Yazı evreninde “minimalist” veya “küçürek” öykü kavramının önem kazanmayı başladığı modernist edebiyat ortamında özellikle yazının rotasını, metnin eksiltilmişliği çerçevesinde kısa ama etkili bir bağlam kazanması dahilinde de ele almamız gerekir. Türk edebiyatında modernist çizginin anlatılan kadar anlatma halindeki farklılık ve özgünlüğü esas aldığı bu noktada kolaylıkla ifade edilebilir. Borges’ten Hasan Ali Toptaş’a kadar birçok modernist kalemin temelde kurmacaya bakışı nasıl düşsel bir yolculuğun şifrelerini bize sunuyorsa yazarın yazma eylemine bakışını da belirleyen yeni bir “izlek” yaratma çabası benzer bir yazı yolculuğunun peşi sıra modernist yazarı şekillendirir. Yazı kadar okuma sürecini de yaratıcı bir sürece dönüştüren bu durum yazının gerçekliğe bakışını nasıl değiştirdiyse psiko-anlatı (iç monolog, serbest dolaylı anlatım, bilinç akışı) teknikleriyle metnin damıtılarak ve eksiltilerek anlatılma sürecini bir ortak akış haline de getirmiştir. Yazımızın odak noktası da sayılabilecek metinleştirme ve eksiltme bu açıdan kurmacanın modern zamanlardaki aforizması olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Türk edebiyatında modern anlatının oluşumunda payı yadsınamaz üç isimden söz edebiliriz. Yetmişlerin siyasal coşkusunun bireydeki gelgitlerini farklı noktalardan ele alarak bireyin gözünden toplum ve yaşanan coğrafyayı anlatan bu iç isim Oğuz Atay, Yusuf Atılgan ve Ferid Edgü’dür. Kendine özgü bir üslubu yakalama kaygısı, yazmanın eylem halinde bireyi ve onun kuşatan toplumsal gerçeği metindeki kırılmalarla yansıtma niyeti bu onların metinlerindeki ortak payda olarak görülebilir. Yazmayı eylemsel kıldıkça bireyselliğinin farkına varan yazardır bu üç yazarın ortak yaratı tavrından çıkan. Üslubu olan yazar için söylenecek yeni şeyler vardır Edgü’ye göre. Atay için tutunamama” hali nasıl kolaya kaçan bir bohemin içe kapanma hali değil, kültürel, toplumsal sorgulamanın bireye düşen paydasıysa  gerçekliğin kuru anlatıcısı olmaktansa düşten çıkarak gerçekliğin yeni sularına ulaşmak halidir bu üç yazarı kesen de. Atılgan’ın bireyindeki kasaba bunaltısı, Atay’da büyük kentin küçük burjuvasının entelektüel açmazlarıyla yollarını birleştirir. Edgü’de ise bir yanı doğulu, bir yanı batılı yeni insan”ın metindeki yansıması dile verilen özel önemle oluşturulmuştur. Yazımızın merkezinde Ferid Edgü ve onun yazma halleri yer alıyor ve kuşkusuz onun kendi ifadesiyle bir çöpçüye” benzettiği yazarlık hali, toplumun ve insanlığın büyük çöplüğünde dolaşmaktan geçer.

Edgü’nün Yeni Ders Notları” kitabında yazma halinin kimi savunuları çarpıcı belirlemelerle karşımıza çıkarken yazarın sözcükleri aşarak sözcüklerin olanakları bir düşlem alanı yaratma isteği de bir Edgü aforizması sayılabilir. Gogol’un “Ölü Canlar” üzerine söylediği şu söz Edgü’nün anlatıcı, karakter ve kurmacaya bakışında yardımcı sayılabilir. Kendisine toprak sahiplerini başarılı betimlediği söylendiğinde, Gogol Ben onları betimlemedim, aslında onları görmedim bile.Ölü Canlar’daki tüm kişiler benden başkası değil.”der. Anlatısına ve anlatıyı oluşturan kurmaca kişiye yazarca sahip çıkma halidir bu. Yazarın düşleminden yansıyan yeni bir yazardır bu açıdan Edgü için karakter, kişi ve anlatıcı” olguları. Felsefenin iyimserliğine karşı yaşamın iyimserliğini savunan Edgü, yaşamın hem iyimser hem de kötümser yüzünün aslında metindeki nesnel alan olduğunu da savunur. Yaşam nesneldir aslında Edgü’ye göre, onu öznel ve yazarca kılan da dildir.

Edgü’nün Doğu Öyküleri” kitabındaki birkaç saptaması onun yazma halinin nasıl bir eylem olarak algıladığının şifreleri gibidir. Yazarın ortak dil kurmaya çalıştığı “Doğu”yla ortak yalnızlıklarının olmadığını fark eder tüm yazma eylemi boyunca. Metinlerdeki farklı insanlar “Ölüm ve Öldürmek” üzerine trajik bir sorgulamayı beraberinde getirir. Doğunun köylerindeki ortak yaşanmışlıklardan yola çıkarak şu soruyu sorar köylülere iç savaş sorgulaması dahilinde: Niçin öldürüyorsunuz birbirinizi?” Anlaşılması zor bir sorudur, ama yazarak anlatmak anlaşmayı da sağlayacaktır yazara göre. Mirza anlatısında dördüncü karısını alan muhtar, birbirine eklenen kerpiç evler, düşlenen iki katlı taş yapılar,saraylar Mardin’in  kızıla çalan silueti bu anlatılarda belirginlik kazanırken yazının eyleme geçişi doğu” algısının yazarca değişimin izlerini de verir. Doğu Öyküleri’nde yer alan bir başka anlatı “İbramın Oğlu İbramın Öyküsü” de farklı metinler ve anlatılar arasında Halit’ten dinlenen bir öyküyle başlar. Mapus damındaki İbram’ın öyküsü bir başka öyküyle eklenerek yazarın farklı anlatıcılar arasında Doğu”ya dair öyküsel gezintisini derinleştirir. Doruğa ulaşmanın karın hakim olduğu tepelerde bir özlem haline geldiği keşif öyküsüdür bu metne ulanan. Gücün, kara gömülen bir coğrafyanın, düşlerin, korkuların, geniş kızıl ovaların anlatısı başlamıştır yazarın anlatıcılığında. Kitaptaki “İnsan Kokusu”,”Mutluluk” gibi anlatılar Çehov öykülerine gönderme yaparken uzun ve zorlu yollarda süregiden otobüs yolculuğunda keşfedilen bozkır”ın öyküsüyle somutlaşır. Mağaralarından çıkmayan köylülerin eski uygarlıklardan kalan ve duvarlarında figürlerin bulunduğu bu mağaraları mesken tutan köylülerle kurduğu mimar”ca bağ ile karşımıza çıkar.Köylüleri bu mağaralardan çıkarak ve yeni konutlarına kavuşturacaktır; ancak bir zaman sonra o da bu mağaraların yerleşimcilerinden biri olur. Bu modernin taşrayı anlamaya başlamasının işaretidir. “Öteki” olmaktan çıkıp onlardan olma hali benzer bir yazma halince anlatılır Edgü tarafından.

Minimal Doğu Öyküleri’nde yazar kısa metinler halinde Doğu” ve Taşra”nın derinlikli ruh halini yansıtır.Edgü’nün ifadeleriyle herhangi bir insanın yazgılarının yazınsal konu olması kadar yazınsal konunun yazarın yazgısı olması söz konusudur. Söz konusu minimal” anlatı yazarın doğu kavramına dair kendisine düşen yazarca yazgı sayılabilir bu halde. Düş gücünün izlediği edimleri yeterince siyasal” bulan Edgü anlatıcılığı “Bu” adlı kısa anlatıda şu çarpıcı çözümlemeyle okura ulaşır:

-Bu ne bu?

-Kar.

-Böyle kar hiç görmemiştim.

-Burda daha neler göreceksin.

-Neymiş göreceklerim?

-Kurt, köpek.

-Başka?

-Ayı,tilki.

-Başka?

-İşin rast giderse, bir insanoğlu.

-Bu karda mı?

-Bu karda, eğer yolunu bulabilirsen.Ya da o, yolunu yitirmişse.Artık bahtına…”

Bir başka minimal anlatısında yazar, yazmak istediği öyküyü dinlemek için ihtiyar köylüye kulak verdiğinde  köylünün fotoğraflarının çekilmesi isteğiyle karşılaşır. İhtiyar köylü, çek ki yazına koyasın, der yazara. Böylece yazarın onları unutmamasını sağlayacaktır. Metinde yazar, Doğu’nun unutulmuşluğuna dair ironik” bir yaklaşımı da ortaya koyar buna dayanarak. Edgü’nün yaratıcının kötümserliğine karşın yaratının iyimserliğine dair bakışını da ortaya koyar bu anlatı. İnsanı anlatan ve insana sunulmuş olan metin yazara göre zaten bütünüyle iyimserdir. Dilin başlı başına toplumsal bir içerik olarak görüldüğü bu yazarca tavır, yazarın yazarken dönüşmesinin işaretlerini de verir.

Yazarken ki çelişki yazmanın çelişkisidir aslında. İçinde milyonlarca dünyanın  olduğu bir dünyayı betimlemek olarak görülen yazmak eylemi, bir yandan gerçekliği yaşarken, bir yandan da gerçekliği yadsır. Hayalhane” başlıklı kısa anlatısında düşe sığınan zihnini sorgular yazar kaybolmuş fotoğrafların peşindeki arayışında.

-Niçin kaybolmuş fotoğrafları arıyorsun. Elinde bir makinen var. Görüyorum. Yeni fotoğraflar çeksene.Hatta kaybolan fotoğrafları.

-Ama onlar hayallerimdi.”

Yazılarına dair savunusunu Yeni Ders Notları”nda bir Çin atasözüne dayandırır Edgü. Yazıları uzun okuyun, kısa yazın.” der Çin atasözü.İronik bir yaklaşımla yazarın dilinin altındakinin sözcük” olduğunu söyleyen Edgü, yanıtını bilmediği soruları da soracak genişlikte bakmayı yeğlemiştir yazma sürecine, sözcük” ve” söze” hakkını vermek niyetiyle. Amacını ve zamanını aşan yapıtın dilin devrimci” ve siyasal” halleriyle ilintili olduğunu da vurgular bu açıdan. Bireyi düzen” bir düzene inat bireyin anlatısı savunulmalıdır ona göre. Günlük gerçeklik, yaşam ayrıntıları bir süzgeçten geçerek anlatıdaki yerini en yalın haliyle bulur sonuçta Edgü anlatısında. Yazarın bir başka minimal” anlatısındaki ironi de bireye yüklenen kahramanlık” imgesini, mitleştirilen bir dizi kavramı  sorgular niteliktedir:

Aile arşivinde bulduğum bir belgeye göre büyük babam Büyük Savaş’ta şehit düşmüş.

Bir başka belgeye göre, savaş sırasında askerden kaçtığı için kurşuna dizilmiş.

Bir üçüncü belge daha var ki, o da, büyükbabamın döşeğinde öldüğünü yazıyor.

İlginç olan her üçünde de, büyükbabamın ölüm yeri ve tarihi aynı.”

Minimal öykünün  bir arınmışlık, yalınlık ve fazlalıklardan uzak yapıyı oluşturmak niyeti olarak yazar  görüldüğü Edgü anlatıları “olay”ın  kısa halleri olarak da  karşımıza çıkar, Minimal Doğu Öyküleri’nde yer alan Yıkılmış” adlı anlatı da tam da sözünü ettiğimiz yalınlık halini kutsal”a gereksinimi kalmamış bir köyün atmosferinde aktarır. İç savaşın iki tarafına metaforik bir gönderme sayılabilecek “ölüm”e karşı  kayıtsızlık söz konusudur bu metinde de:

Yıkılmış köy.Öldürülmüş insanlar, atlar, köpekler.

-Bunlar Tanrı’dan korkmaz mı? diye bağırdım.

Bekledim.

Sesimin yankısı yok.

-Burası ne biçim bir yer Tanrım!diye ekledim.

-Tanrı’nın bu dağ könde işi ne? diye yanıtladı yanımdaki adını bilmediğim köylü.Biz burda işimizi kendi aramızda görüyoruz. Sustuk.

Sonra uzaktan bir köpek havladı.”

Edgü’ye göre gelecek adına yazılmaz yazı, geçmişten kurtuluş umududur yazma süreci. Sustuklarını yazmak, bir başka suskuyla birleştirerek onu çığlığa dönüştürmek isteğidir bu. İnsanoğlunun değerlerini çöllerde ve çöplüklerde bulan bir karamsarlık durumu bir zorluğun keşfi ve ona karşı zafer hali olarak karşımıza çıkar. İster gerçeğin, ister düşün gerçeği olsun arkasında gerçek” vardır Edgü anlatısının. Okurun biraz daha maceralı bir yürüme zorunluluğu söz konusuysa da metinlerin anlam katmanlarına ulaşıldıkça evrensel bir politik” tutum belirgin kazanır. Hem bireyden hem de toplumdan yola çıkılarak oluşturulan bu metinler bir yandan bireydeki toplumu, diğer yandan toplumdaki bireyi keşfetme eğilimindedir. Kentin Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku” öyküsündeki izlek bu açıdan tüm sözlerimizi özetleyici niteliktedir. Yazar, metinde dışardan gelen bir kokunun peşinden başlayan bir yol öyküsünü aktarır. Kokunun kaynağı belirsizdir. Aranan da bu kokunun olmadığı bir sokak, köşedir yalnızca. Halbuki koku kenti üzerindedir ve kentin bütününe sinmiştir. Yazar kardeşlerini uyarmalıdır bu kokuya dair.

“…Yalnızca bu kokudan kurtulabileceğim bir sokak, bir köşe arıyordum. Ne kokusunu andırıyordu bu?

Kokmuş balık kokusu?-Değil.

Lağım kokusu?-Değil.

Çürük kokusu?-Değil.

Öylesine bir kokuydu ki tüm bu kokulardan oluşmuştu sanki…”

Sonuç olarak Edgü’nün anlatı evreni cennetten kovulmuş insanın aslında dünya adını verilen cehenneminde yaşamın, ölüm, yanılsama, aşk, coşku, zaferden başka düpedüz sözcüklerle dolu olduğu gerçeğinin farkındalık halidir. Yazmayı eyleme dönüştüren süreç de sözcüğün doğası gereği politik oluşuyla söz konusu olmuştur.

Kaynakça:

Ferid Edgü, Yeni Ders Notları, Remzi Kitabevi,1991, İstanbul

Ferid Edgü, Leş-Toplu Öyküler, Sel Yayınevi,2010, İstanbul