Grekçe’de Para/Dox “Karşı Kanaat” anlamı taşır: doğru gibi görünen yanlış çıkarımlar. Mesela Giritli Epimenides’in “Tüm Giritliler yalancıdır” fragmanı gibi.

Halk kavramından başlayalım çünkü Demokrasi, atıf yapılan halkın niteliğine göre değişir. Siyaset Biliminde halk denilince akıllara, Herkes-Pek çok-Salt çoğunluk-Sınırlı çoğunluk-Organik/Organik Olmayan, gibi farklı kavramlar gelmektedir. Halkın, “Herkes” anlamında kullanılması, demokratik bir ölçüt değildir çünkü bazı toplumlarda göçmenler, mahkûmlar, kadınlar, çeşitli sosyal kimlikler vs. siyasal karar alım sürecine dâhil olamazlar. “Pek çok” olarak halk ise, aritmetiksel ve yavan bir veridir; %50’nin X partisine oy vermesi gibi. Halkın, “Organik bir bütün” olarak tarifi ise, bireyselliğin en çok hırpaladığı durumdur; kolektif kimliğin, bireysel hak ve özgürlüklerin önüne geçtiği haldir. Hatta bir nevi, farklılıkların ve çok renkliliğin millet kültürü içinde eriyişinin formülasyonudur. Bu anlayış, Demokrasi-Kimlik düzeyinde, kimliklerin tekilliğini geliştiremeyeceği için demokratik bir ölçütten yoksundur. “Salt çoğunluk” olarak halk ise, azınlıklara saygının ortadan kalkma ihtimalini sürekli saklı tutar. “Sınırlı çoğunluk” olarak halk ise, azınlıkların hak ve hürriyetlerinin anayasal güvencesidir [1]

Demokrasi, halkın halk için, halk tarafından yönetimidir: Halkın Yönetimi mi, Halkın Halk Üzerindeki İktidarı mı? Demokrasinin, etimolojik olarak “halkın egemenliği” ne tekabül eden tarifi problemlidir. Şöyle ki, Giovanni Sartori’nin de belirttiği gibi; “Halk egemenliğinin nesneleri, yöneldiği kimseler kimlerdir?” diye sorduğumuzda, formül tamamlandığı zaman, ondan şöyle bir anlam çıkar: “Halkın Halk Üzerindeki İktidarı.” [2] Bu formül yalnızca iktidarın yukarıya doğru çıkışını değil, aşağıya doğru inişini de içine almaktadır. Eğer, bu iki yönlü süreç içerisinde halk, denetimini yitirecek olursa o vakit halk üzerindeki egemenliğin halkın egemenliği ile hiçbir ilgisinin kalmaması tehlikesi belirir. [3] Robert Michels’in oligarşinin tunç yasasına değinirsek bu formülü daha iyi anlayabiliriz. Amacı ne olursa herhangi bir örgütlenmede belirli bir takım ihtiyaçlardan dolayı uzmanlık gerektiren bölünmeler yaşanılacaktır. Uzman olan kişiler zamanla bürokrasinin duvarlarını örecek ve oligarşinin güçlenmesine zemin hazırlayacaktır. Karar ve kontrol mekanizmalarını elinde tutan zümre, kendilerini, olduklarından daha yetkin ve yine kendilerini, temsil ettiklerinden daha seçkin göreceklerdir. (Bu yasayı en makul ölçütlerle işleyen iki sanat ürünü: Lord Of The Flies filmi ve The Rains Of Castemere şarkısı) Bu izlekte devam ettiğimizde karşımıza ‘Halk hem yöneten hem de yönetilendir.’ gibi tuhaf bir denklem çıkıyor. Oysa egemen, egemenliğini kullanmak için kendi dışındaki nesnelere yönelmek zorundadır. Aslında halk iktidarı kavramı bir ideadır. Halk iktidarı, sadece içinde bulunduğu bağlamda bir anlam kazanır. Yani despotik-otoriter bir rejimi devirene kadar halk iktidarı adına eylemler yapılabilir lakin rejim devrildikten sonra seçim ve temsil mekanizmaları ortaya çıktığında halk iktidarından bahsetmek mümkün olamayacaktır.

Modern Demokrasi kavramına geçecek olursak…

Bu kavram, ilk olarak Fransız Devrimi’nde sayıklanmaya başlanan “iktidar halkın elinde olmalı!” düsturunun, liberaller tarafından, simgesel çerçeveyle yeniden ortaya çıkarılmış halidir. Modern Demokrasi, iki farklı tarihsel geleneğin birbirine eklemlenmesiyle ortaya çıkmıştır. İlki, bireyin temel hak ve hürriyetlerini temel alan, hukuk devleti, güçler ayrılığı, insanın özgürleştirilmesi, mülkiyet hakkı gibi ülkülere atıf yapan liberal gelenektir. İkincisi, eşitlik, yöneten-yönetilen özdeşliği, halk egemenliği gibi argümanları içeren demokratik gelenek. Bu eklemlenmeyle birlikte liberalizm demokratikleşmiş, demokrasi ise liberalleşmiştir. [4]

Şunu unutmayalım: Bugün liberalizm ve demokrasi arasındaki bağ, sert mücadeleler sonunda kurulmuştur. Mesela, F. A. Hayek gibi kimi liberaller “Demokrasi, esas olarak iç barışın ve bireysel özgürlüklerin korunmasının aracıdır.” çizgisini savundular. Onlara göre demokrasi, liberal kurumları tehlikeye atmadığı sürece yararlıydı. Liberal kurumların her zaman öncüllüğü vardı. Kimi liberaller ise, halk adına karar alan temsili hükümetlere, karar alım sürecinin rasyonel cereyan etmesi durumunda saygı duyacaklarını ama meşruluğundan şüphe edilen kararlara da karşı olacaklarını beyan etmişlerdi. Diğer yandan demokrat gelenek de, “burjuva özgürlüğü” olarak nitelendirdiği liberal kurumlara, halk iradesinin temsiliyetine engel olmadıkça tarafsız kalmıştır. Modern Demokrasinin en tartışılan çıkmazı, yani özgürlük adına halk egemenliğine sınır koymanın meşruluğu tartışmalarında, Jürgen Habermas ve John Rawls, Liberalizm ve Demokrasiyi uzlaştırma çabasına soyundular. Habermas demokrasiyi, Rawls liberalizmi öncül olarak görmekteydi. İki düşünür de iki akımın çelişkilerinin uygun müzakereci yöntemlerle ortadan kaldırılabileceğini varsayar. Öte yandan C. Schmitt ise liberalizmin demokrasiyi, demokrasinin de liberalizmi olumsuzladığını radikal bir dille ifade etmektedir.

Paradokslardan ibaret Modern Demokrasi’ye alternatif olabilecek bir toplum biçimini sunan Chantal Mouffe, Radikal Demokrasi Projesi ile “Nasıl bir arada yaşayabiliriz?” sorusuna cevap vermektedir. Çoğunluğun değil çoğulculuğun biçimlendirdiği, farklılığın var olabilmenin koşulu olduğu, homojenik hedeflerin sorgulandığı, politik kimlikleri biz/onlar ayrımıyla ortaya çıkaran antoganizmacı düzlemi minimuma indirgeyen, “politik olanı” -yani iktidarı- unutmayan, hiçbir toplumsal aktöre bütünün temsiliyetinin atfedilmediği bir zihniyetin bizi daha yaşanılabilir bir dünyaya ulaştırabileceğini düşünür.

[1] Demokratik Paradoks / Chantal Mouffe / Epos Yayınları, 2001

[2]Demokrasi Teorisine Geri Dönüş / Giovanni Sartori / Sentez Yayıncılık, 2014

[3] Demokrasinin Sosyolojisi / Ali Yaşar Sarıbay / Say. 9/10

[4] C.B. Macpherson / Liberal Demokrasi Eleştirisi, Arı Sanat Yayınları

Resim: James Tissot / The Prodigal Son in Modern Life: The Return (1882)

TEILEN
Önceki İçerikTekinsiz Zamanlar, Zamansız Anılar
Sonraki İçerikMathilda İlk Kez Türkçede
1992 İstanbul doğumlu. Uludağ Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü mezunu. 2015 Ahmet Hamdi Tanpınar Deneme Yarışmasında Samuel Beckett’da Erişme Kavramı eseriyle dereceye girdi. Kent sosyolojisi, karşılaştırmalı edebiyat, kültür tarihi gibi alanlarda çalışıyor. Bazı yayın evleri hamalı, amatör müzisyen, profesyonel yalnız. İstanbul’da ikamet ediyor.