britanya’daki Nietzsche yorumlamalarında Apollon ve Dionysos ikilisinin genişçe bir yer tutması da ayrıca ilgi çekici bir konu başlığıdır.

Nazilerin Almanya’da iktidara gelmesiyle beraber Nietzsche’ye yüklenen anlam yine pek değişmez, ancak Nietzsche ilgisi Fransa’da olduğu gibi sönmeye başlar.[22] Bu dönemde öne çıkan eser, Katolik rahip Frederick Copleston’ın kaleme aldığı Philosopher of Culture’dır. O da II. Dünya Savaşında Londra Naziler tarafından bombalanırken yazılıp yayınlanmıştır. Copleston’ın bu kitaptan sonraki kitap çalışmasının Schopenhauer üzerine olması ise sürpriz değildir…

Görünen o ki, İngilizce konuşulan dünyada 1950’lerin sonlarında Nietzsche’ye dönük genel sessizlik sonlanmaya başlar. F. A. Lea’den R. J. Hollingdale’e yayılan yeni bir hareketlenmenin izini sürmek dönemin arayışlarını anlamak adına oldukça öğreticidir. O yıllarda, yüzyıl başlarında Henry Mencken ve birkaç kişinin ilgisiyle kısıtlı kalan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Nietzsche merakı da, Alman göçmen entelektüeller eliyle akademik ve umumi felsefe tartışmalarında bir hareketlilik başlatmıştır. Bu konuda Frankfurt Okulunun sürgün temsilcileri ve Hannah Arendt, Bernd Magnus gibi isimlerin yanında Walter Kaufmann özel bir yere sahiptir. Kaufmann’ın Nietzsche’den yaptığı çeviriler ve kurduğu Kuzey Amerika Nietzsche Derneği, Amerika’daki postmodernistlere perspektivizmi, klasik çağların önemini ve elbette kültürel eleştirinin genişliğini göstermiştir.[23] 1980’lerden bu yana hem Amerika’da hem de Britanya’da Nietzsche üzerine –İngilizce-dilli olmayan ülkelerden gelen göçmen akademisyenlerin de katkılarıyla– olağanüstü bir literatür oluşmuştur.

***

İtalyan Nietzscheciliğinin öne çıkan ismi Gabriele D’Annunzio’dur. Kierkegaard ve Dostoyevski ile beraber Nietzsche’yi İtalyan entelektüel dünyasında tanınır kılan büyük etkisinin yanı sıra D’Annunzio, her anlamda Nietzsche’nin metinlerinde karşılığını görebileceğimiz sıradışı ve biraz da trajik bir karakterdir. Onun Fransızcadan okuduğu Nietzsche’yi Ettore Zoccoli genç yaşında İtalyancaya çevirmiş (1899) ve filozofa dair ilk İtalyanca monografiyi yazmıştır (1898). Diethe’nin çizdiği tarihsel çerçeve bize İtalya’daki yönelimleri açıkça göstermektedir: 1908’de Benito Mussolini ve Filippo Tommaso Marinetti gibi isimler D’Annunzio’nun konferansları dolayısıyla kendilerini Nietzscheci diye tanımlayacak kadar konuya angajedir. Giovanni Papini ise I. Dünya Savaşının arefesinde, Futuristlerin ve milliyetçi duygularının yönlendirici etkisi altında Nietzsche ve Bergson’un élan vital’inden yeni bir felsefenin –dinamizm felsefesinin– doğduğunu öne sürmüştür. Benedotto Croce daha ılımlı bir Nietzsche profili çizerken, Sol Nietzscheci çevreler Guiseppe Rensi’nin sosyalizmle Nietzsche’nin felsefesinin birleşimine ihtiyaç duyulduğu yönündeki değerlendirmelerine ilgi duymuştur. D’Annunzio’nun Superuomo’su savaş koşullarında militarizme hizmet ederken gerçekten sağduyulu bir Nietzsche analizi ancak 1930’larda, Antonio Banfi’nin Federico Nietzsche’siyle mümkün olabilmiştir.[24] II. Dünya Savaşındaysa Alman-İtalyan ittifakının savaş güzellemesiyle birlikte ele alındığı Nietzsche-D’Annunzio (1942; yazarı M. Minici) gibi faşist felsefe kitapları yazılmıştır. İlginçtir, Fransa, Almanya ve Britanya’da Nietzsche’ye ilginin azaldığı bir dönemde (1943-1950 arasında) İtalyancada Nietzscheci anlamda yaşam felsefesi ve güç istenci etrafında 90’dan fazla kitap ve değerlendirme makalesi yayınlanmıştır.[25] 1950’lerde de Jaspers ve Löwith gibi varoluşçu yorumların etkisi altında Nietzsche merakı canlılığını sürdürmüştür. 1961’de Heidegger’in Nietzsche’sinin İtalyancaya çevrilmesiyle beraber, günümüze dek etkisini sürdüren yeni, metafiziksel bir Nietzsche okuması İtalya’da öne çıkmıştır.[26] Nietzsche bugün İtalyan genel kültüründe ve Avrupa felsefesi kavrayışında hayli merkezi bir figürdür ve tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, kitapları hâlâ çevrilmekte ve çok-satanlar listelerine girmektedir.

İspanya’da ise Katalan hareketinin önemli simalarından Juan Maragall’in bir makalesiyle (1893) başlayan küçük merak kısa süre sonra İspanyol düşüncesinin yirminci yüzyılını şekillendirecek bir nesli derinden etkilemiştir. Zira, tıpkı İran ve Türkiye’de olduğu gibi, İspanya’da da Nietzsche’nin modernite eleştirileri “nehrin öbür yakasına atılmış bir ok” olarak yorumlanmıştır.[27] Pio Baroja, Azorin, Miguel de Unamuno ve elbette “İspanyol Nietzsche’si” (bu aslında hemen her ülkede kullanılmış yüzeysel bir sıfat ve burada “Türkiye’nin Nietzsche’si” bahsine girmek istemem) Jose Ortega y Gasset’in fikir dünyası Alman öncülünden çokça beslenmiştir. 1906’da başlayan ilk çevirileri takip eden çeyrek yüzyılda (1932’de) Nietzsche’nin tüm eserleri İspanyolcadaki standart edisyonuna kavuşmuştur. İspanyolca-dilli uzak diyarlarda da Nietzsche’nin gölgesi görünür gibi oldu. Ruben Dario ve Jorge Luis Borges bu konuda akla gelen ilk iki örnek olarak anılmayı hak etmektedir.

***

Rusya’da Nietzsche –tam da ülkenin politik iklimi ve kültürel karakterine uygun bir biçimde– sansüre takıldı. Çar II. Aleksandr’ı hedef alan suikastın ardından yaklaşık on beş yıl boyunca sıkı tutulan sansür gevşetildiğinde Nietzsche’nin Hıristiyanlığa saldıran fikirleri muhalif entelijansiyanın çoğunluğu tarafından bile kabul edilemez bulundu. Daha sonraları, Lou Andreas-Salomé ve Georg Brandes’ın etkisiyle, özellikle Böyle Buyurdu Zerdüşt’e merak uyanmaya başladı. 1909-1911 arasındaysa Nietzsche çevirileri adeta yağmura dönüştü. Kısa ömürlü Rus Futurizminin Vladimir Mayakovski gibi vahşileşmek isteyen temsilcileri geleneksel Rus sanat anlayışına saldırmak adına Nietzscheci yöntemleri kullandı. Maksim Gorki ve Anatoli Lunaçarksi gibi 1910’ların öne çıkan sanat ve düşünce adamları Nietzsche’ye sıkça değinirken, genç Mikhail Bakhtin, Nietzsche’den kamusal alanda söz eden son kişi oldu. Zira Stalin’in yükselişiyle beraber Nietzsche’nin tüm eserleri 1923’te yasaklılar listesine girdi ve 1988’e dek orada kaldı.[28] Nietzsche’nin eserlerinin Doğu Almanya’da ve Soğuk Savaşın diğer sosyalist blok mensuplarında da “philosophia non grata” ilan edildiğini belirtmekle yetinelim.

Nietzscheciliği Romanya’nın sürgün ismi Emil Cioran’dan Pakistanlı Muhammed İkbal’e kadar yirminci yüzyılın değişik kültürel suretleriyle başka bağlamlara taşıyarak genişletmek pekâlâ mümkün. Bugün de Fransız Alain Badiou’dan Güney Koreli-Alman Byung-Chul Han’a dek birçok kişi Nietzsche enigmasıyla uğraşmaya ve belli ki bundan keyif almaya devam ediyor.

