Yaslı mıyım? Hayır!  Sonsuz kere hayır!  Hiç siz gördünüz mü, her an ölürken yas tutulduğunu?

 

Cesaret istiyormuş bazı şeyler; yaşama sıkı sıkıya sarılmak,   mücadele etmek, ilerlemek, kazanmak…  Peki ya tersi? Bunların hiçbirisini yapamamak?  Cesaretsizlik? Okunmaması esamesi cesaretin?  Büyük bir özgürlük değil mi? Bütün bunlardan azade olmak…

 

Düşünün; büyük bir krematoryumun önündesiniz.  Birazdan mı yoksa, yıllar sonra mı oraya canlı canlı atılacağınızı   hiç kimse bilmiyor.   Sorun, burada geçirilen zamanda kaliteli, mutlu, neşeli, sağlıklı, kazançlı bir  yaşam  geçirip geçirmemenizmiş. Sorun, ölüm diye bir şeyin olmasıymış!

 

Bir ölüm şarkısı mırıldanıyoruz hep. Korkudan tir tir titrediğimizde yaptığımız gibi; hep bir ağızdan.  Nafile çabalar…  Belki, bir çare, bir kurtarıcı falan… Yok! Mırıldanmaya devam…

 

Kalabalıklara çıkıyoruz. Efkarımızı dağıtmak için. Konuşuyoruz mütemadiyen…Dönüyoruz içimize. Ama yol çok uzun…. Pek  de bir şey yok zaten orada.  İzolasyon. Buna da izin yok! Kafayı sıyırma ile eşanlamlı algılanıyor.

 

Hades’den gelen çığlıklara yedi kat göklerin uğultusu karışıyor.  Ve bizim mırıltılarımız.  Bir ölüm şarkısı…  Ağıt değil ama.

 

Tanıdıklar biliyorlar artık. Ve beni çağırmıyorlar  ölüm törenlerine.  Çünkü ben, her daim eşikte ve serzenişsiz,  geçit törenlerinin yasını tutmuş  oluyorum.

 

Öte alem diyor bazıları.  Öte alem neresi sevgili dostlar? Tam da burası değil mi? Son tesellimiz sonsuzluk da öyle değil mi? Sonsuzluğa yolcu ediyoruz. Sonsuzluğa hapsederek belki de! Bırakalım  nereye gitmek istediklerine kendileri karar versin!..

 

Kremasyon talep edenlerin de, diğerlerinin de istekleri tereddütsüz uygulansın.

 

Yollarım  kesişecek  hep.  Ama artık sevmeyeceğim…  Hiç kimseyi. Hiç-Siz. Hem  neden kaybettiğimde  üzünçlü olayım her seferinde sevdiklerimi? Ve her seferinde böylesi yazılar yazmak zorunda  kalayım?

 

“Nedensiz Dışlanmışlar” serisine başladım.  Panait Istrati uykumu kaçırdı. Puşkin okurken Rimbaud’ya gülümsedim.  Kimbilir?   Sıra gelebilir her an,  her birimize.

 

Dürüst olalım. Yalan söylemeyelim.  Bir ölüm şarkısı mırıldanalım belli belirsiz. Burada olan ve olmayanlara. Kaybettiğimiz tüm sevdiklerimize…

 

26/09/2022- Kandilli

 

TEILEN
Önceki İçerikMurat Ka’nın Çoğul Tarihi’nin İzinde
Sonraki İçerikMedea söyleni: Francisco Goya’da karanlık romantizm ve suçun erotize edilmesi
Kendini Angel Rainbow (Gökkuşağı Meleği) yani ‘kendilik araştırmacısı’ olarak tanımlar. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Tarih, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde Resim okudu. Yüksek Lisansını Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yaptı. Sanatta doktorasını Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde ‘Kendilik Öyküsü Olarak Resim: Gökkuşağı Meleği’nin Anatomisi’ adlı tez çalışmasıyla tamamladı. Yurt içi ve yurt dışı birçok karma sergide yapıtlarıyla yer aldı. ’İris : Sergilerin Bugünü Uzaktır’ (Ankara 2013), ‘Angel Rainbow’ (Selanik 2017), ‘Kaos’ (İstanbul 2019) ve ‘Pandemi! Sorun Acaba Self de mi?’ (İstanbul 2020), Angel Rainbow&Self (İstanbul 2021), ‘Fragmented Self’ ( İstanbul 2022), ‘HEP Self’ (İstanbul 2022) son yıllardaki kişisel sergileridir. Sanat ve sanat yapıtı konusundaki görüşlerini, ‘Kendilik Nesnesi Olarak Sanat Yapıtı’ adlı makalede somutlaştırdı. Ona göre sanat; gerçekliği sadece yansıtmakla yetinmez, yansıtmayı aşar ve gerçekliği dönüştürür. Tek bir akım ve tanıma indirgenemeyecek, geniş perspektifli bir anlayışı sanatçı sorumluluğunu ön planda tutarak, hayata geçirme çabası içinde olduğu söylenebilir. Gerçeklikle kurmuş olduğu bu ilişkide, kendisinden hareketle topluma, dünyaya ve evrene yönelik bir çaba… Sanatsal çalışmalarını İstanbul ve Ankara’daki atölyesinde sürdürmektedir.