Ana Sayfa Kritik Bir Bilgi ve Estetizm Sorunsalı: Kant ve Foucault (1. Bölüm)

Bir Bilgi ve Estetizm Sorunsalı: Kant ve Foucault (1. Bölüm)

Bir Bilgi ve Estetizm Sorunsalı: Kant ve Foucault (1. Bölüm)

“… Kant sıradan insanı aptallaştıracak bir yolda sıradan insanın haklı olduğunu tanıtlamayı istedi.”

F. Nietzche

“Şehre yeni bir arşivci atandı… Yeni arşivci bundan böyle sözcelerden başka bir şeyi dikkate almayacağını ilan eder.”

G. Deleuze

Elimizdeki metin Kant ve Foucault’nun bilgi ve bilgiyi mümkün hale getiren koşulları sorgulamak niyetiyle kaleme alındı; başka bir deyişle mümkünat sorgulamasıdır. Her iki filozofun bazı özgün noktaları ele alındığı için dizgelerinin bütünsel bir sunumuna ihtiyaç duyulmamıştır. Fakat Foucault’ya özel bir ağırlık verilmiştir bunun nedeni; bilginin salt öznel bir süreç olmaması ve iktidarla dolaylı ilişkisini anlayabilmemizi sağlayacak birçok veri ve metod sunabiliyor olmasıdır. Diğer bir durum ise yazıda konunun Kant’la ilgili olduğu noktalarda kullanılan biçem farklılığıdır. Aslında bunun açıklaması iki filozofun dizgesel farklılığından olsa gerek. Kant’ın bunaltıcı biçemine karşı Foucault’nun akışkan anlatımı dizgelerinin yapısal farklılığının temel göstergesidir.

Bilgi problemi hiç kuşkusuz felsefenin tarihi kadar eski bir meseledir. Felsefeciler yüzyıllarca mutlak gerçekliğe ulaşmak veya görünür dünyanın bütün yanılsamalarından arınıp onun özüne değişmeyen gerçekliğe nüfuz etmeğe çalışmışlardır. Fakat yine aynı filozoflar hiçbir zaman bu gerçekliğe nüfuz edebilme gücünün insanda bulunup bulunmadığı ya da mutlak gerçekliğe erişebilmenin insan yetilerinin mümkünatı dahilinde olup olmadığını Kant’a gelinceye dek felsefenin gündemine esaslı bir biçimde getirememişlerdir. Hangi tür soruşturma olursa olsun öncelikle onu araştıracak insanın soruşturulup bilgi sınırlarının ya da aynı şey olan ‘yetisel’ yapısının istenilen gerçekliğe nüfuz edebilme yetkinliğinde olup olmadığının araştırılması gerekliliğinin öncelenmesi Kant’ın bütün felsefi çabasının zeminini oluşturur. Metafiziğin “duyuüstü” aleme yönelttiği sorular bir önvarsayım olarak bu alana dair bilgiye erişim gücüne sahip özneyi kabul etmesinden ileri gelir. Fakat Kant bilgiye ulaşmak için insan yetisinin belli sınırları olduğunu ve metafizik soruların hiçbir zaman tam anlamıyla yok edilemeyeceğini ama hiçbir zaman da kesin bir bilgi haline gelemeyeceğinin eleştirisini yaparak metafiziğin mümkünatını sorgulanır hale getirir.

Kant bilgiyi mümkün hale getiren bütün koşulların özneye içkin olduğunu ve uzam-zaman ilkesi ile on iki a priori kavramın bütün bilgi yapısının olanağı olduğunu ileri sürer, her bilgi bu yapının çeşitli ve karmaşık işlemleri sonucunda oluşur. Kant’çı dizge dönemin rasyonalizm ve ampirizm tartışmalarının geçici fakat muazzam bir sentezinin ifadesidir. Uzam ve zaman dışsal değil bize içkin ilkelerdir çünkü matematik önermelerin (geometri ve aritmetik) sentetik a priori bilgiler sağlıyor olması onları özneye içkin hale getirir. Aynı biçimde kavramsal donanımın içkin olmasının nedeni eğer evrensel a priori önermeler üretebiliyorsak bunun deneyimle mümkün olmayacağı açıktır çünkü deneyim bize ancak tekilin bilgisini verir; yoksa ‘nedensellik’ gibi evrensel kavramlar veremez. Rasyonalizmi destekleyici yönü bunlardır fakat bilgi yapısının mevcut donanımının kurucu yapısının ‘neden’ öznede bulunduğunun bir açıklamasını Kant’ta bulamayız. Dönemin bilim paradigmasıyla paralel bir biçimde sadece yapının işlevsel bütününe odaklanır. Tabi Kant ampirizmi saf dışı etmez çünkü bütün öznel içkinlik (kavram ve uzay-zaman) ancak dışarıdan aldığımız verilerle işlem görür ya da yararlı bir işleve dönüşür. Yoksa deneyimsiz kavram boş, kavramsız deneyim ise kördür.

Konumuzun asıl odağı Kant’ın birinci veya ikinci kritiğinden öte üçüncü ve kritik serisinin doruk noktasını ifade eden ‘Yargı Yetisinin Eleştirisi’dir. Peki Kant’ın yargı yetisindeki tasarımı nedir?

Transandantal öznenin son eleştirisi yargı yetisinin eleştirisidir ve aynı zamanda bu yapıtla tamamladığı kuramının bütünsel yapısının ayrıntısıyla uğraşır. Kant söyleyebileceği her şeyi söylemiştir ve insanın bütün yetisel fonksiyonlarını kavramsal (dizgesel) çerçeveye kavuşturmuştur. Dizge iki ana bölüme; kuramsal ve pratik felsefeye bölünür. Kuramsal yani doğaya yasa koyan öznenin a priori yasaları ve aynı öznenin özgürlük kavramı ile biçimlenen istencin kendi kendisini belirlemesidir. Kant’çı dizge “böylece … ilkelerine göre bütünüyle ayrı olan iki bölüme ayrılır: Doğa felsefesi olarak kuramsal bölüm ve ahlak felsefesi olarak kılgısal bölüm … “1

İki alanda öznenin yasa koyucu egemenliği geçerlidir. Doğaya yasa koyan da kendi istencine yasa koyarak özgürlük kavramını ortaya çıkaran da aynı öznedir, Kant bu özneyi transandantal özne diye kavramsallaştırır. Doğaya yasa dayatan anlama yetisidir. Ama bundan ayrı olarak özgürlüğün (istenç) yasası ise us yoluyla olur ve salt pratiktir. “Öyleyse anlak ve us bir ve aynı deneyim toprağında birbirine zarar vermeksizin iki yasama uygularlar. Çünkü doğa kavramı özgürlük kavramı yoluyla yasamayı ancak özgürlük kavramının doğa üzerindeki yasayı bozmaması denli etkileyebilir”2. Birbirlerinin alanı olmasa da duyulur dünyadaki etkilerinde birbirlerini sınırlayan iki yasa koyucu yeti tek bir alan oluşturamazlar çünkü anlama yetisinin yasa koyuculuğu sezginin nesnesine uygulanırken, kendinde-şey (numen) yasanın sınır çizgisidir. Fakat özgürlük kavramı mümkünatını kendinde-şey alanında bulur. Kendinde-şey özgürlük alanında tasarlansa da sezgide bunu yapamaz. Dolayısıyla duyusalın doğa kavramı altında toparlanması ve duyu üstünün ise özgürlük kavramı altında toparlanması bu iki alan arasında bir “uçurum” yani “… sanki iki dünya imişler ve birincisi ikinci üzerine hiçbir etkide bulunmazmış gibi…”3 İki farklı dünyaya yasa koyan öznel yetilerin a priori ilkeleri öznede esaslı bir bölünmeyi “yırtılmış” özneyi ifade eder. Orta terim oluşturan yeti ise yargı yetisinin kendisidir.

Yargı yetisinin a priori ilkeler taşıyıp taşımadığı veya taşıyor ise bu ilkelerin anlama yetisinin yasaları gibi “oluşturucu” ya da us ilkeleri gibi “düzenleyici” bir yapıya sahip olup olmadığı ve ayrıca bilgi yetisiyle istek yetisi arasında orta terim olarak “haz ve hazsızlık” duygusuna a priori bir kural verip vermeyeceği üçüncü eleştirinin ilgilendiği temel ilkelerdir.

Nihayetinde sert ve katı bir biçimde kategorize edilmiş özne, son eleştiride az da olsa özgürlük imkanı bulabilmiştir. Kant üçüncü eleştiride insan yetilerinin bilgi ve ahlak gibi katı belirlenimleri dışında kanıtlanamaz ama öznede var olan veya doğaya atfettiği yönlerini, ‘kavramsız işleyen’ salt yargılama yetisinin bilimsel dizgesiyle değil eleştirel bir duruşla serilmemeye çalışır. Bilimsel değildir çünkü kavramsal belirlenimlerle işlemez fakat evrenseldir ve bu sebeple de eleştirel bir yaklaşım gereklidir. Yargı yetisinin diğer yetiler gibi kendi özgün yasa koyucu özelliği yoktur ama yasaların ona göre aranacakları ve her durumda salt a priori öznel olan kendine özgü bir ilke kapsıyor olabileceğini tahmin etmek için nedenlerimiz vardır”4. Böylece Kant insan ruhunun bütün yeteneklerini üçe indirger; bilme yetisi, haz ve hazsızlık duygusu ve istek yetisidir. Yargı yetisi “… en azından geçici olarak kabul edilebilir ki, yargı yetisine benzer olarak kendi içinde bir a priori ilke kapsar… yine kabul edilebilir ki yargı yetisi arı bilme yetisinden, doğa kavramları alanından özgürlük kavramları alanına bir geçişi sağlayacaktır, tıpkı mantıksal kullanımında anlaktan usa geçişi olanaklı kılması gibi”5.

Yargı yetisinin düşünme biçimi diğer yetilerden farklıdır; “Genel olarak yargı yetisi tikeli evrensel altında kapsıyor olarak düşünme yetisidir”6. Anlak ve us evrensel kural ve ilkelerle hareket eder fakat yargı yetisi tikel olanı evrensel biçim altına alır ki buna “belirleyici yargı” denir. Buna karşı yalnızca tikel verili ise ve onun için evrenselin bulunması gerekiyorsa o zaman yargı yetisi “derin-düşünen”dir. Belirleyici yargı yetisi yalnızca tikeli anlama yetisini evrensel yasaları altına getirdiği için yasa a priori belirlenmiştir ve herhangi bir tikeli evrenselin altına alabilmek için fazla düşünmeye gerek yoktur. Ama derin-düşünme insan ruhunun derinliklerindeki gizli bir sanattır çünkü doğa o denli çok yönlüdür ki anlama yetisini a priori verili yasaları ile bütünen yasalaştıramaz. Anlama yetisinin yasaları ancak olumsal olarak kabul ettiği şeylerin yasaları olmalıdır, ama doğadaki tikelden evrensele doğru yükselme yükümlülüğü derin düşünmenin kendi kendine verdiği yasallıktır.

Her yasakoyma edimi, yetiye tabiyeti varsayar ama bu yargı yetisi için geçerli değildir, o yasa koymaz. Hatta estetik yargı tikel nesneler üzerine bile yargı koyamaz çünkü nesnenin varlığına tamamen kayıtsızdır ve sadece öznedeki-öznel duygulanımlardır.

Yargı yetisi, yetilerin işleyişinin öznel koşullarını oluşturur. Aslında tek bir fonksiyona indirgemek de yargı yetisinin çok yönlü ve özgür manevra alanını sınırlamak demektir. Deleuze Kant’ın Yargı Yetisinin Eleştirisi için şöyle der; “Kant, yargı sorununu, yargının teknik veya özgün oluşu düzeyinde ortaya koymayı düşünmüş olan ilk kişidir.”7 Kant’ın anlama yetisinin kavramlarını, öncülü olan biçimsel mantıkçılardan ayıran özellik tam da transandantal mantığın gücüdür. Transandantal mantık verili bir kavramın uygulanma koşul ve kurallarını da içerir. Yargı gücünün önemi tam da budur; kurallar kavramın kendisinde içerilmez ancak anlama yetisinin kavramın uygulanması koşulunu şemalarla olanaklı hale getirebilir. Yargı yetisinin insan ruhundaki bu yaratıcı edimi sanatsal bir tasarlayıcılıkla mümkündür. Tekil durumların kavram altına alınması ya da herhangi bir eylemin ahlakilik normunu belirleyen şey sanatsal yaratıcılığın yargısıdır. “Teorik yargı gücünde, hayal gücü, anlama yetisi, aklın yasasına uygun olarak şema sağlar; pratik yargı gücünde, anlama yetisi aklın yasasına uygun olarak bir tip sağlar.”8 Yargı yetisi çok yönlü yetiler arası harmoniyi sağlayan bir yetidir. Çünkü yargı yetisinin belirleyici bir fonksiyonla nesneleri belirlediğini söylemek aynı zamanda yetilerin uyumunu belirlediğini söylemektir.

Yargı yetisinin, Kant’çı dizgedeki bütün bu karanlık noktalarını Deleuze’ün verdiği bir örnekle anlaşılır kılabiliriz. Sözgelimi tıp alanında bir doktor tifonun (kavram) ne olduğunu bilir fakat onu bireysel bir durumda tanımamış doktor konu bağlamında iyi bir örnektir. Doktorun bireysel durumu tanıması belirleyici yargı gücünün işidir çünkü kavram (tifo) belirlidir. Kavram verili olsa da güç olan kavramın bireysel duruma uygulanmasıdır! Deleuze; “aslında düşünücü yargı gücünde, sanat ve yaratıcılık hiç de az değildir. Fakat sanat farklı bir şekilde dağıtılmıştır. Belirleyici yargı gücünde, sanat sanki gizlenmiş gibidir; burada kavram-ister anlama yetisinin kavramı ister aklın yasası olsun- verilmiştir. Bu yüzden de diğer verilerin özgün katkısını yöneten veya belirleyen yasa koyucu bir yeti vardır, öyle ki bu katkıyı değerlendirmek güçtür. Fakat düşünücü yargı gücünde etkin yetkiler bakımından hiçbir şey verilmemiştir; burada hammadde, gerçekten de tasarlanmaksızın kendini sunar. Böylece bütün etkin yetiler, bu hammaddeyle ilişkili olarak özgürce işler. Düşünücü yargı gücü, tüm yetiler arasındaki özgür ve belirlenimsiz bir uyumu ifade eder.”9 Belirleyici yargı gücünde saklı kalan kurallarla bastırılmış gizli yaratıcılık, kavramın izleğinden çıkarak bireysel durumlara farklı yaratıcı ve potansiyel yükü çıkarıcı bir biçimde hayat bulur. Tekil durumlarda evrensel kavramları keşfederiz ama önemli olan Kant’çı katılığın tek gediği; özgün durumlardaki sınırsız ve kavramsal olmayan genişletilmiş derin düşünmedir.

Gerçekten bütün mesele Kant’ın varsaydığı gibi öznenin içsel devinimiyle olup biten bir süreç midir? Bilgiyi mümkün hale getiren ya da sentezleyici güce sahip yargı yetisinin salt sanatsal yaratıcılığı ile bilgi sürecinin mümkün koşulları aydınlatılmış mıdır? Bilgiyi sentezleyen ya da belli öğelerin senteziyle ortaya çıkan bilgi, öznel fonsiyonların dışında dışsal etkenlerin dayatması sonucunda oluşamaz mı? İşte bu an tarihi bir andır çünkü Foucault’nun muazzam müdahalesiyle karşılaşırız. Bilginin Kant’çı varsayım gibi salt öznel bir devinim olmadığı, dışsal birçok etmenin dahil olduğu karmaşık tarihsel süreçler bütünü olarak varsayılır. Foucault’nun tartışmadaki pozisyonunu anlayabilmek için kullandığı birkaç kavramın anlamını açıklamalıyız.

Foucault’nun sıkça anılan ‘iktidar mekaniği’ kavramı sadece dizgenin işlevsel bağlamıdır. Hapishane, tımarhane, okul, atölye, cinsellik, vb. bağlamlarda gerçekleşen mikro-iktidar mekaniği, iktidarın üretilip dolaşıma girdiği alanlardır. Bütün bu tertibatlar ancak bilgi ile mümkündür. Fakat bilgi iktidar mıdır? Eğer bilgi iktidar ise bilgiyi araştırmaya hiç gerek kalmaz ve “bilgi iktidardır” önermesiyle bütün mesele çözüme kavuşturulur. Ama mesele bu kadar basit değildir! Bilgi, iktidarın sözce alanı ile görü alanını sentezlemesiyle ancak iktidar haline gelebilir. “Sözce”10 kavramı çok kritik bir öneme sahiptir. Fakat açıklamasına geçmeden önce Foucault’nun estetikten ne anladığına kısaca bakmalıyız çünkü estetik, ‘sözce’nin tanımıyla doğrudan bağlantılıdır.

M. Foucault’nun incelemeleri tek bir perspektifle tüketilmesi zor bir hazinedir. Mikroskobik gözlükleriyle bize yaşamın olağan akışı içinde, toplumca en makul görünen hatta yararlı kabul edilen kurum ve bilgi yapılarının temelindeki iktidarın kusursuz işçiliğiyle örülü bir uyruklaştırma/kontrol altına alma taktik ve stratejileriyle donanımlı olduğunun farkındalığını yaratır. Foucault “… benim yapmaya çalıştığım, en bildik davranışlarımızı biz farkına varmadan belirleyen örtük sistemleri kavramak. Ben bu sistemlerin kökenlerini bulmaya, oluşum biçimlerini, bize dayattıkları sınırlamaları göstermeye çalışıyorum, bu yüzden kendimi onların uzağına yerleştirip nasıl çıkabileceğimi göstermeye çalışıyorum.” Foucault, bize alternatif sunmaz; ‘şunu şu şekilde yapın veya yapmanız gerekir’ demez, o sadece doğallaşmış/normalize edilmiş her türlü iktidar etkeninin bir ‘söylem’ ve alternatif bütün söylemlerin tedavüle girdiği anda, bir önceki söylem gibi ‘aynı’ ve ‘öteki’ diyalektiğini yaratacağını ve nihayetinde bütün söylemler üretildiği anda savaşın nesnesidir. Arşivci Foucault bu söylemlerin arkeolojisini yapar.

 

1 Yargı Yetisinin Eleştirisi, İ. Kant, çev. Aziz Yardımlı, 2. Baskı, 2011. İdea Yayınları, s. 18.

2 A. g. e. s. 23

3 A. g. e. s. 24

4 A. g. e. s. 25

5 A. g. e. s. 26-27.

6 A. g. e. s. 28.

7 G. Deleuze. Kant’ın Eleştirel Felsefesi. Çev. Taylan Altuğ. 1. baskı 1995, Payel yayınları.

8 A. g. e. s. 101

9 A. g. e. s. 102.

10 ‘Sözce’ kavramı ile ilgili aşağıdaki betimlemede direk göndermeler kısmi olsa bile ağırlıklı olarak G. Deleuze’ün, Foucault monografisinden yararlanılmıştır.

 

ALİ AVCI

1991 yılı doğumlu Ali Avcı 10 yıldır siyasi suçtan mahpus olarak Kepsut L Tipi Kapalı Cezaevinde bulunuyor. Felsefe, edebiyat gibi alanlarda okuyarak kendisini geliştiren Ali Avcı felsefe alanında yazdıklarını okurlarla paylaşmak istedi. Sizden gelecek eleştiri, katkı ve dönütler Ali’nin Cezaevinde eksikliğini hissettiği uyaran görevini görecek ve onu yeniden yazmaya, düşünmeye, düşündüklerini tartışmaya motive edecek. Ali Avcı’nın daha önce Gazete Karınca’da “Kepsut Notları” başlığı altında yayınlanan yazıları bulunmaktadır. https://gazetekarinca.com/2019/08/kepsut-notlari-5-suc-ve-ceza-ali-avci/

İletişim Adresi: Kepsut L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu

E-10 Koğuşu Camicedit Mahallesi, Pirinçlik Mevkii, 10660 Kepsut/Balıkesir

e-mail: lutfiye7002@gmail.com

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl