Ana Sayfa Litera HUZURSUZ METİN(LER)DEN BAHSEDİYORUM!

HUZURSUZ METİN(LER)DEN BAHSEDİYORUM!

HUZURSUZ METİN(LER)DEN BAHSEDİYORUM!

Anlam heykeltıraşlığı ne demek? Her sözcüğe neden törenle elbise biçilir ve yine biçilen elbise onu takip eden bir törenle giyilir? Bildiğimiz “normal” kavramı ne kadar sağlıklı, diğer ifadeyle, ne kadar doğallığını yitirmemişliğin aynası ya da mayası? V e daha birçok soru…

Türkçenin odalarını karış karış dolaşıp o odalardan soru numunelerini alır… Aldığı bu soruları önce kendine, sonra da bize sorar; naifçe ve içtenlikle…

Dil coğrafyasını iyi bildiği Türkçeyle yetinmiyor yazar. Bazen anadili Kürtçeden de çok az da olsa nasiplenmeyi biliyor ve bunu ustalıkla kullanıyor.

Elbette şimdiden iki dille yazan yazar demek için erken; ancak Kürtçenin göklerindeki bulutları çok iyi bir Türkçe yağışa çevirmeyi de biliyor.

Neyden mi bahsediyorum? Şair, yazar Metin Aydın’ın o bir ur gibi sözcükleri ve duygu atmosferini felç eden havaya yalın yürekle el atan ve kelime cerrahlığını yaparcasına o soğuk ve cansız tarafımızı tekrar yaşama çağıran “BİSTURİ – Huzursuz Metinler” kitabından bahsediyorum.

Metin Aydın bu kitabıyla kaybettiğimiz samimiyeti tekrar elde etmeden özgür olamayacağımızı hatırlatıyor bize. Bir yönüyle itirafname özelliklerini de taşır bu kitap; öyle ki yazar önce çuvaldızı kendine sonra da iğneyi o felç olmaya yüz tutmuş okura kısacası herkese batırmaktan çekinmiyor.

Yer yer sağanağı andıran bir yoğunlukla hızla anlam dünyamıza yağar kelimeler eşliğinde; delidolu ve kabuğunu kırarcasına. Yer yerse bir ermişin vakurluğunu anımsatırcasına sade, tenha ve yavaşça dokunur yüreğimizin en bakir duygusuna ya da yarasına.

Bisturi’deki delidolu ses ile bilgelik sesini yazarın daha önce çıkan “Biblo Hayat” (2010, deneme, Babil Yayınları) ile “üryan” (2016 – şiir, Lethe Yayıncılık) kitaplarında da görebiliriz. Öyle görünüyor ki yazar elde ettiği bu özgünlüğü daha da derinleştirmek istiyor; hem de kelimeleri özgürce soyup samimiyetten kanatırcasına.

İçimizdeki insanın “görünürdeki insan” tarafından nasıl da tutsak edildiğinin çığlığıdır, üryan. Görünüre oynamanın nasıl da bizi tüketip kirlene kirlene görünmezliğe götürdüğünü… üryan, tortulaşan yanımızı kırıp üryan üryan yaşamaya davet ediyor. Tıpkı bir dolunay gibi kendimiz de ancak gecede kendimizi bulabileceğimizi hatırlatırcasına şöyle der karamsarlığa düşmeden: “oysa ne çok üryan kalmıştık / dünyanın en güzel fahişesi dolunayda.”

Ayrıca şu dizelerle de şair kavramına dolaylı da olsa yeni bir tanım getiriyor, döl eşini yırtmaya davet edercesine üryan’ın yazarı Metin Aydın: “şairsen,/yırt bu yalandan olma/ melanet perdeyi.”

Yazar sanki kelimeleri kendilerinin gördükleri ilk rüyayla tanıştırmak istiyor, sağalta sağalta. Bu da belleğimizin tahriş edilmiş kısımlarını görmemize ve onu onarmamıza dolaylı da olsa göndermelerde bulunuyor diyebiliriz.

Sahiden rüya görmeyen, gördüğü rüyayı da unutan bir kimse ne kadar sağlıklı bir hafızaya sahip olabilir ki?

Doğuştan aldığımız insan yönümüzü hatırlatmaya çalışıyor bize… İnsan yönümüzün sonradan çevrenin anlam müdahaleleriyle nasıl da dumura uğradığını… John Berger’in G. adlı romanında geçen şu pasajın farkındalığını keşfedercesine yapıyor bu işçiliği. “… İçimizde dünyayı boydan boya yaracak keskinlikte bir neşter var, bir parçamızmış sanısını uyandıran, nice ödünler ve aşınmalar sonucu kendimizi bir parçası sandığımız dünyayı yarabilecek bir neşter, tabii onu kullanacak kadar gözü peksek…” Yanılmıyorsam bu gözü peklik Bisturi’nin yazarında mevcuttur. Yoksa bu işe kalkışmazdı. Hem de yaşam tarzıyla.

Karanlık bir çölde kaybolmuşluğun ruh halini anımsatırcasına bazen karamsar zemine götürüyor bizi yazarın cümleleri. Bazen de bu karanlıktan umut çıkarmayı bilecek kadar iradi davranıyor… Bu çöl, bu karanlık, bu iç kanatan psikolojik ve kültürel yoksulluk artıkça yazarın aydınlığa olan inancı bir o kadar katmerleşiyor.

Kültürel dokuların ancak özgürlükle beslenebileceğini kafamızdaki zaptedilmiş ve zaptetmek üzere şekillenmiş anlam tortularını kıra kıra bize hissettiriyor.

Yazar cümle anlamın yanında cümle alemi de anlamaya davet ediyor bizi. Öyle ki varlıkların eşitliğine çağırıyor herkesi. Yazara göre bir kedi, bir insan ve bir ağaç birbirini anlamaya çalışarak, birbirine çıkarsız samimiyetin diliyle dokunarak yaşayabilir ve yaşayabilmeli.

Herkesi sözcük sözcük kendi anlam coğrafyasını keşfetmeye davet ediyor. Aynı zamanda herkesi duygu duygu kendi his dünyasına eğilmeye ve orada gördüğü ama sönmeye yüz tutmuş olan ışığı özelde de hayat ışığını sahiplenmeye çağırıyor. Yazar bütün bunları, kullandığı dili dansa çağırırcasına yapıyor; hiç sıkmadan, şiirsel bir hava katarak.

 

BİSTURİ – Huzursuz Metinler, Kaos Çocuk Parkı Yayınları, s. 115

 

Metin AYDIN: 1971, Mardin/Kızıltepe’de doğdu. 1990 yılından bu yana, yerel ve ulusal ölçekte gazete ve dergilerde, yazı ve şiirler yayımladı. İlk şiirlerini, “Kırmızı” adıyla fanzin (2002) şeklinde dağıttı. “Perspektif” adıyla, 5 sayı çıkabilmiş, matbu bir kültür-sanat ve fikir dergisi çıkardıktan sonra, dergiciliği internet üzerinden (2006) 5 yıl sürecek, edebiyat-sanat ve fikir ağırlıklı “www.yeniperspektif.com” sitesinin kurucu editörlüğünü yaparak sürdürdü. “Biblo Hayat” isimli ilk kitabı (2010, deneme, Babil Yayınları) yayımlandı. Altı yıl sonra, “üryan” (2016, şiir, Lethe Yayıncılık) isimli ikinci kitabı çıktı. Bisturi – Huzursuz Metinler (2018, deneme, Kaos Çocuk Parkı Yayınları) üçüncü kitabıdır.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl