Ana Sayfa Kritik BİR SANAT TARİHÇİSİNİN SANAT GALERİLERİ İLE İMTİHANI

BİR SANAT TARİHÇİSİNİN SANAT GALERİLERİ İLE İMTİHANI

BİR SANAT TARİHÇİSİNİN SANAT GALERİLERİ İLE İMTİHANI

Şimdi size bir hikaye anlatacağım. Biraz trajik, biraz trajikomik bir şekilde bir sanat tarihçisi olarak kendi mesleğimi yapmaya çalıştığım sanat piyasasından nasıl yıldırıldığımın hikayesi bu. 

Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden mezun olduğum 2013 yılında, İstanbul’a geri dönüş öncesi EVS ( Avrupa Gönüllülük Hizmeti) kapsamında İtalya, Sicilya’da bir kuruluşta gönüllü olarak 8 ay çalıştım. Bu deneyim bana hem yabancı dilimi geliştirmemde yardımcı olacaktı hem de İtalya gibi bir sanat merkezinde gezip, görüp, gözümü eğiterek Türkiye’ye döndüğümde işimi yapmama yardımcı olacaktı. Tabii bu benim İstanbul sanat piyasasını ve galeri çalışanlarının ne koşullar altında çalıştığını bilmeden yaptığım toz pembe hayalimdi.

Türkiye’ye dönüş yaptığımda hızlıca İstanbul’daki sanat galerilerine başvurular yaptım, iş görüşmelerim oldu ve nihayetinde ismi lazım olmayan bir sanat galerisinde galeri asistanı olarak işe başlamaya hak kazandım. İnsan mesleğini yapmayı çok istediğinde iş verenin kendisine sağladığı koşulları pek önemsemiyor. Özellikle sanat piyasamızda koşullar benzer olduğu için ve herhangi bir sanat galerisinde çalışmak, bir dergide yazmak size lütfedildiği için bu koşulların sorgulanmasından da zaten pek kimse hoşlanmıyor.

İşe şu şartlarda başladım; ilk maaşım içeride kalacaktı ( çünkü o işi aniden bırakmak isteyebilirdim, galeri asistansız olarak ortada kalmasın diye de ilk maaşımı heba etmek zorundaydım ki çıkmak istediğimde iş verene önceden haber vereyim!!! ) , sigortam işe başladıktan 3 ay sonra başlayacaktı çünkü ilk 3 ay deneme süresiydi. İş veren kendisi için yeterli olduğumu düşündüğünde sigortamı başlatacaktı. Bunun için 3 aya ihtiyacı vardı, o zamana kadar neden boşuna sigorta masrafım olsundu. Tabii bu sigorta başlangıcı 3 ayı geçti, 5 ayı geçti derken işe başladığımın 8.ayında sanat galerisi sahibi tarafından en sonunda yeterli görüldüm ve sigortam başlatıldı. Bu 8 ay dolana kadar iş yerinde kendimden büyük eserleri oradan oraya taşırken başıma bir şey gelmemiş olması tamamen şans… Elbette işi bu şartlarda kabul eden bendim. Çünkü mesleğimi yapmak istiyordum ve bir yerden başlamalıydım. Ayrıca benden daha kötü koşullarda olan sanat galerisi çalışanı arkadaşlarım vardı. Mesela bazıları hiç maaş almıyor ( çünkü deneyimsiz ) öğle yemeği ücretine çalışıyordu. Gerekli süre! dolduğunda maaş almaya başlayacaklardı.

Sanat galerisinde işe başlamamla aynı döneme denk gelen sıralarda sanat yazıları yazmaya başlamıştım, bir e- gazete olan Dağ Medya ile görüşmelerim sonrası orada Sanat Tarihi yazarlığı da yapmaya başladım.

Sanat galerisi asistanlığı bana çok şey öğretti asla inkar edemem. Zaman zaman asistan, bazen galeri direktörü, bazen galeri temizlikçisi ya da servis elemanı gibi çeşitli meslekleri bir arada yapmayı ilk olarak burada öğrendim.

Bu süreçte işten kalan tüm vaktimi sergileri gezip, bolca okuyup yayınlayacağım yazılara ayırıyordum. Sonra bir şeyler ters gitti. Galeri ile çalışan sanatçıların çoğu, galeri sahibi genelde yurt dışı seyahatlerinde olduğu ve bazen sergi açılışlarını bile tek yapmak zorunda kaldığım için beni muhatap almaya başladılar. Bu artık galeri direktörü olarak anılmaya başladığım döneme denk geliyor. Yazılarım yalnız online mecralarda değil bazı basılı mecralarda da yayınlanmaya başladı. Artık yalnızca X galeri çalışanı olarak değil, bir sanat tarihçisi ve sanat yazarı olarak Meltem olarak da tanınmaya başladım. Ancak bu noktada egolar gün yüzüne çıkmaya başladı. Galeri sahibi bana bir çalışan olduğumu sürekli hatırlatma gereği duyuyordu. Ufak mobbingler sonrasında çok rahatsız edici büyük psikolojik baskılara dönüştü. Özellikle yayınladığım yazılarda, çalıştığım galeri sanatçıları dışında yer alan hiçbir sanatçı, sergi, galeri hakkında yazamayacağımı bir kural gibi sürekli belirtiyor elbette bunun aksi bir yazım çıktığında benimle muhakkak kavga ediyordu.

Nihayetinde galeri sahibi varlığıma daha fazla dayanamayarak beni bir gün pat diye işten çıkardı. Alacağım hiçbir ödememi vermeden. İş verenim tarafından karşılaştığım mobbing detaylarına girmeyeceğim. Hemen hepimiz her sektörde çeşitli derecelerde bu sorunla karşı karşıyayız. İşten haksız ve sebepsiz bir şekilde üstelik çirkin bir tavırla yalnızca galeri sahibi egosu yüzünden hiçbir hakkım verilmeden bir sabah çıkarıldım.

Etrafımdaki insanların çok uzun sürer, yıpratıcı olur demelerine aldırmadan da o gün avukatıma gittim ve iş mahkemesine başvurduk. Evet çok uzun ve yıpratıcı bir süreçti, evet her mahkemede özellikle galerideki mobbing gördüğüm dönemleri tekrar tekrar hatırladım, aynı stresi tekrar yaşadım. Ancak mahkemeye başvurduktan 3 yıl kadar sonra davayı kazandım. Üstelik gördüğüm mobbingler sebebiyle açtığım manevi tazminat davası da kısmen de olsa kabul edildi ve ben tüm haklarımı karşı taraftan aldım. O gün yaşadığım mutluluğu, uğradığım haksızlıkların öylece karşı tarafın yanına kar kalmadığı, kalmayacağı kanıtlandığında hissettiğim ruhsal hafifliği tarif edemem.

Bu arada başka bir sanat galerisinde çalışmaya başladım. Bir şans daha verecektim. Sonuçta hepsi aynı olamazdı. Ancak malesef yine bir çalışan olarak hakkım olan ve yasal olarak da zorunluluğu olan sigortam 3 ay boyunca yapılmadı. Bu 3 ayın sonunda galeri sahibine artık ne zaman sigortamı başlatacağını sorduğumda anlayışsızlıkla suçlandım. Çünkü kendisi o sanat galerisini ne şartlar altında açık tutuyormuş haberim var mıydı. Tabi galeri sahibi benim sigorta masrafımı bir öğle yemeğinde tükettiğinde bir problem yok ama o öğle yemeğinin masrafı çalışan anlayış göstermezse nasıl çıkacak değil mi? Galeri sahibi ile bu minik tartışmayı yaşadığımız gün işi bıraktım ve onları SGK’ya şikayet ettim. Sonradan haberi geldiği kadarıyla sigortasız işçi çalıştırdıkları için iyi bir ceza yediler.

Bu iki deneyim sonrası ben pes ettim. Bir daha asla sanat galerisi çalışanı olmayacaktım. Radikal bir kararla sektör değiştirip, kazancımı başka bir sektörden edinerek bağımsız bir şekilde sanat yazarı olmaya devam ediyorum. Elbette tüm sanat galerileri emekçilerini aynı koşullar altında tutmuyor. Eminim çalışanının hakkını gözeten ona sahip çıkanlar da vardır. Ancak 2 yıl içerisinde peş peşe çalışanının emeğini hiç eden, küçümseyen sanat galerileri ile çalışmış olmam bunun tesadüf olduğunu değil malesef bu koşulların çok yaygın olduğunu gösteriyor.

Bu ciddi problemin çözümünde de sanırım herkese bir parça pay düşüyor. Öncelikle çalışanların haklarını alabilmeleri için çeşitli denetimlerin artması gerekiyor. Çalışanın hakkına göz diken işverene caydırıcı cezalar uygulanması gerekiyor. Sanat galerisi sahipleri şunu öğrenmeli ki çalıştırdıkları insanlar bu işi yapabilmek için eğitim alıyorlar, yıllarını ve paralarını harcıyorlar. O işi alana kadar verilen emek ve o iş sırasında verilen emekleri görüp bunun karşılığını çalışanınıza vermeniz için öyle çok hukuki nedenlere de gerek yok. Biraz etik biraz vicdani yaklaşım yeterli olacaktır.

Çalışanların ise her şeyden önce kendi haklarının, çalışan haklarının bilincinde olması çok önemli. Haklarınızı bilin, o hakları almak için elinizden geleni yapın. Çünkü yaşadığımız ekonomik koşullar altında aslında hepimiz biliyoruz ki sanat piyasasında emekçi olan hiç kimse piyasanın tozpembe bulutlarının üstünde uçmak için girmiyor bu sektöre, zaten işin içine girdiğiniz zaman o bulutlar da yok oluyor.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl