Ana Sayfa Kritik Venedik Bienali: Türkiye’deki Kavramsal Kafa Nereye Kadar?

Venedik Bienali: Türkiye’deki Kavramsal Kafa Nereye Kadar?

Venedik Bienali: Türkiye’deki Kavramsal Kafa Nereye Kadar?

59. Venedik Bienali pandemi sonrası 3 yıl aradan sonra yeniden izleyiciyle buluştu. Tam bir görsel şölene dönüşen bienalin 2000’li yıllardan sonra artık şova dönüştüğü konusu ise hala tartışılıyor. Hatta Beral Madra bu konuda: “ Dünyanın en büyük sergi etkinliği olarak nitelendirilen Venedik Bienali Eşitsizlik ve Neo-kapitalist emellerin ikilem halinde doruğa ulaştığı heterojen bir etkinliktir. Kapitalist emellerin sanat üretimine müdahaleleri de günümüzdeki ilişkisel estetik koşullarına karşı bir durumdur.” Ve ekliyor, “Eleştiri yapıyormuş gibi yapıyorsunuz ama aslında eleştirmiyorsunuz.”

Madra da son dönemlerde Venedik bienalinin şova dönüştüğünün kanısında. Bunun seçilen sanatçılar ve işlerine verdiği örneklerle de desteklendiğini düşünüyor. Benimse bu durumda en çok kafama takılan şey, Türk Pavyonu’nun neden bu kadar kavramsal kaldığı. Özellikle son dört bienalde görsel şölene dönüşen diğer pavyonların aksine Türk Pavyonunda buna karşı bir direnç olduğunu gözlemliyorum. Berlin Pavyonu’ndan bile daha kavramsal kalacağız diye korkuyorum. Kavramsalın bir tık üstü gibiyiz. Post-kavramsal olabilir mi?


Henüz Rönesans’ı bile yaşamamış bir toplum olarak biz ne ara kavramsala bu kadar sıkı sıkıya bağlandık. Avrupa’nın bile kuşkuyla baktığı fluxusu daha çok mu anladık ya da yanlış mı anladık?

ABD Pavyonu

Ne zaman Türk Pavyonuna girsem içimi bir sıkıntı basıyor. Gezmeye gelmişiz ama annem eğlenceli yerden koparıp beni zorla sokup “Ayıp olur kızım buraya da bakalım” dediği ortamların hissiyatını veriyor. Neden böyle hissediyorum?

Türk pavyonuna seçilen işler daha çok dOCUMENTA bienali tadında seçiliyor ama Venedik bienaline yolu düşmüş de sergileniyormuş gibi bir hissiyat veriyor. Şölenin hâkim olduğu bir şehirde Venedikte’yiz. Acaba artık bunu kabullensek mi? Tüm dünyanın büyük ölçekli işler yapıp şov yaptığı bir yerde artık biz farelerle oynamasak mı ?

Türkiye Pavyonu

Her sokağı ayrı bir şölen olan bu şehirde ve bienalde, tüm ülkeler Venedik’in güzelliği ile yarışmaya çalışırken, Türk pavyonu kavramsal sanatta neden bu kadar ısrarcı? Bunu gerçekten merak ettiğim için sadece soruyorum. Belki benim bilmediğim ya da göremediğim bir şey varsa öğrenmek isterim çünkü. Ama sorularımı Will Gompertz gibi biri okusun ve cevaplasın da isterim. Mesela Venedik ziyaretim sonrası aklıma şöyle bir soru geldi: Türk Sanatının belleğindeki Duchamp kim? Eğer Will Gompertz gibi birini bulursam sorularımı da çoğaltabilirim. Bienaller dünyayı sorgularken ben de bienali oluşturan ve izleyiciye sunan sanat profesyonellerini sorguluyorum. Biz sorgulamayı bienallerden öğrendik hiç kızmayın.

Kore Pavyonu

Aslında kavramsal olmasın da demiyorum, bienalin çıkış noktası zaten kavramsal. Sadece bizim seçimimizde bir aşırılık var gibi. Bu sene de işinde bir kediden yola çıkarak kedi fare oyunu yapan sanatçı, Venedik Bienali’nde Türk Pavyonu’nun görsel şölenini göz ardı edip, kavramsala sıkı sıkıya tutunmaya çalışarak faresini yakalayamam kedi konumunda pavyon misyonunu devralmış gibi görünüyor.

Füsun Onur mekânlarla derin bağ kurabilen değerli bir sanatçı. Türkiye için önemini de konuşmaya gerek yok. Birçok bienale de katılmıştır. Bienal’de yönlendirmeyi yapan sanat profesyonelleri, Venedik Bienali’nin görsel şölene dönüşüne seyirci kalmayıp harekete geçmelilerdir diyebilirim. Böylelikle hem Türk Pavyonuna yapılan yatırım, hem de oraya emek veren sanatçılar daha çok görünür kılınabilir diye düşünüyorum. Görünür kılınmanın önemini zaten Pierre Bourdieu’den önce de kadın sanatçılar damarlarında hissetti.

Çoğu bölümler güç gösterisi yaparcasına, ‘Show must go on’ dermiş gibi takılırken, Türk Pavyonu’nun bu tutumu Avrupa’ya, “Bakın biz kavramsalı çok iyi anladık, hatta post kavramsalız, kavramsalın bir tık üstüyüz. Rönesans’ı bile sollayarak buraya geldik. ” gibi bir çaba sergileyerek, gizli bir oryantalist his ile mi sergiliyor ?

Ne zaman Venedik Bienali’ne gitsem, sosyal medyada Türk Pavyonu’ndan paylaşım yapmak içimden bile gelmiyor. Günümüzde Instagram’ın sanat dünyasında da çok etkili olduğunu Art Basel fuarında sadece Instagram’dan fuara katılarak online satış yapan galerilerle karşılaştığımızda anlamıştık. Yani Instagram’a bu değeri ben vermiyorum, piyasa veriyor. Böylesine görsel bir şölende fotoğraf  albümüne giremeyen ya da Instagram’da paylaşma isteği uyandırmayan bir sergileme biçimi neden tercih ediliyor?

Önemli olmasa, Anish Kapoor topun içine mermi gibi kırmızı boyalar atarak şov yapar mıydı? Ansem Kiefer müzeye devasa tuvalleri ile resimler sergiler miydi?

Kore Pavyonu’nda Yunchul Kim, 5 metre uzunluğundaki yılansı kinetik heykelini koyar mıydı? Diğer eserlerden nefes aldıkça heykeli hareket ediyor ve sinir sistemi gibi çalışıyor. Şu harika şova bakar mısınız?!

59. Venedik Bienali’nde dikkat çeken konulardan biri de kadınların çok fazla öne çıkmasıydı. Bunu çok uzun zaman bekledik tabi. Gerilla Girls’de artık maskelerini gönül rahatlığı ile çıkarabilir. Elbette Amerika da en çok ilgi çeken pavyon olarak, bu sene tabi ki ırkçılık konusunu işleyecekti. Ve talih, kulaksız gözsüz heykeller yapan hem siyahi hem kadın Simone Leigh’in başarılı heykellerine vurdu.

Şimdi bir de okuyucuya soralım: 59. Venedik Bienali için Google’da arama yaptığınızda en çok hangi pavyonlar yazılmış?. Instagram’da hangi işler daha çok paylaşılmış? Kararı kendiniz verin.

Venedik Bienali’ni, özgür dünyayı sorgulayan, dönüşümü ve başkalaşımı Dokumenta Bienali gibi değil de, görsel şölen tadında görüyorum. Ve belki de yeni kavramsalımız teknoloji ile olan iletişim, zaten bienalin de cevap aradığı sorulardan biri değil miydi ?

Farklı yaşam formları ve teknoloji arasındaki ilişkiye odaklanmak?

Ve aşikâr olana artık itibar etmek…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl