Netflix’in Türkiye yapımı “Bir Başkadır” dizisi büyük bir tartışma yarattı. Tabii izlemeyenler açısından büyük bir merak da diyebiliriz. Sosyal medyada gündem olmasına, hatta yer yer sert tartışmalar üretmesine bakılırsa insanların bir yerlerine “aniden” ve samimi bir şekilde dokunmuş görünüyor. Kimi izleyiciler diziyi sarsıcı ve içten bulurken, bazı izleyiciler ise diziyi  şablonlarla hareket eden  (bir az da küçümseme ile) Yeşilçam’ın bayat trükleri olarak değerlendirdi. Aslında bu önemli bir yön; çünkü izleyicinin algısı ve tepkisi tam da dizinin foş ettiği gerçeklikle de örtüşüyor.

Kendi adıma ilk yorumum: Yeni Türkiye sineması olarak değerlendirdiğimiz, bana göre 1990’ların sonunda Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu ve Derviş Zaim ile ivmelenen, ama kendine sadece festivallerde yer bulabilen, hatta yavaşlığı (Tarkovskici) ve kasveti ile eleştiriye de uğrayan film dilinin dizi formatındaki ilk örneklerinden biri olmasıydı. Bol ödüllü Şahsiyet dizisini de bu kapsamda değerlendiriyorum elbette.(*) Ortalığı kaplayan ve AB grubunu tavlamaya çalışan bol zenginli, holdingli, şiddetli, ağdalı, birbirinin aynısı diziler; ya da yandaş cenahtaki uzaya bile giden hamesetci yeni Osmanlıcı yapımlar düşünüldüğünde bu tartışma sevindirici öncelikle.

Kolejli psikiyatrist ve”adlandıramadığı” mesafe

“Bir Başkadır” gittikçe sarmallaşan, iç içe kıvrılan bir çemberi anlatıyor. 2000 yapımı “Paramparça Aşklar, Köpekler” filmiyle Alejandro Gonzales İnarritu’nun imzasına dönüşen çoklu-kırılan perspektifi bu dizide de görüyoruz başarıyla. Farkında olmasalar da birbirlerine değen, etkileyen hayatlar akıyor önümüzde. Köyden İstanbul’a gelmiş, ilkokul mezunu, abisi ve karısıyla yaşayan Meryem’in gözüyle açılıyor film; açılıyor diyorum aslında dizinin merkezi figürü de denilebilir. Başörtülü saf ama yeri geldiğinde fazlasıyla açık sözlü ve kurnaz Meryem, gecekondusundan kentin üst sınıf ve yeni orta sınıflarına göre biçimlenmiş minimalist tasarımlı rezidanslarına yollanıyor her gün gündelikçi olarak. Daire, hayatını günü birlik seksle geçirmekten başka bir şey düşünmeyen, kanepesinden kalkmayan, “bu gece kalacak mısın” diyaloğu dışında pek konuşmayan bir Issız Adam’a aittir. Meryem’in aniden bayılmasıyla karşılaşmalar sökün etmeye başlar. Hemşerilik ve mahallelilik bağlarıyla bulunan bir psikiyatristin karşısında bulur kendini. Robert Kolejli, yurtdışında okumuş, burjuva bir aileden olmasına rağmen, farklı bir hayat tarzını benimsemiş (devlet hastahanesinde çalışmak gibi), vejeteryan, “new age” yordamları ve yogasıyla çok soğuk ve mesafelidir psikiyatrist.

Meryem’in saflığını dinleyen psikiyatristle beraber dizinin en önemli ikinci katlanmasına geçeriz. Kolejli yalıda büyümüş, burjuva kökenli olmakla beraber, eğitimi ve hayat tarzıyla onlardan da farklılaşmış “yalnız” psikiyatrist te başka bir psikiyatristin karşısında  (supervisor) terapidedir. Meryem’e bakışı bizde çok rastlanmayan bu karşılıklı, iç içe geçen kurgularla görürüz. Psikiyatristi dinleyen “hoca” psikiyatrist Meryem’in başörtüsü üzerinden başka bir düzleme sıçrayıverir birden. Kolejlinin başörtüsü ve muhafazakar alt sınıflar üzerinden biraz da küçümsemeyle bu topluma yabancılığını dillendirdiği ve eğitimli bir meslektaşından garantili onay beklediği “an”la dizinin çok önemli “öteki” düzlemine sıçrarız aniden. Tatvan kökenli, Kürt bir ailede yetişmiştir ikinci (supervisor) psikiyatristimiz. Dizi bunu direkt anlatarak vermez elbette. Çok başarılı bulduğum tepe çekimler, küçük (ama büyük) ayrıntılar, mekanlarla harmanlanmış, ağıtlarla, ustaca kamera hareketleriyle görürüz olayları ve beklenen garantili onay gelmez ikinci psikiyatristten. Diziyi tümüyle özetlemeyeceğim tabii. Sonra arka arkaya, bir barda koruma olan Meryem’in abisini, pozitif bilimselliğin karşısında başka bir otoriteyi temsil eden ve danışılan babacan camii imamını, onun gizlice başını açan, barlara takılan kızını, yoga kursunda karşılaşılan “yırtık” ünlü dizi oyuncusunu, 2. psikiyatristin bol makyajlı, AKP’nin büyüttüğü bir orta sınıf izlenimi veren, Kürtçe konuşan cevval kız kardeşini ve ailesini de görürüz makinalı tüfek gibi işleyen ama bir o kadar da sakin kurguyla.

Güdük Olduğumuz Bir Alan: Orta Sınıf ve Sinemamız

Peki, özellikle 2013 sonrası gittikçe şiddetlenen İslami bir muhafazakarlık düşünülünce,  “Bir Başkadır”da izleyiciyi çarpan ne? Aslında çok karmaşık değil bu. Sadece bugüne kadar sinema ve dizi formatında karşılaşılmayan samimi bir yüzleşme (ve kimliklenme) aslında insanları çarpıveren. Dizinin çekirdeğinde eğitimli yeni orta sınıf ile yüzlerce yıla yayılan, geleneksel İslam ile harmanlanmış alt sınıfların (yoksulların) samimi bir karşılaşması yatıyor aslında. Dikkat edin sadece geleneksel orta sınıflar ya da burjuvaziyle karşılaşmadan-çatışmadan  bahsetmiyorum. Çünkü onları ortada çok görmüyoruz. Dizinin gücü de buradan geliyor. Her an sınıf düşme tehdidi içindeki meslek sahibi, “beyaz yakalı” hayat tarzıyla farklılaşmış bir kesimin içinden çıktığı, babası, ablası veya dayısı olan sünni alt sınıflarla, yargılamayan samimi bir dille yüzleştirmesinden geliyor bu güç. Burada orta sınıflar konusunda diziden biraz uzaklaşarak bir çıkma yapmak zorunlu görünüyor. 1990 sonrası, alt ve orta sınıflardan eğitimle devşirilmiş, ağırlık olarak hizmetler sektörü, medya, finans, teknoloji sektörlerinde çalışan, görece yüksek ücretli , yeme-içmeden, mekanlara, ürettiği ironik sinik dile ve eğlenceye kadar kendine kültürel sermaye edinmiş bir sınıftan bahsediyoruz. (**) Bu sınıf 1990 sonrası elbette başka formatlarda, beyaz yakalı bir avukatı anlatan Ally McBeal (bizim ilk YOS kanalımız cnbc-e’yi hatırlayan kaldı mı?) ya da Sex and The City gibi dizilerde ekrana; ya da YOS üzerine hala aşılamamış, işsiz bir reklam yazarının (ve bir emlakçının) gözünden Amerikan Güzeli gibi filmlerle acımasızca perdeye yansıtılmıştı. Filmin ismi bile YOS’un en önemli kültürel stratejilerinden “düz anlam” ve retro (pin up) çağrışımlıydı.

Issız Adam (2008). Sex and The Cİty ve domestik “eve dönüş” ile olan gerilim

YOS tanımlamam özellikle kitabımı okumayanlar için fazlasıyla şablon gelebilir. Ben bu kavramı 1990 sonrası kendi kültürünü ve mekanlarını üretmiş, seküler, esnek bir kesimi adlandırmak için (embriyonu üniversite öğrencisini de içine alarak) çok dar anlamda kullanıyorum. 2001 sonrası her an proleterleşme tehditi içindeki bir kesim aynı zamanda burası. 2013 Gezi sonrası çok tartışılan beyaz yakalı işsizliği de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Örneğin AKP döneminde yükselmiş “yeni” olan bir orta sınıf (Başakşehir gibi) vardır elbette; ama kültürel strateji olarak ağırlıklı geleneksel sünni kültür içinde yer alırlar.  Örneğin Çoğunluk filmindeki hızla yükselmiş müteahhit çocuğu geleneksel orta sınıf içindedir hayat tarzı anlamında. YOS bana göre bizde ilk , sanat sineması (!) izleyicisi ve yazarları tarafından küçümsense de Çağan Irmak’ın Issız Adam filmiyle görünür olmuştu. İlişkilere bağlanamayan, kentin Asmalımescit ya da Çukurcuma gibi renoveden geçmiş-soylulaşmış (gentrification) alanlarında yaşayan, gurme bir erkeğin, ve güzel sanatlar mezunu, retro mağazası olan bir kadının etrafında dönüyordu. Sex and the City’nin cinsel özgürlüğü ve geleneksel ailenin  domestik sarmalı, örme kazaklı, çocuklu altın çağı (1970’ler) arasında salınan bir anlatı çıkmıştı ortaya. Buna Türkiye orta sınıfları açısından vazgeçilmez olan 60 ve 1970’lerin 45’likleri, Yeşilçam efekti ve şarkıları eşlik ediyordu.

Sinema tarihinde Bunuel’den, Antonioni ve günümüzde Haneke’ye, Hollywood’da Sam Mendes ve Coen Kardeşlere zengin bir birikime sahip orta sınıfa bakmak elbette bizde her zaman güdük kalmıştı. Bu başka bir tartışma. (**) Yine de NBC’nin İklimleri, Demirkubuz’un Bunaltı’sı, Ustaoğlu’nun Pandora’nın Kutusu, ya da geleneksel orta sınıfa sert bir bakış yönelten Seren Yüce’nin Çoğunluğu gibi deneyler kasvetli dili ve yavaşlığına rağmen belli bir başlangıcı yaptılar bana göre. Orta sınıflar olmasa da geleneksel sünni İslama, küçük esnaflığa, tarikatlar ekseninde bakan Takva gibi devrimci bir filmi, Taylan Kardeşlerin geleneksel Orta Anadolu ruhuna bakan benzersiz Vavien’ini de ekleyelim bu 2000’lerdeki zenginliğe. Elbette bu bakışımın tam tersinde YOS’a rövanşla bakan ve suşi ve yogayı osurukla tarumar eden reklam ajansı çalışanı Recep İvedik 2 duruyor. (***) Özellikle 1980 ve sonrası doğumlu yönetmenler başta Maslak beyaz yakalıları olmak üzere, güvencesiz bu kesimi didiklemeye devam ediyorlar; edecekler de.

Çoğunluk (2010) 1980 sonrası hızla zenginleşmiş müteahhit ailesinin çocuğu öteki ile karşılaşıyor.

“Bir Başkadır”a dönersek; bahsettiğim bu kesimin dizi formatında ilk defa karşımıza çıkışını görüyoruz bütün samimiyetiyle. Şahsiyet gibi çok başarılı bir dille 1940 ve sonrası doğumlu, İstanbullu, kendisi bozulmamış, kravatla Beyoğlu’na özlem duyan, AKP sonrası alt sınıflardaki suçu, faşizmi, riyayı ve Kambur’u ifşa eden diziden bu yönüyle farklılık taşıyor. Meryem ve ailesini, elindeki yapma çiçeği bir tür felsefeye çeviren imamı, arzusunu ve sekülerliği gizlice yaşayan kızını, Kürt kökenli psikiyatristle, türbanlı kız kardeşini, Issız Adam’ın gecesine misafir olan psikiyatrist ve dizi oyuncusunu hep bu karşılaşmalar belirliyor. Ya da evinde Show Tv’den Çukur izleyen yoksulların dünyası imamın abi ve kardeşe örneklediği “felsefi” nurcu plastik çiçek oluyor. Elbette bu yoğun kodlama ve kimlikleşmeden çok rahat bir karşıtlaşma çıkma tehlikesi var. Özellikle AKP’yi uzun dönem imtiyazlandıran halkından memnun olmayan seküler cumhuriyetçi kesim ile hep ezilen, cumhuriyetin dışladığı (bidon kafa) kavruk Anadolu insanı çatışması gibi. Örneğin AKP kanadından müthiş destek alan Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık Aslı” filmi tam da bunu yapıyordu ödüllere boğularak. Maslaklı mutsuz beyaz yakalı bankacı çocuklu kadın üzerinden yine bakıcı başörtülü bir kadın üzerinden geleneksellikle yüzleşmekteydi. Ama, yalnızlık, yabancılaşma, bu halkın değerlerinden (!) uzaklaşma imgesinin olumsuzlandığı YOS üzerinden, şehitlik, bayrak, anne örme kazağı duygusallığıyla ikinci lehine tutucu bir çözüm önermekteydi. (****)

Bir Başkadır finalinde de bir “hepimiz kardeşiz” tınısı var elbette çeşitli dozajlarda. Bunu anlamak mümkün. Gerek 2013 yılından itibaren AKP muhafazakarlığının sıkıştırdığı hayat tarzları üzerinden bir gerilimi kendince uzlaştırma isteğini, normalleşmeyi (!) okumak mümkün. Hatta 2001 bankacılık krizi üzerinden sökün eden proleterleşme korkusu (prekerya) ya da 30 yaş üzeri depreşen nostaljik “eski güzel günler”le billurlaşan 1970 ve 1980’ler (Ferdi Özbeğen müziği gibi) özlemini bu çerçevede yorumlamak da mümkün. Zaten filmin bitiş görüntülerinde kullanılan 1970’li yıllardan dökümantasyon görüntüler, yönetmeni Berkun Oya’nın 1978 doğumlu olduğu düşünülünce (beyaz eşyalı, soluk resimleriyle) 70’lerin, çocukluğun altın çağı, “eski güzel günler” düşü bir nebze anlaşılabiliyor.

Dizi son bölümünde bir “barışma” sunuyor kendince. “Evden çıkış” olsa da imamın kızının kız arkadaşıyla Konya’ya yolculuğu gibi buruk bir barışma bu. Bir Başkadır’ın önemli tarafı da  aynı zamanda diziler üzerine bir eleştirel bir refleksiyon geliştirmesi. Biz de çok yapılan bir yöntem değil bu. İmamın ki TRT seyreder, plastik çiçeği dizilere benzettiği noktada, evlerde portakal yenilerek izlenen Çukur dizisi devreye giriyor usta bir kesme ile. Yazının başlığını da buradan aldım. Elbette bu çukurun Ahlat Ağacı olarak bir karşılığı da var taşrayı gören sinemamız açısından.

Bana göre dizinin başarısı bu tehlikeyi  kurgusu, oyunculuğu ve senaryosu ile aşması. Dizinin özellikle YOS izleyicileri üzerindeki etkisi de bu işte. Şu an yoksulların ve alt sınıfların Bir Başkası gündemi yok!

Şimdi önemli bir noktaya daha geldik. Bu dizinin, (bu arada İngilizce ismi “Ethos”) anlattığı geleneksel orta sınıflar ya da yoksullar üzerindeki karşılığı ne olacak acaba? Bununla ilgili şu an elimizde veriler yok. Çünkü beğenen, yüzleşen ya da beğenmeyerek tekrar bir kültürel fark üreten sosyal medya kullanıcılarının çoğunluğu benim YOS dediğim kesime yakın bir sınıfsal profil gösteriyorlar. Bu kesimin  içinden çıktığı ve dişli mücadeleler yaptığı, çocuklarının ismini bile ebeveynlerinin isminden farklılaştırdığı yaşam tarzı düşünüldüğünde, daha önce hissetmediği bir çarpıcılık ve yüzleşme yaşadığı da ortada. Dizinin başarısı sadece anlatılan hikaye ile değil; auteur sinemayla kendini yetiştirmiş başarılı bir sinema diliyle de oluşuyor.

“Bir Başkadır”ın alt sınıflar, geleneksel orta sınıf ya da reyting kavramıyla AB grubu karşısındaki durumu ise kolay olmayacak. Çünkü yavaş akan minimalist dil, uzun planlar, sessizlikler, kurgu, alışık olmadıkları Tarkovskici kadrajlar onlar için hayli zor olacak ve sıkılacaklardır. TV ekranlarını kaplayan dizilerdeki hız, makyaj, güzel-yakışıklı yüzler, basit karşıtlıklar (zengin-yoksul) ve efektler düşünüldüğünde alıştıkları bir dil yok karşılarında. Ama yine de  (belki de ilk kez) bu dizi üzerinden festival filmlerimizde (NBC sineması gibi) billurlaşan bir dilin orada bir karşılığı olabilir elbette. Bu bir temenni. Ya da bir rövanş olarak Çukur gibi dizilerde somutlanan hınçlarını seküler kesime karşı imtiyazlandırabilirler de düşük bir ihtimal olsa da… Ya da o kesim için AKP’nin güç kaybetmesine paralel olarak belli bir uzlaşma hissi doğurabilir. Bunu yaşayarak göreceğiz.

Netflix küresel bir şirket; dolayısıyla bu yapımın dünyadaki karşılığı ne olabilir sorusu ise başka bir tartışma getiriyor. Açıkçası fazla yerel kalma (çünkü Siyasal İslamdan çok bize özel bir geleneksel İslam var karşımızda) ve anlaşılmama riskleri var. Örneğin Casa de Papel gibi İspanyol filmlerinin ritmi yok bu yapımda.

1980 sonrası ve günümüzde Twien Peaks, Fargo, True Dedective gibi diziler anlatıları ve sinemayı geri dönülmez bir şekilde değiştirdiler. Bizim tv dizileri ve sinemamız açısından bakıldığında bu deney de uzun dönemde etkilerini, eksiklikleriyle beraber gösterecek.

Çünkü YOS’a bakma anlamında bana göre ilk deney. Elbette daha neşeli ve ritimli başkaları da gelecektir Amerikan Güzeli ruhuyla. Ellerine sağlık diyelim ekibin.

 

Notlar:

(*) Şahsiyet ile ilgili bkz: https://www.ekdergi.com/sahsiyetimizdeki-o-aci-kambur/

(**) YOS konusunda detaylı bir çalışma için bkz: Ali Şimşek, Yeni Orta Sınıf-Sinik Stratejiler, Tekin Yayınevi, 2020

(***) Recep İvedik 2 için Benim YOS ve Eleştiriyi Çalmak (Agora Kitaplığı, 2016) kitabımdaki yorumlara bakılabilir.

(****) Bağlılık Aslı filmi ve muhafazakar dönüş için bkz: https://www.ekdergi.com/semih-kaplanoglu-baglilik-asli-ve-orme-kazaga-geri-donus/

 

TEILEN
Önceki İçeriksiyah mızıka (şiir)
Sonraki İçerikE(K)-MEKTUP
1970, Gaziantep doğumlu. Marmara Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi’nde ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudu. Çeşitli yayınevlerinde editörlük yaptı. Yazıları Pasaj, Evrensel Kültür, Yeni Sinema, Yeni Film, soL, Cumhuriyet, Varlık, Sanat Eylemi, Üç Nokta, Bağımsız’da yayınlandı. 2008-2012 yılları arasında BirGün gazetesinde kültür sanat editörlüğü yaptı ve yazılar yazdı. Yurt Gazetesi Kültür Ek yayın yönetmenliğinde bulundu. 2004-2012 yılları arasında Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Kültürel Çalışmalar Yüksek Lisans programında ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde medya, küreselleşme, popüler kültür ve sinema üzerine dersler verdi. AICA-Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği üyesi.