Türkiye’deyse Nietzsche’nin okunup yorumlanması tümüyle Türkiye’nin Batıyla ve kendi modernite deneyimiyle ressentiment dolu meseleleri üzerine süregelen tartışmalarda Batılı bir referans arayışından kaynaklanmışa benziyor. Bugün Türkiye’deki en Batı-karşıtı isimler, bilmedikleri bir Batıyı, bilmedikleri bir dinin ve dönemin eleştirmeni olan Friedrich Nietzsche’den –gerçek bir Avrupalıdan– “Düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek sıkça yardım alarak eleştiriyor. Batıyı eleştirme konusunda hâlâ Batılılardan öğreneceğimiz çok şeyler olduğu için, bu bile bir başlangıç noktası olarak kabul edilebilir… Ne var ki, Müslümanca bir prizmadan yapılan bu Nietzsche okumaları bir çarpıtma üzerine kurulmakta ve Nietzsche’nin en karakteristik özelliklerini kesip kırpmakta; tabiri caizse Nietzsche’yi bıyıksız bırakmakta. Hıristiyanlığın değersizliğini bir Hıristiyan, modernitenin ruhsuzluğunu bir modern olarak Nietzsche’nin dile getirdiğini söyleyip İslama saygılı ifadelerle yaklaştığını vurgulayıp durmak ve bunu, İslamın, Doğunun, modern-olmayanın (veya modern-kabul-edilmeyenin) faziletlerini göstermek –ama yine Müslümanlara, Doğululara göstermek– için araçsallaştırmak Türkiye’deki muhafazakâr Nietzscheciliği okyanus kıyısında kumda oynamaktan ibaret kılıyor. Bir tür Sol Nietzschecilikten bahsetmek istediğimizde ise, konu Frankfurt Okulu, Foucault veya postmodernizm okumalarına Nietzsche’nin arka plan olarak iliştirilmesinden ibaret kalıyor. Varsın, bu meseleyi –Nietzsche’nin Türkiye’deki hallerini ve rollerini– etraflıca değerlendirmek de ayrı bir çalışmamızın konusu olsun.

[1] Yazının bu kısmını büyük ölçüde, daha önce Akşam gazetesinin kitap eki için 11 Nisan 2014’te yazdığım “Yekpâre bir Nietzsche Kitabı” adlı yazıdan kopya ediyorum.

[2] Bu konuda farklı temalardan bahseden R. A. Nicholls, “Beginnings of the Nietzsche Vogue in Germany”, Modern Philology, Vol. 56, No. 1 (Ağustos 1985), s. 24-37, önemli bir kaynaktır.

[3] Carol Diethe, “Introduction”, Historical Dictionary of Nietzscheanism, 3. baskı, Londra: Scarecrow Press, 2013, s. 28-29.

[4] James Rolleston, “The Expressionist Moment: Heym, Trakl and the Problem of the Modern”,  Studies in 20th & 21st Century Literature, Vol. 1, No. 1 (Ocak 1976), s. 65-90.

[5] Savaş koşullarında nihilizm sorunu ve Jünger’deki Nietzsche etkisine dair, bkz. Antoine Bosquet, “Ernst Jünger and the Search for Meaning on the Industrial Battlefield”, The Disorder of Things, 23 Ekim 2013. https://thedisorderofthings.com/2013/10/23/junger-meaning-on-the-industrial-battlefield/ (online erişim: 16 Haziran 2022)

[6] Oswald Spengler, Batının Çöküşü, Cilt I, çev. Giovanni Scognamillo, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1976, tümüyle Nietzscheci bir perspektifle kaleme alınmıştır.

[7] Hugo Reinert, Erik S. Reinert, “Creative Destruction in Economics: Nietzsche, Sombart, Schumpeter”, der. J. G. Backhaus, W. Drechsler, Friedrich Nietzsche (1844-1900), The European Heritage in Economics and the Social Sciences (içinde), Boston, MA: Springer, 2006, s. 55-85.

[8] Georg Simmel, Schopenhauer ve Nietzsche, çev. Emre Güler, İstanbul: Beyoğlu Kitabevi, 2022.

[9] Franz Graf zu Solms-Laubach, Nietzsche and Early German and Austrian Sociology (Berlin: Gruyter, 2007) adlı çalışmasının 4. bölümünde (s.77-92) çok yetkin ve kapsayıcı bir biçimde Nietzsche’nin Weber üzerindeki etkisini tüm yönleriyle ortaya koyar. Ayrıca bkz. Bryan S. Turner, “Max Weber and the Spirit of Resentment: The Nietzsche Legacy”, Journal of Classical Sociology, Vol. 11, No. 1, (2011) s. 75-92.

[10] Karl Jaspers, Nietzsche, çev. Murat Batmankaya, İstanbul: Alkım Kitap, 2008.

[11] David Owen, “Nietzsche and the Frankfurt School”, der. Peter E. Gordon, Espen Hammer, Axel Honneth, The Routledge Companion to the Frankfurt School (içinde), Londra, New York: Routledge, 2018, s. 251-265; Sid Simpson, “Dialectics of the Overman: Nietzsche in the Frankfurt School”, Journal of History of Ideas blogu, 23 Kasım 2020. https://jhiblog.org/2020/11/23/dialectics-of-the-overman-nietzsche-in-the-frankfurt-school/ (online erişim: 28 Mayıs 2022)

[12] Georg Lukacs, Aklın Yıkımı, 1. Cilt, çev. Ayşen Tekşen Kapkın, İstanbul: Payel Yayınları, 2006,  s. 303-394.

[13] Christopher E. Forth, “Nietzsche, Decadence, and Regeneration in France, 1891-95”, Journal of the History of Ideas, Vol. 54, No. 1, 1993, s. 97-117. Forth bu dönemin çok canlı bir tablosunu gösterir ve Nietzsche’nin tanınmasına giden yolun hem yüzyıl sonu Fransa’sının ruhuyla alâkasını ortaya koyar.

[14] Ali Nematollahy, “Nietzsche in France, 1890-1914”, The Philosophical Forum, Vol. 40, No. 2 (2009), s. 169.

[15] Nematollahy, agm, s. 169-180.

[16] Diethe, agm, s. 35, 37.

[17] Diethe, agm, s. 37.

[18] Bu önemli virajın panoraması için, bkz. Alan D. Schrift, “French Nietzscheanism and the Emergence of Poststructuralism”, Critical Theory Workshop, Paris 2014, https://criticaltheoryworkshop.com/wp-content/uploads/2014/04/schrift_french-nietzscheanism-and-the-emergence-of-poststructuralism-paris-2014.pdf (online erişim: 30 Mayıs 2022)

[19] David S. Thatcher, Nietzsche in England 1890-1914: The Growth of a Reputation, Toronto: University of Toronto Press, 2019, s. 3-16. Jay W. Reedy, “Zarathustra Among the Edwardians: Aspects of Nietzsche’s Reception in Britain, ca. 1900-1914”, The International Journal of Interdisciplinary Social Sciences: Annual Review, Vol. 4, No. 4 (2009), s. 143-148.

[20] Diethe, agm, s. 40-41.

[21] “Mutasavvıf Nietzsche” temsilleri, onu İbn Arabi ve Hallac ile birlikte yorumlayan Arap entelektüeller arasında da yaygın bir yaklaşım. Toronto Üniversitesinden modern Ortadoğu tarihçisi Jens Hanssen, bu tavrın Amerika’daki Edward Saidcilerin Nietzsche karşıtlığı ile bağlantısını da dikkate almak gerektiğine dikkat çekiyor. Bkz. “Nietzsche and the 20th-century Arab Intellectual Tradition”, Columbia Üniversitesi, 13/13 Seminerleri, 30 Mayıs 2017, https://blogs.law.columbia.edu/nietzsche1313/jens-hanssen-nietzsche-and-the-20th-century-arab-intellectual-tradition/ (online erişim: 22 Mayıs 2022)

[22] Diethe, agm, s. 42.

[23] Jennifer Ratner-Rosenhagen’ın American Nietzsche: A History of an Icon and His Ideas adlı kitabı vesilesiyle (Chicago: Chicago University Press, 2011) yazılan şu makale konuyu kapsamlıca anlatmakta. Ross Posnock, “American Idol: On Nietzsche in America”, The Nation, 1 Kasım 2011, https://www.thenation.com/article/archive/american-idol-nietzsche-america/ (online erişim: 5 Haziran 2022)

[24] Diethe, agm, s. 47-48.

[25] Diethe, agm, s. 48.

[26] Thomas Harrison’ın derlediği Nietzsche in Italy’nin (Anma Libri, Stanford: 1988) 4. bölümü “Italian Heritage” hem D’Annunzio’dan bir çeviri hem de metafiziksel Nietzscheciliği kapsayacak genişlikte birkaç bölüm içermekte. Bkz. s. 247-300.

[27] Paul Ilie, “Nietzsche in Spain: 1890-1910”, PMLA/Publications of the Modern Language Association of America, Vol. 79, No. 1 (1964), s. 80-96.

[28] Yulia V. Sineokaya, “The prohibited Nietzsche: anti-Nitzscheanism in Soviet Russia”, Studies in East European Thought, No. 70, (2018), s. 273-288. Ayrıca bkz. Diethe, agm, s. 52-53.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl