Ana Sayfa Kritik Bir ‘‘Çözelti’’ Olarak Toplum: Uyarca

Bir ‘‘Çözelti’’ Olarak Toplum: Uyarca

Bir ‘‘Çözelti’’ Olarak Toplum: Uyarca

 

1972’de İsviçreli Friedrich Durrenmatt tarafından yazılan ve dilimize 1987’de Yücel Erten’in çevirdiği ‘‘Uyarca’’, özgün adıyla ‘‘Der Mitmacher’’ oyunu bu sezon Das Das Sahnede tiyatro severlerle buluşuyor. Ülkemizde ilk olarak 93’te Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Şakir Gürzumar’ca yönetilen oyun, 2003-2004 sezonunda bu kez dönemin Kurtlar Vadisi dizisi oyuncularından Atilla Olgaç, Tarık Ünlüoğlu’lu kadrosuyla İstanbul’da sahnelenmişti. Atsız Karaduman ise her iki kadroda da bilim adamı Doc karakterini üstlendi. Adana’dan Kocaeli’ye birçok üniversite kulübünün de ilgisini çeken Uyarca’yı bu sezon Ahmet Mümtaz Taylan yönetiyor. Durrenmatt’ın eseri bir komedi-kara komedi biçiminde aktarılsa ve her ne kadar yazarın, komedyaya katılmış yergi üslubunu savunduğu belirtilse de Uyarca baştan sona bir suç-toplumsal suç zemininde, kara bir havada, polisiyeye de göz kırparak örülüyor. Toplumsal suç meselesi hâlihazırda oyunun mevcut düzeni nereye yerleştirdiğini açıklamakla birlikte tüm karakterlerin siyah çöp poşetine dolduruluşunu hayli ironik yorumluyor.
*
Oyun, sermayenin kâr amaçlı teknik departmanlarında kullanıp yozlaştırdığı, zevke ve lüks yaşama alıştırıp ekonomik bunalım sonrası tereddütsüz kapı önüne koyduğu ‘‘bilim insanı biyolog Doc’’, her türlü suça bulaşmış, kendini uyuşturucudan fuhuşa dek toplumu ucuz yollardan mutlu etmeye adamış ve artık başa güreşen karanlık adam portresiyle ‘‘büyük şef’’ ve rüşvetçiliğini, işbirlikçiliğini göze batacak şekilde sergileyen polis müdürü Cop etrafında şekilleniyor. Bu üçlünün ilişkisi haricinde şefin metresiyken Doc’a âşık olan Ann, Doc’un maddi düşkünlüğü ardından kendisini terk eden karısıyla giden ve yıllar sonra karşısına devlet başkanının kellesi üzerinden pazarlığa kalkışan anarşist burjuva oğlu Bill, Bill’in üvey amcası yayın dünyası patronu Jack de boy gösteriyorlar. Böylece birçok ayrıksı duran alandan bir kesişim kümesi elde ediliyor.


Bilim insanı Doc yaralıdır ve artık düzen için yararsızdır; düzenin bağırsaklarında çözülüp kanalizasyona/ırmağa karışmıştır bile, geçimini taksi şoförlüğü yaparak sağlamaktadır. Büyük şef ise ölüm korkusu yanında ‘‘ölü kokusu’’ gibi bir sorun taşımaktadır. Bir suikast şebekesi yöneten, tetikçilerin de tetikçiliğini yapan, ölüleri ortadan kaldırmakla mükellef şef kirli pasaklı düzen için yararlıdır. Bu ‘‘kusurlu’’, yaralı bereli iki adam, bir taksi kabininde tesadüfen birleşen hayatlarının seyrini yeraltı ve yerüstü olmak üzere ikiye ayırarak anlaşırlar. Yerin altında ‘‘pis işleri’’ yapacak kişi bilimin ‘‘yüz karası’’ Doc’tır. ‘‘Nekrodiyaliz’’ adını verdiği, kendi buluşu bir sistemle ölüleri (maktulleri) eritip nehre karıştırmaktadır. Zaten yuvası da yerin beş kat altında ve nehir kenarındadır. Bu nekropolisin yer üstündeki temsilcisi Şef ise her geçen gün yeni ceset torbalarıyla kapıyı çalıyor ve bilim adamına ‘‘ekmek parası’’ getiriyordur. Doc, ayda 500 dolara ceset çözeltiminin üstesinden gelmektedir. O kaybedişini kabullenmiştir ve mahvından gizli bir keyif duymaktadır, arada sırada duyduğu sesler vicdanını kanatmakta ve oyunun metni de onun itiraflarından yazılmaktadır. İlk taşı atan Doc’tır, Doc’ın çaresizliğidir, yolunun yol olmadığını anlayan Doc, çektiği acılarla düzeni yargılamaya koyulur. İşler belli bir rutinde ilerlerken yaraların kabukları kaldırılır. Öyle ki Doc’ın yıllar evvel annesiyle sırra kadem basan öz oğlu bir kimya sanayinin ‘‘üvey evlat’’ olarak başına geçmiş, bununla da yetinmeyip ‘‘anarşist, bozguncu fikirler’’ edinmiştir. Dahası babasıyla devlet başkanının öldürülmesi için pazarlık yapmaktadır. Elbette babası basit bir ‘‘diyalizci’’ iken, safra kesesi vazifesi görürken bu pazarlık masasına, Şefin işlerine çomak sokan “yolsuz” görünümlü fakat özünde idealist, adalet savaşçısı ‘‘aynasız’’ın çabasıyla ve şebekenin ortağı sıfatıyla oturmaktadır. İşler burada karışıp kördüğüm olmakta ancak kördüğüm/kördüzen, yani ‘‘uyulan’’ o düzlem özüne kavuşmaktadır. Oyunun alt metninde anarşinin bizzat düzen eliyle yaratıldığı fakat bu kaotik arka planın yolsuzluk ve rüşvetle harmanlanan suça yaslandığı yolsuzluk; bilimin irinle, ceset ve cinayetle özdeşleştiği okunmaktadır.
Yeraltı ve yerüstü yahut nekropolis ve akropolis; kötülüğün toplumsallaştığını ve güç/iktidar, hangi ele geçerse geçsin, hele de kriz/kriz sonrası dönemlerde o eli kirlettiğini, fillerin tepişip çimenlerin ezildiğini çağrıştırmaktadır. Oyun, çimlerden üstün körü bahsedip bir iktidar savaşını, fillerin tepişmesini, o fillere ayak direten romantik boğaları (aynasız Cop) gözler önüne seriyor.

‘‘Uyarca’’ günümüze ne denli uyarca?
Oyun tanıtılırken şu ifadeler kullanılıyor: ‘‘… Durrenmatt’ın 1972’de yazdığı ama geçen gün yazılmışçasına, cayır cayır taze metni ‘Uyarca’ Ahmet Mümtaz Taylan’a teslim.’’
Oyunun güncelliğini cayır cayır sürdürmesi ciğerlerimizi şöyle bir yakıyor, doğru. Bu güncellik bizleri ‘‘yürüyen ceset’’, bir nevi ‘‘yaşayan ölü’’ olmakla itham ederken yakıyor, çözeltip ayrıştırıyor ve izole dünyalarımızda kepçe-çay kaşığı alışverişi sularda boğuyor, akışını bağımsız sandığımız ırmaklarımızda yolculuğa çıkarıyor, katıyor katıştırıyor. Ama yalnızlığımızı, samimiyetsizliğimizi de yüzümüze vuruyor; edilgenliğimizi bir kırbaç gibi şaklatıyor ‘‘soğuk hava odası’’na gönüllü kapanmış bedenlerimizde. Bunu, ilkin bir özeleştiri sayalım; ertesinde Ahmet Mümtaz Taylan’ı konuşalım. Fazla da konuşmayalım! Eni sonu hepimize benzer bir ‘uyarca’ o da. Kimimiz ‘kokarca’ kimimiz ‘uyarca’… Taylan orta yol’a uyanlardan bir orta yolcu… Muhalefet ediyor ama ettiği muhalefet iktidarın dişinin kovuğunu dahi doldurmuyor. Hani ‘‘sanatçı sözünü ortalamacı, indirgemeci söyler’’ bakışına sahip Taylan, fıkradaki gibi Nasreddin Hoca Aksak Timur’un huzuruna çıktığında yalnız kalanlardan değil, buharlaşanlardan biri… Günümüz aydını, ne acı!

Friedrich Durrenmatt

Uyarca, Taylan’ın ellerinde pek ‘‘güncellik’’ kazanmamış, üstelik başına daha fena haller gelmiş: mesajlar silikleşmiş, metnin ana hattını kuran kaotik hal ve tavırlar bütünü oyunun tamamını etkilemiş. Örneğin genç sanayici anarşistin tutumu muğlak kalmış. Oyuna (diğer karakterlerin ara ara başvurdukları yöntemle) sert bir monologla giren genç neredeyse ‘‘orta yolcu’’ ayrılıyor oyundan. Kaosu para verip satın alma çabası, anarşizmi her şeyin bir fiyatı vardır/olmalıdır şiarıyla yan yana gelince gencin heyecan dolu girişimleri de eksenini yitiriyor. Bu karakter neyi simgeliyor? Anarşinin de düzeniçi bir çözüm arayışı olduğunu mu? Düzenin varlığını yerle bir edemeyen her yöntemin ulaşacağı açmazı mı? Belirgin değil.
Açılmayan bir diğer kısım da Doc karakterinin geçmişi… Doc, Büyük Şef ve Cop üç büyük yüzleşmenin kahramanları. Doc içlerinden bir nebze sıyrılıyor çünkü aslında biz seyirciler onun mekânındayız, onu gözetliyoruz; yaşantısını, özlemlerini, tüm mahremini… Yerin dibi Doc’ın ibretlik halini gösteriyor, yine onun tercihleri gerilimi besliyor. Ne var ki Doc ‘‘düşmezden’’ evvel insanlık yararına dirsek çürütüp aminoasitleri mi incelemiş yoksa sermayenin hizmetinde kullanışlı bir ‘‘tekniker’’ olmaktan ileriye gidememiş mi? Doc geçmişinde hangi meziyetiyle parlakmış? Oğul Bill, eski patronun kardeşi Jack ve itiraflarıyla Doc birbiriyle çelişen beyanlar veriyorlar. Bilimin suiistimal edilişi iki katmanlı çıkıyor karşımıza: tamamen kâr odaklı ilerleyen sermaye-bilim ilişkisi ve daha soyut, fantastik kavrayabileceğimiz, edebi anlatılarda yazarın tarzı ile becerisine göre marjinalleşen, değişen suç-bilim ilişkisi… İkinci türden ilişkiye her çağdan örnekler sıralayabiliriz. ‘‘Breaking Bad’’ dizisinde başkahraman eski kimya öğretmeni Walter White kurbanlarının cesetlerini hidroflorik asitle ortadan kaldırıyordu. Oscar Wilde’nin önemli romanı ‘‘Dorian Gray’in Portresi’’nde de artık hayatta olmayan daha doğrusu katledilen bir eski dostun bedeni nitrik asitle yakılıyordu.
Dekor, kostüm ve performans bakımından Uyarca
Oyunun dekorunun ve kostümlerinin başarıyla hazırlandığını söyleyebiliriz. Doc’ın soğuk hava odasına girerken kimyevi madde sıçraması ihtimaline karşı giydiği koruyucu giysi sanayinin hemen her dönem iş güvenliğine dönük ‘‘hassas’’ yaklaşımını da anımsatıyor. Eski model, savaşlarda kullanılan bir gaz maskesi, işlem sırasında açığa çıkan dumana karşı koruyor Doc’ı. Uzun paltolar, fötr şapkalar Suç Amerika’sı tablosu çiziyor. Dekorun ana öğeleri olarak sıralayabileceğimiz; ürkütücü bir perdeyle sahneden ayrılan, mahremin mahremi ifadesini de üstlenen soğuk hava odası, karakterlerin genellikle giriş-çıkış yaptıkları döner bir metalden merdivenle sahneye bağlanan asansör kapısı, duvarda bir sarkaç ve formüller, Doc’ın kendi viskisini damıttığı mekanizma sade ve bir o kadar etkileyici.
Formüllerin birinde H2SO4’ü görüyoruz: lise sıralarında öğrencilere ‘‘Hasan 2, Salak Osman 4’’ diye ezberletilen sülfürik asit… Yukarıda adı geçen iki asidin yanına çözeltici niteliğini rahatça yazabiliriz.
Asansörün devamlı gürültüyle işlemesi ve mavi, soğuk ışığının yanıp sönmesi, merdivenden sürüklenerek indirilen ceset torbaları, oyuncuların seyirciye yaklaşıp bir lamba yakarak iç dökmeleri Uyarca’nın tedirgin edici rolünü vurgulamakta… Bir bağlamda, Jack’in monoloğu hariç komik diyaloglardan ziyade iç çatışmaların tetikleyiciliğinde karamsar akıyor oyun.
Oyuncuların performansına geçersek Tansu Biçer’in (Doc) ikinci perdede geriye çekildiğini gözlemliyoruz. İlk perdede, Biçer doyurucu, Mehmet Ali Nuroğlu (Büyük Şef) vasat bir performans sergilerlerken ikinci perdede Kanbolat Görkem Arslan (polis şefi Cop) yıldızlaşıyor. Oyunculukların dengeli dağıtıldığı bir ekip gösterisi sunan Uyarca’da Arif Pişkin (yayınevi sahibi, Bill’in üvey amcası Jack)’in tecrübesine tanık oluyoruz. Sahnedeki tek kadın oyuncu Zamire Zeynep Kasapoğlu (Şefin metresi, Doc’ın sevgilisi Ann) ve Serhan Onat (anarşist burjuva Bill) ise üzerine düşeni layıkıyla yerine getiriyorlar.
Sonuç Yerine
Durrenmatt’ın eserinde alt tabakalar merkezde bir yer tutmuyor. Onun yerine ‘‘yeraltı’’ bir sığınak biçiminde betimleniyor. ‘‘Yerin beş kat altı’’, bilinçler arası iletişimin asansör aracıyla mekanik aktarıldığı, toplumun durumunu idrak ve geleceği için mücadele etmekten kaçtığı, çekildiği bir tersten fildişi kule tasarısı… Alt tabakalar/üreten sınıf, işbirliği içinde, sermaye, emeğini ezerken gıkını çıkarmıyor ve bu toplumsal çözelti insanlık nehrine sızıp duruyor.
Uyarca, maalesef güncelliğini hiç yitirmiyor. Toplumun çözeltisi insanlık nehrine kavuştukça da yitirmeyecek.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl